Ana. Maksim Gorki

ANA*          

                                 Maksim Gorki
        (  Analardır adam eden adamı/ Doğurganlıktır canlılığın devamı 
          Havva’dır üremeyi sağlayan /Âdem’in kemiğinden derse de efsaneler inanma, sorgula!
          Ölülerin kuralları canlıları yönetmekte/ Bu yüzyıllarda Anaların erki silinmekte!.. )

Dünya edebiyatının klasik yapıtları arasında önemli bir yere sahip olan “Ana” romanı, doğru dürüst eğitim hayatı olmayan Maksim Gorki tarafından 1906 yılında kaleme alınmış bir eserdir. Aradan geçen 100 yıldan fazla zamana rağmen, içeriği itibariyle, hala güncelliğini koruyan, devrimci mücadelenin; “teşhir, propaganda ve ajitasyon” etkinliğini en iyi sergileyen, kolay okunur ve sürükleyici bir romandır.
Rusya’da 1905 Devrimi’nde, Moskova yakınlarındaki küçük bir kasabada bir grup fabrika işçisinin, devrimci parti ile ilişkilenerek, Çar yönetiminin baskıcılığına, açlığa ve yoksulluğa karşı başkaldırması konu edilmektedir. Pavel ve Ana Pelageya, fabrika işçileri arasında devrimci bildiriler dağıtmaktadır. Fabrikada işçi olan oğul Pavel’in önderliğinde, diğer işçilerden, öğrenci ve köylülerden oluşan bir grup devrimci genç, işçileri aydınlatıcı bildiriler ve de sınıf bilincini yerleştiren propaganda faaliyetlerinden ötürü tutuklanınca, okuma yazma dahi bilmeyen Ana, çok sevdiği oğlu ve arkadaşlarının görevini hiç tereddütsüz üstlenir. Önce kendisi okuma yazma öğrenme mücadelesine girer ve sonra civar köylere, ilçelere, sandığında taşıdığı bildirileri, kitapları, yasak yayınları taşımaya başlar. Sıkı takip edilmesine rağmen fabrika içine bildirileri sokarak, oğlunun ve oğlu kadar sevdiği devrimci, kendisini işçi sınıfı mücadelesine adamış, fakat tutuklanmış gençlerin yokluğunu aratmaz. 
Fabrika işçisi olan Pavel’in babası, sürekli içki içen ve diğer işçiler gibi karısını döven, aksi yaradılışlı, kötü gülüşlü, sürekli kavga eden bir tiptir romanda. Onun erken denilecek yaşta ölümü, geçim giderlerini ve ev kirasını karşılayabilmek adına Pavel’i de genç yaşta fabrikada çalışmak zorunda bırakmıştı. Önce o da arkadaşları gibi içki içerek mahallenin yaşam koşullarına ayak uydurmayı denemişse de, bu” lümpen proletaryalığın” kendisine göre olmadığını kavrayarak, sınıf mücadelesine katılmada karar kılar. Gece, lamba ışığında geç saatlere kadar bültenler, duyurular, bildiriler, kitaplar okumaya başlar. 
Ana, bir gün Pavel’e, gece gündüz okuyarak ne yapmak istediğini sorar. Pavel’in cevabı şöyle olur; “Öğrenmek istiyorum, sonra da başkalarına öğretmek. Biz işçiler okuyup öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Hayatın bizler için neden bu kadar zor olduğunu bilmeli, anlamalıyız.”* s. 32
Pavel ve annesi Pelageya Nilovna’nın yaşadığı işçi mahallesi duman ve yağ kokusu içindedir ve orada yaşam sürdürenler, fabrikanın acı acı çalan düdüğüne göre sabahın alacakaranlığında işbaşı yapmaktadır. Akşam paydos düdüğü çalınca fabrikanın öğüttüğü, yüzleri isten kararmış işçiler sokaklara dökülmektedirler.
“Mahallede, her tarafta mavi mürekkeple yazılı bildiriler dağıtan sosyalistlerden söz ediliyordu. Bildirilerde fabrikada olup bitenler sert bir dille kınanıyor, Petrograd’da ve ülkenin güneyinde cereyan eden işçi grevleri anlatılıyor, işçiler birleşmeye ve çıkarlarını savunmak için mücadeleye çağrılıyordu.”*s.59
Ana, Pavel ve arkadaşlarının akşam toplantılarında hararetli tartışmalarına tanıklık ediyor, onlara semaver ile çay demliyor ve onların gaz lambası ışığında okumalar yazmalar yapmalarına takdir ve sevecenlikle bakıyordu. Bu çabalar karşısında Ana’da şöyle bir hissiyat doğuyordu;  “İnsanların gerçek mutsuzluk kaynağını bu çocukların bulmuş olduklarını hissediyordu. Ve onların inançlarını doğru bulmaya alışıyordu. Gelgelelim için için, yaşamı fikirlerine göre değiştirebileceklerine, içlerinde yanan ateşi tüm işçi sınıfına aktarmaya yeterli gücü bulabileceklerine inanmıyordu. Herkes bugününü yaşamak, tok geçirmek isterdi. Hiç kimse, o an yiyebileceği yemeği bir gün sonrasına dahi ertelemek istemezdi. Pek azı izleyecekti bu uzak ve sıkıntılı yolu. Bu yolun evrensel kardeşliğin hüküm sürdüğü bir harikalar diyarına çıktığını çoğu kişinin gözü göremeyecekti. Ve böyle olduğu içindir ki, bu iyi insanlar, sakallarına ve çoğu zaman yorgunluk akan yüzlerine karşın, çocuk gibi görünüyorlardı gözüne. Başını sallayarak: ‘Zavallı yavrucaklarım!’ diye düşünüyordu.*137
Pavel ve arkadaşlarının üst üste tutuklanmaları, ama devrimci mücadeleden bir adım geri atmamaları Ana’yı duygulandırıyor ve işçi sınıfının sınıf bilincini canlandırmanın başa düştüğünü düşünüyor, parlayan kıvılcımın hiç sönmemesi gerektiğine inanıyordu.
“Nataşa bir dokuma fabrikasının yakınındaki bucağın okuluna öğretmen olarak atandı. Pelageya ona yasaklanmış kitaplar, bildiriler, gazeteler götürmeye başladı. Resmen bu işle görevlendirildi bir süre sonra. Ayda birçok kez kimlik değiştiriyor, kâh rahibe, kâh dantel ve tuhafiye satıcısı, kâh hali vakti yerinde bir burjuva kadını ya da turist kılığına giriyor, ister yaya olsun isterse tren ya da yük arabasıyla, omuzunda torba, elinde valiz, dolaşıp duruyordu. Vagonda olsun, vapurda olsun, otellerde ya da hanlarda, her yerde rahat ve yalın davranıyor, tanımadığı kimselerle konuşuyor, hoşa giden sözler söylüyor, çok görmüş geçirmiş kadınlar gibi kendinden emin tavırlarıyla dikkat çekiyordu. İnsanlarla konuşmaktan, yaşantılarını, sızlanışlarını, karşılaştıkları zorlukları dinlemekten hoşlanıyordu. Her yerde insanların aynı siniklikle aldatıldıklarını, soyulduklarını, sömürüldüklerini, kanlarının emildiğini bütün çıplaklığıyla görüyordu. Şunu da artık biliyordu ki, halk yoksulluk içindeyken, paha biçilemeyecek zenginliklerin yanında yarı aç yarı tok ömür tüketirken, yeryüzünde her şey vardı, her şey boldu.”*s.251
Pavel’in arkadaşlarından Ribin, bildiri dağıtırken kolluk kuvvetlerince yakalanır ve sokak ortasında, herkesin gözü önünde ağzı burnu kırılıncaya kadar dövülür. Ana, oğlu gibi sevdiği Ribin’in işkence edilişine çaresiz gözlerle izlemek zorunda kalır. “Ribin güçlü bir sesle; ‘Köylüler’ dedi. ‘O kâğıtlarda yazılanlara inanın. Onlar yüzünden öldüreceklerdir belki beni. Dövdüler, işkence ettiler. Onları kimden aldığımı zorla söyletmek istiyorlardı bana. Yine dövecekler. Her şeye göğüs gereceğim. Çünkü o kâğıtlarda gerçekler yazılıdır, gerçek ise, ekmekten daha gereklidir bizler için. İşte bu kadar!”* s. 293 
Ana, gece gündüz demeden, köy, kasaba demeden propaganda ve bilgilendirme faaliyetlerini sürdürürken, çabalarının sonuçsuz kalmadığını görmektedir. Onun bu duygu halini anlatan satırlarla yazımıza noktamızı koyalım. Ve bir çaba da siz okurlardan bekleyelim; Ana romanını okumadıysanız bugüne kadar, Bandırma Halk Kütüphanesinden temin edebilirsiniz, tıpkı benim yaptığım gibi.
“Ana, nihayet emeline ulaşmış olmanın sevinci içerisindeydi: İşte kendisi de gerçeği öğretiyordu insanlara! ‘Halk böyle insanlarla omuz omuza yürüyebilir. Onlar ufak tefek sonuçlar elde edince, hemen uzlaşmaya yanaşanlardan değiller. Bütün yalancıları, kötüleri, açgözlüleri yenmedikçe durmayacaklar. Halk tek canlı halinde birleşmedikçe, tek ses halinde “Efendi benim, herkes için eşit kanunları ben kendim yapacağım!” demedikçe, kollarını kavuşturup oturmayacaklar!..”* s. 313
Sedat PAMUK,20.08.2024, Tatlısu, Bandırma
*Ana, Maksim Gorki, Çev. Zaven Biberyan, Yordam Edebiyat, 2016