Tarımsal Krizden Çıkış İçin Önermeler

TARIMSAL KRİZDEN ÇIKIŞ İÇİN ÖNERMELER

Davul-Zurnayla Gelen Kriz adı altında yazmış olduğum daha önceki iki yazımda ülkemizin tarımsal üretim yapısının nasıl değiştiğini, krizlerin başlangıç nokta ve nedenlerini 1-2 örnekle özetlemeye çalıştım.

Krize yönelik örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama “tereciye tere satmaya” da gerek yok. İçine düştüğümüz durumu üreticisinden tüketicisine herkes görüyor ve yaşıyor. Bu saatten sonra “ne yapmalı” diye kafa yormak lazım.

* Neo-liberalizm ve şirketlerin küreselleşmesi sadece çiftçileri veya tarım işçilerini değil bütün toplumu ve devleti tehdit etmektedir.

* Bu yüzden aslında hiçbir zaman olmayan “serbest piyasa” değil “ gıda güvenliği ve egemenliği” temel politika olarak kabul edilmelidir. Bunun için uluslararası şirketlerin ve emperyalist ülkelerin dayatmaları kabul edilmemelidir.

* Bu kabul edilmediği, gümrüklerimiz açıldığı takdirde “paramız var alıyoruz” veya “daha ucuza malediyoruz” mantığı egemen olduğu sürece Anadolu’da toprak sahibi olan çiftçiler AB rekabeti ile hayvan besleyemez, buğday üretemez hale gelecektir.

* Gıda güvenliğinin sağlanması, içine kapanma değildir. Uluslararası ticaret “karşılıklılık” ilkesi çerçevesinde yapılmalıdır. Her ülke kendi tarım sistemini emperyalist yıkımdan koruma hakkına sahip olmalıdır.

* “ Gıda egemenliği (food sovereignty) bireylerin, toplulukların ve ülkelerin kendi besinlerini üretebilmeleri ve tarım politikalarını belirleyebilme hakkı olduğunu kabul eden bir düşüncedir.” Gıda egemenliği küçük ölçekli sürdürülebilir tarımı korumaya olan ihtiyacı vurgular. Bunu ulusal besin pazarlarını; dampingler gibi yolları kullanan adil olmayan ticaretten koruyarak, çiftçilerin toprak ve kredi gibi kaynaklara sahip olmasını geliştirerek, genetik, toprak ve su kaynakları üzerindeki haklarını, şirketlerin haklarına karşı koruyarak yapar. (Via Campesina, 2003)

* “Küresel tarım şirketlerinde yoğunlaşma tüm dünyada artmaktadır. Örneğin dünyanın en büyük on tarım ilacı şirketi pazarın %90’ına sahiptir. Daha da ilginç olanı belli başlı şirketlerin bu alanların birçoğunda aynı anda faaliyet göstermekte olmalarıdır. Örneğin tohum ve tarım ilacı pazarındaki ilk onda bulunan şirketlerden dördü aynı firmalardır. “

* Bu yoğunlaşma sonucu FAO’nun 150 ülke raporuna dayanarak yayınladığı çalışmaya göre son yüzyılda dünya biyolojik çeşitliliğinin yaklaşık %75’i kaybolmuştur. (FAO, 1996)

***

* Yukarıda açıklanan gerekçeler bağlamında; Bir kere üreticisinden perakendecisine bağırıp çağırmadan sorunların belirlenmesine geçilmeli. Bu işler bağırıp çağırmakla olmuyor.

* Tarımsal girdilerden alınan KDV kaldırılmalı.

* Mevcut tarımsal üretim sisteminde üretim yapmak için tohumdan, ambalaj malzemesine kadar ithalat yapmak gerekiyor. Tarımda kullanılan kimyasallar bir yandan maliyetleri arttırırken öte yandan üretimi sürdürülemez hale getiriyor. Uygulanan tarım politikaları üretici ve tüketiciyi daha zor durumda bırakıyor. 1980 lerden bu yana uygulanan bu politikaların sürdürülebilir olmadığı ortadadır.

* Tarım topraklarının yabancılarca ya da yabancı ortak denetimli bankalar tarafından alınmasını engelleyici yasalar derhal çıkartılmalı.

* Çiftçi, tarımsal amaçlı kooperatiflerde hızla örgütlenmelidir. Mevcut (Ziraat Odası veya ….yetiştirici birlikleri gibi ) örgütler siyasi iktidara yakın olmak ve rant elde etmek için kullanılan bir araç haline gelmiştir. Bunun önüne geçecek düzenlemeler yapılmalıdır. Bütün

ülkede kooperatifler desteklenmeli, bu kurumların girdi üretiminden, ürünleri işlemeye, pazarlamadan, finansman ve bankacılığa kadar her alanda çalışması için önlemler alınmalıdır. Demokratik ilkelere göre çalışan kolektif işletmeler özendirilmelidir. Tarım satış ve diğer kooperatiflere ürün alımı için düşük faizli kredi verilmelidir. Toprak Mahsulleri Ofisine yeterli alım gücü sağlanmalıdır. Gereken alanlarda ise prim ödemesi yapılmalıdır. Süt, et, sigara gibi çoğu yabancı tekellerin hegemonya kurduğu alanlarda kooperatif ve kamu yatırımları yapılmalı veya teşvik edilmelidir. Son beş yılda hayvan ithalatı için yurt dışına aktardığımız yaklaşık altı milyar dolar kendi çiftçimiz ve kooperatiflerimize verilmelidir.

* Tarımsal KİT’ler modern ve özerk yönetim anlayışı çerçevesinde yeniden açılmalıdır. Özellikle küçük ve büyükbaş damızlık hayvan üretimi ile başta hububat tohumu olmak üzere tohumluk üretiminde etkin hale getirilip ithalatçı politikalardan vazgeçilmelidir.

* Tarım ürünlerinde gümrükler yüksek tutulmalı. Böylece dampingli ürünlere karşı pazarlar korunmalıdır. Damping DTÖ’ne göre yasak olmasına rağmen pratikte engellenememektedir.

* Aile işletmelerine dayalı tarımsal üretim modeli desteklenmelidir. Monokültür tarımdan polikültür tarıma geçilmelidir. Konvansiyonel tarım sistemlerinin yerine permakültür seçenekler desteklenmeli uluslararası şirketlere hammadde sağlamaya yönelik kurgulanmış olan endüstriyel tarım sisteminden vazgeçilmelidir. Aksi takdirde yıllardır pratikte yaşandığı gibi çiftçiler kazandıklarının çoğunu yine endüstriyel girdi üreticisi on şirkete ödemekte, doğa tahrip olmakta ve üretim maliyetleri her yıl daha da artmaktadır.

* Tarım Bakanlığı Çiftçi Eğitim ve Yayın hizmetlerini özel sektörün insafına ve istismarına bırakmamalıdır.

* Doğa patentlenemez. Gelinen noktada çok uluslu şirketler tohumlarını patent altına almak istemektedir. Bunun önüne geçmek için genetik kaynaklar korunmalı, bunlara gereken destek verilmelidir.

* Bu ve benzeri çözüm önerileri için sektörle ilgili toplumun tüm kesimlerinin (özellikle muhalif) katılımının sağlanacağı ve alınan kararların uygulanacağı Ulusal Tarım Kongresi düzenlenmelidir.

* Kongre topluma açık olarak yapılmalı, alınan kararların uygulamaya aktarılması için üretici birlikleri, üniversiteler ve yerli sanayicilerden oluşan bir denetleme kurulu oluşturulmalı, altı aylık aralıklarla uygulamalar halkla paylaşılmalıdır.

Deniz bitti. Ya yeniden kendi üreticimize güvenip ona yatırım yapacağız, ya da uluslararası şirketlere yarı aç yarı yok taşeronluk yapmaya devam edeceğiz.

01-02-2019 - BANDIRMA