Birileri birilerini kandırıyor. Aslında kandıramıyor da,kandırdığını sanıyor. Karşısındakinin gözlerinin içine baka- baka yalan söylüuyor.Kendisine sorulan sorulara ise
eveleme – geveleme cevap veriyor. Aslında cevap veremiyorda onurlu ve insanca bir yaşamın ne kadar uzağına düşüldüğünün belgelerini açıklıyor. Onun bile farkında değiller…Kimbilir hang, ninnilerle uyumaya alışmış olmalılar ki ,şimdi Kaf Dağında bile bitmeyecek masallar dipsiz kuyulardan bile farksız rüyalarda geziyorlar. Sanıyorlar ki ,ellerinde görünmez ve sihirli değnekler var. Güçlerinin yetmeyeceğini bile -bile , sanki babalarının abası altından sopa gösteriyorlar.
Ama yazık onlara ki ,onu bile beceremiyorlar…Olsa -olsa, ertelenmiş umutlarla geçmiş yaşamlarını bizlere parlak bir gelecek olarak sunmaya çalışıyorlar…Sahi onlar aramızda ve yaşıyorlar mı ?
*
Hatırla ki ; Nasıl biriktirdikleri şüpheli paraları her gün büyük bir zevkle seyrede onları sevip okşayan ve paraların çıkardığı ses kulaklarına ünlü bir müzik parçası gibi gelen kişi öldüğünde kapısındaki dilenciden daha zengin değildir.
Büyük İskender değil miydi ,tüm yurtları ele geçirip de artık zaptedilecek yurt kalmadı diye oturup hırsından ağlayan ?
Perikles değilmiydi mezar taşına şu sözleri yazdıran : “Ey insanoğlu burada Perikles yaşıyor”
Şu küçük toprak parçası cesedimi örttüğü için beni sakın ola kıskanma ‘
Gazneli Mahmut değil miydi ölüm döşeğinde tüm altınlarının ve mücevheratının önüne getirilmesini isteyen ve onları görünce ‘Hepsini bırakıp gidiyorum heyhat ! deyip bir çocuk gibi ağlayan ?
Sıradan ve yaşlı bir adam da hep ziyaret ettiği resim galerisinde etrafında bulunanlara şu sözleri söyler: ‘Aşağı yukarı 60 yıldır her gün bu resimlere bakıyorum. Bu süre içinde bir çok arkadaşlarım birbiri peşinden bu dünyadan göçüp gittiler. Bunlar arasında benden yaşlı olanlar, akranım olanlar vardı.Bir çoğuda benden gençti. Bir nesilden fazlası ölüp gitti. Ama o resimdeki yüzler hiç değişmedi ?O resimlere bakarken bazen dalıp ta; acaba onlar sahicidir de biz mi gölgeden başka bir şey değiliz diye düşünürüm’.
*
Orada ,çok yakında bir yol. Kenarında sıralı ağaçlar uzayıp giden o yol kızın bakışlarını durgunlaştırıyor. Bir başka alemden masmavi bulutların ötesine götürüyordu. O yolda, kainata rest çeken bir havada yürüyen kız boynundaki fuları bilerek sağa sola savuruyor,gittikçe kızgınlaşan Mayıs güneşine inat ,umursamaz bir şekilde kendisine bakan gözlerin olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Aslında,herkesin kendisine bakmasını istiyordu.Kız ,ilk bakışta ,baba parasıyla alınmış markalı postallar üstünde zıplayan ve etrafı horlayan devrimcilere benziyordu. Solu sevmeyen demokratlar ve rekabet istemeyen liberaller gibiydi. Hatta kimi zaman ,kuvvetli nefeslerin himmetiyle oturduklarıı koltuklara zamk gibi yapışan muhafazakarlar gibi boş atıp dolu tutmayı seviyordu. ‘Gören görsün bir şey olmaz ‘diyordu ama eve gittiğinde sabaha kadar ağladığını söylüyordu. Annesi mektupları bulmuş babası yeşil kolyenin kimliğini sormuş.’Akşama gelme’diyordu ama gece yarılarına kadar pencerede bekliyordu.Ertesi gün ise, hiç tanımadığı biriyle karşılaşmış gibi boş bakışlarla bakıyor ve sonra çekip gidiyordu. Bir sokak fenerinde ki çaresizliklerden ,bir gemi küpeştesinde boşanan hüzünlerden haberi yok gibiydi.
*
İngiliz tarihçi bilmem kaç yıl önce yazmıştı :
‘Kent ,büyük çapta kumar oynanan bir batakhaneye benziyordu. Hem de kapanma saatine yakın …Para destelerinin taşıdıkları rakamlar bütün değerlerini kaybetmişti. Oyun kağıtları ve zarlar da öyle… Kupa kızı maça dokuzlusu yerine kullanılıyor.Dört atıp altı oynanıyordu.Buna hile yapmak bile denmez .
Oyunda kural kalmamıştı. Sorumlular, dilediklerini yapmak sorumsuzluğunu akıl almaz bir umursamazlıkla kullanıyordu. Hiç kimse ,para destelerini saymıyor, banknotların sahte olup olmadığını araştırmıyor, çeklerin karşılığı var mı yok mu ,sormuyordu ‘
Ertan Erengin – Bandırma – 16-07-2015