Okuduğum gazeteler, her zaman olduğu gibi “zam” haberleriyle doluydu.
Ağız birliği etmişler gibi:
Doğal gaza, yüzde 30’luk bir fiyat ayarlaması için Nisan başı işaret ediliyor; benzin ve mazot fiyatlarının otomatik arttığı, manüel azaldığını vurgulanıyordu.
Süt, peynir; ‘çabuk bayatlayan pide’ ve elbette asgarî ücrete “yapılması zorunlu hale gelen zam” ile şeker krizi yazılıp çiziliyordu.
Kahvaltının ardından koltukta uyuya kalmışım.
Hanım, “Kahven soğumasın!..” dediğinde ‘tilki bayıltmasına’ veda etmek zorunda kaldım.
Yüzümün ekşidiğini görünce:
“Rüya mı görüyordun?” dedi.
“Ah!” dedim, “hem de, ne rüya…”
“Hayır, olsun? Anlat bakalım.”
“Cebimde ‘kör kuruş’ yokmuş, ama istediğim her harcamayı yapabiliyormuşum…”
“İlginç…” dedi. Anlatmaya devam ettim:
“Allah’ın her günü de, banka hesabıma asgarî ücret kadar bir para yatırıyorlarmış. Para, hem yokmuş, hem çokmuş…”
Tutamadı kendini, pis pis bıyık altından gülmeye başladı.
“Eee… Rüya bu!” dedi.
Daha da anlatacaktım, ama baktım; ezberindeki tabirnameden, rüyama anlam katacak birkaç cümle kuracağı yok. Sustum.
**
Kahvemi, etkisi altında kaldığım görüntüler arasında yudumlamaya başladım.
“Yahu…” dedim, kendi kendime, “Hakikatten:
‘Oturduğum ev, Dolmabahçe gibi bir şey olsaydı…
İçinde:
Çarşı, pazar alışverişimi yapanlar; yemek, temizlik işlerimi halledenler olsaydı
Ve
ödenen paralar, cebimden de bankadaki hesabımdan da çıkmasaydı…
Kira ödemesem;
elektrik faturası,
doğal gaz faturası neymiş bilmeseydim…
Üstüne üstlük:
Birkaç şehirde dayalı döşeli evlerim olsaydı…
Bu evler, yedi gün 24 saat; ben, orada olacakmışım gibi hazır bekleseydi…
Geniş bahçelerim, kapımda son model lüks arabalarım;
deniz kenarındaki iskeleye bağlı yatlarım bulunsaydı,
Benzin, mazot parası vermeseydim…
Hangi model uçakla uçmak istersem, yakınlarımla birlikte ona binebilseydim…
Bilet paraları için bir kuruş ödemeseydim…
Söylediklerimi ikiletmeyen insanlarla çevrili olsaydım…
Yaptığım yanlışları savunanlarım bulunsaydı…
İstediğim kişilere, istediğim parayı verecek kaynaklarım olsaydı…
Bu kaynaklardan eksilen paraları, ben tamamlamasaydım…
Getir deyince getirselerdi, götür deyince götürselerdi…
Çocuklarımı yurt dışında okutabilseydim…
Dünyaca tanınan biri olarak anılsaydım…
Her yaptığımı alkışlayanlar olsaydı…’
Ne iyi olurdu, değil mi?” dedim.
Elbette iyi olurdu, ama:
“Ne yaptın da; yok para, çok para oldu? Nasıl oldu da, dünyanın en zengininden daha zengin biri haline geldin?” diye kendime sorar, “bu yaşam biçimini hak edip, etmediğimi,” mutlaka irdelerdim.
**
Hanımın, “Tutuşturmalık odunları ne zaman kıracaksın?” sorusu ile sanal dünyadan gerçek hayata dönüverdim.
Gıcıklık olsun diye,
”Yarın kıracağım,” dedim.
Duyulmaz sanarak, fısıldarcasına ekledim,
“Ben nerdeyim, o nerde?”
“Kimmiş o?”
Ne diyeceğimi bilemedim ve:
“Ben,” dedim, “tutuşturmalıkları kırmaya gidiyorum…
24-03-2022