Sessizlik…Derinlemesine,odada hiçbir boşluk bırakmayan yapışkan bir sessizlik.Anıya ulaşmak için bakışların bir noktaya sabitlenmesi.Bir süre öylece beklemek.Hikayenin saklandığı yerden zihne çağırılması.Tekrar yazılması.Belki de şimdiye kadar onlarca üzerinden geçilen bir bağlantı noktası.Ruhların buluşması.Çatallanma.Ondakiyle bendekinin çarpışması.
Ne kadar akılsız bir adammışım.O pis kahveye her gün gidiyor,en iki üç saatimi orada kağıt oyunuyla geçiriyordum.Çok fazla sigara içiyordum o sıralar sadece ben değil herkes içiyordu.Kahvede dumandan göz gözü görmüyordu.
Bir süredir belirgin şekilde zayıflamıştım.İnatçı bir öksürük peşimi bırakmıyor,geceleri de ateşim yükseliyordu.
O gün yine oyun masasındaydım.Oyunun en heyecanlı yerinde yine bir öksürük nöbetine tutuldum.Ne yapsam geçmek bilmiyordu,neredeyse nefesim kesilecekti.Ciğerlerimden gelen şiddetli bir öksürükten sonra ağzımın içinde sıcak bir doluluk hissettim.Ne olduğunu anlamak için,pantolon cebimden mendilimi çıkarıp içine tükürdüm.Gördüğüm şey bedenimi dehşetle titretti.Kandı.Emin olmak için bir daha tükürdüm mendilime.Yine kandı.Korkuyla, nefes nefese kendimi dışarıya attım.Oyun arkadaşlarımdan Musa da arkamdan geldi.
O anlarda sonum annem gibi olacak diye düşündüm.Onbir oniki yaşlarımda iken veremden kaybetmiştim onu.İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı.Açlıktan,bakımsızlıktan köyümüzden başka insanların da ince hastalıktan öldüğünü hatırlıyorum.Annem son günlerinde,hasta yatağında küçücük kalmış yüzünde iyice belirginleşen hüzünlü gözleriyle bana bakar,elinden hiçbir şey gelmeyen insanların umutsuz teslimiyetine sessizce gömülürdü.Oğlunu acımasız bir dünyada tek başına bırakacaktı bir süre sonra.
Kendine malik olmayan kocası,oğlunun babası olacak adam, o, kanlı öksürüklerle sona adım adım yaklaşırken,karşısına geçip ‘geber,geber’ diye bağırdığı günden itibaren ölüme olan yürüyüşü sanki daha da hızlanmıştı.O sessiz,silik,donuk adamdan böyle bir öfkenin çıkması annesini şaşırtmış mıydı?Yoksa bu zaten bildiği şiddet ve acımasızlık sarmalının sadece bir halkası mıydı?
Dışarıda Musa’yla birkaç laf konuştuktan sonra doktora gitmeye karar verdim.Musa’nın arabasıyla hızlıca ilçeye ulaştık.
Doktor muayenemi yaptıktan sonra, öğretmen bey verem olmuşsunuz, vakit kaybetmeden Validebağ Sanatoryumu’na gidin,orada tedavinizi yapacaklardır dedi.
Muayenehaneden çıktıktan sonra,yaşadığım şoktan sıyrılıp düşünmeye çalışıyordum.Hayatım bir anda altüst olmuştu.Annen,seni ve abini bırakıp gidecektim.İyi olup olmayacağım da belli değildi.Sen küçüktün,bir buçuk yaşındaydın.Bütün bu duruma ben sebep olmuştum.Herşeyi berbat etmiştim.O an ölmek istedim.
Musa beni hastaneye götürmeye gönüllü oldu.Eve döndüğümde annene durumu açıkladım.Gerekli şeyleri yanımıza alıp,yola koyulduk.
Geç bir saatte İstanbul’a vardık.Son arabalı vapura yetişemediğimiz için,o akşam Validebağ’a gidemedik.Biz de o geceyi geçirmem için Zincirlikuyu’daki devlet hastanesine yöneldik.
Yol boyunca öksürüklerim ve kanamam hiç eksilmemişti. Hastaneye vardığımızda iyice bitkin düşmüştüm.Beni apar topar sedyeyle bir odaya aldılar.Yolun sonuna gelmiştim.
İşte yatakta öyle bitmiş durumda ölümü beklerken odanın kapısı açıldı ve üzerinde beyaz üniformasıyla esmer bir kadın içeri girdi.Yanıma yaklaşıp nasıl olduğumu sordu,üzerime eğilip beni muayene etmek istedi.
Sen kimsin diye sordum şaşkınlıkla,o da ben doktorum dedi.Ben de ‘hadi be oradan Çingene,defol git,beni sen mi iyileştireceksin diye avazım çıktığı kadar bağırdım.Çıldırmış gibiydim.Kadın kızdı,alın bunu müşahedeye götürün dedi gürültüye gelen hastabakıcılara.Beni derdest edip sedyeyle delilerin olduğu koğuşa götürdüler.Kadın ona hakaret ettiğim için beni cezalandırdı.Şimdi düşünüyorum da hatalıydım, öyle konuşmamalıydım.Ama kadın hakikaten çingeneydi.
Sonra Musa, Necati amcama olan biteni anlatmış telefonda.Amcam da benim gibi öğretmendi,benim öğretmem olmama sebep olan insandır.Bana çok emekleri geçmiştir.Koşturup geldi hastaneye.
Öğretmendir,aydın insandır,öyle davranmasını hastalığına verin,kendinde değil sağlıklı düşünemiyor diye doktorla konuşup,onu ikna etmiş.İki üç gün sonra beni cankurtaranla Zincirlikuyu’dan Validebağ’a transfer ettiler.
Validebağ’a getirdiklerinde ölü gibiydim.Benimle ilgilenen doktorun bakışlarından, durumumun ne kadar ümitsiz olduğunu anlayabiliyordum.Başka hastalar da vardı yattığım koğuşta.Bir sabah onlardan biri ölünce,iyice kendimden umudu kestim.Burası ölecek olanların tutulduğu yerdi.
Ama ölmedim.Yavaş da olsa uygulanan tedaviyle iyileştiğimi hissediyordum.İştahım geri geliyordu,daha rahat nefes alabiliyordum.
Güneşli bir gün,koğuş arkadaşlarım gibi dışarıya çıkıp şezlonga uzanıp dinlenmek istedim.Şezlong,hemen yatağımın yanındaki pencerenin önündeydi.O sırada doktor yanında hemşiresiyle koğuşa girdi.Yatağımın boş olduğunu görünce,yazık oldu kurtaramadık dediğini duydum.Şezlongda doğrulup,açık pencereye doğru cılız bir sesle ben buradayım doktor bey dedim.Sesimi duyup beni gören doktor,otoriter bir ses tonuyla ne arıyorsun orada hemen yerine geç dedi.Kalkıp içeri geçip,yatağıma uzandım tekrar.
Doktor beni muayene etti.Kulak memelerimdeki kızarıklığı işaret edip,çok şükür seni kazandım,artık iyileşiyorsun dedi.Ve ne zaman dışarıya çıkacağını ben sana söylerim,o zamana kadar talimatlarımı harfiyen uygulayacaksın,tamam mı dedi.
Durdu.Gözleri nemlendi.İçinden yükselen hıçkırıklar boğazında düğümlendi.Ağlamasını bastırmak için kendiyle yoğun bir mücadele içindeydi.Birşey söylemedim.Yaşadığı duygusal kabarmanın sönmesini bekledim onunla birlikte.Bu sessizlik uzun sürmedi.
Hastalığa yakalanmadan önce,son tartıldığımda sekseniki kiloydum.Sekiz aylık tedavinin sonunda tekrar o kiloya ulaşmıştım.Köye geri döndüğümde yanaklarım tombul tombuldu,bacaklarım pantalonuma sığmıyordu.
**
Hikayeyi bitirmişti. Bakışları bedenim üzerinde dolaştı.Sen kaç kilosun diye sordu.
Bilmiyorum,epeydir tartılmadım ama sanırım sekseniki dedim.
12-09-2020/AYGÜN ÖZER/BANDIRMA