Unutmak insana mahsustur, unutulmak ise insanlığa…
Unutmak, kavramsal olarak tekil şahsa özgüdür, saman alevi gibidir, bir süreliğine parlar, ardındancılızlaşır ve söner. Unutulmak ise geneli kapsayan bir tanımlamadır, evrenselliği içerir; özcümle, yaşadığın ve bir ömür tükettiğin, ilişki ağını oluşturduğun tümel insanlığın hafızasındaki kalıntıları barındırır. O yüzdendir ki, belleklerden silinmesi oldukçauzun zamanı kapsar.
Her ne kadar “Balık hafızalı toplumuz, çok çabuk unutuyoruz!” yaftası altında yaşamımızı sürdürmüş olsak da, ya da “Hafıza-i beşer nisyan(unutmak) ile maluldür!” sözü, biz canlı varlıklar için söylenmiş olsa da, insanlar, geçmişte oluşturdukları çevreleriyle ilişki içinde hayatlarını idame ettirmektedirler. Bu ilişkilerinden, öğrendiklerinden ve okuduklarından, hafızalarındaiz bırakanları yaşatırlar. Unutmak istediği kötü anıları, sevmediği olayları ve sevmediği şahısları zihinlerinde barındırmazlar.
Her sonlu varlık gibi, hayat enerjimizin fişi çekildiğinde, göçüp gittiğimizde bu dünyadan, ardımızda bıraktığımız anılar, bir süreliğine daha zihinlerde mevcudiyetini koruyacaktır… Sevenlerin gönlünde yaşayacaktır, kısa ya da uzun bir süre daha. Bırakılan anıların, yaşadığımız ve yaşatmış olduğumuz gülümsemelerin sevecenliği doğrultusunda.
Sessiz gemi misali, ne bıraktıysak ardımızda insanlığa; ilerleme adına, aydınlanma adına, özgürleşme adına, o bıraktıklarımızın izi kalacaktır ummanda, dalga dalga, köpük köpük.
İnsanlığın soyağacında, nesiller boyunca adını yaşatmak da, “snop” bir kişilik olarak sahneden inmek de biraz koşullara bağlıdır, ama daha da çok senin oluşturduğun insani meziyetlerine kalmıştır artık…
Yunus Emre’nin söylemleri yaşatılmaktadır, mesela; “Bir ben vardır benden içeri…”
Cervantes’in yarattığı karakter Don Kişot gibi, feodal beyliğin sonunu hicvedenler, kapitalizme geçişi romanlaştıranlar ölümsüzlük zırhını kuşanmışlardır mesela.
Aristo gibi, çağlar boyunca düşüncesiyle yol gösteren filozoflar ve “Aristo mantığı ile düşünce yapısını oluşturmak” güncelliğini korumaktadır mesela…
Shakespeare gibi, eserleri 500 senedir eskimeyen sanatçılar, insanlığın başlarına taktığı kültürel tacıdır mesela…
Marx gibi, “Mülksüzleştirenler, mülksüzleştirilecektir!” diye Kapitalist üretim tarzından, daha üst bir üretim tarzına geçileceğini işaret eden ve özel mülkiyetin sonlanacağını öngören devrimcidâhiler, insanlığın karanlık dönemlerinde kutup yıldızı gibi parlamaktadır mesela…
Âşık Veysel gibi, “Benim sadık yârim kara topraktır” diye sazını konuşturan halk ozanları, nereden gelip nereye gideceğimize işaret eden gerçek sanatçılardandır mesela… Ve daha daha niceleri, insanlık yaşadıkça yaşayacaklardır, hiç kuşkusuz.
Toplumsal bir varlık olarak, toplum içinde yaşamış ama sadece kendisi için kaygılanmış, sadece kendisi ve oluşturduğu dar çevresi için birikim sağlamış, sadece kendi ekseninde bir dünyasını yaratmış olanalar ise, yaşarken oluşturduğu fındık çapı oranında iz bırakacaklardır. Onları kalbine gömecek insan sayısı da bir elin parmakları kadar olacaktır… Unutmayanların, unutmadıkları süresince hatıralarda yer edeceklerdir.
“İtibardan taviz de tasarruf da olmaz!” diyenler, sadece kendi bencil dünyasını düşünenler, kendilerinden öncekiler gibi toplumun hafızalarında zerre kadar yer bulamayacaklar, “Asar-ı Atika Müzesine” gömüleceklerdir.
Sedat Pamuk, 20.04 2024, İzmir