Unutulmaya yüz tutmuş ama unutulmaması gereken “Düğün geleneklerimiz”.
Bundan otuz sene öncesine kadar bizim oralarda çok güzel geleneksel düğünler yapılırdı. artık yapılmıyor. Yapılmıyor çünkü köyden kente göçle yaşanan büyük sosyolojik değişim yüzlerce yıllık geleneklerimizi de aldı götürdü. Toplumsal hafızamız da zayıf olduğu için hatırladıklarımızı kaydedelim.
*
Evlilikler çoğunlukla görücü usulde olurdu.
Genelde anne bir kızı beğenir, önce kızın annesiyle alt yapıyı oluşturur, eğer karşılıklı anlaşma olursa, anne oğluna söyler sonrada kızı istemeye gidilirdi.
Kız ve oğlanın bu tekliflerde karşı durma istememe lüksü yoktu, ana karar vermiş ve iş bitmiştir.
Sevdalık ederek evlenenler de olurdu, ama orada çok büyük bir sıkıntı vardı, anne babaların onaylamadığı sevdalığın evliliğe dönüşmesi çok zordu.
Gelini beğenecek olan yada gelinin kendini beğendireceği eşinden çok kaynana idi.
Bu konu çok uzun ve ayrı bir yazıda işlenmesi lazım.
Neyse biz düğünlere gelelim.
*
Düğün başlamadan bir hafta önce damat adayı bütün köyü ve çevre köyleri kapı kapı dolaşarak konu komşuyu sözlü olarak düğününe davet ederdi, yani davetiye falan yoktu, bunun yerine “Düğüne çağrılmak” vardı, düğüne çağrılan komşu mutlaka çağrıya icabet ederdi.
Üç gün süren düğünün birinci günü genelde perşembe günleri erkek tarafı “Ağırlık getirme” adı altında çoğunluğunu kadınların oluşturduğu kalabalık bir gurupla kız evine gidilir, kıza verilecek eşyalar, önceden alınıp dikilerek hazırlanmış elbiseler ziynetler vs bohçalarla götürülürdü.
Kız evinde misafirler en güzel biçimde ağırlanır, yemekler tatlılar ikram edililirdi.
Eskiden hazır giyim yoktu, manifatura mağazalarından metre işi çeşitli renk ve desenlerde bezler alınır, köydeki terzilik yapan kadınlara diktirilirdi.
Her köyün birde gelin düzenleyicisi yani kuaförü olurdu, bu kadın üç gün boyunca gelini süsler makyajını yapar, gelinliğini duvağını düzenlerdi.
İkinci gün (cuma) “Bulme donatma” günü idi, kız tarafı kalabalık bir kadın gurubuyla erkek evine gelir, gelin ve damat için Bulme (yatak odası) hazırlardı.
Artık kız ne hazırlamışsa ve erkek tarafı mobilya olarak ne almışsa ve bir önceki gün kız evine ağırlık olarak ne getirilmişse onlar tekrar erkek evine götürülüp oda donanırdı.
Burada da yemekler yenir türküler söylenir, oyunlar oynanırdı.
C.tesi günü erkek tarafı o akşamdan başlayıp ertesi gün yani düğün günü akşama kadar sürecek meşakkatlı bir yirmi dört saate hazırlanırdı.
Düğün sahibinin(damadın babası) yapacağı düğün mükemmel olmalı, çok iyi güzel ve kusursuzca planlanmalı ve uygulanmalıydı, bunun için her türlü imkanı seferber eder, her türlü hazırlığı, yiyecek kumanyasını hazırlardı, eğer halivakti yerindeyse bir inek keserek düğünde pişecek yemeklerin bol etli olması sağlanırdı.
Evde var olan ve komşulardan da toplanan sandalyeler masalar iskemleler dizilir, kapılara kalaslarla oturacak yerler, yemek verilecek masalar hazırlanırdı, evin içi ve dışı özenle düğüne hazır hale getirilirdi.
Köyün aşçısı önceden hazırladığı kumanyalarla yemek pişirmeye başlardı, akşam düğün merasimi başlayacak köyde ne kadar yaşlı genç çoluk çocuk varsa hepsi o akşam düğün davetlisi olarak gelecek, muhabbetler edilecek oyunlar oynanacak yemekler yenecek, çaylar içilecekti.
Aşçiya bir yada bir kaç kişi yardım ederdi, koca koca tencerelerde yemekler pilavlar pişerdi, aşçı burada sanatını konuşturur, yemeklerinin çok beğenilmesi için elinden geleni yapardı.
Genelde çorba, etli bir yemek, pilav olurdu, tatlı olarak baklava olmazsa olmazlardandı, baklavayı genelde komşular yardım olsun diye evlerinde açar pişirip düğün evine getirirdi, bu çok güzel bir gelenekti.
Akşama doğru artık herkes düğün evinde toplanmaya başlardı.
Büyükler oturma odalarında toplanıp muhabbete dalar, Gençler kendi aralarında eğlenir, çocuklar da karanlıkta kapılarda gizlenme(saklambaç) oynardı ama kulakları hep ne zaman yemeğe çağırılacaklarında olurdu, hele mis gibi yemek kokusu yayılınca zaten aç olan karınları iyice guruldamaya başlar, yavaş yavaş yemek verilen yere yanaşılır, bize ne zaman sıra gelecek diye gözler yemek masadından ayrılmazdı.
Burada yapılan büyük bir yanlışı anlatmadan geçemeyeceğim.
Yemek vermeye önce yaşlılardan başlanırdı ve yemek masaları da en fazla onbeş kişilik olurdu, bu durumda en az dört beş masa peş peşe yemek sadece yaşlılara verilir her masanın kurulup kaldırılması ortalama yarım saat sürdüğünden, çocuklara en az iki üç saatte anca sıra gelirdi, bu bekleyiş çocuklara ızdırap gibi gelir, yemek kokularından iyice acıkan çocuklar ayak altlarında dolaşır, kapı aralarından yemek yiyenleri ağızları sulanarak ve karınları guruldayarak seyrederdi.
(Bu durumu çok yaşamış biri olarak, köylerde düğün yemek organize işini üstlendikten sonra, önce çocuklara yemek vermeye başladım ve bu yanlış geleneği değiştirdim).
Düğünlerde yemek verme işini ya damadın iş bilen yakın arkadaşları, ya köyün becerikli hamarat delikanlısı, yada aşçının görevlendirdiği birisi organize ederdi.
Masa kurulur, tabaklar, çatal kaşık dizilirdi.
Sonra, ehil bir kişi, biri ıslak biri kuru iki havluyu omuzlarına atarak, masadaki tabak sayısı kadar mısafire önce ıslak havluyu tutar sonra kuru havluyu tutarak buyur ederdi.
Bu durum gelen misafirler bitene kadar artık kaç masa dolup taşacaksa sürerdi, her seferinde masa tekrar silinir yıkanmış ve kurulanmış tabaklar tekrar dizilir yeni misafirler ağırlanmaya devam edilirdi.
Sofra kesmek.
Yemek masalarında tam yemekler tabaklara konduğunda, yemeğe başlamadan önce, birisi tabancayı çıkarır tabağın üstüne koyardı, tabanca konmuşsa artık o tabanca oradan kalkana kadar kimse yemeğe başlayamazdı.
Tabancanın bir derdi vardır ve bu derdi düğün sahibi giderecektir.
Sofrayı kesenle düğün sahibi arasında, aracılık edenler vasıtasıyla çetin pazarlıklar yapılırdı.
Genelde boş şarjörün doldurulması istenirdi, o olmazsa damadın damatlıklarını giyip kravat takarak çok resmi bir eda ile gelip masa başında “Hoş geldiniz afiyet olsun” demesi ile sofra kesilme işine son verilirdi ve herkes soğuyan yemekleri yemek zorunda kalırdı .
Bulaşık işi de genç kızlara kalırdı, onlarda bu işi seve seve yapardı, çünkü arada bir de genç delikanlılarla kesişilir, sevdası olanlar bir birlerini daha kolay ve rahat görürdü.
Gençler ve orta yaşlılar kendi aralarında eğlenir, mızıka tulum yada nav eşliğinde horon eder oynardı.
*
Düğün gecelerinin olmazsa olmazı “Enişte asmak”.
Varsa evin eniştesi, yoksa en yakın akraba enişteyi iple bağlayıp ağaç dalına yada odanın tavanına asarak alttan da iğne batırarak enişte bağırtırılır feryad ettirilir ki onu çok seven kaynanası gelsin kurtarsın.
Ama bunu yapabilmek için önce enişteyi bir punduna getirip yakalamak gerekirdi, çünkü başına böyle bir şey geleceğini bilen enişte arkadaşlarından köşe bucak kaçardı, genelde en yakın güvendiği arkadaşı tarafından satılır ve yakalanırdı
Bu iş birazda gırgır şamata olsun diye kasti uzatılırdı, sonunda kaynana elinde bir tepsi baklava, yada varsa biraz fındık ceviz gibi hediyelerle gelerek enişteyi asılmaktan kurtarırdı, buna “Enişteyi asmak” denirdi
Bu arada akşamdan beri aralıklarla silah, torpil ve dinamit atmaya, patlatmaya devam edilirdi.
Dinamitle yüksek ses çıkarma işine, söz kesme ve nişan merasiminden başlanırdı ki düğünü yani iki gencin evliliğini duyan duymayan herkese ilan edilirdi.
Düğünlerde yakılan merminin haddi hesabı yoktu, üstelik gerçek mermiler atılırdı, o zamanlar kuru sıkı henüz yoktu yada kimse kuru sıkı atmayı kendine yediremezdi.
Mermi pahalı olsa da onu havaya sıkmak ayrı bir havaydı.
Bu konuyu burada uzatarak keyfimizi bozmayalım.
Tabii arada bir tutukluluk yapan silahlar da olurdu, bu durum silah sahibi için tam bir fiyasko olur, sağdan soldan tutukluluk yapan silaha “sok suyaaa” diye alaycı laflar atılırdı.
(“Sok suya”, “Tapanca”nın namlusu çabuk ısındı, suya sokup soğut anlamında).
Birde, sırf düğün sahibine pislik olsun diye, bazılarında evin saçaklarına ateş ederek kiremit kırma sevdası vardı, yada elektrik tellerine nişan alarak bakalım kim isabet ettirecek yarışı yapanlarda olurdu. çok akıllılıktan olsa gerek.
Ama bütün bunlar karşılıklı sevgi saygı anlayışla karşılanır, tatsızlık çıkarmamaya özen gösterilirdi, arada bir ufak tefek şeyler de olurdu tabii.
Gece uzun, şimdiki gibi atari telefon elde herkes bir köşede tek başına asosyallık yoktu, ama oyun çoktu, gençler ve orta yaşlılar çok sosyaldı, horon oynama faslı bitince daire şeklinde oturulup yüzük oynanırdı, bu da olmadı kamçı oynanırdı, en çok seyirciyi bu iki oyun çekerdi.
Gecenin sonunda misafirler yavaş yavaş dağılır evlerine giderdi, ev halkı bir iki saat daha evi temizleyip toparlama işini yapar ertesi güne evi hazırlardı.
Düğün sahibi olan ev halkı düğün boyunca çok yorulurdu ama tatlı bir yorgunluktu bu.
Bu arada erkek evinde bütün bunlar olurken kız evinde de kına vardır, düğün evinde olup bitenler kız evinde de oluyor, misafirler ağırlanıyor yemekler yeniyor, kadınlar kendi aralarında horonlar ediyor, türküler söylüyor, şairler eşliğinde atma türküler atılıyor, gelin süsleniyor, kına yakılıyor.
Erkek taraftan tek fark kız evi biraz hüzünlü olurdu, düğün evinin coşkusu kız evinde olmazdı.
*
Ertesi sabah yani pazar sabahı tekrar erkenden kalkılır hazırlıklara başlanırdı, artık kız almaya gidilecek.
Akşamki misafir komşular tekrar gelir kız almaya gitmek için beklerlerdi.
Önceleri araba ve araba yolu olmadığından kız almaya patika yollardan yaya gidilirdi, sonraları bu işler beş on tane minibüs otobüs tutularak arabalarla yapılmaya başlandı ki zaten işin tadı tuzu kalmadı.
Yaya yürüme zamanlarında uzuun bir konvoy oluşturulur, en önde köyün yaşlı ve ileri gelenleri olurdu, arkalarında gençler ve çocuklar, en arkada da kadınlar yürürdü.
Eğer hava güzel ve yol uzunsa bu yolculuk güle oynaya çok şahane geçerdi, evden çıkılırken bir posta silah atılırdı ki kız evine “geliyoruz” işareti verilirdi, yolda karşılıklı türkü atışmaları olurdu.
Yollar daracık patika yollar, tek sıra kalabalık konvoyun bir ucundan diğer ucu gözükmezdi.
Kız evine yaklaşıldımı tekrar bir posta daha silah ve dinamit atılarak erkek tarafının ne kadar coşkulu olduğu vurgulanırdı.
Düğün konvoyu kız tarafından yolda karşılanır eve buyur edilirdi, Ekabir kesim, damatın babası, yakınları, ve kadınlar içeri girer, diğer kalabalık kapılarda yollarda bekleşirdi.
Kız evindeki tören kısa sürerdi, maksat bir an evvel kızı alıp erkek evine ulaştırmaktı.
Ama kız evi de naz evidir öyle kolayca kızı vermezler, kaynata bir sürü prosedür den geçmek zorundaydı.
*
Gelini evinden çıkarma.
Gelin evden çıkmaya hazırdır da; kardeş yada kızkardeşler bu işe razımıdır ?.
Önce gelin henüz oturduğu iskemleden kalkmadan evin küçük oğlu kucağına oturturulur, kucaktaki çocuğun kalkması için damadın babası elini cebine sokmak zorundadır, belli bir para çocuğun cebine sıkıştırılıp gelin iskemleden kaldırılır ve hayat kapısına kadar gelinir, burada da kız kardeş yada abla engeliyle karşılanılır, kaynata tekrar elini cebine atar.
En zor bölüm gelinin ana kapıdan çıkarılmasıdır, bu kapı erkek kardeş tarafından tutulmuştur ve geçmek çok zordur.
Çetin pazarlıklar sonucu kaynata işi aynı yöntemle çözer ve alkışlarla kız baba evinden çıkarılıp düğün konvoyunda ki kadınların ortasında bir yerde güvenceye alınırdı, Düğün konvoyu müthiş bir silah ve dinamit şenliğinde yürüyüşe geçerdi.
Tekrar silah sesleri altında düğün evine varılır, kız eve girer, düzenleyici kadın gelini güzelce süsler, gelinliğini giydirir duvağını örterdi.
Gelinle damat büyükçe bir odanın köşesinde yüksek bir yere çıkarılıp kol kola ayakta dikilirdi ki konu komşu ve daha önce onları tanımayan misafirler rahatça görsün ve sonradan haklarında, “Ay gelin de hiç güzel değilmiş”, “Ay bunlar birbirine hiç yakışmamış”, gibi, yada tam tersi dedikodu yapabilsinler diye.
Damat eline tutuşturulmuş şeker yada bozuk para dolu tabağı gelinin kafasından aşağı boşaltır dı, odada ki genç kızlar ve çocuklar yere dökülen şeker yada paraları kapmak için yarışırlardı.
Kadınlar içerde kendi aralarında horonlar eder, türküler söyler eğlenirler, genç kızlar genç erkekleri horona davet ederek kol kola horon oynanır, bu arada da yeni yakınlaşmalar, sevdalıklar aşklar filizlenir, yeni evlilik temelleri atılırdı.
Akşam ki yemek faslı tekrarlanır, hem erkek tarafının hem de kız tarafının misafirleri yedirilir içirilirdi.
*
O zamanki düğünlerde takı yoktu, yani gelin ve damada para altın falan takılmaz dı, sonraları hediye alma başladı, bu hediye daha çok tencere tava, tabak kaşık yada süs eşyası şeklinde evin ihtiyaçları ile ilgili olurdu.
Artık düğün bitmek üzeredir, gelen misafirler yavaş yavaş vedalaşarak ayrılırlar, en son kız ile birlikte gelenler de vedalaşarak evlerine dönerek gelinle damat baş başa bırakılırdı.
Daha ötesini benden beklemeyin, bundan sonrasına ben karışmam .
Birazda siz düşünün
Yazıyı okuduğunuz için teşekkürler, eğer eksik bulduğunuz yanları var ise yorumlarınızla katkıda bulunabilirsiniz.
02-10-2024 /CEVAT YILMAZ