Türklerin Tanıklığında Sovyet Devrimi

100. YILINDA SOVYET İ H T İ LAL İ  VE TÜRK DÜNYASI
BOL Ş E V İ K  İ H T İ LAL İ NE  GENEL B İ R BAKI Ş

İLBER ORTAYLI*

Rossiya, Rossiyskaya İmperiya. Bu muhteşem Rusya İmparatorluğu’nun
kaderi azimdir. Toprakları geniş, büyük bir devlet ama fevkalade bir devlet
değil. Bu bir motto olarak kullanılabilir. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın
sabahında Rusya İmparatorluğu’nda kayda değer gelişmeler vardı. İnsanlar
ilk defa bütün Sibirya’yı öbür tarafa doğru geçen bir demiryolunun Ruslar
tarafından yapıldığını görüyorlar. İşgal edilen eski Türk vilayeti Kars ilk
defa demiryolunu Rusya İmparatorluğu sayesinde görüyordu ve Rusya
matematikte, fizikte, kimyada yeni buluşların, âlimlerin memleketi olmaya
başlamıştı. Rusya Edebiyatı Fransız Edebiyatını sollamıştı ve dahası Rusya
İmparatorluğu’nun coğrafyacıları bugün bile insanı hayretler içinde
bırakacak büyük keşifler, büyük deskripsiyonlar yapmaktaydılar. Bunlar
bugünün tarihçiliğini ve tarihi coğrafyacılığını etkileyen buluşlardır. Size şu
kadarını bir tevazu içinde söylemek gerekir; Türk tarihçiliği içinde
coğrafyayı en iyi bilen, coğrafyayı çok iyi kullanan ve tarihi coğrafyanın
büyük bir adamı olan, hiç tartışmasız Zeki Velidi Togan, Rusya ilminin bir
ürünüdür. Bazı şeyleri itiraf etmek gerekir. Rusya müziği, operası yolunu
almıştı. Rusya resmi, İhtilal’in arifesinde bizim bildiklerimizin de ötesinde
idi. İş artık sadece repliklerle devam etmiyordu. Bugünkü avangard resmin
birtakım öncülerini Rusya çıkarıyordu. Biz henüz bunları literatürde
tanımıyorken Madrid’de açılan Thyssen-Bornemisza Müzesi (1835) bu
koleksiyonları ortaya koymaktadır ve bizim resim tarihi bilgimiz birden bire
değişmektedir.
Rusya bir atılımın içindeydi, hatta bu atılım İhtilal’den sonra da görülür.
Belki Stalinist Devrimin sınırlamalarına gelene kadar, Rus tiyatrosu, hatta
Rus ilmi, Bogdanov gibi bir büyük tıp âlimi ve aynı zamanda da prolet
kültürün öncüsü bir bolşevik bu dönemin ürünüdür. Fakat bu
imparatorlukta onulmaz bir tezat vardır. Petersburg’u ve başka yerleri
anlatan büyük saraylar ve büyük sanat eserlerinin yanında sefale
mahalleleri Avrupa’yı bırakın Asya’ya bile parmak ısırtacak kadar
dehşetengiz yerlerdi. 20. yüzyıl başlarında hepimizin bildiği ünlü Ağa Han,
Rusya’nın endüstriyel şartlarını anlatıyor; işçi sınıfı mekânsızdır,
fabrikaların bir köşesinde aileleri ile yaşıyorlar ve bu adamlar Bombay’daki
işçilerden daha kötü şartlardadır, çünkü dışarıya çıkıp hava alacak hakları
ve hâlleri bile yoktur, -40, - 50 derecede kimse çıkamaz. Bu şartlar, Madame
Kollontai tarafından da tamamlanmaktadır. En modern fabrikalarda, güya
işçiye en çok hak veren eski tesislerde bile annelerin çocuklarını
bırakabilecekleri bir kreş yoktur. Çocuklar kendi başlarına bütün gün
yaşamaya çalışmaktadır. Bazen ebeveynler eve döndüklerinde bebeklerinin
ölüsü ile karşılaşırlar. Büyük bir zenginliğin yanında çok büyük sefalet
vardır. Bütün Avrupa’da proletarya mahallelerinde Moskova’nın
Hitrovskiysi yoktur. Yapılan sayımlara göre bir odayı 2.9 kişinin
kullanımıyla Rusya en ağır yaşam şartlarına sahip olduğunu
göstermektedir. O kadar ki sadece komünizme mal edilen “komünel ev tipi”
aslında Çar Rusyasından beri vardır.
Münevver sınıfın uyanıklığı, çok lisan bilmesi, dünyayı fetheder gibi
gezinmesi bazı sınıflar için söz konusu değildir. Rusya, İhtilal’den evvel de
iç pasaportu kullanmaktaydı. Bunlar sadece Komünist Devrim’le gelmiş
değildir. O, belki bir olağanüstü hal şartların içinde bu düzeni devam
ettirmekte ve yaymaktadır. Şurası bir gerçektir: Rusya İmparatorluğu’ndaki
karşıtlıklar insanları şaşırtacak gibidir. Normal olarak böyle bir
imparatorlukta ana unsurun öbürlerinden daha iyi olması gerekir. Hâlbuki
Polonya’nın ve Baltık’ın işçi sınıfı ana Rusya’dakilerden çok daha iyi
durumdadır. Gleb Uspenski’nin Çetvert’ loşadi “Çeyrek At” adlı korkunç
hikâyesinde görüldüğü gibi İhtilal’den evvel her Rus köylüsünün, ailesinin
başına çeyrek at düşmektedir. Yani bu demektir ki en iptidai saban ziraatini
yapmakta bile büyük zorluklara rastlanmaktadır ve o zaman bunların
Ukrayna’yla, Kırım’la hatta Volga Boylarıyla, Kazan Tataristan’ıyla Orta
Asya ile mukayesesi mümkün değildir. Bütün bunlara rağmen İhtilal’den
sonra ortak bir kollektivizasyon ‘kolhoz’ sistemine geçişle hiç şüphesiz
eldeki mevcut zenginlikler de bir Sovyet yapısı içerisinde yok edilecektir.
İlginç bir yapı, bu ülkedeki insanların yaşam biçimidir. Bir bakıma kendisini
çok mutlu zannedebilen bir çiftçi sınıfı olabilir. Ama münevver sınıfı her iki
tarafta da bahtsızdır. Birisi aşırı zulümden ve baskıdan öbürü kendi
kimliğini ifade edememekten şikâyet etmektedir. Yeryüzünün en kalabalık
Yahudi nüfusunun yaşadığı bir imparatorluktur. Bir kısmı da millî
varlığının ezilmeye çalışılmasından şikâyet etmektedir. Rusya’nın
Müslümanları ve Türk ırkına mensuplarda olduğu gibi. Eğer Rus yetkililerin
raporlarına bakacak olursanız iş değişir. Bir ara başarılı bir Doğu Sibirya
Valisi olan, ondan sonra İstanbul’daki sefareti zamanında, İgnatyev’den 
(Nikolay Pavloviç) bahsediyorum, sadece gülünç mevkide olmuştur, bir
arkadaşımızın onun üzerine tezi vardır, Pera’daki yabancı elçiler kendilerine
Yalancı General “Mantör Paşa” unvanını vermişlerdir. Çünkü bizim
bildiğimizin aksine Mahmut Nedim ona yanlış raporlar ve bilgiler verir, o
da bunları Pera’da yayar ve öbür aldattığı, yanılttığı elçiler tarafından
şiddetle hücuma uğrardı. İgnatyev kötü de bir iç işleri bakanı oldu,
pogromlar onun zamanında tertip edilmeye başlandı. Rusya maarifinin
Gayr-i Rus ve Gayr-i Hıristiyan milletlere verebileceği bir şey yoktur. Ne var
ki burada duvar delinmiştir. Rusya Müslümanlarının zirai bakımdan hem
zengin olan hem de dış ticaret kanallarıyla teması olan Kırım, Kazan ve
Bakü gibi bölgelerinde, petrol zenginlerinin yaşadığı yerlerde cehaletin
duvarları yıkılmıştı. Mektepleşme başlamıştır ve bu okullaşma 20 sene
içerisinde Bahçesaray’da başlayan bir okulun ta uzak Sing-yang kadar
yayılmasıyla 5000 okulla inanılmaz bir nüfusa ulaşmıştır. O kadar ki, benim
Dış İşleri İmparatorluk Arşivi’nde bulduğum bir vesikada da görüldüğü gibi
İstanbul’daki Sefir Zinoviyev (Grigori), “Gasprinski’nin okul reformundan
sonra bir de Sultan Abdülhamid’in Pan-İslamizm’i ortaya çıktı, vaziyet
vahim” diyor. Sultan Abdülhamid’in Pan-İslamizm’i bir karaltıdır. Hiçbir
zaman Rusya’nın kendi departmanlarıyla, polisiyle, mukayese edilecek
durumda olmadığını herhâlde teslim edersiniz, ama bir karaltı yer almıştır.
Şuna hiçbir şüphe yok ki, Rusya bir donanma kurmaktadır Büyük Petro’dan
beri. Ama bu donanma yılın 8 ayı buzların ortasında beklemek zorundadır.
Sadece 3 ay Baltık’ta gezinebilmek ve seyredebilmek için gemiler
yenileniyor, mobilyasına kadar temizleniyor. Çar geliyor, büyük bir
coşkuyla karşılanıyor ve bir daha buzlara dönüyor. Uzak Doğu’da da
vaziyet budur. Sivastopol dahi yetmiyor, Karadeniz zaten çok iyi bir deniz
değil. Ufukta bir savaş görünecektir. Türk İmparatorluğu istemeden Rusya
ile savaşa gidecektir ve burada Batı’daki umduğu müttefikler kendisine
yardım etmediler. Onlar da bunun bedelini ödediler, Rusya da bedelini
ödedi ve Rusya ihtilale gitti. Bu ihtilalin sonunda, 1917-18 kavşağında,
federasyonlar sona erdi. Federasyonlar ve federasyonu tutan milletler yapısı
1918 yılında sona erdi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yıkıldı,
Osmanlı İmparatorluğu dağıldı. Artık o imparatorluklar içinde, barış içinde
yaşayan, gayr-i memnun bile olsa bir çeşit armoni tutturmuş milletler yapısı
devam edemedi. Bu çok açıktır. Binaenaleyh günümüzde federatif
sistemden bahsetmek sadece bir gevezeliktir. Batı Avrupa toplumlarının
içinde bile federasyon yapıları devam edemiyor. Önümüzde çok hazin bir
örnek olan İspanya örneği var ama artık o barışın geleceğini beklemeyiniz.
Önümüzde bir Belçika örneği var. Suret-i katiyyede federatif üyeyi
tutamıyor. Hatta önümüzde bir İtalya örneği var ki birtakım bölgelere
aslında mahalli özerklik bile veriyor, bunların hiçbirisi huzur getirmiyor,
sadece şikâyet ediliyor ve baştan sona İtalya olan, İtalyan kültürünü yaşatan 
güney, kuzeyi haksız görüyor başından atmak istiyor. Bu yapının Rusya’da
ancak ve ancak Sosyalizm ile devam ettiği yani bir parti, kuvvetli bir polis,
kuvvetli bir diktatör ve hiçbir şeye sesini çıkarmayan itaatkâr bir halkla
mümkün olabildiğini biliyoruz. Bu şartlar değiştiği ölçüde de devam
edememiştir. Rusya İmparatorluğu muhteşem bir şekilde dağılmıştır.
İçinden çıkan bazı unsurlar bu ihtilalle ana ülkeden daha iyi yaşamaya hak
kazandıklarını ve bunu becerebildiklerini gösterdiler. “İnoratsi, İnoradets”,
köksüzler olarak bilinen gayr-i Rus milletlerin pekâlâ icatlarının köklü
olduklarını, bazı şeyleri çok iyi yapabildikleri görülür. 1918 – 1939 arasında
Polonya altın devrini yaşadı. Baltık devletleri hiç değilse tatlı bir hayat
yaşamayı becerebilen medeni Avrupa kantonuna ait olduklarını ispatladılar.
Bazı Türk devletleri kendi münevverleri, kendi dilleri, dinleri ve okullarıyla
hayata devam edebileceklerini gösterdiler, bu görü çok kısa sürse de. Çok
açık bir şekilde Rusya kendi yoluna gitti ve 1990’ların dünyasına intibak etti.
İhtilal nedir? İhtilal, Rusya’ya var olan, büyümekte olan endüstrileşmeyi
daha da büyüterek getirdi. Bu endüstrileşme bugün problemlerden uzak
değildir. İhtilal, Rusya’ya Rusça, Rus kültürünü getirdi. Hiçbir zaman gayr-i
Rus milletler Rus kültürüne, Rus diline ihtilalden sonra olduğu kadar bağlı
ve sahip değillerdir. Bunun böyle olduğunu belirtmekte büyük fayda vardır.
Eğer Rusça hala beynelmilel bir dil ise bunu doğrudan doğruya Eski
Rusya’nın Sovyetler Birliği’nin gayr-i Rus Türklerine muhtaçlığıdır. Çünkü
bunlar dillerinin yapısı icabı Rusçayı hem iyi telaffuz ediyorlar hem de çok
iyi kullanıyorlar. Hiçbir Baltık devletinin entelektüel sınıfı, politikacı sınıfı
Nazarbayev kadar, Aytmatov kadar, bu ülkelerin akademisyenleri ve
yazarları kadar Rusçayı iyi kullanamıyor. Bu nedenle Rusça aslında bir
yerde bu kitlelerin hizmet ettikleri kalkındırdıkları bir dildir. Puşkin, bu
milletlerin istikbalde kendi şiirlerini okuyacağını, seveceğini bir kehanet
hâlinde ortaya koymuştur, tamamen çok haklıdır.
Hiç şüphe yok ki Yeni Rusya’nın Türkiye ile ilişkileri arttı. 1800’deki Amiral
Ushakov (Fyodor) ve Amiral Kadir Bey’in ortaya koydukları ortak filoyla
Napolyon kuvvetlerinden, Adriyatik’teki İyonya Adalarına, orada bir
cumhuriyet kurdular, bu ilk Yunan Cumhuriyeti’dir. Rusların ve Türklerin,
iki otokratik devletin, kurtarması ve protektorası ile meydana geldi. Tarih
bakımından bu çok önemlidir. Bu kısa ittifak bizim tarihteki ilk
ittifakımızdır. İkincisinde kimseyle beraber kavga etmedik, müttefik
olmadık, ama başkaları ile kavga ederlerken birbirlerinden destek gördüler.
Yeni kurulan Sovyet Rusya, yeni kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükümeti’nin müttefiki oldu ve bu ittifak sıcak bir çatışmaya dönmeden,
Soğuk Harbe rağmen, zaman zaman devam etti. 
BOLŞEVİK İHTİLALİNE GENEL BİR BAKIŞ

Hiç şüphe yok ki Yeni Türkiye’yi anlayan bir takım seyyahlar vardır. Bu
seyyahların içinde Ukraynalı Kızıl Ordu Generali Frunze’nin (Mihail
Vasilyeviç) seyahatnamesi en akıllıcasıdır. Frunze, İnebolu’dan çıkıyor
Lalahan’dan Dekovil Hattını alıyor, Ankara’ya geliyor ve söylediği şey şu;
ülke çok zor şartlar altında, nüfusu bile uzun harpte kırılmış, fakat ayakta
duruyor, çalışıyor ve bir şey çok kesin, bu halkın sosyalist olması mümkün
değil, öyle bir mantalite yok. Bunu çok evvelden bir takım insanlara göre
anlamıştır. Yeni Rusya, İhtilal Rusya’sı, Türkiye’den komünist rejimi
benimsemesini beklemiyor, bu çok açık bir politika. TKP kuruluşu, bir
kuruluştur. Onların politikası Moskova’nın stratejilerini çok ilgilendirmiyor.
Zaten arşivde, bize lütfettikleri Polit Büro raporlarına bakacak olursanız
Kominterne’de söyledikleri kale alınmayan, dosyalanmayan o yüzden çöpe
atılan tek komünist partisi TKP’dir, bu çok açıktır. Yani iki memleket
arasındaki ilişkiler bu şekilde devam etmektedir. Türkiye’nin resmî rejimi ve
resmi önderleri Komünist Rusya, Bolşevik Rusya için daha makbuldür ve
kendine daha yakındır. Sonraki kırılmanın ancak Stalinist bir rejimle
meydana geldiği ve iki memleketin Soğuk Savaş şartları içinde birbirlerine
tamamen düşman kamplar içinde yer aldıkları görülmektedir.
Doğu eyaletlerimizin durumu nedir? Burada Doğu eyaletleri, Türk İstiklal
Savaşı’nın ilk kazanılan ve ilk elde tutulan bölgesidir. Moskova burada
Çarist politikadan vazgeçmiştir. Eğer I. Dünya Savaşı, Bolşevizm’in ortaya
çıkmasıyla bitmeseydi, yani Rusya çok büyük zorluklar çeken çok zor
savaşan bir memleket olmasına rağmen Birinci Harp’ten galipler arasında
çıkacaktı ve muhtemelen o bölgeleri eline tutacaktı. Fakat olmadı. Geriye
kalan hasarı en iyi şekilde anlayabilmemiz için lütfen Şevket Süreyya
Aydemir’in Suyu Arayan Adam’ını bir kez daha okuyunuz. Bunun kadar Rus
İhtilali’ni ve Türkiye’yi anlatan bir kitap yoktur. Akılları varsa İngilizler ve
Amerikalılar da bunu çevirip okusunlar. Size o cephenin dağılışını bile
anlatıyor. Bir şeyi daha hatırlatayım, Şevket Süreyya Bey, Türk Komünist
Partisi üyesi değildir. Ya nedir? Hakikisidir: Federatif Rusya Komünist
Partisi üyesidir. Tek üyedir bizden, Rusça konuşur, çok iyi propaganda
yapmıştır ihtilal boyunca. Türkiye’ye gelince içeride, hapiste oturmuştur,
fakat anında çıkarılmıştır ve iki genel müdürlük için yarışmış bakanlar.
Önce Mustafa Necati Bey’in genel müdürü oluyor, aman arkadaşım, şu
komünizmi bir yere koy da çalışalım diyor, ardından İktisat Genel Müdürü
oluyor. Birinci Harp’te gıda rejiminin, bütün zorluklara rağmen bir düzeni
varsa borçlu olduğumuz bürokratlardan biridir Şevket Süreyya. Yeni
Türkiye de komünistin hasını pek harcamamıştır, heba etmemiştir. Daha
patriyarkal bir tutum takınmıştır, icabında kullanmıştır. İhtilalin
değerlendirmesi bakımından bunu belirtmekte fayda vardır. 

İLBER ORTAYLI.

Dış dünya ile ne oldu? Biliyorsunuz Müslüman dünyada Stalin’e karşı
büyük bir reaksiyon vardı ve bunu Japonlar bunu yarım yamalak
değerlendirdiler. Sultan Abdülhamid’in iki oğlu vardı. Daha doğrusu biri
doğrudan onun oğluydu Şehzade Orhan, öbürü Abdülmecid soyundan
gelen yeğeniydi Şehzade Abdülkadir. Şehzade Abdülkadir, şu son
zamanlarda hadisesi çıkan prensesin büyükbabasıdır. Buna dediler ki; sizi
Sing-yang’a, Doğu Türkistan’a “han” yapmak istiyoruz, kabul etti.
Zannettiler ki Mançuko imparatoru olacak, ama olmadı, bütün Doğu
Türkistan ayaklandı. Halife geliyor, Sultan Abdülhamid’in oğlu geliyor diye
birbirine girdi orası. Japonlar dediler ki “biz ne halt ettik!”. Ve gidip adamı
New York’taki otelde, yolculuğunu beklediği otelde kendi kendini intihar
ettirdiler. Şehzade Orhan Efendi de ortadaki Türkistan’a han olacaktı, orada
da ayaklanıp kıpır kıpır bekleyince, Rusların öldürdüğünü zannetmeyin,
muhtemelen onlar öldüreceklerdi, çünkü Stalin Japonya ile kavga etmedi.
Abdülkadir kendi kendine intihar ettiğine göre daha uyanık olan Orhan,
“ben de şuradan yok olayım” dedi. Yok olan adama tavsiye ediyorum
limandaki ilk gemiyle kaçın işçi olarak, sizi saklarlar orada ve öyle kurtulur.
Bu bir dünyadır. O dünyada İslam, babadan oğula amcadan yeğene
yaşamıştır. Menkıbeler yaşamıştır. Tarih kendine göre popüler yorumlarla
yaşamıştır, bu çok ayrı bir konudur ve burada da bunu tamamlamak
istiyorum. 

1917 YILINDA SOVYET İ H T İ LAL İ VE TÜRK DÜNYASI
TÜRKLER İ N TANIKLI Ğ INDA RUSYA'DA
DEVR İ M SÜREC İ

ABDULLAH GÜNDOĞDU*

Giriş
Bolşevik Devrimi, Türkiye - Rusya ilişkileri bakımından yıpratıcı savaşlarla geçen
kendine özgü uzun bir dönemi sonlandırmış olması ile ayrı bir önem taşır. Büyük
harbin ağır şartları altında patlak vermiş olan Rusya’da Devrim süreci, iki ülkenin
imparatorluk geçmişini tarihe süpürerek, yeni ve istisnai bir dönemin kapısını
aralamıştır. 1917 Şubatı'nda başlayan devrim kolay gerçekleşmemiş, dört yılı aşan
kanlı bir iç savaş bunu takip etmiştir. Kızıl Ordu’nun Beyazları yendiği 1920 yılı esas
olmakla birlikte, iç savaşın sona erdiği 1922 yılına kadar geçen süre buna dâhildir.
Şüphesiz Çanakkale direnişinin Rus Devrimine etkisi gibi Rus Devrimi de Türk
Devrimini derinden etkilemiştir. Türk Milli mücadelesi ve İstiklal Harbinin
başarısına bağlı olarak gelişen Türk Devrimi, Bolşevik Devrimi'nin yarattığı büyük
küresel dalgada biçimlenmiştir. Muhataralı geçen iki büyük devrim sürecinin
ürünleri olan Sovyetler Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilişkilerindeki söz konusu
istisnai durum, İkinci dünya Savaşı’na kadar devam etmiş, Atatürk'ün ölümü ve
Stalinizm’in Sovyet rejimine hâkim olması ile eski hasım eğilimlerin yeniden
güçlenmesi ile sona ermiştir.
İki ülke tarihinde olduğu kadar dünya tarihi için de büyük öneme sahip olan bu
İstisnai ilişki sürecinin başlangıcı olan Rusya’daki devrim sürecinin nasıl gelişmiş
olduğuna dair bilgilerimiz daha çok bu konuda büyük bir külliyat oluşturan yabancı
gözlemler ve değerlendirmelerden beslenmektedir. Oysa bizi bu denli yakından
ilgilendiren bu sürecin gerek Rusya Türkleri aydınlarından, gerekse Türkiye'den
çoğu savaş esirlerinden yakın tanıkları olmuştur. Rusya Türklerinden Zeki Velidi
Togan, Abdullah Battal Taymas, Cafer Seydamet Kırımer gibi ciddi tanıkların anlatıları
çok değerlidir. Bunun yanında Ziya Yergök, Şerif İlden, Fahrettin Erdoğan gibi, çoğu
savaş esiri askerler, Şevket Süreyya Aydemir gibi Azerbaycan gönüllüleri ve Ali Fuat
Cebesoy, İsmail Berkok, Mustafa Butbay, Halil Ataman gibi resmi askeri görevliler
dönemin havasını bize farklı bir boyutta aksettirmektedirler. Son ikisi, Kafkasya’nın
1920 Şubatından itibaren Bolşevikleşmesi süreci yanında Kafkasya’nın o dönem
kültürü ve yaşantısı hakkında zengin bilgiler verir. Bir kitap çalışması boyutunu aşan
bu verileri kısaca derleyip değerlendirmeye çalışacağız.

Türk Kamuoyunda Rusya’da Devrim

1917 12 Mart’ında (eski takvimde 27 Şubat) Rusya’da devrim patlak verdiğinde Türk
kamuoyuna Cihan Harbi’nin ağır şartları altında bulunuyordu. Türk kamuoyu
gelişmeleri Fransız, İngiliz ve Alman matbuatından aldığı bilgilerle izlemeye çalışmış
olmakla birlikte bazı sağlıklı değerlendirmeler de göze çarpmaktadır. Türk
kamuoyunun ilgisini çekecek olan konular; Rusya’da kopan İhtilâl fırtınasının barış
umudunu doğurma ihtimali yanında Rusya’nın Müslüman ve Türk uyruklarının
geleceği idi. Ayrıca Rusya’nın giderek daha sola kayıyor olmasının yarattığı endişe de
buna ilave edilebilir.1 Devrim sürecinde Rusya’daki gelişmeleri Türkiye’de en
gerçekçi gözle değerlendiren aydınların başında Yunus Nadi gelmektedir. Tasvir-i
Efkâr’da (o dönemde Tesvir-i Efkâr) yazdığı yazıların o dönem şartları içerisinde çok
isabetli olduğu görülmektedir. 19 Mart tarihli “Rus İhtilaline Nazaran Harb ve Sulh”
başlıklı yazısında Prens Lvov başkanlığındaki geçici hükumetin zayıflığına dikkat
çekilerek Rusya’daki durumun daha mühim ve büyük bir inkılaba, hatta İnkılâplara
dönüşme eğiliminde bir İhtilâl vaziyeti olarak isabetli bir şekilde değerlendiriyordu.
Yine aynı isabetle Rus İhtilâlinin barışa yaklaşacağını kestirmesi, dikkat çekicidir.2
Türk hükumeti de gelişmeleri ihtiyatla karşılama eğiliminde idi. Berlin Sefiri Hakkı
Paşa’nın Alman hariciyesinin nabzını tutarak verdiği bilgiler bu ihtiyatlı tutumun
dayanağını oluşturmaktaydı. Onun raporunda özetle; Rusya’da geçici hükumet
içerisinde Milyukov gibi İtilaf güçlerinin doğrultusunda harbe taraftar rical var idiyse de
halkın yaşadığı ağır şartlar sebebiyle samimiyetle barış istediği, bu yüzden ne cephede Rusları
tahrik edecek saldırılarda bulunmalı ve ne de Avusturya gibi barışa çok istekli görünmeliydi.
Bu yaklaşıma uygun olarak Sadrazam Talat Paşa’nın 5 Nisan’da Tanin’de yayınlanan
beyanatı, öngörülü ve tutarlı bir bakışı ifade etmekteydi. Talat Paşa, inkılabın siyasi
ilişkilerde köklü değişikliklere yol açmasını kuvvetle muhtemel gördüğünü belirtmiştir.
Ayrıca, Rusya ve Osmanlı Devletinin birkaç yüz yıldan beri can düşmanı olmalarının
sebebinin yıkılan müstebit Rus hükumetinin istilacı emelleri olduğunu vurgulamıştır.
Çarlığın devrilmesinin en çok kendilerini sevindirdiğini, özgür ve çağdaş bir devlet kurmak
üzere kaderini ele alan Rus milleti ile iyi komşuluk ilişkileri içinde yaşamamamız için hiçbir
sebebin bulunmadığını, bu yüzden İhtilâli sevgiyle karşıladıklarını açıkça beyan etmiştir.
Devamında; “Rus milleti Çarlığın istilacı emellerini terk edecek olursa Şark için yeni bir
gelişme ve ilerleme devresine girilmiş olacaktır. Genç Türkiye de bir zade-i İnkılâptır. Şu
bedbaht Şark’ın muhtaç olduğu sükûn ve ıslahatı uygulamak için isteklidir. Şimdiye kadar iç
ıslahatımıza, müdahaleleriyle mani olan Rus Çarlığı yerine, bizimle aynı insani ve ali
mefkûrelere sahip bir komşuya sahip olmak bizim için mebde-i memnuniyettir” beyanından
başka, geçici hükumetin dışişleri bakanı Milyukov’un Türkiye meselesinin Rusya
lehine halledilmesi lüzumu yönündeki görüşünü eleştirerek bu şartlarda barışın
mümkün olamayacağını bildiriyordu. Türk hükumeti, Ekim Devrimi’ne kadar bu
sakin ve ihtiyatlı tavrını korumuştur.3

1 Uygur Kocabaşoğlu- Metin Berge, Bolşevik İhtilâli ve Osmanlılar, Kebikeç Yayınevi, Ankara,
1994, s. 50.
2 Akdes Nimet Kurat, Türkiye – Rusya, Kültür Nakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s. 321-326.
3 Akdes Nimet Kurat , a.g.e., s. 325- 332; Uygur Kocabaşoğlu, Metin Berge, a.g.e., s. 59- 60 

7 Kasım (eski takvimde 25 Ekim) 1917 Bolşevik Devrimi, uzayan savaş şartları
altında bunalan Türk hükümeti ve kamuoyunun beklentisinden fazlasını sunacaktır.
Her ne kadar on gün süren devrim ve karşı devrim belirsizliği4 kafaları karıştırmış
olsa da zaten sulh konusunda en kararlı olan Bolşeviklere karşı sıcak bir ilgi
oluşmaya başlamıştı. İstanbul matbuatından Tesvir-i Efkâr, Vakit, Tanin, Sabah, İkdam
gibi belli başlıları giderek artan bir alaka ile Rusya’daki gelişmelere
odaklanmışlardır. Bunlardan Vakit Rusya’daki gelişmelerin giderek Türkiye’yi çok
daha yakından ilgilendirdiği bu dönemde yayın hayatına başlamıştır. Matbuatta
canlanma Türk kamuoyunun gelişmelere daha çok ilgi göstermeye başladığının da
bir göstergesi idi. Devrimin ikinci evresi için de Türk gazetelerinin haber kaynağını
yine Batılı haber ajansları ve gazeteler teşkil etmekteydi. Bolşevik Devriminin
başarılmasından sonra Barış istenmesi ve gizli antlaşmaların yayınlanması Türk
kamuoyunda Bolşevik Devrimi lehindeki algıyı daha da kökleştirmiştir. İhtilalin
başından beri tutarlı bir bakış açısı ile Türk kamuoyunu bilgilendiren Tasvir-i Efkâr
gazetesi ve onun başyazarı Yunus Nadi, Türk kamuoyunda Bolşevik Devrimi ile
ilgili de yine en sağlıklı çizgiyi temsil etmiştir. Türk basınında “Bolşevik” (3 Temmuz)
ve “Sovyet” (28 Eylül) tabirleri ilk defa onun sütunlarında kendini göstermiştir.
İhtilalin haberi ise ilk defa Vakit gazetesinde başyazarı Ahmet Emin (Yalman)
sütununda iki gün gecikmeyle yer almıştır. Yunus Nadi’nin 10 Kasım’da “Bolşevik
İhtilâli” başlıklı yazısında Lenin’in “derhal sulhun akdi” sözü öne çıkarılarak İhtilâl,
Rusya’da müfrit sulhperverlerin iktidara gelişi şeklinde sunulmuştur. Gazete, Lenin’in
programını; “Derhal sulh, Taksim-i arazi, buhran-ı iktisadiyenin defi” olarak özetlemekte
idi. Yunus Nadi, daha sonraki yazılarında da bu yönüyle İhtilâl ve Lenin lehinde bir
hava oluşmasında başlıca rolü oynamıştır. Onun daha sonra Türk milli
mücadelesinin dayanacağı bu zemin hakkında uzak görüşle, sağlıklı
değerlendirmeleri, muhtemeldir ki onun Milli mücadele önderi nezdindeki itibarını
temin etmiş olmalıdır. Tesvir-i Efkâr ve Vakit gazeteleri başta olmak üzere İhtilal ve
Lenin Türk kamuoyunun yakından takip ettiği konu başlığı durumuna gelmiştir.
Vakit gazetesinde Ahmed Emin (Yalman), adeta milli mücadelenin dış siyasetini
önceden haber veren bir başlıkla “Yeni Müttefik” olarak Lenin ve Bolşevik Rusya’yı
işaret ediyordu. Bu dönemde İsveç İhtilâlcilerinden Sigvard Johnson’un Lenin’le
yaptığı mülakatın Vakit’te yayınlanması ardından Darülmallimin-i Aliye’den Aziz Bey,
Yusuf Akçura ile 1916 Haziran’ında Rusya’nın Mahkûm Milletleri Kongresi için
İsviçre’de bulundukları sırada Zürih’te birkaç defa Lenin’le yapmış olduğu mülakatı
da Lenin’in fotoğrafı ile 24 Aralık 1917’de Tesvir-i Efkâr’da yayınlanmıştır. Ayrıca
Sovyet hükümetinin Çarlık devrinde yaptığı gizli antlaşmaları “Sarı Kitap” ve
Rusya’da yaşayan milletlerin kendi mukadderatlarını kendilerinin tayin edeceğine

4 Dünya tarihini olduğundan belki daha fazla olarak yakın dönem tarihimizi derinden etkileyen
Bolşevik Ekim Devrimi’nin en çetin on gününün içinden en etkili anlatımı için bkz. John Reed,
Dünyayı Sarsan On Gün, çev. R. Güran, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul, 1967. Devrim sürecinin
Batılı bir gözle anlatımı için bkz. M. Philips Price, My Reminiscences of the Russian Revolution,
London Hyperion reprini edition, 1981. Ayrıca Bolşevik Devrimi’nin dünya tarihi bakımından
yerinin tayini için bkz. Edward Hallett Carr, Bolşevik Devrimi, çeviren Orhan suda, 3. Cilt,
dair beyannameleri yayınlaması, Türk kamuoyunda Bolşevik Devrimi lehinde büyük
bir alaka uyandırmıştır.5
Rusya’daki devrim sürecinde ve Bolşevik İhtilali’nde sadrazam olarak Talat Paşa, bu
sürecin Türkiye adına başarılı bir şekilde yönetilmesinde etkili olmuştur. Onun
Bolşevik Devrimi ile ilgili görüşlerini daha sonra 1921’de şehadetinden önce İngiliz
istihbaratçısı Aubrey Herbert ile yaptığı mülakatta ifade etmiştir. Buna göre
Bolşeviklikten hoşlanmadığını, insanlığın kabul edemeyeceği çılgınlıkta bir sistem
olarak gördüğünü beyan etmiş, Rusların Bolşevikliği tercihlerinin onların kendi
bilecekleri bir şey olduğunu, İngiltere ve Türkiye açısından Bolşevizmi bir tehlike
olarak görmediğini söylemiştir. Son zamanlarda Moskova’ya gitmediğini, Lenin ile
görüşmediğini belirten Talat Paşa, Troçki ile Brest- Litovsk’ta karşılaşmış çoğu Rus
Yahudi’si gibi onu “dejenere” bulmuş ve ondan hoşlanmamıştı. Enver Paşa’nın
Bolşevikler ile olan ilişkisini siyaset icabı olduğunu da bildirmiştir.6
Yusuf Akçura, 1915’te kurulan Türk –Tatarların Haklarını Koruma Komitesi adına
yılsonunda ittifak devletlerinde kamuoyu oluşturmak amacıyla çıktığı yurt dışı
seyahati sırasında, Rusya’nın devrim sürecine girdiğini görerek seyahat planını buna
göre düzenlemiştir. Rusya’nın mahkûm Müslüman halkların hukukunu, Batı
kamuoyu önünde tanıtmak için Paris, Berlin, Lozan ve Zürih’te görüşmelerle yapmış,
konferanslar vermiştir. Bu dönemde Zürih’te Lenin ile yaptığı mülakat onun
gelişmeleri yakından izlediğini gösterir. O, Rusya’daki gelişmelerin içinde olmasa da
François Georgeon’un deyimiyle “Rusya’yı sarsan kargaşa ve düzensizlik ortamıyla birlikte
Türkçülüğün saatinin gelip çattığını” düşünüyordu.7 Büyük kısmı 1915 Sarıkamış
faciasının sonucunda bırakılan Rusya’daki Türk esirlerinin durumu ile ilgilenmek ve
yapılacak yardımları düzenlemek üzere Hilal-i Ahmer adına görevlendirilmiş ancak
devrim şartları sebebiyle beklemek zorunda kalmıştır. Nihayet Brest-Litovsk
antlaşmasından sonra 14 Mart 1918 tarihinde Moskova’ya büyükelçi olarak atanan
Galip Kemali (Söylemezoğlu) Bey’in başkanlığındaki sefaret heyetine çağrılan Yusuf
Akçura, Hilal-i Ahmer Rusya üserası murahhası sıfatıyla Petrograd’dan Moskova’ya
gelmiştir. Rusya’nın değişik bölgelerine dağılmış olan ve çok zor şartlar altında
yaşam mücadelesi veren bu esirleri tespit etmek, Rusya Türklerinin yardımlarını
düzenlemek ve nihayet esirlerin vatanlarına dönmelerini temin etmek gayesiyle
önemli girişimlerde bulunur. Akçura, Moskova’da bir süre kaldıktan sonra Kazan,
Bügülme, Ufa ve Orenburg şehirlerine kadar gitmiş, ancak bu dönemde Amiral Kolçak
idaresindeki Çek ve Beyazların Kızıllara karşı yürüttükleri savaşın yayılması
karşısında Moskova üzerinden 1919 Eylül’ünde İstanbul’a dönmüştür. Döndükten
sonra Türk Ocağı’nda “Rusya’da İhtilal-i Hazıra” başlığında bir konferans vererek
Türk kamuoyundaki Rusya’daki durum hakkındaki gözlemleri yanında
Bolşevikliğin dayandığı fikri temelleri geniş bir bakış açısıyla Türk kamuoyuna
anlatmıştır. Bu konferansın metni 17 Ocak 1920 tarihli Vakit gazetesinde

5 Kurat, ag.e., s. 328- 329; Uygur Kocabaşoğlu- Metin Berge, a.g.e., s. 85-125.
6 Alpay Kabacalı, Talât Paşa’nın Anıları, Türkiye İş bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2007, s.
153- 154.
7 François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri Yusuf Akçura (1876- 1935), Çeviren Alev Er,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999, s. 119- 123. 

yayınlanmıştır.8 Bu dönemde Bolşevikler ile Ankara Hükümeti arasında en temel
ihtilaf, Azerbaycan’daki durumun Brest -Litovsk antlaşmasına uymadığı yönündeki
baskısı idi.
Milli mücadelenin başladığı bu dönemde Rusya’daki gelişmeler konusunda Türk
kamuoyunda Bolşevik karşıtı ve taraftarı iki eğilim kendini göstermekteydi.
Kurtuluşu İtilaf devletlerini kışkırtmadan onların uzlaşma önerilerine uygun
davranmakta gören İstanbul merkezli mütareke basını ile işgalden kurtulmak ve
bağımsızlığı kazanmak için Bolşevik Rusya ile ittifak kurmaya yatkın Ankara
merkezli Anadolu basını gelişmeleri farklı bakış açıları ile vermekteydiler. Anadolu
merkezli basın İstanbul’a nispetle haber kaynakları bakımından batı ajansları dışında
Bolşeviklerle temas ve Kafkasya üzerinden gelen bilgilerle farklı bir yayın çizgisi
oluşturmaktaydı. Birincisi Bolşevik karşıtı hareketi ve iç savaşta Batı destekli Beyaz
ordunun lehine yayın yaparken ikincisi, Bolşevikler lehinde bir yayın çizgisine
sahipti.9 Bu dönemde İtilaf kuvvetlerinin ve İstanbul hükumetinin milli direnişi
ezmek yönünde hız kazanan çabaları ve Anzavur gibi gerici çetelerin isyanı ülkede
bütün nazarları Sovyet Rusya’sına çevirmişti. Avcıoğlu’nun tanımlamasıyla; 1920
Ankara’sı en çok Bolşevik edebiyatının yapıldığı ve Komünist partilerin kurulduğu
dönem olduğu kadar milliyetçi liderlerin komünizmden en çok korktukları bir
dönemdir. Bu dönemde Komünizm, Ankara’daki milliyetçi liderlere, Bir Ethem
derebeyliği, bir Enver Paşa maceracılığı, ya da Mustafa Suphi üzerinden bir
Komintern darbesi biçiminde görünmüştür.10 Ali Fuad Cebesoy, Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin Bolşevik propaganda ve komünizm ithalatına karşı çok hassas ve
müteyakkız davrandığını belirtir.11 Yine de Mustafa Kemal, Türkiye’yi Bolşevik Rus
tahakkümüne düşürmeden Sovyet dostluğuna dayanan bir dış politikayı başarmıştır.
Buna rağmen İtilaf devletlerinin işgali ve etkisi altında bulunan İstanbul’dan Ankara
hükumeti hem Bolşevik hem de ittihatçı olarak suçlanmaktaydı. İstanbul’dan Milli
mücadeleye katılmak için milli ve romantik duygularla Anadolu’ya gelenler bu
ayrımın farkına varmadan, Bolşevik edebiyatının tesirine kolayca düşmekteydiler.
Nazım Hikmet ve Vala Nureddin de bunlardan biriydi.12 Öğrencilik hayatları boyunca
Fransız İhtilali’nin öyküleri ile geçmiş olan bazı Türk aydınları da Rus İhtilali’ni
ayaklarına gelmiş bir fırsat görerek, sırf bu tarihi olaya yakından tanıklık etmek için
Rusya’ya yönelmişlerdir.
Türk Asker ve Esirlerin Gözünde Devrim Süreci
Rus ordusunun Batı Cephesi’nde çözülmesi, daha erken başlamış olsa da Kafkas
Cephesi’ndeki çözülme, Bolşevik İhtilâline kadar münferit kalmıştır. Türk subayları,
Rusya’da bir İhtilâl çıktığı haberlerini Şubat devrimi sonrasında Başkumandanlık
vekâletinden gönderilen tebliğ vasıtasıyla öğrenip iyimserlikle karşılamışlardı. Genç

8 Bkz. Seçil Karal Akgün, Murat Uluğtekin, Birinci Dünya Savaşı Sonunda İskandinavya’dan
Sibirya’ya Hilâl-i Ahmer Hizmetinde Yusuf Akçura, Türk Kızılayı Yayınları, ankara, 2009; s. ;
Kurat, a.g.e., 440-457; Uygur Kocabaşoğlu- Metin Berge, a.g.e., s. 127- 179.
9 Uygur Kocabaşoğlu- Metin Berge, a.g.e., s. 175- 222.
10 Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi- 1838’den 1995’e, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1974, s.
648.
11 Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1982, s.
19.
12 Bkz. Vâlâ Nureddin, Bu Dünyadan Nazım Geçti, Cem Yayınevi, İstanbul, 1988. 

subaylar, harbin sonunda Ziya Gökalp’in önceden haber verdiği şekliyle Rusya’nın
parçalanması, Azerbaycan, Türkistan’ın müstakil devletler haline gelmesi ve büyük
Turan’ın kurulması ile sonuçlanacağı umudunu taşıyorlardı. Türk hükümetinin
gelişmeleri ihtiyatla ve sükûnetle karşılama siyaseti icabı cephede muharebeler
durmuştu. Cephede tek tük silah bırakma olayları meydana gelmekte idi. Hatta
bazen Rus siperleri üstünde “Mı ne xotim Dardanell/ Biz Çanakkale Boğazını
istemiyoruz” türü levhalar asılarak barış mesajları verilmek isteniyordu.13 Bu
dönemde Kafkas cephesinde 3100 rakımlı bir tepede hafif makineli tüfek takımına
kumanda ederken, karşıda 2506 rakımlı tepede çok iyi tahkim edilmiş düşman
hatlarındaki çözülmeyi yakından gözlemlemiştir. Onun “emirsiz mütareke” olarak
tanımladığı bu çözülme esnasında savaştan bıkmış Rus askerleri bir biri ardınca
silahını sipere bırakıp Türk hatlarına yürümüşlerdir;
“Bize doğru gelenlerle lâğam tarlalarının biraz ilerisinde karşılaştık. En önce sarışın, mavi
gözlü, kumral sakallı yaşlı bir Rus askeri yürüyordu. Kucağında kocaman bir ekmek
somunu taşımaktaydı. İyice yaklaştıkları zaman, bu somonun ortasına bir avuç tuz
yerleştirilmiş olduğunu gördüm. Yaşlı asker somonu, duygulu, gülümser bir ifadeyle bana
doğru uzattı. Bu Balkanlar’da bilinen bir İslav âdeti idi. Sulh ve dostluk demekti.”
Rus askerlerinin başıbozuk hallerinin Türk ordusuna sirayet etmemesi için tüm
birliklerin Türk hatlarına geçmesi önlenmiştir. İki hat arasındaki bu tür temas ve
görüşmeler için alay adına Şevket Süreyya ile Hüseyin Avni Ulaş görevlendirilmiştir.14
Ruslarla ateşkes 18 Aralık 1917’de 14. Maddelik Erzincan mütarekesi ile sağlanmış, üç
ayı aşan müzakereler ardından 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Barışı Türkiye
açısından 93 harbi öncesine yakın bir sınır çiziyor, “Elviyei- selase”nin yani Kars,
Ardahan ve Batum’un anavatana ilhakını sağlayacak maddeler ihtiva ediyordu.
Çekilen Rus ordusunun vakumladığı Doğu Anadolu ve Kafkasya’da Ermeni tedhişi
giderek şiddetini artırmaktaydı. Bu şartlar altında Türk ordusunun desteği ile bu
tedhişin sona erdirilmesi, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulması
umutların iki yıl daha yaşamasına imkân vermiştir.15
Rusya’daki devrim sürecinin Türk esirlerinden çok sayıda tanıklarına rağmen ancak
bunların pek azının gözlemleri kayıt altına alınmıştır. Askeri esirlerin bir kısmı,
Bakü’ye yakın Nargen adasındaki kampta, büyük kısmı İrkuts’tan Ufa’ya ve Kazan’a
kadar İç Rusya’da, Sibirya’da, Türkistan’da hatta Yedisu gibi uzak bölgelere
dağıtılmıştı. Şubat İhtilali’nde 6. Ordu Komutanı olarak İran’da bulunan Ali İhsan
Sâbis hatıralarında, İran’daki Rus birliklerinin İhtilâlin başlangıcını sakin geçirmişler
iken 27 Nisan’dan sonraki keşif hareketlerinden anlaşıldığına göre Rusya' da vaki
olan İhtilâlin büyük mikyasta olduğu ve İran'daki Rus kıtalarına da bu İhtilâlin tesir
ettiği, disiplinin bozulduğunu kaydeder. Ayrıca, İngilizlerin İran dâhilindeki Rusları
İhtilâlin fena tesirinden korumak için çaba ve para sarf ettiklerinin haberini
aldıklarını belirtir.
“5 Kanununevel’de imzalanan mukavele mucibince 7 Kanunevvel 1917 zeval vaktinden
itibaren merkezi devletler ile Rus Bolşevik hükümeti arasında mütarekenin başlayacağı ve iki
taraf arasında hattı fasıl tayin edilmesi hakkında Başkumandanlıktan emir geldi.
Erzincan'daki Rusların sulh akdedildiğinden dolayı şenlik yapmakta oldukları ve

13 Kurat, a.g.e., 331.
14 Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2016, s. 94- 98.
15 Etraflı bilgi için bkz. Kurat, a.g.e., s.332-377,458-596 

ağırlıklarını geri göndermeğe başladıkları, buna mukabil Ermeni Kıtalarının kan
döktüklerinden dolayı Beylik istedikleri haber alınmıştı” bilgisini verir.16
Sarıkamış esirlerinden olan Ziya Yergök Paşa Sibirya bölgesinde Krasnoyarsk’da
bulunduğu sırada İhtilâle giden süreçte Rus askerlerin hoşnutsuzluğunu bir gün
nöbetçilerden biriyle yaptığı sohbetinden nakleder. Rus askerin kendisine sorduğu
“Niçin harp ediyoruz” sorusuna “arazi için” cevabını verir. Buna karşın Rus
askerinden; “arazi için mi? Bizde arazi çok, padişahlarımız kötü” cevabını almıştır. Ziya
paşa, bulunduğu bölgede yaşanan yiyecek kıtlığı, disiplinin bozulması yüzünden
firarların artması ve Krasnoyarsk’a gidiş gelişlerin kolaylaşması olarak özetlediği
Bolşevik İhtilâlinin etkilerini, merkezi bölgelere nispetle daha az şiddetle
gözlemlemiştir.17 Yine bir Sarıkamış esiri olan Köprülülü Şerif İlden, İhtilâl sürecini
Sibirya’da yaşayanlardandır. Bolşevik İhtilali onun İstanbul’a kaçması için uygun bir
fırsat yaratır.18 Kars’ta kurucusu olduğu İttihad-ı İslâm Cemiyeti faaliyetleri yüzünden
Ruslar tarafından Orenburg’a sürgün edilen Fahrettin Erdoğan, hatıralarında harp
sırasında Rusya’da patlak veren İhtilâlin Kafkasya’ya nasıl sirayet etmiş olduğunu,
Moskova ile demiryollarının kesildiğini, yönetim, ulaşım ve haberleşmeye
Gürcülerin el koymuş olduğunu belirtir.19
Cihan Harbi’ne katılan binlerce gönüllü Darülfünun talebesinden biri olan Halil
Ataman, Ziya Yergöğü gibi Doğu Cephesi’nde Ruslara esir düşmüş, Sibirya’ya sürgün
edilmiştir. Halil Ataman, İhtilali Sibirya’nın güney batısında tren yolculuğu
esnasında öğrenir. Yol boyunca geçtiği Viyatka, Tümen, Omsk, Krasnoyarsk gibi uzak
bölgelerdeki şehirlerde işlek, canlı, mamur bir şehir hayatı tasvir eder. Özellikle
Omsk’u “görünüş itibariyle çok güzel ve göz alıcı, baştanbaşa koca koca binalar, muntazam
geniş caddeler, büyük büyük mağazalar, işte bütünü ile çok mamur ve Avrupai bir merkez ve
şehir” diye tasvir eder. Ayrıca şehirdeki ticaretin tamamına yakınının Müslüman
Türklerin elinde olduğu, hatta mağaza levhalarının Türkçe ve Osmanlı harfleri ile
yazılmış olduğunu belirtir. İşte ihtilal bu şartlar altında Omsk’tan ayrıldıktan 2 gün
sonra 3 Mart 1917 tarihinde Novinikolayski istasyonunda haber alır. Yolculukları
Krasnoyarsk şehri civarında bulunan askeri şehir Voyenni Gorodok‘daki esir kampına
kadar dört gün sürecektir. İhtilalin yarattığı kargaşa, kaynaşma, korku yanında
omuza alınan insanlar, atılan nutukları da halkla temas etmeden gözlemler. Esi
Kampında kendileriyle birlikte gelen 60 esirle birlikte Türk esirlerin sayısı 400 kişi
bulmuştur. Türk esirlerin başında 29. Fırka Kumandanı Sağır Arif Bey bulunuyordu.
Türklerden başka alman, Avusturyalı ve Macarların oluşturduğu 3600 kişilik
müttefik esirleri de kampı paylaşmaktaydı. 5 Ağustos 1917 tarihindeki notlarında
Rusya’da süregelen kargaşanın, açlığın ve sefaletin hayatın bir parçası olduğu ve bir
türlü önlenemediği belirtilmektedir. Bu kampta bulunanlar Rusya’daki ihtilal
havasına ve iç savaşa tanıklık etmekle birlikte Bolşevik Devrimi’nin mahiyeti
hakkında bilgileri 1919 Aralık ayına kadar olmaması ilginçtir. Bulundukları bölgede

16 Ali İhsan Sâbis, Harp Hatıralarım Birinci dünya Harbi, 4. Cilt, Nehir Yayınları, İstanbul, 1991, s.
137, 142, 163.
17 Sami Önal, Tuğgeneral Ziya Yergök’ün Anıları Sarıkamış’tan Esarete (1915- 1920), Remzi Kitabevi,
İstanbul, 2005, s. 158, 165.
18 Köprülülü Şerif İlden, Sarıkamış, Yayına hazırlayan Sami Önal, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul, 2006.

özellikle İrkutsk’ta Amiral Kolçak’ın idaresi hakkında bilgi vermektedir. Halil Ataman,
Moskova’daki Türk sefiri Remzi Paşa’nın esirlerin ihtial şartlarında katiye
bulundukları yerlerden ayrılmaması yönündeki talimatımı nakleder. Ayrıca umut ve
korku ile geçen esirlik günlerinin sonuna yakın kendini tanassur etmiş bir Kırgız
Türkü olarak tanıtan General Ataman Simirnoff’un emrine girmiş bir Türk zabiti
vasıtasıyla Türk esirleri iç savaşta kullanma teşebbüsüne karşı başka ülkenin iç
işlerine katılmamak ve yeni maceralara atılmamak düşüncesiyle karşı çıktıklarını da
kaydeder. Onun Ataman soyadını alması muhtemelen bu hadise ile ilgilidir. Halil
Ataman, Ancak çileli bir yolculuktan sonra 25 Ağustos 1922’de İstanbul’a
ulaşabilmiştir.20
Bir asker olarak daha çok Rus ordusunun bozgunu ile ilgilenen Kâzım Karabekir
Paşa, sonradan öğrendiği malumat ile birlikte 1917 Şubat devrimini “Petersburg’da
“ekmek ve sulh isteriz” feryatlarıyla başlayan isyan beş gün sürmüş, İhtilâli teskine memur
edilen askerlerinde isyancılar tarafına geçmesi, Rusya’da Çarlığın yıkılmasına sebep olmuş”
şeklinde özetler. “1917 İkinciteşrin ayının altısında çabuk muvaffak olmuş bir İhtilâl”
olarak değerlendirdiği Bolşevik İhtilâlini ise şöyle anlatır:
“İsviçre’de bulunan Bolşevik lideri Lenin, Almanlar vasıtasıyla ve kapalı vagonda gizlice
Rusya’ya geliyor. Artık bütün cephelerde bozgunluk da baş gösteriyor. Herkes toprak,
hayvan ve eşya alacağız diye memleketinin yolunu tutuyor. Bu arada birçok kumandan ve
zabitler de mahvoluyor. Götürülemeyen silahlar, toplar yol boylarınca atılıyor, malzeme ve
mühimmat depoları haliyle bırakılıyor. Halkın yağmasına uğruyor. Bozgunluk, trenlere
veya ordunun binek, koşum ve mekâri hayvanlarına binebilenler önde, yaya kalanlar da
geride olmak üzere, mazinin büyük milli muhaceretlerini andıran bir göç hâlini alıyor.”21
Devrim sürecine nasıl girildiği konusunda esir düşen Rus askerlerinin ortak
görüşüne göre; ordunun büyük geçim sıkıntısı çektiği, amale sınıfları arasında İhtilâl
zuhurundan çok korkan Rus hükümetinin örfi idareyi daha şiddetli uygulamaya
koymasının işe yaramak şöyle dursun anarşiyi önleyememiş olduğu
vurgulanmaktadır. Hükümetin, savaşın ağır şartları ve cephe haberleri konusunda
kısıtlama yaptığı, hezimetleri gizleyip her şeyi parlak gösterecek şekilde gazetelere
uygulanan sansürün beklenenin aksine halkın öfkesini daha da artırmış olduğu da
anlaşılmaktadır.22

Devrim Sürecinde Rusya Türkleri

Bilhassa 1917 Şubat İhtilâlini müteakip, Rusya Müslümanları arasında siyasi
faaliyetler birden bire artmıştı. Rusya Türkleri ise 1905’ten bu yana büyük mesafe kat
ettikleri, siyasi mücadele yolunda büyük bir fırsatın ayaklarına kadar gelmiş
olduğunun heyecanını taşıyorlardı. Ancak Şubat 1917 beklentileri ile 1905 sonrası
beklentileri arasında ciddi bir değişim kendini göstermekteydi. Rusya’da Çarın
istibdada döndüğü, muhalefetin susturulduğu Üçüncü ve Dördüncü Devlet
Dumaları zamanında (1 Kasım 1907-9 Haziran 1912/ 15 Kasım 1912- 25 Şubat 1917)
giderek solcu ve devrimci bir karakter kazanan Rus siyasi hayatı, daha da aşırı uçlara
kaymıştır. Bu dönemde Rusya Türklerinin milli uyanış hareketi de ilk kuşak

20 Halil Ataman, Harp ve Esaret Doğu Cephesi’nden Sibirya’ya, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul, 2014, s. 154 v.d.
21 Kâzım Karabekir, Birinci Dünya Savaşı anıları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, S. 564- 565.

önderlerinin Rusya dışına ve çoğunlukla Türkiye’ye gitmeleri ardından sol gruplarla
işbirliğine yönelmişlerdir.23 Bütün yaşanan siyasi gelişmeler, Müslümanları tek bir
siyasi zeminde birleştirmeyi daha güç hâle getirirken her bir halk kendi
muhtariyetinin peşinde koşmaya başlamıştır. Orenburg, Kazan, Taşkent, Hokand, Ufa,
Bakü gibi merkezlerde farklı eğilimlerde kurultaylar toplanmış nihayet, 1-11 Mayıs
1917 yılında Moskova’da yapılan sekiz yüze yakın delegenin katıldığı kurultay,
Tatarların savunduğu unitarizm fikrine karşı federalizm fikrini benimseyerek bunu
tescil etmiştir.24 Yine de Tatarlar, bu süre zarfında liderlik ettikleri birlik hayalini
canlı tutmak için ellerinden geleni yapacaklardır. Ahmed Zeki Velidi Togan gibi,
Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olan Mehmed
Emin Resulzade de bu kurultayda Rusya’nın geleceğini federasyonda görenlerdendir.
Giderek yerel milliyetçiliğin kuvvet kazandığı bu devrim şartlarında, kendileri için
istiklâl ve milli uyanış yolunda büyük umutlara kapılmış olan Rusya
tahakkümündeki Türkler, 25 Ekim Bolşevik Devrimi ile Lenin’in insanlara hürriyet,
milletlere istiklal sözünde bunun somut karşılığını bulmuş oldular. Çarlığın Türk
bölgelerinde bir biri ardınca kurulan milli hükumetler yeni bir birlik sürecini
başlatmış oluyordu. Ancak Bolşevikler çok geçmeden yarattıkları umutların fazlasını
geri alacak, Türkistan, Alaş Orda, Başkurt, İdil-Ural hükumetleri ve diğerleri beş
aylık bir süre içerisinde Kızıl Ordu tarafından kanlı bir şekilde dağıtılacaklardır.25
Mehmed Emin Resulzade’nin Değerlendirmeleri
Azerbaycan diğer Türk bölgelerine göre farklı bir süreç yaşayacaktır. Rusya’da İhtilâl
sürecinin başlaması Türkiye’de olduğu kadar özellikle Rusya tahakkümündeki
Türkler için istiklal ve milli uyanış yolunda büyük umutlar doğurmuştur.
Azerbaycan bu umutların merkezinde bulunuyordu. Bilhassa 1918 yılının 28
Mayısında Azerbaycan’da milli hükümetin kurulması ile bu umutlar doruğa
çıkmıştır.26 Azerbaycan’da Milli hükümetin reisi olan Resulzâde Müsavat Partisinin
26-31 Ekim 1917’de yapılan Birinci Kurultay’ındaki konuşmasında Bolşevik
İhtilalinin yarattığı umutları şöyle ifade eder:
“İnsanlara hürriyet, milletlere istiklal!” “Yalnız din birliği muasır mana ile bir milleti teşkil
edemez. Milliyeti teşkil eden müşterek alametlerin başlıcası dil, din, adet ve edebiyattır. Bu
noktayı-nazardan bütün Türkler bir millettir. Tabii milli olduğu, milliyetimizde yalnız dinle
değil, başlıca din üzerine müstenit harsen teessüs ettiği kanaatiyle biz bu günkü haliyle
müttefik olan geniş Türk dünyasının bir gün gezip müteehhid ve müttefik bir Türk âlemi
teşkil edeceğine inanıyoruz”. Milli İstiklale malik olmayan bir millet, hürriyet ve
medeniyetini de koruyamaz. İnsanlara hürriyet, milletlere istiklal!”.

Moskova Kurultayı dini tartışmalar kadar Kadın sorunu bakışı ile döneminin çok ilerisinde
fikirlerin kabul görmesi bakımından büyük önem taşır. Bkz. İhsan Ilgar, Rusya’da Birinci
Müslüman Kongresi Tutanakları, Kültür bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1986, s. 300.; “Rusya’nın
idari yönetim şekli demokratik Cumhuriyet olmalıdır. Yer küresinin altıda birini kaplayan ve
Kamçatka`dan Karadeniz`e kadar ve Arhangelskden İran’la sınıra kadar uzanan 170 milyon ahalisi
olan çok milletli bir devlet merkezden idare edilemez. Ona göre de Rusya Devleti`nin yönetim şekli
federasyon olmalıdır.”,
Yine 7 Aralık 1918 Azerbaycan Parlamentosu`nun açılışında yaptığı konuşmasında:
“Muhterem Milletvekilleri! Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ilk parlamentosunu açmak
saadetinin, Siz muhterem Milletvekilleri tebrik etmek şerefinin üzerime düşmesi ile iftihar
ediyor (alkışlar)..Efendiler, Rusya’da zuhur eden büyük İnkılâp, diğer hakikatler arasında
bir büyük hakikati dahi ilan etmişti. Bu hakikat milletlerin hürriyet ve istiklâl hakları idi.”
Daha sonra Bolşevik tehdidinin Azerbaycan’a yönelmesi karşısında giderek sert bir
Sovyet karşıtı olacaktır. O 1920 Martında Rusya’da inkılabın üçüncü yılında yaptığı
değerlendirmede bu süreci “Bir Rusya inkılabı var, bir Rus inkılabı var. Bu iki mevhumu
anlamak gerekir. Bu gün ise Rus inkılabı değil, Rusya inkılabıdır” diye tarif eder. Yine ve
1923’te yaptığı bir değerlendirmede Bolşevikler ile ilgili görüşlerini şöyle izah eder:
“Bolşeviklerin hükümeti cebren elde etmeleri üzerine, Rusya’nın her tarafında bir anarşizm
başladı. Ordu “eve, eve!” diyerek cepheyi terk etti. Müsellah olarak köyüne dönen köylü, asil
ve tanınmış ailelere ait sarayları yağmalamaya başladı. Bütün Rusya müthiş bir ateşi-İhtilâl
ile ulvilendi. Velikorusdan gayri olan vilayetler anarşi içerisinde olan merkezden korunmak
için kendilerini idare etmek sınırına geldiler “27
Azerbaycan bu şekilde önce Turancı Türkçülüğün, milli hükümetin 27 Nisan 1920
yılında düşmesinden sonra da Sosyalist Bolşevik etkilerin Türkiye’ye yayıldığı bir
merkez konumundaydı. Azerbaycan’ın bu değişimini, şahsında yaşayanlardan biri
de Şevket Süreyya Aydemir’dir. Öğretmen okulunda vatanperver duygularla Cihan
Harbine yedek subay olarak katılan, Bolşevik İnkılabını cephede karşılayan, sonra
büyük Turan’ı kurmak yolunda Azerbaycan’a koşan, oradan tahsil için Moskova’ya
uzayan yolculuğunda Azerbaycan’ın bu süreçte yaşadığı değişimin hikâyesinin
benzerini görürüz.28

Taymas ve Togan’ın Gözlemleri

Azerbaycan gibi, 1905- 1917 yılları arasındaki milli uyanış hareketinin canlı olduğu
İdil- Ural ve Kırım bölgesinden de Rusya’daki devrim sürecini yakından
gözlemlemiş ve bunları kaydetmiş aydınlar bulunmaktadır. Taymas ve Togan İhtilâl
sürecinde Rusya Türklerinin yaşadığı hemen bütün bölgeleri gezmiş ve yakından
gözlemlerini kaleme almış olmaları nedeniyle Rus İhtilâl sürecinin en değerli iki
tanığıdır. Bunlardan Kazanlı dilci olan Abdullah Battal Taymas (1883-1969), Orenburg
ve Troyskiy’de din ve Arabiyat öğrenimi gördükten sonra 1904’te Mısır’a giderek
dört yıl öğrenimine devam etmiş, ardından 1908’de Rusya’ya dönmüş, askerliğini
yaptıktan sonra Troyskiy’de öğretmenlik görevine getirilmiştir. 1913 yılında
Kazan’da çıkan Yulduz gazetesinde yazı kurulu müdürlüğü görevinde bulunmuş ve
Şubat İhtilâline kadar bu görevde kaldıktan sonra, İhtilalden sonra Avukat Fuat
Tuktar’ın yayınladığı Kurultay gazetesinin yazı ileri müdürlüğünü yapmıştır.
Sonrasında gazetenin kapatılması üzerine Altay isminde gazetesini 13 sayı
yayınlamıştır. Bolşevik devrimi sonrasında bir kaçak olarak neredeyse ülkeyi boydan
boya kat eden Taymas, önce Sibirya’da Kızılçar şehrinde arkadaşlarıyla birlikte
Mayak adlı küçük bir gazete kurmuştur. Bakü ve Kazan üzerinden 1921’de
Finlandiya’ya sığınan Taymas “Kazan Türkleri” adlı eserini yazdıktan sonra 1925’te
İstanbul’a gelmiştir. Taymas, o dönemdeki yaşadıkları ile ilgili iki eser kaleme

27 Nesiman Yagublu, Mehmet Emin Resulzade Ansiklopedisi, Azerbaycan Kültür Derneği
Yayınları, Ankara, 2015, s. 143, 144, 284, 286, 290; Nesiman Yagublu, Mehmet Emin Resulzade,
Bakü, 1991, s. 64, s. 84.
28 Bkz. Şevket Süreyya Aydemir, a.g.e., s. 99-184. 

almıştır.29 Bunlardan ilkinde Şubat devrimini Kazan’da yazı işleri müdürü iken
Rusya Telgraf Ajansı’ndan geçen “akıllara durgunluk verecek kadar önemli bir haber”
olarak anlatır;
“Rus Devlet Duması’ndaki İlerici kanat30 bir Geçici Komite kurmuş ve bu komite eski
hükümeti devirerek iktidarı ele almış bulunuyordu. Bu, gerçekten memlekette bir ihtilâl
başlangıcını gösteriyordu. Kazan’da halkın sevincine payan yoktu. Hareket, coşkunluk ve
kaynaşma alabildiğine gidiyordu; ondan sonraki günlerde de merkezden bir düzine heyecan
verici haberler alınıyor ve baş döndürücü emirler yağıyordu.”
Taymas, bu sırada harp yüzünden bütün ulaşımın aksaması ülkenin batı ucundaki
başkent Petrograd’da halkın korkunç geçim zorluğu ve yakıt kıtlığı içerisinde
kuyruklarda ancak birkaç gram yiyecek için çektikleri sıkıntıları anlatır. İhtilali aç ve
üşüyen kalabalıkların öfke patlaması olarak tasvir eder:
 “İhtilâl, kadınlar isyanı şekline dönmüştü: kadınlar ve çocuklar kenar mahallelerden ekmek
isteriz, odun isteriz gibi sözlerle bağıra çağıra başkentin merkezlerine doğru yürümeye
başlamışlardı. Bu bir işaretti, bir başlangıçtı. Bir müddet sonra bu halk hareketine işçiler ve
hatta askerler de katılmıştır.”
 Mutlakiyet rejiminin yıkılması ile ilgili olarak gözlemlerini şu şekilde aktarır:
“Duma, Çarı tahtan vazgeçmeye zorlamış o da 16 Mart’ta yalnız kendi adına değil, oğlu
veliaht Aleksey adına da tahtan feragat etmiş. Demek yirmi sekiz yıldan fazla hüküm süren
müstebit hükümdarı devirmek için 5 gün gibi kısa süren bir İhtilâl hareketi kâfi gelmişti.”
İhtilalin ilk günlerinde Kazan’da, Müslümanların İhtilâl neticesinde ortaya çıkan
milli ihtiyaçları ve örgütlenme işleri ile meşgul olan bir “Milli Şura” oluşturulur ve
başına da Fuat Tuktar getirilir. Abdullah Battal Taymas da “Milli Şura”cılar
arasındadır. Ancak bu “Şura”nın da muayyen bir siyasi programının olduğundan
bahsetmemiz mümkün değildir. Kazan “Milli Şura”sı idealist düşünceler ve iyimser
duygularla Abdullah Battal Taymas ve arkadaşlarını Türkistan’daki Müslümanlara
yeni şartlar ve haller içinde örgütlenme ve neşriyat işlerinde yardım için Türkistan’a
gönderir. Abdullah Battal Taymas ve arkadaşları Müslüman Türk Cemiyeti işleri ile
meşgul olan kişilerle ilk olarak da “Şura-i İslâm” adlı teşekkülün başkanı gazeteci
Münevver Kari ile temasa geçerler. Ancak Türkistan bölgesi siyasi şartları milli
kurtuluş yolunda yönetebilecek aydınlardan mahrum bir vaziyete bulunuyordu.
Kadimciler Münevver Kari gibi bir elin parmağı kadar olmayan Ceditçi aydınlara
karşı başında Siralı Lapin adında bir Kazak tercümanın bulunduğu Ulema Cemiyeti
adıyla bir örgüt kurup ölümüne mücadele etmekteydi. Taşkent’te mülteci Ruslar ile
işbirliği yaparak belediye seçimlerini kazanmışlardı. Taymas bölgede İhtilâl
hükümetinin geçici olarak Türkistan Genel Valiliği yerine görevlendirilen başında
Kadetlerden Şçepkin’in bulunduğu dördü Müslüman dördü de Ruslardan oluşan
Türkistan Komitesinin faaliyetleri hakkında Mustafa Çokay’ın “1917’nci yıl Hatıra
Parçaları” başlığıyla Yaş Türkistan yayınlarından 1937’de Berlin’de çıkardığı
hatıratından nakletmektedir. Komitenin Müslüman üyeleri; Alihan Bukayhanoğlu,
General Abdülaziz Devletşin, Sadri Maksudi, Mehmedcan Tınışbay’dan oluşuyordu.
Türkistan İhtilâl teşekkülleri ile uyumlu Türkistan’ı yönetmesi öngörülen komite,
başarısız olmuştur. Taymas, 1917 yılının Haziran ayının sonlarına doğru

29 Abdullah Battal Taymas, Rus İhtilâlinden Hâtıralar I (1917- 1919), Rus İhtilâlinden Hâtıralar II
Ben Bir Işık Arıyordum, Turan Kültür Vakfı Yayınları, İstanbul, 2000.

Türkistan’dan iyimserliğini yitirmiş olarak dönüş yolculuğuna çıkar. O sıralarda
İhtilâl artık dördüncü ayını bitirmiş, baş döndürücü bir hızla şiddetleniyordu. Onun
anlatımına göre; Memleket gözlerini yummuş, ağzını açmış, durmadan
konuşuyordu. Ama bunda şaşılacak bir durum yoktu. Çünkü asırlardan beri Rusya
halkı suskunlaştırılmıştı. Halk, alabildiğine söylemek, yüzyıllardan beri yığılan
dertlerini, acılarını sayıp dökmek, içlerini boşaltmak, eskilere ve eski rejime gereği
gibi sövüp saymak ihtiyacı duyuyordu. Köylüler, esnaflar, tacirler, işçiler, askerler,
talebeler kısaca her zümre söylüyordu. Fakat en çok konuşan ise İhtilâlde en meşum
rolü oynayan Aleksandr Kerenski idi. Onun gözlemlerine göre, memleketi ordu, daha
doğrusu erler idare ediyorlardı. Rusya’nın yeni tarihini onlar yapıyorlardı. Oysa
büyük kısmı, iş başındakilere, subaylarına ve genelde şehirlilere karşı derin bir kin
ve husumet besleyen köy çocuklarından ibaret olan bu ordu, İhtilâl havası içinde
yalnız yakıp yıkma aleti olmuştu. Yani hükümet için tam bir tehlike idiler. Büyük bir
İhtilâl vukua gelmişti. Halk bu İhtilâle korkunç askeri yenilgilerden ağır maddi ve
manevi sıkıntılardan kurtuluşun başlangıcı diye bakıyordu. Abdullah Battal
Taymas’ın baş ve mesul muharrirliğinin altında kapanan Kurultay tarzında bu kez
Altay isimli yeni bir gazete çıkarmaya başlar. Ancak, Taymas bir asker tarafından
evden alınarak “İhtilal Komitesi’ne götürülür. Orada gazetesinin kapatıldığını
söyleyip Abdullah Battal Taymas’ı bir odaya kapatırlar. O gün ya da ertesi gün hiçbir
surette hiçbir isimle gazete çıkarmayacağına ve davasının bakılacağı güne kadar
Kazan’dan ayrılmayacağına dair bir evrak imzaladıktan sonra salıverilir. Taymas,
sonraki gelişmelere bakarak bunu “çok ucuz kurtuldum” sözleri ile ifade etmiştir.31
Barışın bir türlü gelmemesi, hükümetin lafla peynir gemisini yürütmeye çalışmasıyla
işin nasıl çıkmaza girerek Bolşevik devrimine yol açtığını da yaşadıklarıyla birlikte
değerlendirir; “Günler geçiyor, ihtilâl kabarıyor, genişliyor ve derinleşiyordu; cephe
çözülüyor, askerler dağılıyor, cephe gerisi çığırından çıkıyor ve şurada burada vukua gelen
patlamalar da eksik olmuyordu.” Lenin için “bu adam Rus tabiatının başka bir çeşit
despotudur” tanımlamasını yapan Taymas’a göre, Bolşeviklerin iktidara gelişi halkın
ya da çoğunluğun isteği ile değil, kendi kararlı çabaları ve hükümetin acizliğinden
yararlanmak şeklinde olmuştur. Ekim İhtilali’nde de Kazan’da olan Taymas, önceki
İhtilâlde olduğu gibi, şehirde sevinç, heyecan ve coşkunluk yerine, bu kez korku,
kaygı ve can sıkıcı düşünceler uyandırmış olduğunu belirtir. Çünkü Rusya’yı kanlı
bir iç harp bekliyordu. Marksist söyleme aşina olan Taymas Bolşevik devrimi ile ilgili
olarak önemli tespitler yapar. Buna göre, Rusya’da Proleter bir devrimin şartlarını
oluşmadığına dikkat çeker. Ona göre, Bolşevik İhtilâlini hazırlayan temel sebep
korkunç sosyal adaletsizliktir. Rusya bu dönemde büyük servete sahip olan
zenginler ile son derece fakir olan köylü ve işçi olmak üzere kesin çizgilerle ikiye
ayrılmaktaydı. Lenin’in bunlardan sonunculara dayanarak İhtilâli yapmıştır. Başlıca
bir köy iktisadiyatı ülkesi olan Rusya, o tarihte endüstriden büsbütün mahrum değil
idiyse de, hakikatte bu memlekette her şey: kapitalizm, siyasi hayat, örgütlenme,
burjuva, proletarya, partiler- hep gelişmemiş halde idiler. 1917 yılında Rusya’da 2,5
milyon kadar işçi var idiyse de, bu, garptaki manasıyla bir proletarya sayılmazdı.
Çünkü işçilerin mühim bir kısmı ilkyazda evlerine köy işlerine çekilip giderlerdi.
Garptaki manasıyla proletarya psikolojisinden mahrumdu. 1917 yılında gereği gibi

31 Taymas Rus İhtilalinden Hatıralar I, s. 5- 73. 

iş olan endüstri de, ilerlemiş olan bir kapitalist ekonomi de, sahici bir burjuva
da, gerçek bir proletarya sınıfı da bulunmuyordu. Bolşevikliği istihza ile Rus mucizesi
olarak değerlendirir:
“Bolşevikler, hakiki Rus psikolojisini taşıyan, yabancı Garp kültüründen son derece nefret
eden ve onu yıkmak için savaşan, nurun Şarktan geleceğine ve Rusya’nın bütün cihana en
yüksek akıl ve hikmet örneği vermeye ve içtimai dürüstlük, adalet yaratmaya aday olduğu
kanaatini taşıyan Rus çocuklarıdırlar. Onların ağzında, cemiyeti yeni temeller üzerine
kurmak, sosyal devrim yapmak ve harbe derhal son vermek gibi işaretler katiyen boş
laflardan ibaret değildir. Onlar Garp’tan Marks’ın iktisadi şemasını almakla beraber,
psikolojik bakımdan ona yabancı idiler. İsyancı tıynet, aceleci karakter ve kızgın akıl için
insan topluluğunun yavas yavas tekâmülünü beklemek imkânsız bir şeydir. Çağdaş cemiyeti
yıkarken bu adamlar hiçbir şey kaybetmiyorlardı. Çünkü onlar, Garp kültürüne yabancı ve
ondan çok uzak idiler… Aslında bu, Rus köylüsünün psikolojisidir. Onun için Bolşevizm
bir ithalat malı sayılmaz. Hayır! Bu, su katılmadık Rus malıdır ve Rus görüngüsüdür.”32
Bu sürecin bir diğer önemli tanığı olan Zeki Velidi Togan, hem gelişmelerin faal bir
şahsiyeti olarak, hem de saygın bir bilim adamı olarak hatıraları, dönem için kaynak
niteliği taşımaktadır. Rusya’da iken tuttuğu hatıralarının Rus inkılabına dair olan
kısmı elinde olmasa da sonradan kaleme aldığı hatıralarında gözlemlerine yer verir.33
Bu yıllar Togan’ı siyasi faaliyetler içerisine çekmiştir. Duma’da Müslüman-Türklerin
beşi Kazanlı, biri Azerbaycanlı olmak üzere altı üyesi bulunuyordu. Bu üyelerin
halkla ilişkilerini yürütmek için bir büronun kurulması kararlaştırılmıştı. 1915
sonlarında Togan Müslüman milletvekillerine yardımcı olmak için Ufa temsilcisi
olarak seçilerek Petersburg’a gitti. Togan hayatının en muhataralı zamanlarında bile
geri plana atamadığı bilgin kimliği ile bir yandan da Rus müsteşriklerle temas
halinde, Asya Müzesi ve İmparatorluk Coğrafya Cemiyeti’ndeki çalışmalarını
aksatmıyordu. Bu dönemde başta Kerenski olmak üzere Sosyal Demokrat ve Sosyal
Revolüsyoner gruplarla iyi ilişkilere sahipti. Bunlar arasında ünlü Rus yazarı
Maksim Gorki’de bulunuyordu. Ayrıca Müslüman aydınlar ve öğrencilerle de keyifli
bir muhit oluşturmuştu. Burada tanıştığı Tatar İlyas Alkin, Azerbaycanlı Ali Ekber ve
Ali Merdan Topçıbaşı, Türkmenlerden Kakacan Berdiev, Kazaklardan Mustafa Çokayoğlu
ve İsa Kaçkınbay ve Alihan Bükeyhan, Tatarlardan Sultanbek Mamliyev, Mustafa Şahkulu
gibi isimler, daha sonra İnkılâp sürecinde onun yakın işbirliği içinde çalıştığı önemli
dostlarıdır. Togan da Taymas gibi, devrim sürecinde Rusya’da hâkim olan sosyal
adaletsizliğe, iktisadi zorluklara ek olarak Cihan harbinin getirdiği ağır bunalıma
işaret eder. Rusya’da 1905’te ilk denemesi yapılan İhtilâl, bütün gücüyle yeni bir
İnkılâp için hazırlanıyordu. Rusya’da siyasi durum değişmekte, Çarlık rejimine olan
hoşnutsuzluklar gün geçtikçe artmaktaydı. Yine de inkılabın 17 Şubat’ta
gerçekleşeceğine dair İhtilâlin önderlerinde bile kesin bir inanç bulunmuyordu. Bu
dönemde de siyasi kimliği ve aynı zamanda bir bilim adamı tecessüsü ile tarihe
tanıklığını hatıratında nakleder:
“Ev sahibim Gürcü, 16 Şubat akşamı, ertesi sabah harekete geçilmesi mümkün olduğunu
söylemişti. Bizim evimiz Preobrajenskaya Kazarma kışlasının tam karşısında idi. Benim
pencerem buraya bakıyordu. Belki silah sesleri gelir mi? Belki hükümet hadiseden haberdar
olur da, askerleri buradan atar mı? diye düşünüyordum. Ama asıl isyanın bu kışlanın
kendisinde çıkacağını tasavvur etmiyordum. Sabah çok erkenden kalktım. Biraz sonra

silahlanmış askerlerin askeri nizama uymayan gruplar halinde kapıdan çıkmakta olduğunu,
pencere dibinde dirseklerimi dayayıp başımı ellerimin arasına almış bir vaziyette seyrettim.
Bu, kışladaki askerlerin isyanı demekti. Allaha, Yarabbi bundan benim milletime bir halas
yolu aç diye yalvarıyor ve ağlıyordum.”
İnkılâp başladığı sabah erkenden çıkıp Müslüman Fraksiyonuna giden Togan, ısrarla
çaldığı kapıyı açtırıp; içeride geceyi kâğıt oynayarak geçirmiş olan deputatlara,
dışarda kıyamet kopuyor siz habersizsiniz, diye serzenişte bulunur. Onların
durumun sadece askerin bir ayaklanmasından ibaret, abartacak bir şey olmadığı
yönünde azarlamaları üzerine Togan, İnkılâp karşısında nasıl bir vaziyet alınması
gerektiği hususunda kendi başına hareket etmeye karar verir. Bu Togan’ın daha
sonraki Kazan siyasi çizgisinden ilk gerçek kopuşu olarak düşünülebilir.
Fraksiyondan kızgınlıkla çıktıktan sonra, bir kat aşıda kalan arkadaşı Mustafa
Çokay’ı uyandırsa da onu dışarı çıkmaya ikna edemez. Duma’nın bulunduğu “Kırım
Sarayı”34 kapısına deputatların kamyonlarla getirilip hapsedildiklerini ve general,
yöneticisi, pek çok kişinin öldürülmüş olduğunu gözleri ile görür. Tekrar
Fraksiyon’a gidip arkadaşı Mustafa Çokay’ı ve hukukçu Şahiahmedov’u da aldıktan
sonra hep sokaklarda kalırlar, çatışmalara, yağmalamalara şahitlik ederler:
“Nevskaya caddesinde silah satan dükkânları kırdıklarında bana hem tüfek hem de tabanca
vermişlerdi. Ben ancak tabancayı aldım. Ama bunu kullanmak icap etmedi. Bir yerde bir şey
yedik. Akşama kadar, polisler ve çar memurları ile çarpışmakta olan İnkılâpçılar arasında
caddelerde inkılabı seyrettik. Akşama doğru İhtilâlin seyrini bildiren kâğıtlar çıkmaya
başladı. Ben bu inkılabın asıl kaynağı olan askeri kışlanın bulunduğu Preobrajenskaya
Kazarma caddesinde başlamasını gözümle gördüğüm için kendimi mesut addediyordum.”35
Birinci Rusya Müslümanları (Umumi) Kongresinin yapıldığı dönemde Başkurtlar
için en önemli sorunlardan biri bölgelerine Rusların yerleştirilmesiydi. Kongrenin bu
konuyla ilgilenmemesi bir diğer kopuşa; Haziran 1917’de Başkurt Mili Şurası’nın
kurulmasına neden oldu. 19 Kasım 1917’de ise ünitarist Tatarlar Orta Volga’da İdilUral (Trans-Bulak) Cumhuriyeti’ni kurarak, muhtariyet ilan ettiler. Buna karşı
Togan’ın önderliğindeki Başkurtlar da 29 Kasımda Başkurdistan’ın muhtariyetini
ilan etti. Kurulan hükümette Togan Dâhiliye ile Harbiye bakanlıklarını üstlendi.
Aynı dönemde Kırım, Türkistan, Azerbaycan ve Kazakistan’da da muhtar
cumhuriyetler kuruluyordu. Bu gelişme ile birlikte büyük kopuş gerçekleşmiş;
Birleşik bir Tatar-Başkurt cumhuriyetinin oluşma ihtimali de ortadan kalkmıştır.
Kazan Tatarlarının Başkurtların kendileriyle birlik hareket etme arzularına karşın
Togan, Başkurdistan’ın kaderinin Kazan’dan çok Kazakistan ve Türkistan ile birlikte
ele alınması gerektiğine inandığını ifade etmektedir. Bu nedenle Kazanlılar Togan’ı
Kazan-Başkurt birliğini parçalamakla suçlamışlardır. Bu dönem yaşanan ihtilaflar ve
tartışmalar, daha sonra Türkiye’ye de taşınmıştır. Togan’ın kendisi ise biraz farklı bir
yorum yaparak gerek Başkurtların gerekse Kazakların muhtariyet ilan etmelerinin
bir takım olumsuz tepkilere yol açtığını ve bu durumun Tatarlarla Özbeklerin bir
bölümünün Kazakistan’ın kendi aralarında bölüşülmesini içeren planlar ortaya
atmalarından kaynaklandığını ileri sürmüştür. Her iki cumhuriyetin de ömrü kısa
sürmüş, 1918 başlarında Sovyet güçleri tarafından tasfiye edilmilerdir. Kızıl Ordu 18
Ocak 1918’de Başkurt Milli Şurası’nın da kurulmuş olduğu Orenburg’u ele geçirmesi

ardından 3 Şubat’ta Togan da tutuklanmıştır. 28 Nisan başında Kazak ve Başkurt
güçleri Orenburg’u basması sayesinde Zeki Velidî hapishaneden kaçmayı
başarmıştır. İç savaşta Müslüman halkların desteğine ihtiyaç duyan Sovyet yönetimi,
23 Mart 1918’de Tatar-Başkurt Sovyet Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etti. Bu yeni
yapılanmada yetki büyük ölçüde Sultan Galiyev gibi Müslüman kökenli
komünistlerin elindeydi. 27 Mayıs 1918’de Çek lejyonlarının isyanı
Başkurdistan’daki Sovyet gücünü zayıflatmıştır. Çeklerden silah yardımı alarak
Başkurtları askeri birlikler halinde örgütlemeye çalışan Togan ve kuvvetleri bu
dönemde Çek lejyonlarının, Ataman Dutov önderliğindeki Kosak birliklerinin ve
Amiral Kolçak komutasındaki Beyaz Ordunun bulunduğu karşı-devrimci tarafta yer
alıyordu. Togan ayrıca Ufa’da sol-kanat karşı devrimciler ve Kazak Alaş-Orda
birlikleriyle beraber Geçici Rus Hükümeti’nin kuruluşuna da katılmıştır. Ancak
Amiral Kolçak, geçici hükümeti devirerek Togan komutasındaki Başkurt birliklerini
dağıtmaya çalışması karşısında sıkışan Başkurt güçleri bir yandan Beyaz Ordu’yla
diğer yandan Kızıl Ordu’yla mücadele etmek durumunda kaldı. Bu durum Kazak
Alaş-Orda önderleriyle Togan’ı Sovyet hükümeti ile görüşmeye sevk etti. Sonunda
tarafların anlaşmaya varması üzerine 19 Şubat 1919’da Geçici Başkurt Hükümeti
kuruldu. Başkurt milliyetçilerinin Bolşevik güçlerle yaptığı bu ittifak, ideolojik bir
yakınlaşmadan ziyade taktiksel bir işbirliği izlenimini vermektedir. Togan’ın
Bolşeviklerle olan işbirliği 27 Mayıs 1920’ye kadar devam etmiş, bu süre zarfında
birçok defa Bolşevik liderlerle görüşme fırsatı yakalamıştır. Kızıl Ordu’nun
başarısına bağlı olarak Beyaz Ordu, Orta İdil bölgesi için bir tehdit olmaktan çıkmaya
başlamıştır. Bunun sonucunda Sovyet yönetiminin bölgede etkinliğini artırmasıyla
beraber Başkurt güçlerinin varlığı Bolşevikler için temel sorun haline geldi. Stalin’in
Başkurt kuvvetlerinin dağıtılması kararı alması bu taktiksel işbirliğinin sonu oldu.36
Bundan sonra Togan’ın bilinen hayat çizgisi onu, Türkistan’daki mücadelelerden
Türkiye’deki ilmi faaliyetlerin merkezine kadar savuracaktır.
Bu çalışmamızda Rusya Türkleri arasında bu sürecin nasıl yaşandığı ve etkisi
konusunda daha çok milli hareketin içinde yer almış, Bolşevik olmayan veya
Bolşeviklerle yollarını sonradan ayırmış tanıkların gözlemlerine dayanmış olduk.
Müslüman Bolşevikler açısından Türkistan’da Devrim sürecinin nasıl yürüdüğünü
anlamak ayrıca uzun ve kapsamlı bir çalışmayı gerektirmektedir. Sultan Galiyev,
Neriman Nerimanov, Turar Rıskulov, Ahmed Baytursunov, Taşbolatbek Narbutabekov gibi
çok sayıdaki Müslüman Bolşeviklerin gözlemlerine de ihtiyaç vardır.37

Kaynakça
Abdullah Battal Taymas, Rus İhtilâlinden Hâtıralar I (1917- 1919), Turan Kültür Vakfı
Yayınları, İstanbul, 2000.

36 Togan, a.g.e., s. 125- 280.

ABDULLAH GÜNDOĞDU
36
Abdullah Battal Taymas, Rus İhtilâlinden Hâtıralar II Ben Bir Işık Arıyordum, Turan
Kültür Vakfı Yayınları, İstanbul, 2000.
Abdullah Gündoğdu, “İki Devrim Arasında Rusya’da Siyasi Katılım ve Türkler”, 16.
Türk Tarih Kongresi Bildirileri (20- 24 Eylül 2010), II. Cilt, Ankara, 2015, s. 1.
32.
Akdes Nimet Kurat, Türkiye – Rusya, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990.
Alexandre Benningsen, Chantal Quelquejay, Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları,
Hür Yayın, İstanbul, 1981.
Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara,
1982.
Ali İhsan Sâbis, Harp Hatıralarım Birinci dünya Harbi, 4. Cilt, Nehir Yayınları, İstanbul,
1991.
Alpay Kabacalı, Talât Paşa’nın Anıları, Türkiye İş bankası Kültür Yayınları, İstanbul,
2007.
Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi- 1838’den 1995’e, İstanbul Matbaası, İstanbul,
1974.
Edward Hallett Carr, Bolşevik Devrimi, çeviren Orhan suda, 3. Cilt, Metis Yayınları,
İstanbul, 1989.
Fahrettin Erdoğan, Türk Ellerinden Hatıralarım, Mevsimsiz Yayınevi, İstanbul, 2007.
François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri Yusuf Akçura (1876- 1935), Çeviren
Alev Er, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999.
Halil Ataman, Harp ve Esaret Doğu Cephesi’nden Sibirya’ya, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul, 2014.
İhsan Ilgar, Rusya’da Birinci Müslüman Kongresi Tutanakları, Kültür bakanlığı
Yayınları, İstanbul, 1988.
John Reed, Dünyayı Sarsan On Gün, Çev. R. Güran, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul, 1967.
Kâzım Karabekir, Birinci Dünya Savaşı anıları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011.
M. Philips Price, My Reminiscences of the Russian Revolution, London Hyperion reprini
edition, 1981.
Nebahat Oran Arslan, Birinci dünya Savaşında Türkiye’deki Rus Esirleri, İQ Kültür
Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2008.
Nesiman Yagublu, Mehmet Emin Resulzade Ansiklopedisi, Azerbaycan Kültür Derneği
Yayınları, Ankara, 2015.
Nesiman Yagublu, Mehmet Emin Resulzade, Bakü, 1991.

Sredney Azii Glazami Musul'manskikh Bol'shevikov), Oksford, 1985.
Sami Önal, Tuğgeneral Ziya Yergök’ün Anıları Sarıkamış’tan Esarete (1915- 1920), Remzi
Kitabevi, İstanbul, 2005.
Seçil Karal Akgün, Murat Uluğtekin, Birinci Dünya Savaşı Sonunda İskandinavya’dan
Sibirya’ya Hilâl-i Ahmer Hizmetinde Yusuf Akçura, Türk Kızılayı Yayınları,
Ankara, 2009.
Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2016.
Uygur Kocabaşoğlu- Metin Berge, Bolşevik İhtilâli ve Osmanlılar, Kebikeç Yayınevi,
Ankara, 1994.
Vâlâ Nureddin, Bu Dünyadan Nazım Geçti, Cem Yayınevi, İstanbul, 1988.
Zeki Velidi Togan, Hâtıralar, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1999. 

 

RUSYA’DA İHTİLAL HAREKETLERİ KARŞISINDA BAŞBAKAN P. A. STOLIPİN’İN POLİTİKALARI (1906-1911)   

MUSTAFA TANRIVERDİ* 

1905 İhtilali, merkezden uzak ve farklı milli karaktere sahip bölgelerde, bağımsız milli hareketleri tetiklemişti. Polonya, Ukrayna, Finlandiya, Baltık, Güney Kafkasya ve Türkistan bölgelerinde ortaya çıkan bu yeni durum karşısında monarşi, bazı tavizler vermeye başladı. Polonya ve Ukrayna’da anadil kullanımındaki sınırlandırmalar kaldırılırken, Finlandiya’da özerk bir yapılanmaya gidildi.1  Rus-Japon Savaşı’ndan alınan ağır yenilgi, terör ortamı ve ihtilal sonrasında Rusya’yı yeniden yapılandırma gerekliliği, Çar II. Nikolay’ı bu yapılandırmayı yapabilecek bir başbakan aramaya yöneltti. Reformcu özelliği ile tanınan Petr Arkad’yeviç Stolıpin2 Çar’ın tam aradığı kişiydi. Birinci Duma’nın feshedildiği gün olan 8 Temmuz 1906’da, II. Nikolay, içişleri bakanlığı görevi saklı kalmakla birlikte, P. A Stolıpin’ı hükümetin başına getirdi. Stolıpin, II. Duma’nın açılışına kadar, hükümetin yapmak istediklerine dair hazırladığı planlar ve bir dizi yasa tasarısı üzerinde çalıştı. Rusya’nın bölünmemesi için sert ve ısrarlı bir tutum sergiledi.3 Stolıpin, Rusya’yı yeni bir ihtilal tehlikesinden koruyacak ve Monarşiyi yeniden eski gücüne kavuşturacak birisi olarak görüldü ve kendisi de politikalarında bu noktaya odaklandı.  Stolıpin, Duma’da ve Rusya Hükümeti’nin başı olarak yürüttüğü politikalar ile 19061911 yılları arasında Rusya’nın parlamento tarihine damga vurdu. Aldığı kararlar ve                                                  *  Dr. Öğr. Üyesi, İstanbul Üniversitesi, Türkiye 1 İrina Georgiyevna Butırskaya, “Natsional’nıy Vopros v Rossii na Materialah Tret’ey Gosudarstvennoy Dumı”, Fundamental’nıye i Prikladnıye İssledovaniya v Sovremennom Mire, Sayı: 3, Sankt-Peterburg 2013, s. 99.  2 Pyötr Arkad’yeviç Stolıpin, 1862’de dünyaya geldi. Kaunas, Grodno ve Saratov guberniyalarında (vilayet) idari görevler ile içişleri bakanlığı ve başbakanlık görevlerini yürüttü. 1906 yılı Nisan ayında Çar ile görüşmek üzere Tsarskoye Selo (Çar’ın Köyü) ya çağrıldı ve kendisine içişleri bakanlığı görevini yürütmesi teklifi yapıldı. Stolıpin, görevi yürütemeyeceğini söylese de Çar’ın emri ile kabul etmek durumunda kaldı. Birinci Duma’nın feshedildiği gün olan 8 Temmuz 1906’da, II. Nikolay, içişleri bakanlığı görevi saklı kalmakla birlikte, P. A Stolıpin’ı başbakan olarak atadı. 1906-1911 yılları arasında Rusya İmparatorluğu’nda başbakanlık ve içişleri bakanlığını yürüten Stolıpin, görevde kaldığı süre içinde ülke yönetiminde aktif bir rol oynadı ve Rusya’nın üzerinde en çok konuşulan isimlerinden biri haline geldi. Stolıpin’in biyografisi için bak: Rıbas Svyatoslav, Stolıpin, Moskva 2014. 3 L. B. Ostapçuk, “P. A. Stolıpin i Rossiyskiy Parlamentarizm”, Parlamentarizm v Rossii: Problemı i Perspektivı, Sankt-Peterburg 2006, s. 152. uygulamaları hep tartışıldı. Kendisine defalarca suikast girişiminde bulunuldu ve sonunda 1 Eylül 1911’de Kiev’de suikast sonucu hayatını kaybetti. Duma’yı feshetmesinin ardından, Çar’ın Stolıpin’i Goremıkin’ın yerine ataması, tiyatro oyununda senaryo değiştirmek gibiydi. Kısa bir süre önce bu göreve gelen Goremıkin başta olmak üzere, pek çok kişi bu değişikliğe şaşırdı. Çar’ın Duma’nın kapatılmasından kaynaklanan eleştirileri engellemek için böyle bir yola başvurduğuna dair yorumlar yapıldı. Bu anlamda Çar, Stolıpin’in reformcu kişiliği tepkileri önleyebilir diye düşünüyordu.4 Bu göreve gelmeden önce, Stolıpin çeşitli idari görevler üstlenmişti. Kaunas, Grodno ve Saratov guberniyalarında (vilayet) valilik yaptı. Nisan 1906’dan itibaren de İçişleri Bakanı olarak görev yapıyordu. Görevde kaldığı yıllarda Rusya İmparatorluğu’nun milliyet, kültür ve dini farklılıklarına dikkat verdi. Etnik gruplar arasındaki ilişkiler bağlamında İmparatorluğun toprak bütünlüğünün nasıl sağlanabileceği üzerine reformlar hazırladı.5 Stolıpin, Rusya’nın bütün problemlerinin temelinde yatan esas nedenin toprak ve köylülerin çözümlenemeyen meseleleri olduğunu düşünüyordu ve toprak reformu üzerine kafa yordu.6 Başbakan olarak atanmasının ardından İmparatorluğun idari anlamda yeniden yapılanmasına yönelik reformlar üzerinde çalışmaya başladı. Bu reform hazırlıkları federasyon tartışmalarının sürdüğü bir ortamda yapılıyordu. Stolıpin, böyle bir uygulamanın İmparatorluğun bütünlüğüne zarar vereceğini ve merkez ile taşra bağlantısının arttırılması gerektiğini düşünüyordu ve bu anlamda merkeziyetçi politikadan yanaydı.  Stolıpin, Rusya’daki ihtilal hareketlerine engel olmak ve durdurmak niyetindeydi. Rus muhafazakârları ve milliyetçilerinin desteği ile bir nevi liberal-muhafazakâr rejim kurma yolunda bütün sosyalist hareketler ile amansız bir mücadele yürütüyordu. Menşevik ve Bolşevik liderler takip altındaydı. 1907 yılı başında Lenin ve arkadaşlarının tutuklanması kararı ç ıkarıldı. Bu kararı haber alan Lenin, Finlandiya yoluyla İsviçre’ye kaçtı. Lenin’in bu ikinci kaçışı on yıl kadar sürdü ve ancak 1917’de ikinci ihtilal patlak verdiğinde geri dönebildi.7   Bolşeviklerin II. Duma’da güç kazanmaları, siyasi hayatı yönlendirici bir takım müdahalelerde bulunmalarını sağlamıştı. Lenin, Bolşevikleri yönlendiriyor ve hükümete karşı mücadele edilmesi yönünde direktifler veriyordu. Duma’nın faaliyetlerine başlamasının ardından bu faaliyetler açığa çıkınca, bunu önlemeye yönelik bir takım adımlar atıldı. Stolıpin, 55 mebusun askeri mahkemeye sevk edilmesini önerdi. Kadetler ise, hükümetin bu tutumunun aceleci olduğunu, ancak bir soruşturma neticesinde bunun yapılması gerektiğini belirttiler. Başbakan bu teklife sıcak bakmayarak, hükümet darbesi ile 3 (16) Haziran 1907’de Duma’yı dağıttı. Bu karar, demokratik olmamakla birlikte kanuna uygun bir karardı. Stolıpin, bu anlamda önemli yetkilere ve her türlü ihtilalci hareketi önleme yolunda yasal desteğe sahipti. Bundan aldığı güçle Duma’yı dağıttığı gün yeni bir seçim kanunu da hazırladı ve bu seçim kanunu ile artık Duma, hükümetin kontrolünde ve daha çok 
  4 A. F. Smirnov, Gosudarstvennaya Duma Rossiyskoy İmperii 1906-1917, Moskva 1998, s. 254. 5 Pyötr Kabıtov, P. A. Stolıpin: Posledniy Reformator Rossiyskoy İmperii,  Samara 2006, s. 129-134. 6 Ostapçuk, “P. A. Stolıpin i Rossiyskiy…, s. 153.  7 Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi Başlangıçtan 1917’ye Kadar, Ankara 2010, s. 400.  

RUSYA’DA İHTİLAL HAREKETLERİ KARŞISINDA P. A. STOLIPİN’İN POLİTİKALARI  
39 
Rus kökenli vekillerin faaliyet gösterebileceği bir yapıya dönüşecekti.8 Buna göre; taşralardan merkeze gelecek temsilciler önemli oranda azaltılıyordu. Polonya'dan gelecek temsilcilerin sayısı 36'dan 12'ye düşüyor ve iki Rus kökenli temsilci öneriliyordu. Kafkasya’dan gelecek temsilcilerin oranı da 29’dan 10’a indiriliyordu. Türkistan’daki durum daha farklıydı. Orada seçimler için uygun ortamın olmadığı belirtilerek, temsilcisi olmayan bir bölgeye dönüştürülüyordu. Bu yöntem ile Başbakan Stolıpin, milli ülküler besleyen toplumların Duma’da ayrılıkçı gruplar oluşturabilmelerini ve Rusya siyasi hayatına yön vermelerini önlemiş oluyordu. Duma Rus kimliğine büründürülüyordu.9   3 Haziran 1907 seçim kanunu ile gelen yeni düzende en önemli değişiklik temsil oranlarında oldu. Buna göre Aralık 1905 seçim kanunu ile karşılaştırıldığında aşağıdaki şekilde bir farklılık ortaya çıkıyordu.  Aralık 1905  3 (16) Haziran 1907  1 toprak sahibi oyu =  - 3 burjuva oyu  - 15 köylü oyu - 45 işçi oyu   1 toprak sahibi oyu =  - 4 üst tabaka burjuvazi oyu - 65 küçük burjuvazi oyu  - 260 köylü oyu  - 543 işçi oyu 
Bu anlamda 1905 İhtilalinin hemen ardından sosyal ve siyasi hayatta ortaya çıkan özgür ortam, bir süre sonra yerini iktidarın sıkı kontrolüne bıraktı. Şiddetli bir seçim kampanyasının ardından Stolıpin, nihayet Duma’yı istediği yapıya kavuşturdu. Duma’nın hâkim partisi Oktyabristler oldu. Onların reisi en etkili toplumsal figürlerden biri olan A. İ. Guçkov idi. Guçkov, Stolıpin ile birlikte Rusya’nın kendini yenilemesi üzerine ittifak yaptı. Stolıpin, III. Duma ile birlikte otoriter bir tavır sergilemeye başladı ve kendisinin hâkimiyetini kabul edenler ile çalışmayı tercih etti.10  Oktyabristler, üçüncü Duma’da 442 vekillikten 300 ünü (Praviye ve Oktyabristler) alarak, Guçkov’un liderliğinde Duma’nın etkin gücü olduktan sonra, ilk iki Duma’nın neden başarılı olamadığı konusunda Kadet Partisi’ni suçladılar. Onlara göre, Kadet Partisi yeterince vatansever ve milliyetçi temellere dayanmıyordu ve Rusya’da bu ilkelerden destek alan bir yapı ancak iktidarda tutunabilirdi. Stolıpin de bu düşünceyi destekliyordu. A. İ. Guçkov, Duma’daki kendi eylemsel programını Rus ordusu ve Rus milli çıkarları üzerine kurmaya niyetliydi. Bu konuda Stolıpin ile birlikte hareket ettiği ve birçok konuda fikir alışverişi yaptıkları11 iddiaları bulunmaktadır.  

8 Kurat, Rusya Tarihi Başlangıçtan…, s. 395.  9 Smirnov, Gosudarstvennaya Duma Rossiyskoy İmperii…, s. 339-340; Kezban Acar, Ortaçağ’dan Sovyet Devrimi’ne Rusya, İstanbul 2009, s. 348.  10 Aleksandr İzgoyev, “P. A. Stolıpin: Oçerk Jizni i Deyatel’nosti”, Ekonomiçeskaya Politika, Sayı: 6, Moskva 2012, s. 80-83. 11 Smirnov, Gosudarstvennaya Duma Rossiyskoy İmperii..., s. 341; İzgoyev, “P. A. Stolıpin: Oçerk Jizni…, s. 86. 

Stolıpin, bu dönemde Duma’da ve Devlet Konseyi’nde kendi “agrarnıy reform” u (tarım reformu) üzerine çalışıyordu. Üçüncü Duma’nın ilk iki üç yılı bu reformun tartışmaları ile geçti. Stolıpin reformları arasında en önemsenen ve anlam verilen reform da bu idi. 9 Kasım 1906’daki toprak reformu tasarısı öz itibariyle bir sosyal devrim niteliğindeydi.  Rusya’daki ihtilal hareketlerini önlemenin, köylülerin sorunlarını çözmekten geçtiğinin farkında olan Stolıpin, bu anlamda özel bir emek harcadı. Köylü işleri ile hem toprak sahibi olması hem de bu konuda görevler alması nedeniyle yakından ilgilenmeye 1880 li yıllarda başlamıştı. 1885’te Rusya Ziraat Bakanlığı’nın köy üretimi ve toprak bölümünde çalışmaya başladı. Burada birçok görevin yanı sıra, köylü işleri ile ilgili çıkacak yayınlar ile ilgileniyordu. Buradaki görevi sırasında ve daha sonra Grodno’ya vali olarak atanması ile birçok vilayette dolaşma imkânı buldu ve orada köylülerin içinde bulunduğu koşulları yakından inceledi. 1902 yılında Grodno Guberniyası bünyesinde oluşturulan köylülerin ihtiyaçlarına dair komisyona başkanlık eden Stolıpin, komitenin açılış konuşmasında “hutor” denen küçük yerleşim birimlerine iskân ve kırsal ekonominin geliştirilmesi için devlet kredisi sisteminin kurulmasına dikkat çekti. XIX. yüzyıl sonlarında Grodno Guberniyası’nda “hutor” usulü 24 köye yerleşim yapıldı. Bu sayı her yıl artış gösterdi. Saratov guberniyasına vali olarak atanmasının ardından Stolıpin, birçok köyü gezerek köylülerin memnuniyetsizliğini gidermeye ve 1903-1906 yıllarında baş gösteren köylü isyanlarını bastırmaya mesai harcadı.12  Stolıpin bu seyahatlerin ve köylüler ile temasın ardından köylü meselesinin çok yönlü olduğunun göz ardı edilmemesi gerektiğini anladı. 1905 yılında hazırladığı raporunda, toprağa duyulan ihtiyaç ve tarımsal karmaşanın kendisi, köylülerin zorlu koşullardan kurtulabilmesi için yapılması gerekenleri anlatıyor diyerek konunun ciddiyetini aktarıyordu. Sorunun çözümü açısından yeni bir toprak yapılanmasının, yalnızca ekonomik bir gereklilik değil aynı zamanda devletin de güçlenmesi için kaçınılmaz bir süreç olduğunu belirtiyordu. Ona göre; köylünün ortak toprak kullanımından dolayı memnuniyetsizliğini gidermek için, iyi üreten köylülere devlet arazisinden veya banka desteği ile toprak vermek, sorunun çözümü için katkı sunabilirdi.13 Stolıpin’in politik programını tam anlamı ile anlamak için, onun başbakan ve içişleri bakanı olarak yaptığı konuşmalar büyük önem arz etmektedir. Bu konuşmalar, farklı zamanlarda Devlet Duması,  Devlet Konseyi ve özel toplantılarda yapılmıştır. Stolıpin’in konuşmaları, alışılmışın dışında güzel ifadelerle süslü, içten bir ses ve vatansever hislerle yüklüydü. Köylü meselesi üzerine konuşmaları, Stolıpin’in reformcu kimliğini ortaya koymaktadır. Ona göre; köylü fakir oldukça, kendine ait toprak edinmedikçe ve bir toprak ağasının himayesinde kaldıkça, onu yazılı hiçbir kanun düzlüğe çıkaramayacak ve özgürlük sunamayacaktı. Toprak insanı değil, insan toprağı yönetmeliydi. Stolıpin, köylüler ile ilgili sıkıntıları giderme noktasında Nisan 1907’de şu sözleri sarf ederek, bu konuda niyet ortaya koyuyordu. “Hükümet, köylü mülk edinme konusunu gündeme getirmek, köylüleri zengin ve yeterli görmek istiyor.                                                

 12 V. G. Tukavkin, Velikorusskoye Krest’yanstvo i Stolıpinskaya Agrarnaya Reforma, Moskva 2001, s. 159-160.  13 Tukavkin, Velikorusskoye Krest’yanstvo..., s. 161.  

RUSYA’DA İHTİLAL HAREKETLERİ KARŞISINDA P. A. STOLIPİN’İN POLİTİKALARI  
41 
Çünkü eğer yeterlilik ve memnuniyet var ise o zaman aydınlanma ve gerçek anlamda özgürlük olacaktır.” Ancak, bütün bu sözler onu devletçi kimliğinden uzaklaştırmıyordu. Eğer yapılacak bir şey var ise, bu devlet tarafından yapılmalıydı. Stolıpin, II. Duma’nın bir oturumunda yaptığı konuşmada kendisinin ihtilal hareketlerine karşı duruşunu ve devletçi kimliğini ortaya koyuyordu. Ona göre, Hükümetin reform çabaları ile uyuşmayan bakışlar iyi niyetli değildi. “Devletçi bakışın karşısında olanlar radikal bir yolun peşindedirler ve Rusya’yı tarihi köklerinden ve kültüründen koparmayı istiyorlar. Onlar için büyük değişim lazım, ancak bize Büyük Rusya gerekiyor.”14 Bu konuşmadaki “bize Büyük Rusya gerekiyor” sözü Stolıpin ile özdeşleşmiş ve onun politikalarını tanımlamak için kullanılagelmiştir.  “Büyük Rusya” yı gerçekleştirmek için devlet otoritesi her alanda kendini gösteriyordu. 1905 İhtilali sonrasında İmparatorluğun çeşitli vilayetlerinde ilan edilen sıkıyönetim ile toprak bütünlüğüne zarar verebileceği düşünülen her türlü unsur ile mücadele ediliyordu. Mayıs 1905’de Rusya’nın büyük şehirlerinde ilan edilen sıkıyönetim, yılsonuna kadar büyük şehirlere bağlı bölgelere de yayıldı. Sıkıyönetim valileri diye adlandırılan valiler dönemi başladı ve bu süreç 1909 yılına kadar devam etti.   P. A. Stolıpin, Petersburg Askeri Bölge komutanı Knez Nikolay Nikolayeviç’e 27 Ocak 1908’de gönderdiği mektubunda, Petersburg ve onun çevresindeki vilayetlerdeki olağanüstü durumun ciddi önlemleri gerektirdiğinden bahsetmekteydi. İmparatorluğun başkentinin güvenliği ve doğal olarak devletin güvenliğini sağlamak için bunun vazgeçilmez olduğunu bildiriyordu. Devlet görevlilerine suikast düzenleyebilecek ve burjuvaların mallarını gasp edebilecek kişiler, askeri sıkıyönetim gereğince yakalanmalı ve yargılanmalı idi.15   Stolıpin, ihtilal hareketlerine karşı alınacak önlemlerde, sıkıyönetimin ruhuna uyulmasını ve en sert kararların istisnasız uygulanmasını istiyordu. Bu konuda yeteri özeni göstermemekle suçladığı Nikolay Nikolayeviç’in yardımcısı M. A. Gazenkampf’ı, şu sözlerle eleştiriyordu: “Gazenkampf’ın esnek tavırları, hükümeti zor duruma düşürmekte ve askeri hukuktan kaynaklanan uygulamaları akamete uğratmaktadır”.16 Nikolay Nikolayeviç, Stolıpin’in bu uyarılarına karşı Gazenkampf’dan bu konuda bir savunma hazırlamasını istedi. Gazemkampf raporunda, Stolıpin’in suçlamalarına aksine hukuka uygun davrandığını, idam cezası almış bazı mahkûmların cezasını müebbete çevirirken vicdanının sesini dinleyerek yine hukuka sadık kaldığını iddia etmiştir. Stolıpin, buna ikna olmayarak 1905 İhtilal hareketinin soygun ve yağma suçları ile gerçekleştiğini ve en ufak bir merhamet göstermeksizin suçluların cezalandırılması gerektiğini cevabı mektubunda Nikolay Nikolayeviç’e iletti.17  Kafkasya’da 1905 sonrası ihtilal hareketlerindeki artış, Rusya Hükümeti’nin bu bölgeye ayrı bir önem vermesine neden oldu. 1908-1909 yıllarında Stolıpin, hızlı ve etkili kararlar almak adına Kafkasya’daki idari yapıyı reforme etmeyi amaçladı.

26    14 Tukavkin, Velikorusskoye Krest’yanstvo…, s. 161-162.  15 P. Sadıkov, “P. A. Stolıpin i Smertnaya Kazn’ v 1908 g.”, Krasnıy Arhiv, Cilt 19, MoskvaLeningrad 1927, 217. 16 Sadıkov, “P. A. Stolıpin i Smertnaya…, s. 216. 17 Sadıkov, “P. A. Stolıpin i Smertnaya…, s. 218-220. 

Şubat 1905’de Kafkasya Genel Valiliği kaldırılarak, Kafkasya Naibliği yeniden tesis edilmişti. Naib, bütün Kafkasya ordularının komutanı, Kazak birliklerinin atamanı ve Kafkasya’nın en üstteki yöneticisi idi. İdari olarak İmparatora bağlı olmakla birlikte, bakanlar kuruluna bağlılığı s ınırlı ve belirsiz bir durumdaydı. Kafkasya Naibi Vorontsov-Daşkov, bölgedeki gelişmelere yeterli müdahalede bulunmadığı gerekçesiyle bakanlar kurulu ve milletvekilleri tarafından sık sık eleştiriliyordu. Kafkasya’daki yönetime dair Duma’da 1908-1909 arası birçok tartışma yaşandı. V. M. Purişkeviç ve N. E. Markov, Kafkasya yönetimini etkisiz olmakla suçluyor ve onun bakanlar kuruluna bağlı olmasını talep ediyorlardı. Ancak Vorontsov-Daşkov, Çar’a yakınlığı sayesinde Kafkasya Naibliği’ni ayakta tutmayı başardı. Esasen ona göre de, naibliğin köklü bir değişime ihtiyacı vardı, ancak Rusya’nın bölgedeki hâkimiyetini tehlikeye atmamak için uygun zamanın beklenilmesi gerekiyordu.18  Stolıpin ve Kafkasya naibi Vorontsov-Daşkov arasında ciddi bir çekişme yaşanıyordu. İkisi de, bölgede devletin otoritesinin sağlanmasını kendi anlayışları ile uygulamak isteyen farklı kişiliklere sahiptiler. Kafkasya’daki ihtilal hareketlerinin sebepleri ve nasıl önlenmesi gerektiği konusunda da farklı düşünüyorlardı. Stolıpin, sertlik yanlısı bir politika uygulanması taraftarıyken, Daşkov liberalizm yanlısı bir tutum takınıyordu. Sertlik yanlısı politikaların ihtilal eğilimini arttıracağından endişe duyan Vorontsov-Daşkov, Kafkasya’daki koşullar ile uyum göstermediğini düşündüğü hükümet politikalarını “ne yazık ki Kafkasya Petersburg içindir” sözleri ile eleştiriyordu.19  İmparatorluğu dağılma tehlikesi ile karşı karşıya bırakan bir diğer önemli husus, din alanında kendini gösteriyordu. Bu anlamda Stolıpin, devletin dini alanda bir takım düzenlemeleri gerçekleştirmeden rahata kavuşamayacağını düşünüyordu. Rusya’da vicdan ve din özgürlüğüne ilişkin bazı düzenlemeler olmakla birlikte, Rus ve Ortodoks kökenlilerin egemenliği ve devlet kademelerinde onların yer bulması söz konusuydu. Diğer toplumların dini özgürlüğü daima tartışmalı bir konu olarak gündemdeydi. Bu konu, 1905 İhtilali’nin ardından daha sık konuşulmaya ve tartışılmaya başlanmıştı. 17 Nisan 1905 tarihli “Dini Hoşgörünün Güçlendirilmesine Dair” kanunun kabulü, bu tartışmaların ardından gerçekleşti. III. Duma’nın 1 Kasım 1907’de çalışmalarına başlamasının ardından Stolıpin hükümeti, vicdan hürriyeti ile ilgili yedi kanun taslağını Duma’ya sundu. Bu tasarılar sırası ile din değiştirmelerdeki yasağın kaldırılması ve serbest geçiş imkânı verilmesi, devletin Ortodoks ve Slav olmayanlar için bir takım yeni haklar verilmesi, ibadet özgürlüğünün sağlanması, Ortodoks ve Slav olmayan toplumların eğitimine dair, farklı dinlere mensup olanlar arasındaki evliliğe dair kısıtlamaların kaldırılması, düşünce özgürlüğü ve son olarak Katolik manastırlarına yeni kabullerdeki sınırlamaların kaldırılması konuları ile ilgili idi.20 

                                                 18 A. Yu. Bahturina, “P. A. Stolıpin i Upravleniye Okrainami Rossiyskoy İmperii”, Rossiyskaya İstoriya, Sayı: 2, Moskva 2012, s. 118. 19 Sokolov, “Namestnik Kavkaza İ. İ. Vorontsov-Daşkov…, s. 45.  20 Aleksandra Andreyevna Dorskaya, “Deyatel’nost’ Komissii po Veroispovednım Voprosam Gosudarstvennoy Dumı III Sozıva (1907-1912), Aktual’nıye Problemı Parlamentarizma: İstoriya i Sovremennost’ / Mejdunarodnaya Nauçnaya Konferanstsiya 2013, Sankt-Peterburg 2013, s. 153.  

RUSYA’DA İHTİLAL HAREKETLERİ KARŞISINDA P. A. STOLIPİN’İN POLİTİKALARI  
43 

22 Kasım 1907’de Duma’da Oktyabristlerden 31 milletvekilinin önerisi ile din ve kilise meseleleri üzerine çalışacak bir komisyonun kurulması için teklif verildi. Neticede bir Din İşleri Komisyonu’nun kurulması kararlaştırıldı. Bu komisyondan beklentiler büyüktü.  Rusya’nın o dönemde toplam nüfusunun %30’u Ortodoks ve Slav olmayanlardan oluşuyordu.21   Din İşleri Komisyonu’nun başkanı olarak Holm piskoposu Evlogiy atandı. Bu atama, Duma’nın Müslüman temsilcilerinin tepkisini çekti. Komisyon esas olarak Ortodoks olmayanların sorunları ile ilgileneceğinden, böyle bir komisyonun başına bir Ortodoksun getirilmesi iyi niyetli bir hareket olarak yorumlanmadı.17 Mart 1908’de Evlogiy istifa ettiğini açıkladı. İstifanın bu tartışmalar neticesinde mi, yoksa Piskoposluğun böyle bir komisyona sıcak bakmamasından mı kaynaklandığı tartışmalı bir konu olarak tarihteki yerini aldı.22 Komisyon ilk olarak hükümetin sunduğu, devletin Ortodoksluk dışında diğer inançlara nasıl bakacağı hakkındaki kanun tasarısı üzerinde çalışmaya başladı. Bu konuda rapor tutmak üzere Pskov Guberniyası’ndan (vilayet) hukukçu ve toprak sahibi A. N. Tkaçev görevlendirildi. Onun vardığı sonuçlar şu şekildeydi:  1) Bütün “inovertsı” (Ortodoks olmayan) ler için devletin bir kurumunun olması ve onların himaye edilmesi,  2) İçişleri bakanlığının yasa tasarısını geri çektirerek, onu yukarıdaki maddenin içeriğine göre yeniden hazırlatmak,  3) Her bir kişi ve toplum dini özgürlüklerini tam olarak kullanmalı veya dini reddetme ve kendi vicdanının arzu ettiğini yapabilmeli, bu konuda kimseye hesap vermemeli,  4) Rus ve Ortodoks olmayanlar için mülkiyet ve diğer hususlarda hiçbir sınırlama olmamalı. Tkaçev tarafından hazırlanan bu rapor, komisyon üyeleri tarafından büyük öfke ile karşılandı. Komisyon bu maddelerin her biri üzerinde tartışmalar yürüttü ve nihayetinde bu tartışmalar Duma’ya taşındı. Tartışmaların bir yönünde de Ortodoksların hâkimiyetini kaybetmesini istemeyen, Ortodoks kiliselerinin bağlı olduğu Sinod yer alıyordu. Başbakan Stolıpin, Sinod’un yasa tasarıları üzerindeki değerlendirmelerini iyi okumakla birlikte, tasarılar üzerinde bir değişikliğe gitmekte acele etmedi. Ancak 1909 Nisan ayında “bakanlık krizi” ortaya çıktı.  Devlet Konseyi’nin sağcı üyeleri başbakanı ve Duma’yı, İmparatorun yetkilerini kendilerine mal etmekle suçladılar. A. Ya. Avreh’in görüşlerine göre bu krizin önemli sonuçları oldu. Stolıpin bu kriz sonrasında, gerçekleştirmek istediği reformlardan taviz vermek durumunda kaldı. Çok önemsediği tarım reformuna itiraz gelmemesi için, “devletin farklı din mensuplarına karşı tutumu” ve “din ve vicdan hürriyeti” konularında hazırladığı yasa tasarılarını geriye çekti. Kabul edilen tasarı yalnızca din değiştirmelerdeki sınırlamaların kaldırılması üzerineydi.23 Stolıpin, İmparatorluğun bütünlüğünün korunmasının ülkedeki ayrılıkçı milli eğilimlerin sonlandırılması ile mümkün olacağına inanıyordu. Bunun için bir takım idari düzenlemeler yapmayı gerekli buluyordu. 1911 yılında “Rusya’nın devlet                                                  21 Dorskaya, “Deyatel’nost’ Komissii po Veroispovednım…, s. 154.  22 Dorskaya, “Deyatel’nost’ Komissii po Veroispovednım…, s. 155. 23 Dorskaya, “Deyatel’nost’ Komissii po Veroispovednım…, s. 157-158.  
yönetiminde yeniden yapılanma projesi” ni ortaya koydu. Bu projeye göre, mevcut iktidar organlarına ek olarak bir Milliyetler Bakanlığı öneriliyordu. Bu yeni yapılanma, her bir milletin kültür ve dini gereklilerini karşılama görevini yürütecekti. Bu anlamda vatandaşlar arasında eşitlik temelleri atılmış olacaktı. Stolıpin’e göre, ayrılıkçı fikirler Rusya İmparatorluğu’nun komşuları tarafından onun zayıflatılması için kullanılıyordu. Ona göre, Rusya’nın düşmanları onu parçalamak adına her türlü çabayı göstermekteydi.24 Stolıpin, Türk ve Müslüman kökenlilerin ayrılıkçı hareketlerde bulunmalarını devletin bekası açısından ciddi bir tehlike olarak görüyordu. Bu dönemde Pantürkizm ideolojisinin Müslümanlar arasında aktif bir yayılma gösterdiğine inanılıyordu. Stolıpin’e göre, ayrılıkçı e ğilimler dışarıdan yapılacak müdahaleler neticesinde güç kazanabilir ve nihayetinde amacına ulaşabilirdi. 1910 yılı Ekim ayında, İçişleri Bakanı Stolıpin imzası ile guberniyalara gönderilen yazıda, Genç Türklerin, Osmanlı topraklarında güçlendiği ve Rusya topraklarında da Panislamizm ve Pantürkizm fikirlerini yaymayı amaçladıkları belirtiliyordu. Mekke’den Rusya’ya dönen hacıların bu amaç uğruna hizmet ettikleri iddialarına değinerek, bu konuda Rusya’nın endişelerini iletti. Stolıpin, Rusya’daki Müslümanların önemli bir çoğunluğunun Osmanlı Devleti’ni dini ve siyasi merkez olarak gördüklerinin altını çizerken, Türk tarafının Rusya aleyhine gerçekleştirilen bu eylemlerin önemli etkileri olabileceğini belirtiliyordu. Bu tehdidin önlenmesi için bütün valilerden gerekli önlemleri almasını istiyordu. Bu önlemlerden en önde geleni Osmanlı topraklarından Rusya’ya gelen herkesin takip edilmesi ve Rusya için zararlı faaliyetlerinin fark edilmesi halinde yakalanmalarını talep ediyordu.25  Ocak 1911’deki konuşmasında, Müslümanlar arasında yayılan Pantürkizm etkisine vurgu yapıyordu. Bununla birlikte, Rusya Müslümanlarının ayrılma ve Türkiye himayesinde yaşama arzuları endişe uyandırıyordu. Bu sorunun derinleşmesi, onun çözümü bakımından alınacak önlemleri üç başlık halinde özetliyordu:26  1- Ortodoks kiliselerin konumunu güçlendirmek ve eğitim noktasında aktifliğini arttırmak,  2- Okullardaki eğitimi devlet ve toplumun yararına uydurmak, kültür eğitimini arttırmak,  3- İdari tedbirler yolu ile Müslümanlar üzerinde kontrolü arttırarak, onun etkilerini gözlem altında tutmak.  Alınacak bu önlemlerde, ilk maddede belirtilen hususun misyoner bir karakter taşımaması ve Müslümanlar tarafından tepkiyle karşılanarak, ayrılıkçı hareketleri güçlendirmemesi gerekiyordu. Rusya Müslümanlarının devlet işlerinden uzak tutulmaları, Başbakan Stolıpin’in görüşüne göre İslam Dini Kurumları ile ilgiliydi. Onlar özel bir konuma sahiplerdi ve devlet tarafından kontrol edilmiyorlardı ve bu kurumlarda ayrılıkçı propagandalar yürütülüyordu. Bu meselenin bu boyutlara gelmesinin nedenleri, Müslüman dini kurumlarında eğitim verenlerin ya yurtdışından gelen yabancılar olması veya yurtdışında eğitim almış gelen Rusya                                                  24 Fedor Sergeyeviç Sosenkov, “P. A. Stolıpin o Yedinstve Rossiyskoy İmperii”, Vestnik Vladimirskogo Yuridiçeskogo İnstituta, Sayı: 2 (43), Vladimir 2017, s. 177.  25 STSA, Fond 17, op. 2, d. 1133, list 1.   26 Sosenkov, “P. A. Stolıpin o Yedinstve Rossiyskoy İmperii…, s. 175.  

RUSYA’DA DEVRİM SÜRECİNDE BAŞBAKAN  P. A. STOLIPİN’İN POLİTİKALARI  
 

Müslümanları olmasından kaynaklanıyordu. Öğretim aracı olarak yurtdışında yayınlanmış kaynaklar kullanılıyordu. Başbakan Stolıpin, bu örneklerin çoğalmaması için bundan sonraki süreçte iyi gözlem yapılmasını gerekli buluyordu. Bu önlemlerden en öncelikli olanı, Müslümanların eğitimi noktasında Müslüman din adamlarının yardımı ile yeni program oluşturmak idi. Bunun ardından aktif ve hazırlıklı bir kontrol mekanizmasının kurulması gerekiyordu. Müslüman çocuklarının aldıkları e ğitimin pedagojik olarak düzenlemesini savunan Stolıpin, özel Müslüman eğitim kurumlarının sınırlandırılması ve yurtdışından gelen ders kitaplarının yasaklanmasını istiyordu.27  Stolıpin düşüncesinde, Müslümanlar Rusya’nın geleceğinde ciddi bir tehdit potansiyeline sahipti. Muhtemel bir savaş halinde Rusya Müslümanları, Osmanlı Devleti’nin yanında yer alacak ve Rusya’nın toprak bütünlüğünü tehlikeye sokacak süreci başlatmış olacaklardı. Bu endişeler, Rusya’daki Müslümanları da derinden etkiliyordu. Petersburg’a bağlı Kronştandt adasında Müslümanların cami inşa etme istekleri, Stolıpin’in endişeleri yüzünden gerçekleştirilememiştir. 1910 yılında Aliekber Bedritdinoviç öncülüğünde Müslümanlar, yerel idareye başvurarak askerler ve halkın birlikte ibadet edebilecekleri bir cami inşası için yardım toplamaya izin istediler. Bir süre sonra bir komisyon oluşturuldu. İnşa edilecek caminin planını çizen G. A. Kosyakov da komisyon üyeleri arasında yer alıyordu.  Stolıpin, caminin inşası için para toplanmasına ve caminin inşa edilmesine engel oldu. Ona göre bu cami yalnızca dini ibadet yeri gerekçesi ile inşa edilmiyordu. Asıl amaç siyasi idi ve Panislamistler kendi kontrollerinde olacak bir cami istiyorlardı.28   Sonuç olarak, Stolıpin Rusya’da monarşiyi ve süregelen düzeni korumak için büyük çaba harcadı ve bu anlamda ihtilal hareketlerinin karşısında durdu. İmparatorluğun toprak bütünlüğünü tehlikeye sokacak her türlü ayrılıkçı hareketi önlemeye ve Rus milliyetçiliği dışında başka bir milliyetçiliği tanımamaya meyilli bir politika izledi. 1910 yılı sonlarına doğru Stolıpin ve Çar II. Nikolay arasında, monarşiye karşı oluşan tehdit konusunda anlaşmazlıklar yaşandı. Çar, onun bazı reformlarından ve otoriter tavrından rahatsızlık duyuyordu. Toprak reformunu gerçekleştirme ısrarı, hükümet ile devlet şurası arasında ihtilafa sebebiyet verince, Stolıpin Çar’ın gözünden düştü. Bunun ardından Stolıpin’in istifa etmesi kamuoyunun beklediği bir şeydi. Bu gerçekleşmedi ancak kısa bir süre sonra Stolıpin, D. Bagrovım tarafından Kiev’de suikaste uğradı. Katilin polis gizli teşkilatına mensup olduğu ortaya çıktı.29  Stolıpin’in, monarşiden anayasal düzene geçiş sürecinden anladığı, monarşi aleyhine bir duruş sergilememek idi. Hatta anayasal düzen, onun açısından monarşiyi kurtarmak için bir araç niteliğindeydi. Stolıpin anayasal düzen bakanı ve başbakanı olmak istiyordu. “Oktyabristler” ile birlikte hareket etmesi nedeniyle “sağcımuhafazakâr”, reform tasarıları ile de “sol görüşlü” olarak görenler vardı.    

                                                 27 Sosenkov, “P. A. Stolıpin o Yedinstve Rossiyskoy İmperii…, s. 175. 28 R, Bekkin, “Musul’manskaya Obşina Kronştadta XIX-Naçala XX v.”, Gasırlar Avazı, Cilt 1-2, Sayı: 82-83, Kazan 2016,   244.  29 Kurat, Rusya Tarihi 
Kaynakça  Arşiv

  Sakartvelos Tsentraluri Saistorio Arkivi (Stsa)-(Gürcistan Merkez Tarih Arşivi) Kitap ve Makaleler  Acar, K. (2009). Ortaçağ’dan Sovyet Devrimi’ne Rusya. İstanbul.  Bahturina, A. Yu. (2012). P. A. Stolıpin i Upravleniye Okrainami Rossiyskoy İmperii. Rossiyskaya İstoriya, Sayı: 2, Moskva: 108-120. Bekkin, R. (2016). Musul’manskaya Obşina Kronştadta XIX-Naçala XX v. Gasırlar Avazı, Cilt 1-2, Sayı: 82-83, Kazan: 238-245.  Butırskaya, İ. G. (2013). Natsional’nıy Vopros v Rossii na Materialah Tret’ey Gosudarstvennoy Dumı. Fundamental’nıye i Prikladnıye İssledovaniya v Sovremennom Mire, Sayı: 3, Sankt-Peterburg: 98-108. Dorskaya, A. A. (2013). Deyatel’nost’ Komissii po Veroispovednım Voprosam Gosudarstvennoy Dumı III Sozıva (1907-1912). Aktual’nıye Problemı Parlamentarizma: İstoriya i Sovremennost’ / Mejdunarodnaya Nauçnaya Konferanstsiya 2013. Sankt-Peterburg: 153-162. İzgoyev, A. (2012). P. A. Stolıpin: Oçerk Jizni i Deyatel’nosti. Ekonomiçeskaya Politika, Sayı: 6, Moskva: 80-112. Kabıtov, P. (2006). P. A. Stolıpin: Posledniy Reformator Rossiyskoy İmperii.  Samara. Kurat, A. N. (2010). Rusya Tarihi Başlangıçtan 1917’ye Kadar. Ankara. Ostapçuk, L. B. (2006). P. A. Stolıpin i Rossiyskiy Parlamentarizm. Parlamentarizm v Rossii: Problemı i Perspektivı, Sankt-Peterburg: 152-158. Sadıkov, P. (1927). P. A. Stolıpin i Smertnaya Kazn’ v 1908 g. Krasnıy Arhiv, Cilt 19, Moskva-Leningrad: 215-221. Smirnov, A. F. (1998). Gosudarstvennaya Duma Rossiyskoy İmperii 1906-1917. Moskva.  Sosenkov, F. S. (2017). P. A. Stolıpin o Yedinstve Rossiyskoy İmperii. Vestnik Vladimirskogo Yuridiçeskogo İnstituta, Sayı: 2 (43), Vladimir: 171-178. Svyatoslav, R. (2014). Stolıpin, Moskva. Tukavkin, V. G. (2001). Velikorusskoye Krest’yanstvo i Stolıpinskaya Agrarnaya Reforma. Moskva. 

25-05-2020- BANDIRMA GERÇEK KÜLTÜR SERVİSİ