Kapitalist sistemde adalet, eşitlik kavramları yasalarda, anayasalarda yazılı kurallar olarak eksiksiz tarif edilmekte, fakat toplumsal yaşam ilişkilerinde, yazılı oldukları haliyle uygulamaya geçirilememektedir. Asgari ücretle ailesini geçindirmeye çalışanlar, açlık sınırında yaşayanlar, yoksulluğun dibinde sürünenler, toplumun büyük çoğunluğunu teşkil ederken, gelir adaletsizliği, paylaşımda eşitsizlik, hayatın her alanında hüküm sürmektedir…
Bir de emekliler var ki bu sürünen kesimin içinde, yıllarca çalışmış, didinmiş, prim ödemesi yapmış, ömrünün son çeyreğinde dinlenebileceğini hayal etmiş, ama günün sonunda, hak ettiği geçim giderlerini bile dilenir duruma düşmüş. Nerede adalet, nerede eşitlik? Şimdi bir de 5.000 TL (Beş bin lira) ikramiye verileceği haberlerde konuşulmakta; o da emeklilerin hepsine değil, emekli olup da çalışmayanlara verilecek! Emekli olup da çalışmak zorunda olanlar kapsam dışı, bu büyük(!) ikramiyeden faydalanamayacak. Trajikomik bir durum!
Adaletin, eşitliğin sağlanamadığı günümüz toplumlarında, yoksullarla-varsıllar; ezilenlerle-ezenler; sömürülenlerle-sömürenler kaynaşmış halde, iç içe yaşarken hayatın akışı sürüp gitmekte… Yaşam içinde, teknolojinin ilerlemesiyle birlikte, insan elinin, insan emeğinin üretmiş olduğu cep telefonları hayatımızın ayrılmaz birer parçasını oluşturmaktadır. Akıllı, bilgi donanımlı, “yapay zekâ dediğimiz” aletler, bir uzvumuz gibi, elimizin bir uzantısıymışçasına yaşantımızın vazgeçilmez birer parçasına dönüşmüş durumda.
Cep telefonu, günümüz modern çağının üretmiş olduğu, internet bağıntılı dünyasına açılan çok işlevli bir alet olmasının yanı sıra, onunla, görüntülü konuşabiliyoruz, bulunulan ortamı ve yaşanılan an’ı sabitleyerek, arşivleyebiliyoruz; her türlü bilgiye ulaşabiliyoruz; eğlence, durum komedisi, parodi, dram videolarını izleyerek vakit öldürebiliyoruz. Bu küçücük alet, tam anlamıyla koskocaman bir dünyanın kapılarını bir tıkla bize açabilmekte.
O andaki haleti ruhiye durumuna göre, ne aranmaktaysa, ne merak edilerek sorgulanmaktaysa, anında öğrenmek mümkün olmaktadır. Cep telefonuyla dini bilgilere de ulaşmak mümkün, izlenmesi için ticari kazanç amacıyla koyulan en müstehcen görüntülere de. Hem de bugüne kadar oluşmuş ahlak kavramını elinin tersiyle iten, yok sayan, alabildiğine çıplaklığıyla sergilenen, kışkırtıcı, baştan çıkarıcı görüntülere…
Günümüz dünyasında, iyi ve kötü yanlarıyla, internet çağının getirisi olan, elimizden düşüremediğimiz cep telefonları, her yaş grubundan insanların oyuncağı konumundadır.
Yapay zekânın gelişimiyle, ya da internet çağının getirisiyle, hayatımıza giren bir diğer unsur da, sevabıyla-günahıyla, kredi kartlarıdır. Cep telefonlarının sağlamış olduğu hizmetin, farklı bir versiyonunu sunan kart kullanımı; yaşam şartlarımızı kolaylaştırıcı özelliğe sahip, bizleri para taşımaktan kurtaran, tüketim alışkanlığımızı değiştiren, ama diğer yönüyle, gelecekteki gelirlerimize ipotek koyan, gelir/gider dengemizi bozarak, hayatımızın düzenini alt üst eden bir özelliği de içinde barındırmaktadır.
Kredi kartları, dost mudur, yoksa düşman mıdır? Sorusuna bir cevap arayacak olursak; kişiye göre ve kullanıma göre değişir, dememiz gerekir. Kişilerin gelir seviyesi, ele geçen para ile kıyaslandığında; harcama seviyesinin üzerinde olan kesim için kredi kartları dost, sabit ve düşük gelir sahipleri için ise düşmandır. Çünkü bir taraftan kredi kartları, günü kurtarmak için, ihtiyaçlarımızı karşılamak ve de özendiğimiz nesnelere sahip olmak için bize kart limiti eksenli, büyük kolaylıklar sunmaktadır. Her geçen gün artan enflasyona karşı, bize cari fiyattan metalara sahip olabilme hakkı tanımaktadır. Ve hatta teşvik edici, sözüm ona indirim (!) yazılı sarı etiketlerden alış verişe zorlamakta, kışkırtmaktadır. Zira o gün aldığımız malın, edindiğimiz hizmetin, bir ay sonra fiyatının artacağının, hepimiz de farkındayız; ihtiyaç da oluşmuşsa, neden o gün almayalım, neden o anda bu hizmetten yararlan mayalım? Bu düşüncelerle, “durumdan vazife çıkarmak” fayda sağlamak” kaçınılmaz olmaktadır. Menfaatini gözetmek, kollamak duygusu bizleri tüketim çılgınlığına sevk ederken, diğer taraftan, sıkletimizin taşıyamayacağı bir borç yüküne mahkûm etmektedir. Kaçınılmaz olarak bu durum, bizleri bankaların kucağına itmekte, dahası, zaman içinde, geleceğimizi karartmakta, hapsetmektedir.
Mülkiyet yasalarıyla korunma altına alınmış olan bankalar, finans dünyası, kolayca harcamış olduğumuz paracıkları, ödeme günü geldiğinde bizden ister; ödeyemediğimizde, borcumuza faiz bindirerek bizden, tekrar ister. Elde avuçta yoksa eğer, sıkışıklığı atlatmak, günü kurtarmak için diğer kredi kartlarından çekerek borcu öderiz, fakat günü geldiğinde, diğer kartlara da faiz ödemek durumunda kalırız. Borç harç içinde, borçlara takla attırarak, al gülüm – ver gülüm, hayatı sürdürmek, “mülksüzlerin” yaşam felsefesini oluşturmaktadır…
Yaşam süreciyle birlikte, ihtiyaçlar ve tüketim harcamalarımız da devam eder; yine karttan harcama, yine karta borç ödeme, yine gelir yetersizliğinden kaynaklanan, karttan karta aktarım. Bir kısır döngü içinde çırpınıp dururuz… Ve sonunda icralık bir durum ortaya çıkar: “Adalet”, bankaların alacağı için kapıya dayanır.
Eee, “Adalet, mülkün temelidir!” diye, boş yere söylenmemiştir! Bu adalet/ mülkiyet bileşik kavramı, mahkeme duvarlarında büyük puntolarla boşu boşuna yazılmamıştır.
Alacak verecek borçlanmasından dolayı, kiracı- ev sahibi anlaşmazlığından dolayı ve de ticari anlaşmazlıklardan dolayı, davalık milyonlarca dosya, adaletin buz gibi koridorlarında yığılmış, beklemektedir. Aynı adalet, kadın cinayetlerinde; iş cinayetlerinde; sağlık personeline uygulanan şiddette; yıllarca bekletilen öğretmen atamalarında; kamu çalışanlarının başarı ve liyakate göre yerleştirilmelerinde de beklenmektedir. Toplumsal üretimden elde edilen gelirlerin dağılımından da beklenmektedir. Bankaların ve mülk sahiplerinin hakkını koruyan, kollayan adalet, işçinin, doktorun, öğretmenin, tüm emekçilerin sahip oldukları yegâne mülkleri olan zihinsel/ bedensel emek-güçlerini de korumak zorundadır. Sömürülen emek-gücü ile işçilerin yarattığı artı-değerle ayakta duran burjuva düzeni, kendi sınıfına gösterdiği adaleti, işçi sınıfına da göstermek zorundadır. Burjuva demokrasisinin yasaları da, ana yasaları da bunu emretmektedir.
Sedat PAMUK, 12. 10. 2023, İzmir