Yazacağım,YazıYORUM, Yazdım…

Yazacağım, YazıYORUM, Yazdım…

Ertelediklerimi yapabilmem için, ardımda bıraktığım dün kadar, yarına gereksinmem var. Ben kamil olmasam da yaş kemale erdi. O kadar yarınım var mı bilmiyorum. Ama umut ediyorum. Artık yapacaklarımı, yapmam gerekenleri erteleme lüksüm yok, onu biliyorum. Bundan sonra ertelemek yok. Dolu dolu yaşamak var. Gezip görüp, fotoğraflayıp daha çok anlatmak var. Daha çok okuyup, yazmak var. Fazla geç kalmadan edilgen yaşama elveda… Etkin yaşama bir kez daha yeniden merhaba…

Yemedi… Yaşamım, bugüne değin yoğun ajitasyonun etkisinde geçti. Ajitasyona gelip neler yapmadım ki, ama bu kez yemedi… Etrafımda çok iyi ajitasyon çeken, yetkin ve etkin ajitatörler vardı. Kalmadılar. Gittiler birer birer… Ben de, bu yoklukta kendi kendimi ajite edeyim dedim. Rektifiyeden geçmiş, ağır bakım yaptırmış olmama karşın motor gaz yemedi. Teklemeye başladı. Stop edecek gibi oldu, sağ olsun arkadaşlarım ağır bakım servisine yetiştirdiler beni yeniden, yenilmeden. Gerekli müdahale yapıldı. Motor sıfırlandı. Beş yıldır dağ bayır, o şehir, bu şehir dolaşıyorum. Gaz kesmeden, bununla beraber rölantiye de düşmeden, gazı da fazla köklemeden yola devam. Her şey olması gerektiği gibi yani…

Beni bekleyenler, yapmam gerekenler, bugüne değin ertelenenler, dağ gibi birikmişler. Birikenler hakkında, biriktirdiklerimle söyleyecek sözüm var söyleyemiyorsam, yazacaklarım var yazamıyorsam, güvenlikli sularda dolaşmanın verdiği aymazlıkla köpürenlere hak ettikleri yanıtı veremiyorsam, yani havuzda olduğunu unutup, okyanusun dalgalarıyla boğuşuyormuş gibi davranan ucuz kahramanlara gereken cevabı veremiyorsam, yazmanın ne anlamı var deyip susuyorsam, en zor olanı yapıyorum demektir. Zira, etrafında olup bitenlerin farkındaysan, vicdanlı biriysen susmak daha zor. Susmanın zorluğu, susturulmanın zorluğundan da katlanılmaz. Birey olmanın sorumluluğunu taşıyanlar için tabi… Birileri vara yoğa parmak sallarken parmağımın ardına saklanamam, olmaz. Saklansam da bir işe yaramaz, gövdem büyük mutlaka bir gören olur.

Altı aydır yazmıyorum. İyice sıkıldım. Yazmak bir terapiymiş onun ayırdına vardım. Ayrıca uzun süre yazmayınca kalem kaymıyor, takılıyor. Sözcükler boğazımda düğümleniyor. Açıp bayramlık ağzımı, sıraya koymadan, bu tümce oldu, bu olmadı demeden ağzıma geleni söyleyeyim diyorum. Anında uyarı geliyor. “Deliye her gün bayram ama… Sakın haaa!.. sen deli misin?” diyorlar. Aması da ne diye soruyorum. “…Bak kardeşim, yarı deli ile yarı cahile tanı koymak çok zordur, vazgeç bu sevdadan. Akıllı adamı sevmez bunlar… Olur ya, seni de akıllı biri sanırlar… Başın ağrır, gel sen bir kez daha düşün.” Bu sözler rencide etti beni. Aynı zamanda da, acayip ajite oldum. Ben farkında olmadan, Aşık İhsani’nin şu dizeleri döküldü dudağımdan. Farkında olsam döker miyim onları? Tonlamaya, vurgulamaya dikkat eder, her bir sözcüğün hakkını vererek okurum şiiri… “Sorumluyum ben çağımdan/ Düz ovamdan dik dağımdan/ Sömürgeni toprağımdan sürene dek yazacağım./ Günüm çıkasıya dardan/ Haber gelesiye yardan/ Vurguncuyu şah damarından/ Vurana dek yazacağım…”

Yazacağım da, ne yazacağım?

· Gazetemiz, Bandırma Gerçek Gazetesi’nin patronu Leventoğlu’na rağmen, Kanal İstanbul çılgınlığından mı başlasam yazmaya…

· Giresun’un Keşap ilçesinin Hisarüstü ve benim köyüm Düzköy sahillerine kurulmak istenen balık çiftliklerinden ve onların neden olacağı deniz kirliliğinden… Giderek sayıları azalan denize girilebilen plajlardan, artık denize girilemeyeceğinden söz edebilirim ama Bandırma’da çıkan bir yerel gazetede bunları yazmak ne kadar doğru olur diye düşünmeden de yapamıyorum. Bu esnada içimden yükselen bir ses dışarı taşıyor. ‘Ne olacak canım’, Şili’den yükselen bir dans ritmiyle bütün dünya kadınları dansa kalkıyorsa, Avusturalya’da ki bir orman yangını Trabzon’daki bir orman yangını kadar yüreğimizi dağlıyorsa, (dağlıyor mu?) sorunlar bu denli iç içe geçmişse neden olmasın?

· İklim değişikliğinden mi? Kazdağı’ndan, nükleer santrallerden, HESlerden, kuruyan derelerden ve benzer ekolojik sorunlardan mı başlasam yazmaya?

· Yoksa ekonomik sorunlardan mı? Asgari ücretten, emekli maaşından, zamlardan mı? İç ve dış piyasada alıcısı olan bir değeri(marka) yaratamayan, var olan değerleri satan ve bir miras yedi hoyratlığında yandaşa akıtan zihniyetten mi?… Fabrikaları, lojmanları, kamu mallarını, yetmedi yer altı, yer üstü demeden satılan tüm değerlerimizden mi bahsetsem?… Fonların amacının dışında kullanılmasından mı?... Parsel parsel toprağımızın satılmasından mı?... Ekonominin kurallarını bir yana koyup ‘ben yaptım oldu’ anlayışıyla yönetile(n)meyen ekonomiden mi?…

· İş cinayetleri, kadın cinayetleri, kadına ve çocuklara yönelik tacizlerden mi?

· Sendikal örgütlenme, STKlar ya da partilerle ilgili, haber yorum mu yazsam?

· Gezip gördüğüm tatil yerlerini, BANDAK ile yaptığım yürüyüşleri bir yazı dizisi olarak yazsam mı? Neden olmasın? Bu tür yazmanın bir zararı da olmaz nasıl olsa. GeziYORUM, yazıYORUM başlığında, mesela… Bu başlıkta yazmanın ne sakınca olabilir ki… “Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz.” Bu başlıklardan da başın ağrıyabilir. Ne gezisi, ne yorumu… Gezi Parkı mı demek istedin? Olmaz katiyen… Ne… ne… Osman Kavala mı dedin… Eğer isterlerse, sen hakım da desen, sana lokum dedirtirler…

· Ben bu yazıyı yazarken Elazığ’da 6.8 büyüklüğünde deprem oldu. Yakınlarını kaybedenlere sabırlar diliyorum. Yaralananlara da acil şifalar diliyorum. Zor günlerde yurdum insanının gösterdiği dayanışmaya, yardımlaşmaya büyük değer biçiyorum. Öte yandan insanın aklına, zor günler için, olası felaketler için, 1999 dan beri toplanan deprem paraları ne oldu diye sormak, yazmak geliyor. Gel gör ki mahalle büyükleri, pardon siyasetin büyük şahsiyetleri bozuluyor bu tarz sorulara diyecektim. Ne yaparsın jargon mahalle jargonu olunca bilinçaltı, poşet yetiştirilemeyen yolcu gibi ortalığa kusuyor, koskoca mahalle… Affedersiniz ama siyasi büyüklerimize karşı, yakışıksız ifade kullanıyormuşum gibi oluyor. Onlar bize vekalet ediyor, onlar bizim vekilimiz, onlar istediği jargonla konuşabilir, sen asilsin. O halde hadsizlik yapma haddini bil. Asilsin asil kal…

· Liseyi okuduğum okulum, Giresun Ticaret Lisesini şehir müzesi yapmak için boşaltıp, az sayıda öğrencisi olan kız imam hatip lisesine tahsis ettiler. Okul arkadaşlarım canhıraş okulumuzu geri almak için çalışıyorlar. İmza topluyorlar, toplantılar yapıyorlar, etkin ve yetkin yerde oturan, etkili ve yetkili kişileri ziyaret ediyorlar. “Okulumuz Giresun Ticaret Lisemizi Geri İstiyoruz” diyorlar. Birden fazla kültüre ev sahipliği yapmış tarihi taş binayı geri kazanmak için gece gündüz uğraş veriyorlar. Ben de hem okulumuzun geri kazanılması adına, hem de arkadaşlarımı destekleme adına bir yazı ile mi başlasam yeniden yazmaya?...

· İçimiz kan ağlarken, yüzyıllardır böl yönet politikasıyla ülkeyi yöneten egemenlerin, kimi deprem yardımının yerine ulaşmasını engellediğini duyuyoruz ve okuyoruz. “Bölücüye bak” diye diye bölenleri mi yazsam yoksa?...

· Dile kolay. Nerdeyse 750 haftadır yakınlarının akıbetinin peşinde koşan, ‘Cumartesi Annelerinin’ acısına merhem olma sözü vererek iktidar olanlar, ‘Cumartesi Annelerini’ yüreğindeki acıyı kazıyıp atmak yerine, Galatasaray’dan anneleri kazıyıp attılar. Acılı ana yüreğini sağaltacakken anneleri susturmanın yolunu seçtiler. Ara sokaklara attılar. ‘Analara Kıymayın Efendiler’ diyen bir yazıyla mı başlasam yazmaya?… Evlat acısı ile feryat eden, yakınlarının acısıyla ağıt yakan anaları duymayanlar, acep benim yazdıklarımı duyarlar mı?...

Onu mu yazsam, bunu mu yazsam derken geldim dayandım köşe yazısının sınırına, sınırları aşmamak mı lazım yoksa sınır tanımamak mı? Bilmiyorum. Ama yazılması gereken, dahası özgürce yazılması gereken, ifade edilmesi gereken yığınla sorun var. Onu biliyorum. Yazacağım. Çünkü çağım sorunlu, bende çağımdan sorumluyum…

hgencerucar@gmail.com H.Gencer Uçar 27-01-2020/BANDIRMA