Yeni Türk ABC'si ve Osmanlıca Üzerine

YENİ TÜRK ABC ’Sİ ve OSMANLICA ÜZERİNE

Yeni Türk harflerinin kabul edilmesinin,1 Kasım 1928, üzerinden 90 yıl geçtikten sonra yeniden Arap harflerini ve bu harflerle yazılan Osmanlıcayı tartışmak ve bu dili okullarda zorunlu/seçmeli ders olarak okutmaya çalışmaya kalkışmak, AKP iktidarının ülkemizi eğitimde nereden nereye getirdiğinin en somut göstergesidir.

Sayın Cumhurbaşkanının her seferinde söylediğinin tam tersi,” bir sabah kalkınca Latin harflerini başımızda bulmadık”. 1839’da başlayan Tanzimat’la birlikte Osmanlı devlet adamları, aydınları, Osmanlıcanın daha kolay öğrenilebilmesi için değişik düşünceler ve görüşler ileri sürdüler. Osmanlıca okuma ve yazmada karşılaşılan sıkıntıları aşmak için Arap harflerinin biçimlerinde yapılması gerekli düzeltimleri ortaya koydular.

Yapılan bu çalışmalarda öncelikle Arap harflerinin Türkçe sözcüklerdeki ünlüleri karşılamada yetersiz kalması üzerinde durulmuştur. Örneğin ünlüler Osmanlıcada elif, vav, ye, he olmak üzere dört tanedir. Bunlardan he’ de sadece sonda bulunup a, e okutur. Yine elif, vav ve ye harfleri hem sesli hem sessiz harflerdir. Bunlardan vav ve ye’nin sesli olabilmesi için kendisinden önce bir elif’in bulunması gerekir.

Ünsüzlerde ise aynı sesin karşılığı birden çok harfin bulunması, s ünsüzünü karşılayan üç harfin bulunması gibi(sin, se, sad), z’yi karşılayan dört harfin bulunması yine harflerin başta ortada ve sonda farklı biçimlerinin bulunması yine bazı ünsüzlerin kalın, dokuz tane; bazı ünsüzlerin ince, dokuz tane, bazı ünsüzlerinse yanında bulundukları harflere göre hem kalın hem ince, on üç tane oluşunun okumayı ve yazmayı zorlaştırdığının altı çizilmiş ve değişik abc denemeleri yapılmıştır.

Osmanlının son yüzyıl Eğitim Bakanlarından Münif Paşa, 11 Mayıs 1862’de Arap harflerine yeni bir biçim vermek, bunların düzeltimi yoluna gidilmesi, yazılışı ve okunuşunu kolaylaştırmak gerektiğini belirtmiştir. Bunun yanında Latin Harfleriyle okuma-yazmanın daha kolay öğrenildiğinin altını çizmişledir.

Feth-i Ali, 1863’te Sadrazam Keçeçizade Fuat Paşa’ya Arap harflerinin düzeltimiyle ilgili tasarısını sunmuş, Paşa da bu çalışmayı incelenmek üzere Osmanlı Bilim Cemiyetine göndermiş, yapılan iki oturumda bu konu tartışılmış ve Arap alfabesinin gerçekten Türkçeyi yazmaya elverişli olmadığından “düzeltim’in” gerekli olduğuna karar vermiştir. Yine Feth-i Ali yeni bir çalışmasını Sadrazam Ali Paşa’ya göndermiş, bu tasarısında Latin harflerinin kabul edilmesini salık vermiştir.

Türkçemizde bulunup da Arap harfleriyle gösterilemeyen sesler için bir yazı yolu aramak gerektiğini vurgulayan Ahmet Cevdet Paşa’nın önerisi üzerine Encümen-i Daniş de bu konu üzerinde durmuş 1863-1864 ders kitaplarında Arap yazısı harekeli olarak(üstün, esre ve ötreli) olarak kullanılmıştır.

İbrahim Şinasi, Ebuzziya Tevfik, Ali Suavi Efendi, Feraizcizade Mehmet Efendi, Şemsettin Sami Bey, Maarif Nazırı Şükrü Bey gibi bütün Osmanlı aydınları ve yazarları Arap harflerinin düzeltimi ve yazımı konusunda değişik görüşler ileri sürüp çalışmalar yapmışlardır.

Bu konudaki çalışmaları iki ana öbekte toplayabiliriz: Birinci öbektekiler Arapça ve Farsça sözcüklerin yazımını kendi dillerinde olduğu gibi yazmak, Türkçe sözcüklerin yazımında ise bir düzenleme yapmayı; ikinci öbektekilerse Türkçe sözcüklerle Arapça, Farsça sözcüklerinin yazımında da aynı kuralı uygulamayı savunagelmişlerdir.

Fakat 2. Meşrutiyet döneminde Hüseyin Cahit Yalçın, Abdullah Cevdet, Celal Nuri(İleri), Kılıçzade Hakkı gibi aydınlar Latin harfleri ve buna dayanan yeni bir Türk alfabesinin oluşturulması yönünde cesaretli ve ileri görüşlü yazılar yazmışlardır.

Bu konuda ilk resmi girişim 1909’da Maarif Nezaretinde kurulan ”İmla Komisyonu” ile yapıldı. Ayrıca, Recaizade Mahmut Ekrem’in 1911’de kurduğu “Islah-ı Huruf Cemiyeti” adlı dernekçe yarı resmi bir girişim de yapılmıştır.

1914 yılında Kılıçzade Hakkı ve arkadaşları tarafından çıkarılan Hürriyet-i Fikrîye dergisinde “Latin Harfleri” başlığı altında yayımlanan makalelerde, Latin harflerinin niçin kullanılmasının gerekli olduğu belirtilmiştir.

1922 yılında, dönemin yazar ve gazetecileri Hüseyin Cahit, Yakup Kadri, Ahmet Emin, Ebuzziya Velid, Atatürk’e giderek, “niçin Latin Harflerini kullanmıyoruz?” diye sorduklarında, “ zamanı daha gelmemiştir.” karşılığını almışlardır.

Ulusal Kurtuluş Savaşının zaferle sonuçlanmasından sonra, 1923’te İzmir’de toplanan “Ulusal İktisat Kongresinde”, kongrenin işçi delegelerinden İzmirli Nazmi ve arkadaşları tarafından verilen bir önergede “Latin Harflerinin kabulü istenmiştir. Kongre başkanı Kazım Karabekir Paşa, bu önergeye “Latin Harfleri İslam’ın birliğini bozacak”, “geçmiş ile bağımızı koparacak” gerekçesiyle şiddetle karşı çıkmış ve işleme koymamıştır. Yine Latin Harflerinin kullanılmasına karşı çıkan bu temelde yazılar yazmıştır.

Bu tutumu eleştiren ve yanıt niteliğindeki yazıları Kılıçzade Hakkı ve Hüseyin Cahit kaleme almış ve Latin harfleriyle Türkçe yazılmasının gerekçelerini açıklamışlardır.

Genç Cumhuriyetin ilk yıllarında da bu “harf” sorunuyla ilgili tartışmalar sürer.

26 Haziran 1928 tarihinde Atatürk’ün başkanlığında on dört kişiyle toplanan “Dil Encümeni” bir rapor hazırlar. Bu hazırlıkları ve çalışmaları ağustos ayında yapılan bir Parti toplantısında Atatürk şöyle açıklar:” Çok işler yapılmıştır, ama bugün yapmaya mecbur olduğumuz, son değil, lakin çok gerekli bir iş daha vardır. Yeni Türk Harfleri çabuk öğrenilmelidir. Her vatandaşa; kadın, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik, ulusseverlik görevi olarak biliniz. Bu görevi yaparken düşününüz ki, bir ulusun, toplumsal yapının yüzde onu yirmisi okuma-yazma bilir; yüzde sekseni doksanı okuma yazma bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olan utanır. Bu ulus utanmak için yaratılmış bir ulus değildir. Övünmek için yaratılmış ve tarihini övgülerle doldurmuş bir millettir. Ulusun yüzde doksanı okuma-yazma bilmiyorsa hata bizlerde değildir. Hata onlardadır ki, Türk’ün karakterini anlamayarak birtakım zincirlerle kafamızı sarmışlardır. Geçmişin hatalarını, kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları düzelteceğiz.”

Atatürk, artık zamanı geldiğini düşünür ve 1 Kasım 1928’te, “ Yeni Türk Alfabesi” hakkındaki kanun tasarısı TBMM’ye verilir ve tasarı oy birliğiyle kabul edilir.

SONUÇ,

Yazının başında da belirttiğim gibi Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan’ın dediğinin aksine Yeni Türk Abc’sini bir gecede kafamızın üstünde bulmadık. Yazının içeriğinde belirttiğim gibi bu buluş yüz yılı aşkın bir araştırmanın, çalışmanın ve emeğin sonucudur.

SONUCUN SONUCU,

Hayran oldukları Osmanlı Sultan ve devlet adamları, harf ve yazım konusunda olduğu gibi her konuda bu yeni Osmanlıcılardan, mukallitlerden(taklitçilerinden) fersah fersah ileridedir.

Gültekin Mutlu- 5 Kasım 2018,Bandırma

KAYNAKÇA

1.Osmanlıca Türkçesine Giriş, Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş

2.Ölümsüz Atatürk ve Dil Devrimi, Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu

3.Dil Devrimi ve Sonuçları, Tahsin Yücel

4. Atatürk ve Ulusal Dil, Şerafettin Turan

5.Atatürk ve Harf Devrimi, M. Şakir Ülkütaşır