TOHUM YEŞERİRKEN
Bu köşede tanıtımını yapmaya çalıştığım klasik eserler serisinden; Stendhal’in Kırmızı ve Siyah Romanı, bize 1830’lu yıllardaki Fransa toplumunun liberal yaşama geçiş sürecini anlatmaktadır. Balzac’ın Goriot Baba Romanı 1835’li yıllarda Paris’in “kent soyluları ”nın burjuvazi yaşantısını, Fransa’nın toprak zenginleri olan aristokratlarının balolarla geçen yaşantısına, yükselmekte olan ticaret ve sanayi burjuvazisinin ayak uydurma gayretlerini yansıtmaktadır. Germinal ise, 1860’lı yıllardaki çalışanların yaşam zorluklarını, sendikal hakları bile olmayan, güneşin doğuşundan, güneşin batışına kadar çalışma süresi olan işçilerin, bir lokma ekmeğe muhtaç durumda kalışlarını anlatmaktadır. Her üç roman da “Klasik toplumsal gerçekçi” eserler arasında sayılan başyapıtlar olarak kabul görmektedir.
Fransız edebiyatının en ünlü eserlerinden birisi olan Germinal, 1885 yılında yayımlanmış, ‘Fransa’daki maden işçilerinin yaşadıkları kötü koşulları ve çaresizliklerini konu almış bir başyapıttır. Natüralizm –Doğalcılık- akımının ilk temsilcilerinden olduğu kabul edilmektedir. Roman, Kendiliğinden gelişen bir sınıf hareketinin; GREV ’in toplumsal anatomisini içerirken, aynı zamanda sendikal bir örgütlenmenin henüz o tarihlerde yasalaşmamış olması nedeniyle, maden işçilerinin yaptıkları direnişin hüsranla sonuçlanmasını konu edinmektedir. Bildiğimiz kadarıyla, Fransa’da sendikal örgütlenme yasası, İngiltere’den tam 60 yıl sonra, 1884 yılında kabul edilmiştir.
1864 yılında, Fransa’nın Belçika sınırlarına yakın bir maden kasabasında, işçiler aldıkları ücretlerle geçinemedikleri için ücretlerin artırılması gerektiğini ileri sürerek iş bırakırlar. Madene inmezler. Zemheri soğuklarının yaşandığı Ocak- Şubat aylarını kapsayan iki buçuk aylık süre içinde 10 bin kömür madeni işçisi ve ailelerinin açlıkla ve soğukla imtihanı anlatılmaktadır. Maden sahiplerinin duyarsızlığı ve Jandarma kurşununun düzeni sağlayan acımasızlığı tüyler ürperticidir.
Germinal; Etienne Lantier adlı, devrimci düşünceye yatkın gencin, iş bulabilmek, soğuktan korunabilmek ve açlığını bastırabilmek amacıyla Kuzey Fransa’da bulunan Montsou kasabasına ayak basmasıyla başlar. Montsou kömür madeninde işe kabul edilir ve bir süre kasabada kiralık odada kalır. Geçim sıkıntısından kıvranan Maheu’nun 7 çocuklu ailesine kiracı olarak yerleşmesiyle devam eder. Ailede 7 çocuk, maden işçisi baba ve evde çocuklara bakmakla yükümlü anne ile yaşlı ve hastalıklı büyükbaba hepsi bir arada 10 nüfus yaşamaktadır.
Bonnemort adlı büyükbaba, konuşma yetisini yitirmiş, sürekli kapkara balgam çıkartan, bakıma muhtaç halde yaşamaktadır. Oysa ömrünü kömür madeninde çalışarak geçirmiş, kötürüm hale gelinceye kadar çalışmış ama bir türlü emeklilik hakkı verilmemiştir. Maheulerin en büyük çocukları Zacharie, 21 yaşındadır ve 19 yaşındaki komşu kızından evlilik dışı iki çocukları bulunmaktadır. Madende çalışıp eve para getirdiği için komşu kızından çocukları olmasına rağmen evlenip ayrı bir ev kurmasına hem olanağı yoktur, hem de anne Maheude tarafından müsaade edilmemektedir.
Ailenin para getiren ikinci çocuğu 15 yaşlarında, henüz buluğ çağına girmemiş, erkek çocuğu görünümlü, çelimsiz Catherine’dir. Yoğun karanlık birinci kattaki tek odada Catherine ile dokuz yaşında, çelimsiz mi çelimsiz ve kambur kız kardeşi Alzire bir yatakta yatmaktadır. Zacharie ve on bir yaşını süren kardeşi, afacan Jeanline’le birlikte diğer yatakta yatmaktadır. Sağdaki üçüncü yatakta biri altı, öbürü dört yaşında iki yumurcak, Lénore ile Henri koyun koyuna uyumaktadır. Camlı kapıyla açılan daracık bir sıçanyoluna benzeyen koridorda ise ana babanın yattığı dördüncü yatak bulunmaktadır. Yatağın yanına da henüz üç ayını bile doldurmamış Estelle’in beşiği yerleştirilmiştir. Hastalanmadan önce, gece çalışıp gündüz uyuyan büyükbaba Bonnemort da Catherine işe gidince onun yatağında uyumaktadır.
Maden işletmelerine ait bitişik nizam bu evlere, aileler aylık 6 frank kira ödemektedirler. İşletme, zor yanan, verimsiz ve ısıtmayan taş yığınından ibaret kömürleri ailelere bedelsiz dağıtmaktadır. Evlerde elektrik, su olmadığından mum ile aydınlanmakta, aynı gerdelin (leğen benzeri, genişçe kap) içinde, arapsabunu ile yıkanmaktadırlar. Madenden kapkara dönen ailenin çalışanları, aynı suda yıkanarak kömür tozlarından arınmaktadır.
Zacharie evlenip de maden işçisi karısı ve iki çocuğu için işletmeden ayrı bir ev koparınca, eve giren gelir eksilmesin diye, Maheu’lere kiracı olarak taşınan Etienne, ilgi duyduğu Catherine ile aynı odada uyumaktaydı. Büyük oğlanın yerini almış ve Catherine’nin tam karşısında, afacan oğlan Jeanline’le aynı yatakta yatıyordu. Yatıp kalkarken kızın gözü önünde soyunup giyinmek zorundaydı, kız da öyle tabii. Her ikisi de tanıştıkları ilk günden beri birbirlerine ilgi duyuyorlardı fakat Catherine, serseri ruhlu Chavel’in zorlamasıyla, kömür cüruf yığınlarının üzerinde istemeye istemeye onun karısı olmuştu. “Çok küçük yaşta erkeğe boyun eğen kızların edilgin uysallığıyla düşünüyordu Catherine; Ortak bir yasa değil miydi bu? Kendini bildi bileli, cüruf yığını arkasında zorla kadın olacağını, on altı yaşında çocuk doğuracağını, sevgilisi kendisiyle evlenirse binbir yoksullukla dolu bir aile yaşamı süreceğini biliyordu. “* (239)
Etienne ’in varlığından hiç hoşnut olmayan Chavel’den, karı-koca ilişkisi içinde olmalarına rağmen acımasızca, sürekli olarak şiddet görmekteydi Catherine.
Madende bir çöküntü sonucu, ailenin küçük oğlu Jeanline toprak altında kalır. Hemen yanı başında, yeni baba olmuş genç bir işçi ölmüş, Jeanline ise ömür boyu kötürüm kalma pahasına da olsa kurtulmuştur.
Sanayi krizi nedeniyle kömür stokları artınca, açlık ve soğukla başa çıkmaya çalışan Montsou maden işçilerinin yevmiyelerinde kesintiye gidilir ve işçiler, Etienne ‘in örgütlemesiyle greve giderler.
Etienne, sürekli okuyarak kendisini geliştirmekteydi ve şöyle düşünüyordu; “En tepede Karl Marx’ın görüşü vardı: Sermaye soyguna dayanıyor, bu çalınmış serveti geri almak da emeğin hem hakkı, hem ödevi oluyordu.”* (249)
Paris’teki devrimci arkadaşları vasıtasıyla kurulmakta olan Enternasyonal’in desteklediği bir sandık oluşturdular. Üç bin franklık da olsa bir yardım sandığı, işçilerin yüreklenmesini sağladı. Grevdeki işçilerden aidat alınmayacağını öğrenen Montsulu on bin kömür işçisi, bir anda Enternasyonal’e üye oldular. “Ocak ayının ilk günleriydi, buz gibi sisler çöküyordu uçsuz bucaksız ovaya. Yokluk daha da artmıştı, işçi mahalleleri gittikçe büyüyen kıtlık yüzünden her saat ölüme yaklaşmaktaydı. Enternasyonal’in Londra’dan gönderdiği dört bin frank ekmek parasına bile yetmemişti. Ayrıca onun da arkası gelmemişti. Bu büyük umut da sönünce bütün umutlar kırılmıştı. Emekçi kardeşler bile yüz çevirdikten sonra kime güveneceklerdi? Kara kış ortasında dünyadan kopmuş, yapayalnız hissediyorlardı kendilerini.”* (262)
“Ekmek, ekmek, ekmek!” sloganlarıyla, maden müdürünün ikametgâhını taşladılar. Korunaklı binanın içine giremeyince, mahallenin bakkalını basıp, yağmaladılar. Mahalle bakkalı, zor durumda kalan ailelere borç yiyecek ve para vererek onları cinsel arzularına alet ediyordu. Grev esnasında dükkânı yağmalayan kadınlar, onun kaçarken damdan düşmesi sonucu kafasının patlayıp ölmesiyle, yılların birikimi intikamlarını, çok feci şekilde alıyorlardı; “Dişi kurtlar gibi soluya soluya çevresinde döneniyorlardı. Hepsi kendilerini yatıştıracak bir işkence, bir vahşilik arıyordu. Birden Yanık Karı’nın gevrek sesi duyuldu. ‘Erkek kedi gibi iğdiş edelim namussuzu!’ ‘Daha bu laflar bitmeden Mouquette adamın pantolonuna el atmış, çekip çıkarmış, sonra donunu sıyırmış, Bayan Levaque de bacaklarını kaldırarak ona yardım etmişti. Yanık Karı kara kuru elleriyle adamın çıplak bacaklarını araladı, ölü erkeklik organını avuçladı. Yumurtalıklarla birlikte avucuna almış, incecik vücudunu gererek, uzun kollarını çatırdatarak var gücüyle asılıyordu. Pörsük deriler direndiği için birkaç kez bırakıp bırakıp asıldı, sonunda çekti kopardı, elindeki bu kanlı ve kıllı et parçasını havaya kaldırıp yengi dolu bir gülüşle salladı: ‘Elimde! Elimde!’ kulakları yırtan tiz çığlıklar karşıladı bu korkunç ganimeti. ‘Ah, alçak herif, ah! Kızlarımızın karnını şişiremeyeceksin artık!’ ‘Evet, borcumuzu senin hayvanlığını doyurarak ödemeyeceğiz artık, bir ekmek alabilmek için sana kıçımızı açmayacağız artık!’ ‘Dur, dur! Altı frank borcum var sana, bir taksit ister misin, ha? Becerebilirsen ben hazırım, hadi!’ bu şaka korkunç bir neşeye boğdu hepsini. Kanlı et parçasını hepsine acı çektirmiş olan, nihayet başını ezdikleri ve şimdi güçsüz bir halde ellerinin altında yatan zararlı bir hayvan gibi birbirlerine gösteriyorlardı. Üstüne tükürüyor, çılgınca bir horgörü nöbeti içinde avazları çıktığınca bağırarak dişlemek istercesine çenelerini uzatıyorlardı: ‘Beceremez artık! Beceremez! Kara toprağa girecek, ama erkek değil artık… Cehennemin dibine kadar yolu var, işe yaramaz herif seni!’ Derken, Yanık Karı takım taklavatı elindeki sopanın ucuna geçirdi ve bir bayrak gibi havaya kaldırdı, uluyan kadın kalabalığı da ardına takıp başladı caddede dolaşmaya. Sopanın ucundan kan damlıyor, o acınası organ kasap çengelindeki et parçası gibi sallanıyordu.”*(385-386)
Kitaptaki Etienne ile Catherine aşkının nasıl sonuçlandığını, grevdeki kazanımların hangi sınıfın bilançosuna yazıldığını, kitabın hangi vurucu cümlelerle sonlandırıldığını anlatmak istemiyorum. Merak eden okurlar, kitabı Bandırma Halk Kütüphanesinden temin ederek okuyabilirler. Bu arada kütüphaneye bayıldım; tarihi bir köşkü kitapseverlere sunan, özellikle üniversite öğrencilerinin çalışmalarına imkân verenleri kutlamak isterim. Sessiz ve klimalı bir serinlikte okuyup, yazan kız öğrenci ağırlıklı kütüphanenin varlığı beni sevindirdi. Bandırma için gelecek vadeden okurların nicel ve nitel artışlarını gözlemlemiş olmak, umut yükümü arttırdı.
*1, Germinal, Emile Zola, Çev. Bertan Onaran, T.İş Bankası Kültür Yayınları,9. Basım, 2018, S. 239
*2, s.237. *3, s.249 *4, s.262 *5, s. 385-386
Sedat PAMUK, 01. 08. 2024 Tatlısu, Bandırma