Giyotin,Mitralyoz ve Tutku Üzerine

“Giyotin” denilince hiç şüphe yok ki akla ilk gelen Fransız Devrimi’dir. Başta kent emekçileri olmak üzere halkın Fransız feodalitesinin kaymak tabakası olan aristokrasiye karşı öfkesinin tepkisinin bir ifadesi olarak tarih içindeki sembollerden biri olmuştur…

Egemen ve yöneten sınıfların, emek sömürüsünün sonuçları olarak işsizliğin derinleşmesi ile büyüyen yoksulluğun aileleri parçalanması, açlık, fuhuş ve serseriliğin yaygınlaşması, sıradan kitleleri bezgin uykusundan dürtüklemiş, “artık” noktasına getirmişti. Yolsuzluk, sahtekârlık ve takiyeciliğin arkasında ‘iş bitiren’ egemen ve yönetici sınıflar; “böyle gelmiş, böyle gider” amentüsüne kilise-din aracılığıyla kitleleri afyonlamalarına öyle kendilerini kaptırmışlardı ki sefil-sefahatın baş döndürücülüğünde bu yalana “artık” kendilerini de inandırmışlardı…

Bu kaos içinde etlerini pazarlayarak toplumda bir yer tuttuklarına “inandırılmış” oldukları için, kendilerini “inandırmış” olan, soylu balolarının aranan-gözde fahişeleri bile, kendilerini bulunmaz “hind kumaşı” zannederek, köylü-reçberleri aşağılamaktan bir beis duymaz hale gelmişlerdi…

Gizli Skoç riti spekülatif mason locaları aracılığıyla Fransa aristokrasisi arasında kök salarak ekonomiye yön verir hale gelen, “Batmayan Güneş İmparatorluğu-Britanya” işbirlikçilerinin sayesinde, tefeci-bezirgan entrikaları ile tarım topraklarının büyük bölümünü elinde tutan Katolik Kilisesi ve aristokrat bağlantılarının bilinçli rantiyer politikaları -köylülüğün topraksızlaştırılması- yüzünden buğday rekoltesinin hızla düşmesi sonucu artık halkın ekmeğine göz konmuştu…

Buğday-ekmek fiyatları artmış, Vatikan’ın arpalıkları ile almış oldukları teknelerle Britanya’dan buğday ithal eden, imanlı-tefeci-bezirgânlar kârlarına-kâr katarak aristokrasi ile “pasta” yeme yarışına katılırlarken, halk “ekmek” yiyemez hale gelmişti…

İşte bu oluşumda Marsilya’nın fırın emekçileri hermetik gizli örgütlerin önderliğinde kıpırdanmaya başlamışlardı. Kutsal Toprak Ana’nın anavatanı Anadolu’dan miras kalmış olan, tarihte ilk olarak Bergama’da özgür-toplumsallaşmış-toplum “anarkiea”sını kurmuş, Foçalı gemicilerin torunlarının hermetik gizeminin fısıldadığı aklın “tutku”sunun ifadesi olan, “özgürlük” sembolü kırmızı külâhlarını ortaya çıkararak, “bayrak” olarak mızraklarının uçlarına takmışlardı. “Köleliğe Hayır!”

Kutsal Toprak Ana’nın çocukları, tutkularına sıkı-sıkı sarılarak “yüce ben”lerini harekete geçirmişler, “ananı da al git” diye çığıran imanlı-tefeci-bezirgân-aristokrat özentilerine tarihi derslerini bir kere daha vermek üzere, “Kutsal Ana’mızı da alıp-geliyoruz” diyerek Paris yollarına düşmüşlerdi…

Marsilyalılar, “seküler” büyük burjuvazi ile “ümmetçi” aristokrasinin işbirlikçi-spekülatif masonluğuna tepki olarak doğmuş olan, küçük-burjuvazinin “laik” ve “cumhuriyet”ci operatif-masonluğunun Jakoben derneklerinin yanısıra, daha çok azınlıkta da olsa geleneksel-anaerkil hermetizmin etkisindeki, “göz nuru, el emeği” paraloları ile insinye edilen “kızıl-başlıklı” gizli proleter derneklere ilgi göstermişlerdi. Emekçi kitlelerinin tutkusu dernekleri sarmış, “ekmek”lerine ‘göz koyan’lara karşı, insanlık tarihi içinde bir kere daha, “tarihin sınıflar mücadelesinden ibaret olduğu”nu ispat etmek için ayaklanacaklardı. Barikatlar kuruldu, “Viva la Révulotion!”

Doğrudan demokratik “Cumhuriyet” ve “laik-uniter-ulus-devlet” ilkeleri içinde anlaşan dernekler, “çıplak kral”ı ve “parlamenter monarşi”sini alaşağı etmişlerdi. Özgürlük “Tutku”su devrim olmuş, devrim de “öfke” olmuştu. Yılların değil, yüzyılların haksızlıklarının öfkesi öyle birikmişti ki, durdurmak imkânsızdı. İşte burada sahneye “Devrimci Yurttaş Giyotin” çıktı… Tarihin materyalist nesnel-gerçekliği objesini yarattı. “Viva la Guillotine!”

İktidar sarhoşluğuna kapılan Jakoben küçük-burjuvazi, aristokrasinin ardından, seküler-liberal-reformist Jiroden biraderlerini giyotine gönderdikten sonra, “radikalizm” adına tarihsel kaypaklıklarını göstererek, en önemli müttefikleri “kızıl-başlıklı”ları da giyotine göndererek farkında olmadan devrime de ihanet ediyorlardı. Böylece ‘toplumsal devrim’ adına ele geçirdikleri “bayraklar”ı teker teker çoktan yere düşürmüş olan burjuvazi emekçilere karşı aristokrasi ile birleşerek “beyaz terör” ile devrimi noktaladılar…

Başta işçiler ve emekçiler uğradıkları “ihanet” ile örgütsüz ve öndersiz kalarak nerede ise elli yıl kendilerini toparlayamadılar. 1848’de tekrar “barikat”lar kuruldu devrim “çanları çalmaya başla”dı. Bu sefer kapitalizmin doğurduğu burjuvazi ister istemez kendi karşıtlarını da güçlendirmişti. Sendikalar legal örgütler olarak eski geleneksel içrek örgütlerden daha geniş işçi sınıfı kitlelerini kucaklıyorlardı. 1852 ardından Büyük Aydınlanma Devriminden seksen yıl sonra 1870’de bu sefer işçi sınıfının önderliğinde Paris Komünü Ayaklanması patlak vermişti. Kızıl külâhlar, bu sefer “Kızıl Bayrak”lar olarak fora edilmişti. Jakoben hesapsız kızıl giyotin terörünün yerini, işçi sınıfının hesaplaşan devrimci şiddeti almıştı. Karşı-devrimci papaz takımı ve monarşist işbirlikçi stokçu-karaborsacı-tefeci-sabotör-konspiratör-provokatör burjuvalar kurşuna dizildiler. İşçi sınıfı ayaklanmayı ulusal sosyal devrime döndüremedi. İşçiler Fransa’nın belli başlı kentlerinde “barikat”larla sınırlı kaldılar. İhanet bu sefer Jakobenlerden değil bizzat işçi sınıfının beyaz-yakalılarından geldi. Beyaz terör mitralyözlerle kanlı dişlerini gösterdi. 30 binler katledildi, 15 binler sürgüne gönderildi. Ama “tutku” Paris mezbahasının duvarı önünde dimdik ayakta duruyordu…

Tutkunun öfkesi ile devrimci jakobenlik kendini anarşizm ile ifade etti. Bireysel silâhlı saldırılar balon köpüğü gibi şişip-patladı. Bu yüzden bir süre işçi sınıfı Avrupa’da yara aldı. Ama gerek Fransa, gerekse Almanya’da partileşen sosyal-cumhuriyetçiler güçlendi. Kutsal Toprak Ana’nın çocukları “yüce ben”ler tutkuluydu. Toprak Ana’nın kızları, rüzgârlar tutkuları Rusya steplerine uçurdu. Çarlık Rusyasında kar, terör ve mitralyöz beyazdı. Kan ise kızıl… Tutku hep maviydi!

Mitralyözlerin beyaz terörünün gücü, tutkuyu yoketmeye hiçbir zaman yetmedi, yetmeyecektir de. Kutsal Toprak Ana’nın yüce ben’li çocuklarının yüreklerindeki ve akıllarındaki kızıllığı söndürmeye hiçbir inancın gücü yetemez… Çünkü akıl-bilgi sürecinden doğan bilinç her berkitilişinde çoşku-duygu ve iradenin tutkusunu körükler. Dünya döndüğü müddetçe, işçi ve emekçiler “göz nurları ve el emekleri”nin toplumsal mülkiyetlerinin ifadesi olarak, “herkesin yeteneğinden, herkesin ihtiyacına göre” örgütlenecek yeni insanlığa kadar bu tutkuyu sürdüreceklerdir. Sonra onu uzaya uçurmak üzere…

Halid Özkul. 5 Nisan 2008 (5 Mayıs 2008. internette yayımlandı)

23
A+
A-
REKLAM ALANI