Tatil Yazısı

Tatil Yazısı

Bilindik bir tatil yazısı değil bu.

Öyle bir beklentisi olanlar okumayabilir.

Alınmam…

Tatil ne zaman başladı bilemiyorum.Şehirlerarası otobüs terminalinden otobüs ayrıldığında mı?Ayarı bozuk koltukta istemsiz arkaya kaykılıp,arkada oturanın şikayetlerini duyup dizlerini belimde hissederek,mide bulantılarıyla, yarım kalan filmiyle doldurulmuş gece yolculuğu tatile dahil edilebilir mi?Yoksa iki günlük kısmı arkadaş evinde konaklamalı geçen ilk günün sabahını mı kabul etsem başlangıç olarak?Bundan sonraki kısmı eğlenceli diye,ilk bölümü görmezden gelmenin ihanet yüküyle nasıl başa çıkmalı?Üstelik tatilde öyle genel geçer bir konfor arayışım olmadığı düşünülürse.Her şeye rağmen sabah daha net bir başlangıç.Daha önce hiç gitmediğim bir evde uyanıp,bilmediğim sokaklara çıkmak serüven duygusuna çağırıyor.

Yokuş aşağı kaptırıp,denizi kokusuyla bulmak ilk keşif.Şehir merkezi solda kalıyor.Anayol üzerine yürüdükçe tarihi dokunun hala yerli yerinde olduğunu görüyorum.Rum mimarisi evler,işlikler,atölyeler,mağazalar modern yapı kalabalığının arasında rahatlıkla seçilebiliyor.

Bir süre sonra o ana kadar anayoldan ayrılmadığımı fark ediyorum. Gerçek bir keşif için ise arayollara sapmak şart oysa.Ben de öyle yapıyorum.Denize yakın sokaklara vuruyorum kendimi.Ege’ye açılan dar sokaklar boyunca sıralanan taş binalar fire vermiyor.Eski kentin bir kısmı burada direniyor.Sokak içlerine çalkantılı zamanlarda dalgalarla gelen suyu tutmak ve tahliye etmek için yapılan yosun birikintili kanallar şehrin bu bölümünün denizle nasıl hemhal olduğunun kanıtı.

Sonra kedileri görüyorum.Köşe başlarında,yol kenarlarında yayılıp gezen,rahat ve kendinden emin tavırlarıyla her daim ev sahibi kediler.

Kent merkezine ulaştığımda,burada oyalanmadan kara tarafındaki sokaklarda kaybolma isteği duyuyorum.Yürüdükçe sokaklar daha da sessizleşiyor,kentin bu kısmı derin uykusundan henüz uyanmamış.Günün ilk ayak izlerini bırakıyorum yüzlerce yıllık taşların üzerine.

Binaların işyeri olarak dizayn edilmiş olanları rengarenk boyanmış,özgün bir görünüm kazandırılmaya çalışılmış.Öyle olduğu için de çok dikkat çekiyorlar.Birkaç fotoğraf çekiyorum daha önce çekilmiş binlercesine ek.Temel motivasyon keşif olunca benzersiz ve görülmemiş olana rastlamak istiyorum.Kendimden çok başkalarına göstermek amacım.Belki basit ama,kesinlikle özgün olanı bulup çıkarmak.İsimler gözüme çarpıyor:Yıldız tozu,Yakamoz,Çatkapı,Binyıldız.

Sabah sabah bu kadar dolaşmanın yeterli olduğuna karar verip,iyice acıkan karnımı doyurmak için yine farklı bir yer arıyorum.Bu özgün olanı bulma takıntısı da ne acaba?Özgün olan beni de özgün mü yapacak?Oraya buraya dalıp en sonunda ismi kulağımda ünlü bir hana giriyorum.Yeme-içme mekanlarına şöyle bir göz gezdirip uygun gördüğüm bir masaya oturuyorum.Başımı kaldırdığımda dev sarmaşıkla gözgöze geliyorum.Sarmaşık, hanın tavanı olmuş;o kadar ısrarla dokumuş ki gökyüzünü,güneş ancak dar huzmeler halinde ulaşabiliyor yeryüzüne burada.Sarmaşık altındaki koyu gölgede masaların etrafında oturanlar şimdiden hatırı sayılır bir sıcaklığa ulaşan günün bu bölümünde serin serin soluklanıyorlar.

Kenti adımlamaya başladığım andan itibaren cep telefonumla çektiğim fotoğrafların bazılarını tatil boyunca bana yoldaşlık edecek meraklı ve muzır siyaha çalan koyu kahverengi gözlere sunuyorum. Fotoğrafları yollarken bunu neden yaptığımı düşünüyorum.Tanıklık için başka bir göze ihtiyaç duyuyor olabilirim.Ya da farklı bir çift gözle görünür olma ihtiyacımın karşılanması mı bunun açıklaması?Belki de yanımda yürüyen bir cana duyduğum ihtiyaç.

Öğleye doğru katıldığım tekne turundaki başlangıçtaki yalnızlığım,bir çiftin çağrısıyla bir nebze azalıyor.Eşyalarımla onların yanına yerleşiyorum.Tanışmaya da,konuşmaya da çok istekli değiller ama yine de kapılarını kapamıyorlar,birazcık aralıyorlar.Hafifçe ama belirgin bir tarzda varlığımı onuyorlar.Bu tuhaf çifti merak ediyorum.Aralarındaki ilişki beden duruşlarından çok anlaşılmasa da oldukça yakın.Birbirlerinin elleriyle oynuyorlar gezi boyunca,uyumlular.Yemek salonunda masalarına teklifsiz oturuyorum umarım rahatsız etmiyorum diyerek.Artık bir hukukumuz var diye bir iç açıklama yapıyorum kendim için.Adamın yemek yeme konusundaki isteklendirici tavrı aramızda mesafeli ama kollayan bir ilişkinin kurulduğunun ispatı.

Tekne son olarak tarihi adaya bir saatlik bir ziyaret yapıyor.Gemiden inenler adaya dağılıyorlar.Adaya yoğun bir rehavet çökmüş.Kediler,insanlar hareketsiz duruyorlar.Bu atmosfere tezat gelin-damat görüntüleri neredeyse bütün sokaklara yayılmış durumda.Ada adeta fotoğraf stüdyosu.Deklanşörlere yüzlerce kez basılıyor tarihin tanıklığı için,aslında tarih dışı görünme arzusu için.Ada dekora dönüşüyor,dekora dönüştüğünde gerçekliğinden ,kimliğinden uzaklaşıyor bu kısımlarda.Bütünlük,bir olma hali gözden çıkarılıyor,gösterişli parçalar öne alınıyor.

İkinci gün Pomak köyüne patlıcanlı börek yeme hevesiyle gidiyorum. Kızkardeşimin tavsiyesi,merak ediyorum doğrusu.Köyün içinde kısa bir gezintiden sonra meydanı buluyorum.En sıradan mekanı arıyorum gözlerimle.Köylü amcaların kümeleştiği köy kahvesi beni kendine çekiyor.İşin sırrını çözmüş gibiyim,en sıradan olan en özgün burada da.Börek gerçekten harikaymış,kızkardeşime teşekkür ediyorum içimden.Köy müzesini görüyorum sonra.Bir koridor ve salondan oluşmuş bir mekan.Köylülerden toplanmış tarım aletleri,silahlar,eski paralar,fotoğraflardan ve daha bir sürü şeyin buluştuğu bir ‘müze hayali’ daha çok burası.Uzun boyu,açık mavi gözleri ve koyu kumral saçlarıyla otuzlarını yaşayan genç adam hayatımda gördüğüm en utangaç müze görevlisi.Buralı olduğunu açıklıyor ve köy tarihçesi-göç üzerine otomatik bir konuşma başlatıyor.Konuşması bittiğinde sessizce salonu terk ediyor.

Uzun bir gece yolculuğu sonunda Ege’den Akdeniz’e ulaşıyorum.Çam ve okaliptus ağaçlarının gölgesinde serinliyorum ilk andan itibaren kamp alanında.Civardaki beş yıldızlı tesislerle kıyaslandığında gerçek bir binyıldızlı huzur ve güvenlik sağlıyor ortak çadırımız.

Tatilin bu üç günlük kısmının ana temaları aile sıcaklığı ve dinginlik.Dolunayın etkisi midir nedir duygularımda bir kabarma ve hafif taşma günleri.Sıradan şeyler yapıyorum.Örneğin gece sahilde,çakılların üzerinde uzanıp gözlerimi yıldızlara dikiyorum.Gecenin sessizliğinde,yıldızların altında bedenimi bırakıyorum.Bırakmak iyi hissetiriyor,kumsalla birlikte bütün karalara dahil oluyorum denizin kenarında.

Deniz uzaklarla bağlantıyı kuran bir hareketli kütle.Sınırların ötesine uzanan bilinmez bir varlık derin derin soluyan,zaman zaman da uluyan köpüklü ağzını göstere göstere.Deniz bir zamanlar ‘mevsimine kapıldığım’ kadının sesini getiriyor buruk tortularla.İçim bir daha derinden sızlıyor,acı neyse ki yeterince akışkan-gözpınarlarımdan sızabiliyor-.Bir daha biliyorum,’onun bahçesinde açacak bir çiçek olmadığımı.’

Şevkat nedir diye sorsalar son akşamında tatilin, abimin sırtımdaki kılları traş etmesi derdim.Üstüne yeğenimin bir güzel liflemesi.Bebek olmanın hazzı nasıl tarif edilebilir ki başka?Duraktan otobüsle evime uğurlanırken ,ben ne anladım bu tatilden diye düşünürken tatilin ana temasının iç mekanlarıma yolculuk olduğu açığa çıkıyor.Gerçekte kendime epeyce yaklaştığım bir iç yolculukmuş yaptığım.

Ve, tatil bir varmış, bir yokmuş.

24-09-2019/Psikoterapist: AYGÜN ÖZER /BANDIRMA