Seçimler yakın, seçimlerin eli kulağında inşallah! Yoksul insan, bir oy verecek ve yoksulluk bitecek!
Yoksulluk nedir?
Yoksulluk asalaklıktır! Yoksulluk, bolluk içinde olan toplumsal üretimde, üretenlerin, çalışanların açlık içinde ölmesidir!
Ülke nüfusunun yarısı asalak olarak yaşamaktadır. Yani, yardıma muhtaç yaşamaktadır. İşsiz, aşsız, sürünerek yaşamaktadır. Borçlu yaşamaktadır, askıda ekmek temin ederek, ya da halk ekmek büfeleri önünde kuyruk bekleyerek yaşamaktadır. Kirasını nasıl ödeyeceğini düşünerek yaşamaktadır. Kredi kartlarına ölüm parendesi attırarak yaşamaktadır.
Yoksulluk demek, gelirlerin, zorunlu giderleri karşılayamaması demektir.
Nedir zorunlu giderler? Haydi, hep birlikte sıralayalım; beslenme giderleri, sağlık giderleri, eğitim giderleri, barınma –konut: kira, ısınma, aydınlanma, temizlenme, su kullanma, aidatlar, boya, badana, tamiratlar vb.- giderleri, ulaşım giderleri, iletişim giderleri, kültürel aktiviteler; sinema, tiyatro, konser, sergi, kitap harcamaları, tatil, eğlence, gezi, turizm harcamaları, temizlik ve hijyen giderleri; sabun, deterjan kullanımı, kişisel bakım giderleri; berber, kuaför, kolonya, parfüm, makyaj, terzi, ayakkabı onarım giderleri… Bütçeyi olağanüstü sarsan giderlerden tütün, alkol kullanımı gibi kötü alışkanlıklardan ama tiryakisi için zorunlu harcamalar. ( Kullananlara, “zıkkım içsinler” deyip geçmekle de olmuyor ki! ) Bir yerde soluklanırken içilen çay, kahve, meşrubat giderleri, simit, poğaça giderleri, çocuklara verilen harçlıklar… Say saya bildiğin kadar, milyon tane gider bulunmaktadır.
Biliyorum ki bu giderlerin karşılanması, doğrudan doğruya gelir seviyeleri ile bağlantılıdır. Kişilerin gelir seviyesi ne kadar yükselirse, doğal olarak giderleri de o kadar fazlalaşır. Örneğin, modern dünyada otomobil sahibi olmak hiç de lüks değildir ve tam tersine kolayca ulaşılabilen bir ihtiyaç kalemidir. Buzdolabı, klima, televizyon mobilya gibi temel kullanım mallarındandır. Lakin otomobil sahipliğinde, akaryakıt giderleri, bakım giderleri, lastik yenilenmesi, sigortası, vergisi, otopark ücretleri eklendiğinde, ailenin gider kalemleri uçar gider.
Yaşamak için; modern dünyanın modern insanı olarak yaşamak için zorunlu giderlerin karşılanması, hırsızlık, arsızlık, haraç ve rüşvet gibi ekonomi dışı, ahlak dışı kazançları hariç tutarsak, ancak ve ancak “gelirler” sayesinde mümkün olmaktadır. Kapitalist toplumsal yapıda GELİRLER, şu şekilde sıralanmaktadır;
Ücretler; emek-gücünün (kas ve zihinsel aktivitelerin)karşılığında elde edilirken,
Karlar ve faiz gelirleri; sermayenin karşılığında elde edilmektedir.
Rant gelirleri ise; toprak, bina gibi kira gelirlerini kapsamaktadır.
Ücretlerin artışları, hiçbir zaman kar, faiz ve rant oranında olmamıştır. Ve ücretler, geçim giderlerinin altında kaldığı ortamda yoksulluk yaşanmaktadır.
Ücretler ile karlar ters orantılı. Karlar büyürken, ücretler düşmekte. Bu durum da, sermaye ile emeğin uzlaşmaz- antagonist- ilişkisini doğurmaktadır.
Kapitalizmin başlangıç yıllarından günümüze kadar, çeşitli yöntemlerle ücretler baskılanmış, toplumsal sermaye ise katlanarak büyümüştür.
Ücretliler, ne yazık ki, geçmişte kazandıkları haklarını da yitirmektedirler. Örneğin; çalışma saatleri uzamaktadır; sabahın karanlığından, akşamın karanlığına – gün doğumundan, gün batımına – kadar, ulaşım dâhil, iş için zaman ayırmak gerekmektedir. Mesai ücretleri kırpılmaktadır. Hafta sonu tatilleri
iki gün iken, çalışanlar bu haklarını kullanamamaktadır. Çalışanlar; sözleşmeli, kadrosuz, sosyal güvencesiz, parça başı ücretli, part-time, yarı zamanlı, ya da evden çalışma ( home ofis, saati belirsiz), güvencesiz taşeron işçiliğinde ve asgari ücret ile ya da onun altında ücretlerle çalışmaktadırlar. Emeklilik hakkının gasp edilmesi, yıllık tatil hakkının 30 günün altına düşürülmesi, kıdem tazminatının kırpılması gibi hak kayıpları ve de bütün bu hakları elde etmek için gereken sendikal mücadelenin, grev hakkının rafa kaldırılması. Sağlık yardımları –ilaç ücretleri-, eşit ve ücretsiz eğitim hakkı vb. Bütün bu haklar, tarihsel süreçte, mücadeleyle, kan ve gözyaşları ile elde edilmişken, birer birer uçup gitmektedir. Adeta, 1848 İngiltere’sinde çıkan ‘Yoksullar Kanunu’na doğru bir tarihsel “ U” dönüşü yaşanmaktadır…
Ücretliler, ya da yoksullar, mücadeleyle elde ettikleri “oy kullanma” hakkını da yitirmeden önce, yaşam koşullarının iyileşeceği günleri hayal ederek, gönlündeki partiye oy vereceği seçim gününü sabırsızlıkla beklemektedir.
Yoksul, bir oy verecek ve her şey güzel olacak!
Hadi hayırlısı, bakalım…