65 Yaş Üstü İsyanı

65 YAŞ ÜSTÜ İSYANI

65 Yaş üstü insanlarının sesi yükselmeye mi başladı yoksa onların yerine konuşanlar mı var derken, tanıdığım kişilerin bu konudaki düşüncelerini duymaya başladım. 65 Yaş üstü olanların, 68 kuşağı denilen, herkesin kabul ettiği özel bir jenerasyona ait olduklarını bilmeyen yok. Onları özel yapan nedenler sıralanıyor paylaşımlarda.

Kurtuluş savaşının enkazı içinde doğmuş olmalarından tutun da gördüğü iktidarlar, yaşadığı muhtıralar, sokak kavgaları, devrimci, ülkücü çekişmesinin içinden sıyrılıp çıkmaları, kadınların iş hayatına resmen girmeleriyle başlayan aile içi dengesizlikler.Tarım toplumundan teknolojiye geçiş. Kendi kendilerini eğitip yaşama bilinçli adımlarla başlama çabaları. Yokluk içinde varolabilmeleri....Çok ciddi bir değişimin içinde kendi doğrularını bulmak zorunda kalmış olmaları ve bütün zorluklara rağmen, en kaliteli müzik, sinema, şiir, roman, tiyatro, resim , heykel sanatlarının ünlü yaratıcılarını içlerinde barındırmış olmaları. Bütün bunları katlayacak onlarca haklı neden var. 68 Kuşağı ekonomik, siyasi, sosyal pek çok ciddi sınavdan geçti. Her insan, yaşadığı zaman diliminin olumlu olumsuz olaylarından payını alır. Bu kuşağın farkı, bütün olumsuzluklara rağmen yükselen bir ivmeyi çizmiş olması. Ancak birikimine sahip olamadı, değerlerini uzun süre koruyamadı. Komşuluk, arkadaşlık, öğretmen, öğrenci, aile içi, karı koca, işçi işveren iletişimi onları özel yaptı da; neden bu özellik daha sonra yetişen kuşakların büyük bölümüne; aktarılamadı.

O dönemin insanı kendi ana babasıyla kurduğu saygın ilişkiyi çocuklarıyla kurarken esnedi. Öğretmeniyle kurduğu iletişimi çocuğuna tümüyle aktaramadı. Komşusu, iş arkadaşı ile kurduğu bağlar, yaşadığı güzellikler orada kaldı. Çünkü o gün yaşadıklarının değerini bilemedi, doğru ifade edemedi, Birileri ile elele yürürken, herkesi kendi gibi zannetti. İlerisi için hesaplar yapılıp tuzaklar hazırlandığına ihtimal vermedi. Sağ sol çatışmalarında nice can yok oldu, ocaklara ateş düştü de; işin acı tarafı ne bir devrim oldu, ne bir ülkücünün hayali gerçekleşti. Bir şiir bir sarkı sözleri yüzünden hapsedildi insanlar, canları yandı. Yandı da beklerdik ki bu insanlar hapisten çıktıktan sonra yazı ve söz özgürlüğü için çaba sarfetsinler, kendileri gibi başkalarının da canı yanmasın diye... Yok! Hiç beklediğimiz gibi olmadı. Aksine onlar; insanları kontrol altında tutmayı seçtiler, otoriteyi seçtiler...

Aktarma sistemi doğru çalışmadı. Daha modern, daha özgür, daha rahat olmak istedi bu kuşak. İşte bu dahaların peşine takılıp en iyiyi bulmaya çalışırken ayar tutturamadı. Çünkü dünya sürekli değişiyordu. Kendisini gizli gizli izkeyen kara bir bulutun varlığını hissetmedi. Evlatlarına iyi birşeyler aktarsa da torunlarına ulaşamadı. Bizden sonra gelen neslin büyük bir kısmı bize hiç benzemiyor. Onların yetiştirdiği kuşaklar da onlara benzemeyecek. Özgürlük peşinde koşarken, korunması gereken sınırları yıktı. Modernleşirken ya züppe oldu ya arabesk.... Dinine sahip olurken ya gerici oldu irticaya hizmet etti bilmeden ya da ateist oldu. Eğitim ve bilim, emin adımlarla ilerletilemedi. Eğitimde hız kazanırken direksiyon hakimiyeti kaybedildi. Çağ atlarken omurgamızı incittik. Bu dönemde kadınlar; çalışan ve çalışmayanlar. Erkekler de; eşi çalışan ve eşi çalışmayanlar olarak ikiye ayrıldılar. Kadının çalışması erkeğin iznine bağlanmıştı. Bir erkek için eşin çalışmasına izin vermek, medeni cesaret istiyordu. Çalışan kadın dik başlı olur, koca boyunduruğuna girmez diye düşünüyordu toplum. Oysa bizim aile kültürümüzde erkek ne derse o olurdu. Kadın istediği yere gidemez, gönlünce para harcayamazdı. Erkek sahip olduğu bu haktan vazgeçemezdi. Kadın çalışacaksa bile, evde işler aksamamalıydı. Temizlik tam olmalı, erkeğin pantolonları gömlekleri temiz ve ütülenmiş olmalıydı. Yemek, saatinde yenmeli, konfeksiyon olmadığı için kadın örgü ve dikiş de bilmeli, yapmalıydı. Pekçok kadın maaşını hiç görmedi, miktarını bilmedi yıllarca. Para erkeğin cebine yakışıyordu, harcamayı sadece o bilirdi çünkü! Çalışmayan kadın, çalışanlara özenirdi. Kendine ait parası olsun, evde para yüzünden eksiklik duymasın isterdi haklı olarak. Sabah kalkıp giyinip kuşanıp işe giden kadınların eve dönünce ayaklarını uzatıp oturduğunu sanırdı. Kocası hem onun çalışmasına izin vermez hem eve para getiren kadını örnek gösterirdi. Bu iki ailede yetişen çocukların dramları da aile yapıları gibi çok farklı oldu.

Böyle ne yapacağımızı bilmeden yola çıktık. Çocuklar yetiştirdik kendimize benzemeyen.

Daha doğrusu onlar,hem bize hayran oldular, hem eleştirdiler. Yerleşmekte olan demokrasi, onların yolunu açtı. Onlar çocuklarını, bizim kendilerini yetiştirdiğimiz gibi yetiştirmeyi seçmediler. Evden, okumak veya çalışmak üzere ayrılanlar geri dönmediler. Eski geleneksel aile yapısı değişti. Kimi gelenekçi, kimi dindar, kimi özgürlükçü oldu. Kimi ne olacağına karar bile veremedi. Başına türban takıp altına dar saten etek giydi. Saçının bir telini göstemekten kaçındı, yüzüne porselen makyaj yaptı. Kadın haşama giydi, kocası şortla dolaştı ... Çocuklar slip mayo giymeyi seçtiler. Kızlı erkekli topluluklarda bugüne dek bilmediğimiz muta nikahı yaygınlaştı. Kültürümüze aykırı birlikteliklere böyle bir kılıf bulundu.Toplum olarak bir ucubeye döndük sonunda. Ne demokrasimiz demokrasi, ne özgürlüğümüz özgürlük, ne dinimiz din. Ne ahlakımız ahlak, ne siyasetimiz siyaset.

Biz doğru atılmış bir temelin üzerine çürük inşaat yaptık. Şimdi bu inşaatın çatısını oturtamıyoruz bir türlü. Her an tepemize inme ihtimali var. Bugün, kaçımız torunumuza komşuluk ilişkilerinde rehberlik yapabiliyoruz. Kim çocuğuna,torununa istediği okulda eğitim aldırabiliyor. Kim gerçek dinin doğru ahlak olduğunu öğretti. İşte doğru siyaset budur diye örnek gösterebileceğimiz bir siyasi yol var mı? Savurganlığı önleyebiliyor muyuz?

Su ve sabunla temizlenmeyi kendimiz bile unuttuk. Şampuan , deterjan denen kimyasallara bulaştık.

Kıymalı pideyi, etli ekmeği unuttuk hamburger yiyoruz. Ketçap mayonez var dolaplarımızda. Bırakın eskileri yamayıp onarmayı, dolabımızda sıra sıra dizilmiş bir iki kez giyilmiş kıyafetler, çeşit çeşit ayakkabılar kime ait?
Eğer bugün yaşamımıza sınır getiren, haklarımıza saygı göstermeyen, bizi devletin ekonomisine yük gören birileri varsa. Bizim o insanlar üzerinde emeğimizi hatırlayalım. Biz kendi doğrularımızla yaşarken; minik sivilcelerin derinleşip çıbana dönüştüğünü. Gerici zihniyetin yer altından ne kadar yol aldığını farkedememişiz.( Çoğumuz harcandık da; 15 _ 20 yaşına kadar olan gençlere yazık olmasın! ) Kimse mutlu değil ne yazık ki! Bugün dışarı çıkmalarında sakınca görülmeyen 65 altı, 20 yaş üstü olanlar. Çıkabildikleri için tef çalıp oynasınlar mı? Hepsi iş peşinde, ekmek derdinde. Çoğunun okul , evlenme, veya iş kurma çağında çocuğu var. Çoğunun iş güvencesi yok. Piyasa uykuda. Eve virüs girerse hedef onlar olacak
İnsanları yaşlarına göre sınıflandırmak ve sınırlamak görüldüğü gibi işe yaramadığı gibi çok sinir bozucu. Sorun evde oturmak değil. Biz kendi seçimimizle aylarca evden çıkmayabiliriz. Başkalarının bizi ayırması, sınırlaması çirkin. Sözde korunmak üzere eve kapatılan insana evin diğer bireylerinin virüs taşımayacağı nereden belli? 65 yaş üstü insanlar da herşeyin farkında. Bunca özgürlük savaşı verip sonra dünyayı sarsmış bir virüs yüzünden eve kapatılmayı taşıyamıyorlar. Onlar da herkes gibi kendilerini koruyacak önlemleri alabilirler. Zorunlu kapatılmak ağır ve yorucu. Devlet değişik yöntemleri deneyerek hangisinin etkili olacağına karar verecektir. . Şimdilik, bulunduğumuz çember içinde sağlıklı kalmaya çalışalım. Bulunduğumuz alanı sevimli ve çok işlevli hale getirelim. Bunca ceremeyi atlattık. Bunun da sonsuza dek sürmeyeceğ inanarak zamanımızı iyi değerlendirelim. İnsan kaç yaşına gelirse gelsin; yapacağı bir iş, söyleyeceği bir söz vardır. Kimse çıkmasa da biz kendimize sahip çıkalım. Yolun sonu bu olmamalı!

ULVİYE KARA AKCOŞ/30-05-2020/BANDIRMA