20 Kasım 2007’de yazılmış çok uzun bir makalenin giriş kısmı bölümüdür. Bilgilenme içeriği nedeni ile yayımlıyoruz. İlgi uyandırır ise diğer bölümlerde yayımlanacaktır…
“Devlet problemi üzerinde yanılma küçümsenemez. Otomatikçe geri teper. Adamı alnından vurur. Devlet ‘silâh’tır. Silâhla oynamak, Abdülhamit’in ‘hürriyet’le oynamasına benzemez.”
Dr.Hikmet Kıvılcımlı. (“27 Mayıs ve Yön Hareketi’nin Sınıfsal Eleştirisi”.)
İnsanın kendine yabancılaşması ilkel komünal (ortakçıl-toplumsallaşmış) toplumdan sınıflı toplumlara geçerken başlamıştır. Bu da zaman ve mekân içinde yerleşikliğe geçen insanlığın köy-kent karşıtlığını ve kafa ile kol ayrıklığını doğurmuştur. Üretim güçlerinin gelişmesine paralel olarak gelişen üretim ilişkileri ve insanın kendini üretmesinin zorunluluğunda yeniden üretimin doğurduğu yeni işbölümleri sonucu gittikçe ayrışan kafa ile kol emeği, kapitalizmin serbest-rekabetçi aşamasında derinleşirken, köy ve kent arasındaki karşıtlıkta son durağına gelmiştir. Çünkü tekelci-rekabet kapitalizminin egemen olduğu emperyalist ülkelerde köyden kente göç, kır nüfüsunun -emperyal yeniden paylaşım savaşları sonucunuda göz önüne alırsak- bir yandan minumuma doğru azalarak diğer yandan bilim-teknik koşutunda üretim güç ve ilişkilerine uygun olarak “denge” konumunu yakalarken -ki bunu Batı Avrupa’nın bütün emperyal kırını dolaştığınızda gayet rahat gözlemlersiniz-; kent ise kapitalizmin zorunlu işsizler ordusu gereksinimini “yabancı emek gücü”nü destekleyerek karşılar olmuştur. Böylece diğer taraftan kentteki endüstriyel sektördeki “yerli emek gücü”nde; bilim ve teknikteki ilerlemelere koşut olarak çalışma verimliliği zorunluluğunda ‘vasıflı işçilik’ gelişerek, de facto-fiilen kapitalizmin bağrında kafa(tekniker) ile kol emeği(modern proleter) ayrışması tekrar bütünleşmesi sürecinde kaynak olacak olan ‘prole-tek-ya’nın oluşmasına neden olmuştur. Böylece sanayinin bilim-teknik buluşlarla polyalektik (çok ilişkili) merkezileşmesi ve yaygınlaşması sonucu işçi sınıfı nispi nicelik olarak azalmasına karşın nitelik olarak güçlenmektedir. Bu işçi sınıfının “kendi için sınıf” olma bilincini kavraması yolunda en önemli etkenlerden biri olan “iş-çalışma saatlerinin” indirilmesi ve asgari ücretlerin yükseltilmesi ekonomik mücadelesinden taviz vermemesi pratik(gerekir eylem) biçimlerini savunmasını doğurmaktadır. İşçi sınıfının “tembellik hakkını” savunması, onun bilinç düzeyini yükseltmek için kullanmak zorunda olduğu entelektüel faaliyetlerinin zamanına koşuttur. Bunun için burjuvazi, artı-emeğe el konulması olarak tezahür eden sermayenin kâr hadlerinin arttırılmasına paradox olan “tembellik hakkını” kısıtlamak, sürekli olarak iş saatlerinin çoğaltılması ve asgari ücretin düşürülmesi için; liberal Hayekçilik yoluyla işçi sınıfını ekonomik mücadele içinde boğma sinirli formülasyonu “Eşit İşe Eşit Ücret”i bularak, beyaz yakalı-sarı sendikacılık aracılığıyla işçi sınıfına bu karşı-devrimci şartı kabul ettirme yolunu seçmiştir. “Eşit İşe Eşit Ücret”i savunmak, işçi sınıfının siyasal hedeflerine “ihanet etmek” ile özdeştir! İşçi sınıfının praxis yolunda yürüyüşüne atılan çembedir…
Bu gelişmeye paralel olarak tekelci-rekabet kapitalizminin yeniden üretiminin yeni işbölümlerinin inkişafı sonucu küçük-burjuvazinin hizmetliler tabakası nicelik olarak artmıştır. İşte, geri bıraktırılmışlığı gelişmekte olan (ve emperyalistleşememe kaosundaki) ülkelerdeki küçük-burjuvazinin ‘ayranını kabartan’ bu gelişmedir. Bunu küçük-burjuva jakoben hülyalılar “orta sınıf” olarak tarif etme derin yanılgısı içindedirler. Hâlbuki bu sınıfın büyük kısmının gelir düzeyi işçi sınıfının altındadır. Ayrıca, işçi sınıfı zannettikleri gibi azalmıyor, aksine “öncü” işçi sınıfı, “proletekya” olarak kafa ve kol emeğini bünyesinde birleştirerek yenileniyor ve kütlesini, “halk” tabanındaki konumunu güçlendiriyor. Daralan gerek köylerde gerekse de kentlerde burjuvazinin tabanı. Jakoben fehmiler (küçük burjuvazinin radikal devrimci entelektüel aydınları) bunu kabul etmek zorundalar. Onlar hala “-sınıfsız- toplum” ve “-devrimci- milliyetçilik” taş-plağının “çıktık açık alınla, on yılda her savaştan” namelerinin gramofondan gelen cızırtıları ile zaman ve mekân kaybı içinde hülyalanıyorlar. Artık, kent emekçileri olarak adlandırdığımız kent küçük-burjuvazisinin hizmet sektörü çalışanları tavrını “radikal” olarak değil, işçi sınıfının iktisadi sendikal mücadelesine paralel olarak ortaya koyuyor. “Radikal” tavır koyanlar, burjuvazinin provokasyonlarına daima tava gelmiş olan öğrenci tabakası. Burada emperyal ülkelerdeki hizmet sektörü çalışanları olarak küçük-burjuvazi, mâlî oligarşi tarafından finanse edilen kredi sistemleri ile gerek iktisadi olarak, gerekse de medya-TV aracılığıyla üst yapı ideolojik (reklâmlar gibi) şartlanmaları ile kapitalist “sanal” varsılları olarak tıpkı köy küçük burjuvazisi gibi “denge” konumunda tutuluyorlar.
10-10-2016/14-Haziran -2016 İlk Yayın Tarihi