TOPLUM SÖZLEŞMESİ * Jean-Jacques Rousseau*2
“Özü gereği, oybirliği ile onanma isteyen bir tek yasa vardır: O da toplum sözleşmesidir. Çünkü toplum halinde birleşmek dünyanın en istemli işidir; her insan özgür ve kendi kendisinin efendisi olarak dünyaya geldiği için, her ne bahane ile olursa olsun, hiç kimse onu isteği dışında buyruk altına alamaz.”
“Bu ilk sözleşme yanında, çoğunluğun oyu, öbür yurttaşların hepsini her zaman bağlar; sözleşmenin gerektirdiği bir sonuçtur bu.”
“Yurttaş, bütün yasaları, hatta isteği dışında onananları, hatta herhangi bir tanesine aykırı davranınca kendini cezaya çarptıran yasaları bile onamış olur. Devletin bütün üyelerinin değişmez istemleri, genel istemdir; üyeler onun gölgesinde hem yurttaştırlar, hem de özgür.”
“Gerçek bir demokraside, gerek töreler ve yetenekler, gerekse ilkeler ve zenginlik bakımından her şeyde eşitlik vardır. Lakin daha önce de söylediğim gibi, gerçek bir demokrasi hiçbir zaman var olmamıştır.”
“Monarşi yönetimlerinde seçime yer yoktur. Monark, yasa gereğince tek hükümdar ve tek yüksek görevli kişi olduğu için, vekillerini seçme hakkı yalnız kendindedir.”
“Aristokraside hükümdarı yine hükümdar seçer; yönetim kendini sürdürür. Orada halkın yönetimde yeri yoktur, çünkü soylu sınıfın kendisi halktır da ondan.”
“Bir hükümetin sıkışıp daralması, büyük sayıdan küçük sayıya doğru, yani demokrasiden aristokrasiye, aristokrasiden krallığa geçmesiyle olur. Hükümetin doğal eğilimi budur. Hükümet küçük sayıdan büyüğe doğru, gerisingeriye giderse, gevşemekte olduğunu söyleyebiliriz. Ne var ki, bu tersine ilerleyiş olacak şey değildir.”
“Venedik cumhuriyetinin kendi kanalları içinde ağır ağır gelişmesi bu geçişe bir örnek olarak gösterilebilir. Bin iki yüz yıldan beri Venediklilerin daha hala ikinci aşamada olmaları şaşırtıcı bir şeydir. Bu aşama 1198’de Serrar di consiglio ile başlar. Venediklilerin kınadıkları dukalara gelince, Squittinio della limberta veneta ne derse desin, hiçbir zaman Venediklilerin hükümdarı olmadıkları ispatlanmıştır. Buna karşı, Roma cumhuriyetini gösterecek ve bu cumhuriyet, tam tersine krallıktan aristokrasiye, aristokrasiden de demokrasiye geçmiştir diyecek kimseler olacaktır. Ben se hiç de böyle düşünmüyorum. Romulus’un kurduğu ilk hükümet karma bir hükümetti ve çarçabuk zorbalığa dönüvermişti. Özel birtakım nedenlerden, devlet ortadan kalkar; tıpkı insan diyebileceğimiz çağa gelmeden önce, ölüp giden bir bebek gibi, cumhuriyetin asıl doğuş dönemi Tarquiniusların kovulmasıyla başlar. Ama başlangıçtan değişmez bir biçim almış değildi. Soylular ortadan kaldırılmadığı için, işin ancak yarısı yapılmıştı. Çünkü bu yoldan, yönetim biçimlerinin en kötüsü olan soydan geçme aristokrasi, demokrasi ile anlaşmazlık halinde olduğu için, her zaman kararsız olan yönetim biçimi, Machiavelli’nin de çok iyi gösterdiği gibi, ancak tribun’ların kurulmasıyla değişmezliğe kavuştu. Ancak o zaman gerçek bir hükümet ve gerçek bir demokrasi kurulmuş oldu. Gerçekte, halk o zaman yalnız egemen değil, aynı zamanda hem yönetici, hem yargıç konumundaydı. Senato, hükümeti davranışında ölçülü ve toplu tutmaya çalışan, bağımlı bir kuruldu sadece. Consul’lar bile, birer soylu kişi ve en yüksek devlet görevlisi, ayrıca savaşta da tam yetkili birer tam komutan olmalarına karşın, Roma’da sadece halkın başkanlarıydılar. O zamandan sonra hükümet doğal eğilimine uymuş ve iyiden iyiye demokrasiye yönelmiştir. Patricia adeta kendini ortadan kaldırıyordu, aristokrasi de varlığını, artık Venedik ve Cenevre’de olduğu gibi patricia’da değil, pleb’lerle patricia’lardan kurulu senatoda, hatta ellerine erkin bir güç geçiren tribun’larda sürdürüyordu. Çünkü sözcükler olayları değiştiremez; Bir ulusun başında ulus adına onu yöneten başlar varsa, bunların adları ne olursa olsun, hükümet bir aristokrasi yönetimidir. Aristokrasinin kötüye kullanılmasından iç savaşlarla triumvira doğdu. Sula, Caesar, Augustus gerçek birer monark idiler; sonunda Tiberius’un zorba yönetiminde devlet dağıldı. Demek, Roma tarihi benim ilkemi yalanlamıyor, doğruluyor.”
“Ulusların gerçek mutlulukları da, mutsuzlukları da içinde bulundukları değişmez koşullardan gelir; her şey boyunduruk altında ezilip kaldıkça, her şey yok olup gitmiş demektir; O zaman baştakiler canlarının istediği gibi ortadan kaldırırlar onları, ubi slitudinem faciunt, pacem appellant (ıssızlık yarattıkları yerde barış var diyorlar) (Tacitus, Germania-Agricola, 31).”
“Montesquieu’nun düşüncesi odur ki, ‘Özgürlük, her iklimde yetişen bir meyve değildir ve o nedenle her ulus ulaşamaz ona!’ Dünyanın bütün yönetimlerinde devlet tüketir, üretmez. Öyleyse tüketilen nesneler nereden geliyor ona? Üyelerinin gereksinim fazlasından. Kamuya gerekli gereksinimleri bireylerin gereksinim fazlası karşılar. Bundan şu sonuç çıkar: Toplum hali, insanların emeğinin, kendi gereksinimlerinden fazlasını sağlayabildiği sürece ayakta durabilir.”
“Genel giderler, kaynakları ne kadar aşarsa, yurttaşların yükü o kadar ağır olur. Bu yükün ağırlığını ölçerken, vergilerin tutarından çok, çıktıkları ellere dönmek için geçmek zorunda oldukları yolu ölçmek gerekir.”
“Halkla hükümet arasındaki uzaklık ne kadar artarsa, vergiler de o ölçüde ağırlaşır. Bundan ötürü halk, demokrasilerde en hafif vergi yükü altındadır; aristokraside daha ağır, monarşideyse en ağır yükü taşır. Demek, monarşi yalnız çok varlıklı uluslara, aristokrasi varlık ve büyüklükçe orta halli devletlere, demokrasi de küçük ve yoksul devletlere elverişlidir.”
“Gerçekte, insan bu konuda ne kadar çok düşünürse, özgür devletlerle monarşik devletlerarasında o kadar çok ayrılık bulur. Özgür devletlerde her şey ortak yarara harcanır. Monarşi ile yönetilen devletlerdeyse, kamu gücü ile kişilerin gücü birbirini karşılıklı olarak etkiler; birinin güçsüzlüğü, öbürünün gücünü artırır. Zorbalık yönetimi ise, uyrukları mutlu etmek amacıyla yönetecek yerde, yönetmek amacıyla yoksul duruma sokar onları.”
“ İşte, her iklimde birtakım nedenler vardır ki, bunlara dayanarak bu iklimin gerektirdiği yönetim biçimlerini belirleyebilir; hatta ne çeşit halkı, olması gereken, ne çeşit bir yönetimin beklediğini dahi kestirebilmek mümkündür.”
“Devlet kendini birisine satmışsa, o kimsenin sırası gelince devleti satmaması ve güçlülerin kendisinden çektikleri paraları güçsüzlerden çıkarmaması pek olacak şey değildir. Böyle bir yönetimde her şey er geç parayla satılmaya başlar ve kralların yönetimi altında dirlik düzenlik, saltanat aralarındaki kargaşalıklardan beter olur.”
*1 Toplum Sözleşmesi, Jean-Jacques Rousseau, Çev. Vedat Günyol, İş Bank Yay. S. 70-106
*2 Jean-Jacqes Rousseau (1712- 1778); Aydınlanma düşüncesinin en önemli düşünür-yazarlarındandır. 1762’de yazdığı “Toplum Sözleşmesi” ile “Demokrasi”, “Aristokrasi” ve “Monarşi” ile yönetilen toplumların, toplumsal yapılarındaki “Özürlük- Liberté”, “Eşitlik-égalité” ve “Fratenité- Kardeşlik” kavramlarının nasıl bir işlerlik kazandığına yer vermiş ve “Genel oy” sistemi ile “Özgürlük” kavramı, bu üç yönetimde de nasıl bir önem içerdiğine yer vermiştir. Bu incelemesiyle,1789 Fransız Devriminin yapı taşlarını döşemeye katkı sunmuş ve o dönem için, oldukça önemli bir yapıtı ortaya koymuştur.
28.12.2024, Sedat PAMUK, İzmir