SÖYLENMEDEN ÖNCE DÜŞÜNMEK!
Yılmaz Güney kendini durmadan yenileyen bir Anadolu çocuğuydu. Siyasi olarak “THKP-C(1970)” sempatizanı oldu, faşist sıkıyönetim tarafından haklarında “vur emri” çıkmış örgütün lider kadrosunu evinde sakladı. Daima haksızlığa uğrayanların yanında oldu. Neden “THKP-C”? Çünkü, proleter devrimci mücadeleye yakın çoğunluk işçi sendika liderleri ve işçiler, emekçiler, öğretmenler, aydınlar, öğrenciler, “Doğu Devrimci Kültür Ocakları” gibi etnik yapıdaki devrimciler, sol-Kemalist subay ve astsubaylar gb. toplumsal sınıfların ABD emperyalizmine karşı ve sosyalizme sempatizan o günün şartlarında bünyesinde toplamıştı. Yurtiçi TKP’cilerin, Dr.’cuların bilimsel sosyalizme vakıf devrimcileri ile olumlu örgütler üstü ilişkiler kurulmuştu.
Bu 1968’lilerin toplumsal yapıya doğru yaklaşım 1970’lerin başındaki konjonktüre uygundu. (Çünkü 1973-74 genel krizi ile tekelci kapitalizm yeni bir aşamaya girdi bu ayraç 1990’da sonlandı.) Ama genç kadrolar, yaşlılardan gördükleri kariyer saplantısı hatayı tekrarlamaları hareketin tasfiyesine yol verdi. Fakat asıl darbe 1976’da başlayan, kimlerle halvet olduğu belli olmayan ’68 hareketi çömezlerinin birden “lider”ler olarak piyasaya sürülmesi ile yaşandı.
1976-1980 sürecine tam bir kontra örgütlenmeleri olan “etnik milliyetçi” düşünce ve örgütler peydah oldu. NATO Stay-Behind denen olguyu ancak 1996’da keşfedebildik. Ama hala bunu kavrayamayanlar çoğunlukta. Özellikle Dev-Yol lider kadrosu tabandaki eski THKP-C’ileri örgütlerinden uzak tuttular. 12 Eylül zindanlarında yiğit üyelerinin katledilmesine “üç maymun” oldular. Başta D.Perinçek olmak üzere bütün cerahat 1990’ların ortasına kadar Kürt etnik milliyetçiliğini denetlemek için kurulmuş PKK-Kontra’nın goygoycusu oldular.
Yılmaz Güney’in devrimci ve emekçilerin Yılmaz Güney’i olmasında en çok emeği geçen bilinçli bir insan olan Fatoş Güney’in bu açıklaması 1978-2018 periodunun A’dan Z’ye sorgulanması için bir başlangıç kabul edilmesini öneriyoruz. Acı olan Fatoş Güney’in kendine solcu diyen malum gazetelerde değil de faşist rejimin yandaş basını Sabah gazetesinde sesini duyurabilmesidir. Bu açıdan bir çok keskin-bilgiç “guru”nun saldırısına uğrayacağından şüphe yoktur. Bu da bizim traji-komik gerçeğimiz.
Türkiye proleter devrimci hareketinin bilimsel sosyalist/komünist ilkeler doğrultusunda silkeniş zorunluluğu, taa Marx’ın 1850’lerde yazdığı, bize verilmiş komutun -devrim Doğu’ya kaymıştır; ya St.Petersburg ya da Konstantinopolis- tarihe iz düşümü için önemlidir. Hesaplaşma olmadan, uzlaşma olmaz. Uzlaşma olmadan, birlik-birliktelik olmaz. Birliktelik olmadan, kadrolar olmaz. Kadrolar olmadan, sınıf devrimcisi örgüt olmaz. Sınıf örgütü olmadan, ihtilal durumlarında hakimiyet olmaz. Hakimiyet olmadan, devrim olmaz. Zaten toplumsal devrim olmadan hiçbir şey olmaz. Müesses Nizam içinde tahtarevallide sallanarak meşruiyet sürer gider…
Bu açıklama demagoji yapılmadan doğru okuma iyi niyeti ile bakıldığında bir yönden de toplumsal cinsiyet olarak “kadınların kurtuluşu olmadan, toplumsal kurtuluş gerçekleşemez” diyen Marx’ın yaşamın her boyutunda tekrarlarla nasıl haklı olduğunun tarihsel bir not düşmesidir…. Mayıs-Haziran’13 Gezi başkaldırısı’ndan beri ülkemizde ve dünyada artık görev Kızıl Amazonların ellerinde.
Selam olsun teslim olmadan -buna “direniş” kılıfı geçirmeden- savaşa devam edene!
………………..
TOPLUMSAL CİNSİYET OLARAK KADINLARA NEDEN ETİK DAVRANMAK ZORUNDAYIZ?
Marx-Engels kendi dönemlerinde inatla devrimci, komünist, sosyalist, sosyal-demokrat saflarda ataerkil düşünce ve davranış biçimlerinin hala revaçta olduğunu vurgulayarak çok defa ağır eleştirmişlerdir. İnsanlar -özellikle erkekler- ilk önce devrimlerini kendilerinden yapmaya başlamalıdırlar. Ayrıca “kadın” derken 1990’lardan sonra SOSYOLOJİ (antropoloji) ana bilim disiplini dallarında terimsel olarak benimsenip, kabul görmüş olduğu gibi “TOPLUMSAL CİNSİYET olarak Kadın” vurgulaması geçerlidir.
Burada biyolojik, genetik, psikolojik, sosyal olarak bir insan varlığından bahsediyoruz. 1950’lerde SSCB başta olmak üzere Doğu Avrupa’da “kadın” sorunu altında tıpkı kapitalist ülkelerde olduğu gibi “özel alan” olarak “ev proletaryası” konumunu beylik lafızların dışında aşamamıştır. Kuba’da Batı’da marxist feministlerin “toplumsal cinsiyet olarak kadın” vurgusundan sonra bizzat comandante Fidel Castro’nun yol açması ile kadınlar toplumsal ağırlıklarını daha geniş koymuşlardır. Kuba sosyalizmini ayakta tutan da bu cinsel proletaryanın devrimci bilinçli eylem (praxis) düzeyinde iktidara de facto müdahalesidir. Devrimin garantisi de budur.
Beş bin yıllık ataerkil-özel mülkçü-dinci sınıfsal sömürü sistemleri altında köleleştirilmiş dünya nüfusunun yarısını devrim saflarına çekmekte bunun için erkeklerin egemenlik dürtüsünü sadece beylik ezberlerle değil, bizzat kendi beyinlerinden başlayarak eşit düzeyde etik diyalog kurarak bunu yaşama geçirmek zorundadırlar. “Tek yol devrim”, demekle ya da “halkımız” edebiyatı yapmakla olmuyor.
Bilimsel bilgi günümüzde pratiğin ötesinde praxisle yaşama geçiyor. nokta!