Erzincan İliç’te siyanürle altın çıkarma, doğanın talan edilmesine, bilmem kaç futbol sahası büyüklüğünde siyanür havuzlarının oluşmasına, bu havuzlardan su içen canlıların, kuşların ölümlerine yol açtığı yazıldı, çizildi… Gelişmiş hiçbir ülkede uygulanmayıp, tamamen sömürge ülkelere layık görülen bu vahşet ötesi yöntem, siyanürlü topraklardan dağların oluşturulması ve bu oluşan dağların, 350 metre mesafedeki Fırat nehrine doğru akması; bu esnada madende çalışan 9 işçinin toprak altında kalarak ölmeleri; halkımız tarafından, bir korku filmi izlercesine izlendi. Havaya, suya ve toprağa siyanür karışması, başlı başına bir facia olduğu yetmezmişçesine, birde siyanürün akarsuya karışması tehlikesi baş gösterdi. Fırat nehrinin, siyanür karışmış sularını, Basra körfezine kadar taşıdığını, bu suların tarımda kullanıldığını, içme suyu olarak faydalanıldığını bilemeyecek bir Allahlın kulu yoktur ama yetkililerden, kimsenin kılı kıpırdamadı. Hiçbir sorumlu istifa etmedi. Üstü örtülüp, soğumaya terk edildi. 6 Şubat depreminde olduğu gibi… Gelecek olan bir sonraki faciaya kadar…
Ülkenin birçok yerinde her türden maden çıkarma faaliyetleri artarak devam etmekteyken, maden arama ruhsatlarının daha da yaygınlaşmasına onay veren yasa, İliç maden faciasından hemen sonra Meclis’ten geçti ve kabul edildi. Kazdağları da, elbette ki bu yasa kapsamında, nasibini aldı. Daha önce 195 bin ağaç kesilerek, siyanürlü altın çıkarma faaliyeti yaşanmışken, yetmezmiş gibi, şimdi bir o kadar daha zayiat verecek bir alanda arama tarama çalışmalarına izin verildi. Kaz dağlarındaki siyanürün, yağmur sularını taşıyan derelerle Gönen Çayı’na akmakta olduğu, Gönen Çayı üzerinde kurulmuş olan Barajdan; Gönen’in, Bandırma’nın ve civar ilçelerin, beldelerin içme suyu karşılandığı, Biga Ovaları dâhil, bütün Gönen Ovasına hayat verdiği, tarımsal sulamada kullanıldığı gerçeğine, “Gerçek Gazetesi”nde dikkat çekilmişti. Köşe yazısı, önemli bir siyasinin kaleminden yazılmış, çok önemli bir uyarı yazısı mahiyetindedir. (https://gercekbandirma.com/kazdaglari-cok-gec-olmadan) Yazıyı okumuş iseniz, bir kez daha okumanızı, naçizane olarak salık veririm. Ben, bu yazımda, Kazdağları’nın tarihsel önemine dikkat çekmek ve doğanın bu eşsiz güzellikteki nadide parçasına kıyılmaması gerçeğini, dilim döndüğünce mitolojik öykü tadında aktarmak istedim.
Kazdağları ’nın mitolojideki adı, İda dağı diye geçmektedir… Ve bu, Tanrıların otağı kutsal dağ, Homeros’un İlyada Destanı’nda anlattığı Truva Savaşı’ndaki konumu açısından çok büyük bir önem taşımaktaydı. İda Dağı’nı mesken tutan tanrıların bir kısmı Truvalıları desteklerken, diğer önemli bir kısmı ise Akhaları yani Yunan savaşçılarını destekliyor, onlara, cesaret pompalıyorlardı. Ölümsüzler de tıpkı ölümlüler gibi ikiye bölünmüştü, bu savaşta; ölümlü insan evlatları birbirlerini boğazlarken, ölümsüz tanrılar güruhu, hırsla ve keyifle, gladyatörler savaşını izler gibi, birbirlerine kıyanları, yok edenleri izliyorlardı. İda ’nın yükseklerinde karargâh kurmuş olan tanrılar, aslında, insan hayalinde oluşturulmuş olan ölümsüz, soyut varlıklar olarak, Ova ’da, Truva’nın yüksek surlarının önünde yürütülen ve tam tamına 10 yıl süren kanlı savaşı yönetiyorlardı.
İda dağını gezip görenler bilirler ki, havasıyla, akarsularıyla, şifalı bitkileriyle ömürlere ömür katan, insanlara burada yaşayarak ölümsüzlüğe kavuşacaklarmış hissini uyandıran nadide bulunur bir doğa parçasıdır. Doğal bir tanımlamayla cennettir. Antik Yunan’da tanrıların mesken tuttuğu, ölümlülerle ölümsüzlerin ve de tanrılarla tanrıçaların kendi aralarında ilişkiler kurdukları, seviştikleri, yeni canlılar dünyaya getirdikleri, eğlenceler, düğünler tertipledikleri, hatta kendi aralarında güzellik yarışmaları düzenledikleri, o dönemin Olympos dağı kadar kutsal saydıkları bir dağ silsilesinin adıdır İda.
İda, söylem olarak, kulağa hoş gelen bir tınıyı da içinde barındırır. Yunancadaki ide –düşünce- gibi, yalın bir anlam taşımayan sade bir isimdir. Yunan medeniyetinden sonra da, bu coğrafyadan birçok ulus gelip geçmiştir: Persler işgal etmiş bir zamanlar. Bin yıl saltanat süren Doğu Roma İmparatorluğu, yani Bizanslılar bu geniş coğrafyayı vatan bellemişler. Ardından Türkler, göç ederek yerleşmişler. Bir ara, İslamiyet’in yaygınlaşma dönemiyle birlikte, buralara gelen ve İslam’ın kılıcıyla ele geçirdikleri bu
coğrafyada Araplar, çıngıraklı develeriyle dolaşmışlar. Bu esnada, IDA’yı, Bayram yeri olarak kabul etmiş olacaklar ki İda ismi, Arapçada Bayram olarak karşılık bulmuş.
Şölen yeri, bayram yeri anlamını içeren İda, zamanla Kazdağları diye literatüre geçmişse de, İda dağının en güzel noktasına kurulmuş olan Bayramiç yerleşkesi, tarihteki ilk güzellik yarışmasının düzenlendiği bir bölge olmanın onurunu, o gün bugündür taşımayı sürdürmektedir.
Mitolojideki ilk güzellik yarışması, Hera, Afrodit (Aphrodite) ve Athena arasında Bayramiç çamlığında düzenlenmiş. Bu, birbirinden güzel üç tanrıçanın arasından birisini seçmek, atomu parçalamaktan daha zor bir durum iken, bunu bir oyun zanneden o günün ölümsüzleri, dünyayı ateş çemberine çevireceklerinin pek de ayırdında değilmişler demek ki!.. Eşsiz güzellikteki üç hırs küpü tanrıçadan sadece birisine, sen en güzelsin demek cesaretini göstermeye baş tanrı Zeus bile yeltenemeyip, bu işi bir ölümlüye havale etmişti. Bu zor görev, dünyanın kaderini değiştirebilecek bir seçim olarak, çoban Paris’e verilmişti.
Çoban Paris’in kimliğine gelince, bir erkek güzeli olarak, parmak ısırtacak derecede yakışıklı mı yakışıklı olan bu mitolojik şahsiyet, İda dağına bebek yaşta bırakılmış bir Truva prensidir. Truva kralı Priamos ile Kraliçe Hekabe’nin küçük oğludur. Abisi Hektor’dan sonra dünyaya gelmiş, ama doğarken kaderi kara yazılmış bir bahtsız soyludur. Doğumu esnasında annesi, kâbuslar içinde Truva’nın yangın yerine çevrildiğini görünce, bu durum, mantislerce (kâhinlerce, bilicilerce) yeni doğan bebeğin uğursuz olduğuna yorumlanır –malumunuz, bilicilerin, tarihte çok önemli rol oynadıkları bilinmektedir- ve bebeğin hemen yok edilmesi gerektiğine karar verilir, aksi takdirde Truva krallığının sona ereceğini bildirirler. Ve ana kraliçe, çaresizlik içinde bebeğini İda’lı bir çobana, öldürülmesi için teslim eder. Çoban, bebeğe kıyamaz ve onu dağlarda çoban olarak büyütür.
Güzellik yarışmasına geri dönecek olursak; Paris’in kendisini seçmesini isteyen iri gözlü, dolgun vücutlu Hera, Paris’e Asya krallığını vadetmiş. Athena, deniz mavisi gözleriyle, alımlı, çalımlı duruşuyla, Paris’i etkilemek için, kendisini seçmesi halinde, onu en akıllı, en cesur erkeği yapabileceğini söylemiş. Ve hep gülümseyen, denizköpüklerinden doğmuş, ak gövdeli Afrodit ise, yeryüzünde yaşayan en güzel kadının sevgisini Paris’e bahşedeceğini söylemiş. Birbirinden cazip üç seçenekten hangisini seçmiş olabilir, Paris? Tabii, Afrodit’in sunduğu teklifi seçmiş. Seçmez olaydı! Bu seçim, onun hayatına mal olduğu gibi, Truva şehrinin yerle bir olmasına da sebep olmuştur. Mantis denilen kâhinlerin Paris’in doğumunda gördükleri kehanet gerçek olmuş, çünkü altın sarısı saçlı, dünyalar güzeli Helen, Yunan krallarından Agamemnon’un kardeşi Menelaos ile evlidir.
Afrodit, en güzel tanrıça ilan edilince sözünde durmuş ve Paris ile Helen’i birleştirmiştir, ama bu birleşme nedeniyle de adeta, o dönemin Antik “dünya” savaşı patlamıştır. Savaşın sonunda Truva şehri yerle bir olur. Agamemnon ve yarı tanrı olan Akhilleus, Truva kralı Priamos’u ve oğlu Hektor ile Paris’i öldürüp, savaşı kazanırlar. Tam 10 yıl gibi uzun bir süre devam eden savaşın kazanılmasında en büyük etken de “Truva atı” denilen oldukça büyük bir tahta atın içine gizlenen Akha savaşçılarının, aşılması imkânsız sur duvarları ile kaplı olan şehrin kapısını, herkes uykudayken açmaları sayesinde olmuştur. Truva atı stratejisi, o gün bugündür, tarihsel önemini muhafaza etmektedir.
2-3 sene önce de İlyada Destanı ve Truva Atı olayını, Tarihteki ilk Güzellik Seçimini bu köşede ele almıştım. Benim gibi mitolojik öykülerden keyif alanlar olabileceği düşüncesiyle, o gün yazdıklarımı buraya puntalamak istedim; https://gercekbandirma.com/kamu-calisanlarinin-ucret-artisi-ile-truva
23-02-2024/SEDAT PAMUK / İZMİR