Canlılar, canlı kalmak adına, kötülüklerden korunmak adına, canlıları kurban ediyorlar; kanlarını akıtıyorlar, etlerinden, sakatatlarından besleniyorlar…
Kurban kesmek, İslam dinine göre farz değildir. Ne İslam’ın 5 şartından birisidir, ne de İslam’ın 32’i farzından birisidir. Hanefi mezhebine göre kurban kesmek ‘vaciptir’, Şafii mezhebine göre ‘sünnet’tir.
Kurban, Şükür kurbanı ve Adak kurbanı diye, iki şekilde uygulanmaktadır. Adak kurbanı, Allah’tan bir istekte bulunup da isteği yerine gelen kişi tarafından kesilir ve kurbanın etleri, aile efradına değil de tamamen fakirlere dağıtılır. Şükür kurbanı ise, dini ölçülere göre zengin sayılan müminleri bağlayan bir dini yaptırımdır. Fakirlerin beslenmesi için ve Allah’ın rızasını kazanmak için kesilir. Kurban etinin üçte biri fakirlere, üçte biri tanıdıklara, hısımlara dağıtılırken, kalan üçte biri de aile efradınca tüketilir.
İslami inanca göre, İbrahim peygamber, oğlunu kurban etmek, Allah’a adağını yerine getirmek üzereyken, gökten bir koç iner ve ilahi bir ses; Dur! İbrahim-ya da Abraham- der, onu kesme, bunu kes! Ve o gün, bugündür tek tanrılı dinlerin kurucu peygamberine inanan Yahudiler ve Müslümanlar kurban kesmeyi gelenekselleştirirler. Fakat kutsal topraklarından sürgün edilen İsrail oğulları, süreç içinde bu geleneklerinden, dini vecibelerinden uzaklaşırlar. Kurban etmek, kan akıtmak, Hıristiyanlıkta yoktur. Sadece ekmek-şarap ayini ile çarmıha gerilen İsa’nın kurban edilmesi tasvir edilmektedir. İsa peygamber, bütün insanlık adına zaten kurban edilmiş olup, ayrıca kurban kesmeye gerek kalmamıştır, anlayışı hâkimdir; ekmek, İsa’nın eti, şarap ise kanıdır. Günümüzde, kurban kesimi, yeryüzündeki 1.5 milyar Müslümanlarca, yani, İslam dinince sürdürülmektedir. Yahudilikte ‘korban’ olarak adlandırılan kesim, sunaklarda, mişkanlarda (mesken ya da portatif tapınak), tapınaklarda yapılırdı. Kudüs Tapınağı’ndaki Süleyman –Salamon- Mabedi yıkıldıktan sonra sunu ve kurban âdeti büyük ölçüde sona ermiştir.
Kurban kesimi, insanlık tarihinin bilinen en eski uygulamalarından birisidir. Tek tanrılı dinler öncesinde yaşanan pagan dininde de, tanrıların öfkesine maruz kalmamak adına, mabetlerde, sunaklarda (altarlarda), kurbanlar kesilirdi. Zeus Altarı –baş tanrı sunağı -, Küçükkuyu’da Dede Tepe (Gargaros Tepesi) üzerinde, kaya kütlesinin, yuvarlak masa şekline getirilmesiyle oluşturulmuştur, Edremit Körfezi’ne kuşbakışı bakan bir manzarası vardır. Mitolojiye göre, Tanrılar Tanrısı Zeus, tam 10 yıl süren Truva (Troia) Savaşı’nı buradan, İda Dağı’ndan izlemiş ve yönetmiştir. Küçükkuyu’da bu Zeus sunağının dışında, bir de ünlü Bergama Zeus Sunağı (Altarı) vardır ki, 1870 yılında Pergamon’dan Berlin müzesine aşırılmıştır. Zamanın Padişahı Abdülaziz’e tarihi eserlerin kaçırıldığı haberi ulaştırıldığında; “Amaaan ya! allahın taşından ne olacak ki, bırakın taşısınlar, bırakın aşırsınlar!” demiş olduğu rivayet edilmektedir.
Kurban kesimi, sadece Ortadoğu, sadece Asya coğrafyası geleneğinde yaşanmayıp, aynı zamanda evrensel bir olgudur da. Afrika yerlilerinde, Avustralya yerlilerinde, Amerika Kızılderililerinde totemlere adanan kurbanlar olduğu gibi, Azteklerde de kurbanlar kesilmekteydi. Meksika’da büyük bir imparatorluk kurmuş olan Aztekler, 14. ve 15. Yüzyıllarda piramit şeklinde, taştan yaptıkları çok büyük tapınaklarında, Güneş tanrısına insan kurban ederlerdi. Savaşlarda ele geçirdikleri esirler, rahipler tarafından, tapınağın en üst katında bulunan sunaklarda kesip biçilirler ve canlı canlı, “küt küt” atan kalpleri çıkarıp, ellerine alarak bir tören eşliğinde baş tanrı Güneş’e ve de diğer tanrılarına; savaş tanrısına, yağmur tanrısına, bereket tanrısına, rüzgâr tanrısına vb. armağan ederlerdi. Her bir tanrıyı temsil eden heykellerine, kurbanların kanlarını sürerlerdi. 1521 yılında İspanyolların ateş saçan silahlarına kadar bu medeniyet varlığını sürdürebilmiştir.
Binlerce yıl devam eden ve de edecek olan “kurban kesme”, “kurban etme” geleneği, göreneği, âdeti, dini vecibesi; artık nasıl isimlendirirseniz, zengin fakir ayrımı ortadan kalkana kadar, dini baskıların,
batıl inançların, insanların zihnini meşgul eder durumdan silininceye kadar sürüp gideceğine hiç kuşku yoktur. Zira başta da söylediğimiz gibi, canlılar, canlılıklarını sürdürmek adına, başka canlıları öldürmekteler. Bu çelişkili duruma, bir başka çelişkili olgu daha eklenmektedir; “Ölülerin koymuş oldukları kurallar, gelenekler, yaşayan kuşakları yönetmekte, canlılar üzerinde onulmaz bir baskı kurmaktadır.”
Kurban etme konusunu, mitolojide yer alan trajik bir öykü ile İphigenia’nın kurban edilmesi olayını anlatarak bitirelim.
Miken Kralı Agamemnon, Truva Savaşı’nın başkomutanıdır. Akha ordusu ile birlikte, Yunan sahillerinden, yelkenlileriyle açılıp karşı sahillere, İyonya topraklarına ( Küçük Asya sahillerine) ulaşabilmek için günlerce rüzgârın çıkmasını bekler. Rüzgâr, bir türlü esmemektedir ve ordu, isteksizce dağılmaya yüz tutmuştur ki, Agamemnon, ülkenin kâhini (her şeyi bileni) Kalkhas’a danışır, bu duruma bir çözüm bulmasını ister. Kalkhas, der ki Agamemnon’a; “Sen geçtiğimiz günlerde avlanırken, Ay tanrıçası Artemis’in kutsal geyiğini vurmuşsun, Artemis ( Diana) sana, bu yüzden öfkeli. Kızını, tanrıçaya kurban edersen, denizler tanrısı Poseidon’a rüzgârını esirgememesini, kesmemesini söyleyecektir. Aksi takdirde ordular Truva’ya doğru yol alamayacaktır” der. Agamemnon, çaresiz, biricik kızı, Yunan prensesi İphigenia’nın, âşık olduğu Akhilleus ile nişanlanacağı bahanesiyle kandırıp, yanına çağırtarak, onu kurban eder. Bir söylenceye göre, Ay tanrıçası Artemis, İphigenia’nın güzelliğinden etkilenerek, ona kıyamamış ve onun yerine bir geyik göndermiştir. İphigenia’yı da alarak tapınağa rahibe yapmıştır.
Agamemnon kızı, prenses İphigenia’nın trajedisi ile Abraham oğlu İsmail’in kurban edilme öyküleri ne kadar da birbirine benzemektedir. İsmail’in öyküsü, hem Tevrat’ta, hem de Kur’an’da nakledilmektedir. Allah’tan çocuk isteyen ve olduğu takdirde, onu kurban edeceğini vaat eden (adak adayan) İbrahim peygamberin, günümüzden 5.000 yıl önce (MÖ.3.000’li yıllarda) yaşamış olduğu rivayet edilmekte iken; Truva Savaşı (MÖ.500) yıllarında meydana gelmiştir. Bu tarihlerin bize gösterdiğine göre, İphigenia trajedisi, İsmail’in kurban edilmesi öyküsünden 2.500 yıl sonra yaşanmıştır.
Sedat PAMUK, 27.06.2023, Tatlısu, Erdek