Balkanlarda Kimlik Arayışları

.Balkanlarda Kimlik Arayışları 

 

ABDÜLMECİD NURETTİN

GİRİŞ....

...*

. Balkan Ülkelerinde  Modernleşme, Kimlik ve Din Hiçbir toplum durağan, hareketsiz veya statik değildir. Her toplum ve kültür sürekli bir değişim içerisindedir. Değişme zamana ve yere göre hızlı veya yavaş olabilmektedir. Sosyal değişmeyi etkileyen çeşitli iç ve dış faktörlerden söz etmek mümkündür. Ancak, değişme toplumlar için ne kadar doğal bir olgu ise, onun meydana getirdiği uyum/uyumsuzluk problemlerine çözüm bulabilmek de o kadar önem taşımaktadır. Bu anlamda toplumun sürekliliği, değişme sürecinde meydana gelen yeniden bütünleşme ve uyum düzeyine bağlıdır denilebilir. Değişimi sosyal ve kültürel yapının ihtiyacı oranında özümsemesi “sosyo- kültürel bütünleşmeye”, değişmenin benimsenmemesi ve mevcut yapıyla çatışması ise, “sosyo-kültürel çözülmeye” sebep olmaktadır. Modernleşme, Batı’ya ait bir olgu olmakla beraber, etkileri az ya da çok tüm dünyada hissedilen bir olgudur. Modernleşmenin sosyal ve ekonomik gelişmişlik düzeyini, okur-yazarlık oranındaki artışı, insan hakları, demokrasi sekülerizm gibi bazı özellikleri bünyesinde barındırdığı varsayılmaktadır. Batı dışındaki toplumlar için modernleşme sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel vb. alanlarda Batı toplumlarının sahip olduğu yapı, kurum, değer ve sistemlere sahip olmak amacıyla yapılan tüm düzenlemeleri kapsamaktadır. Modernleşme, hem sosyal yapıda meydana gelen kurumsal değişmeleri, hem de bireysel düzeyde tutum ve davranış değişmelerini içeren karmaşık bir süreçtir.

6 Balkanlarda  modernleşme süreci Fransız devrimi ile  yaygın bir anlayış halini almıştır. Ancak Batı modernleşmesi ilemkıyaslandığında Balkanalar’daki  modernizmin tarihi arka planının çok gerilere gitmediği de bir gerçektir. Balkan modernleşmesinin arkasındaki itici güç, toplumun kendi iç dinamiklerinden ziyade dışarıdan gelen etkiler sonucu olarak başlanmıştır. Batı modernizminin Balkanlardaki tesiri Slav milliyetçiliğin yükselişiyle birlikte  İslâm kimliğinin  belirginliğini yitirmesiyle süreç başlamıştır.

7 Altı asır Balkan coğrafyasındaki egemenliğini sürdümüş olan  Osmanlı İmparatorluğu’nda değişim askeri alanda görülen yetersizlikleri gidermeye yönelik ihtiyaçtan doğmuştur. Bu sebepledir ki III. Selim döneminden itibaren bu alanda yenilik çalışmaları başlatılmıştır. Tanzimat ise, daha ziyade azınlık haklarını korumaya yönelik ve özellikle de Osmanlı tebaasının milletten vatandaşlığa geçişini sağlayan adımların ilki olmuştur. Osmanlı Devleti’nin karşılaştığı sorunları çözebilmek amacıyla önce askeri, sonra eğitim, idare ve hukuk alanlarında gerçekleştirilen yenilikler daha çok devleti kurtarmak amacıyla sisteme yönelik ve kısmi reform niteliği taşımaktaydı. Birinci ve İkinci Meşrutiyet dönemlerinde bir taraftan devletin işleyişindeki aksaklıkların giderilmesine yönelik çözüm aranırken, diğer taraftan toplumsal sorunların çözümüne de önem verildiği görülmektedir. Bu tartışma konuları arasında din (İslâmiyet) çok özel bir konuma sahipti. Burada esas olarak, iki farklı temayül söz konusudur. Bunlardan birincisi dini modernleşmenin önünde bir engel olarak algılayan Batılılaşma taraftarlarının görüşleridir. Bu fikir hareketine mensup olanlar, tıpkı Batı’da olduğu gibi bir reform hareketinin başlatılmasını istemekteydiler. Osmanlı’daki değişim talepleri, Balkan milliyetçiliğinin de fitillenmesini hızlandırmıştır.
2.1.  Geçmişten Günümüze Balkan Coğrafyasında Kimlik Mücadelesi XX. yüzyılda dünyanın en kanlı, en karışık ve en huzursuz bolgelerinden birin olan Balkanlar, günümüzde hâlâ Avrupa’nın ortasında, büyük bir sorun olarak durmaktadır.Bölgede yaşanan kimlik çatışması bu durumun en önemli nedenlerinden biridir. Balkanlar’daki son savaşların ardından imzalanan anlaşmalar, bölgeye barışı getirmişse de, bu coğrafyada adaletten söz etmek günümüz için bile çok olası gorunmemektedir. Bu yönüyle Balkanlar’da hâlâ bir otorite boşluğundan söz etmek mümkündür.

8 Osmanlının Balkan bölgesine getirdiği yeni yönetim sistemi, bölge milletleri tarafından çok çabuk benimsenmiştir. Osmanlı bölgedeki iktisadi ve sosyal yapıyı bütünüyle değiştirmiştir. Bundaki en önemli etkenlerden biri, 
bölgedeki feodal Hristiyan yapının bölge insanlarını ve emeklerini sömürmesi olmuştur. Osmanlı öncesinde yerel halklar, adaletsiz yönetimler karşısında iyice sinmişler ve adeta bir kurtarıcı arayışına girmişlerdir. Zaten Osmanlının bölgeye kılıç zoru olmadan girmesi ve bu bölgede rahatlıkla hüküm sürmesinin altındaki birinci neden bu olmuştur.

9 Ayrıca, Osmanlının bölge halklarını koruması ve devlet güvencesi altında bir yaşam sunması, Balkan milletlerinin özlemini duyduğu bir atmosferdir. Osmanlı ile beraber vergiler düşürülmüş ve halkın devlete olan angarya hizmetlerine son verilmiştir. Köylü rahatlamış, asayiş kurulmuştur. Osmanlı buna ek olarak eski sınıfın kudretlilerini ortadan kaldırmış, onun yerine orta sınıfı destekleyerek bölge halklarını entegre sürecine dâhil etmiştir. Osmanlı devlet sisteminin en belirgin özelliği tebaasına hoşgörülü yaklaşımı olmuştur. Özellikle Hristiyan eyaletlerde yerel diller, dinler ve hatta siyasal ve sosyal kadrolar korunmuş; kilise ve ruhbanlarla anlaşılarak onlara vergi imtiyazı dahi sağlamıştır. Bölgedeki Hristiyan kavgasına son veren Osmanlı, özellikle Bogomilizm inancına sahip zümrelere gösterdiği hoşgörü ve yaklaşımı ile ileride bu inanç sahiplerinin din değiştirip Müslüman olmalarına zemin hazırlamıştır. Hâkimiyet sağlanan bölgelerdeki halkı asimilasyonu düşünülmemiş, nede bu yönde cebri uygulanmıştır. Osmanlı toplumu, Müslüman ve gayrimüslim olmak üzere iki ana guruba ayrılmıştı. Bireylerin toplumdaki statülerini belirleyen temel factor dindi ve toplum inanç timeline gore çeşitli Milletlere ayrılmıştı. Millet,bir din yada mezhebe bağlı topluluk anlamına gelmekteydi.Osmanlıda millet kavramı, bir ırkı yada ortak bir dile sahip topluluğu ifade etmek için değil, aynı inanç ya da mezhebe mensup insanları ifade eden idari ve kültürel bir terim olarak kullanılmıştır. XX. yüzyıla gelindiğinde Balkan milletleri romantizm ve milliyetçilik akımlarının etkisiyle ve Avrupa devletlerinin kışkırtmasıyla yavaş yavaş Osmanlıdan ayrılarak bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Sınırları Avrupalı devletlerce yeni Balkan ülkeleri milli kimliklerini yeniden inşa edebilmek için Ortaçağdaki sınırlarını yeniden kazanmak hayali peşine düşmüşlerdir.

10 Fakat bu hayallerin bedeli, başta Balkan toplumları olmak üzere Osmanlıya çok pahalıya mal olmuştur. Bu noktada Osmanlı yönetimi tarafından korunmuş olan dinsel kurumlar, kurulan devletlerin her birinde siyasilerin elinde bir araç olarak kullanılmaya başlanmıştır. Devlet yöneticileri homojen bir millet oluşturma gayretlerini, kendi halklarına haklı göstermek için dinsel imgeleri kullanmışlardır. Dinsel farklılığın siyasi bir temel olarak bu şekilde kullanılması, gerekli görüldüğünde ötekilere karşı asimilasyonun ve etnik temizliğin yolunu açmıştır. XIX. yüzyıldan günümüze kadar uygulanan bu politika sebebiyle Balkanlarda milyonlara varan ölümler meydana gelmiştir Balkanların içinde bulundukları bu durumda, bu sürecin önemli bir payı vardır.

11 Balkanlar’daki en büyük sorunlardan biri de farklı kimliklere bağlı kimlik çatışmalarıdır. Balkan halkları arasında ortaya çıkan kimlik tanımlamalarında geçmişten günümüze kullanılan en önemli ölçüt; dil, etnik köken ve ırk belirgin oduğu yansıtılsa da, aslında  din unsuru daha belirgin olmuştur. Bu coğrafyada  var olmanın en önemli şartlarından biri olarak görülen milli kimlik meselesi bugün için gündemi hâlâ meşgul eden en önemli meselelerden biridir. Özellikle Osmanlı sonrası dönemde, milli kimliklerini daha da belirginleştirmeye çalışan Balkan milletleri, uyguladıkları politikalarla coğrafi bölgede yalnızlaşmaya ve arkasından siyasi bir çıkmaza doğru yol almıştır. Balkan toplumlarının farklı dini, etnik ve kültürel çeşitliliklerine rağmen bir arada yaşama tecrübesine fazlasıyla sahip olduğu biliniyor. Fakat uzun süren etnik ve dini çatışma ortamları bu toplumu oluşturan unsurlar arasında özellikle son dönemde ciddi kırılmalara neden olmuştur. Balkanlar’da yaşanan kültürel kimlik krizlerin temelinde baskın kültürlerin iktidar mücadelesi yatmaktadır. Balkanlar genel olarak ele alındığında, bu topraklarda her ulusun kolayca barınabileceğini söylemek çok kolay değildir. Zira,iç içe geçmiş etnik bir yapı, katı ve düşmanca bir milliyetçilik anlayışı, dış güçlerin bölgeye müdahalesi ve ekonomik geri kalmışlık bu bölgede tutunmayı her zaman zorlaştıran başlıca etkenler olmuştur.
3. Balkanlarda Din-Kimlik Bağlamında Kimlik Arayışları Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’ı etkilemiş olan önemli siyasal  kurumsallaşması “Millet Sistemi”dir. Bu sistem, Osmanlı İmparatorluğu’nun  Balkanlar’daki hakimiyetinin temel kurumlarından birisi olarak uygulandı.  Balkanlar’ın dinsel ve siyasal yapısını derinden etkiledi ve bu etkiler, bağımsız  Balkan devletlerinin kurulmasından sonra da devam etti. Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan insanların tamamı padişaha bağlı “tebaa”  olarak adlandırılıyordu. Devlet yönetimi, bu tebaayı “Müslüman tebaa” ve  “gayrimüslim tebaa” olarak ikiye ayırıyordu. Osmanlı devlet anlayışına göre  gayrimüslim tebaa, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşayan, devletin  belirlediği kurallara uyan, Müslüman olmayan ama devlet tarafından “korunan” insanlardı.

12 Osmanlı döneminde Balkanlardaki kimlik ”din-kimlik” bütünleşmesi sonucunda Müslüman olan herkeze Türk ve Türk olan herkeze müslüman tanımlaması yapılmıştır. Bu durum din kimlik bütünleşmesinin göstergesidir. Bundan hareketle, Balkanlarda sınıflandırma, müslüm ve gayri müslüm olmak üzere  iki kategoride gerçekleştirilmiştir. Günümüzde bile Balkan milliyetçileri, Boşnakları, Arnavutları veya  etnik olarak Türk olmayan ve Türkçe konuşmayan Balkan Müslümanlarını “Türk” olarak tanımlamaktadırlar.

13 Bundan ötürü, etnik kökenleri ne olursa olsun, Balkanlar’daki tüm Müslümanların, aralarında yaşadıkları Hıristiyan uluslardan ayrı bir “millet” olarak algılanmalarıdır. Bu “millet”in ismi ise, her ne kadar etnik bir Türklüğü ifade etmese de, “Türk Milleti”dir.14 Balkan milliyetçiliği Ortodoks Hıristiyanların birliğini parçalarken, öte yandan tek vücut ve değişmez bir Müslüman cemaati imajı üretmiştir ve bunu da “millet” kavramı bazında belirginleşmiştir. Balkanlar’daki Hıristiyan halklar kendi aralarında milliyetçilik kıstasına göre ayrımlar geliştirirken, öte yandan Müslümanlara, sanki bu insanlar tek bir milletmiş gibi davranmışlar ve bu yönde bir söylem geliştirmişlerdir. Bu Hıristiyan uygulamasının en açık örneği, Balkanlar’daki tüm Müslümanlara, etnik kökenlerine göre bir ayrım yapmadan, “Türk” denmesidir. Bu, bölgede hala çok yaygın olan bir kullanımdır.

Öte yandan, Balkan Müslümanlarının geneli de, milliyetçi söyleme adapte olmadıkları ve Balkanlar›daki ulus-devlet oluşumları tarafından dışlandıkları için, kendilerini ayrı bir “millet” sayan bir toplumsal bilinci bugüne kadar korumuşlardır.

16 Balkan Müslümanları için dini kimlikleri her zaman için etnik kimliklerinden çok daha öncelikli olmuştur. Bulgaristan’da durum böyledir; Bulgarlar tarafından “Bulgar Müslümanları” olarak tanımlanan Pomaklar kendilerini Bulgarlardan çok Türk olarak ifade etmektedirler.. Bosna’daki durum daha da belirgindir; Sırplarla ya da Hırvatlarla tamamen aynı etnik kökene sahip olan ve aynı dili konuşan Boşnaklar, bu iki halkla hiçbir zaman bütünleşmemiş, kendilerini hep Osmanlı ekseninde görmüşlerdir. Aynı durum Makedonyalı Müslümanlar hiçbir zaman Makedonyalılık adına İslam’ı geri plana atmış ya da reddetmiş değildirler. Aksine, çoğu  kez Slav olmayan bir İslam kimliğini benimsemişlerdir. Makedonya’daki Müslüman Arnavutlar ya da Çingeneler, kendilerine Slav kimliğini benimsemektense, “Türk” olarak tanımlanmayı tercih etmektedirler.

17 Balkan yarımadasındaki “batı osamnlı hinterlandı” olan halklar, yalnızca birkaç milyonluk Balkan Türk’ü değil, nüfusları 10 milyonu bulan Balkan Müslümanlarıdır. Çoğu etnik olarak Türk olmayan ve Türkçe konuşmayan bu insanlar, kendilerini aynı dili konuştukları Sırplardan ya da Bulgarlardan çok, Türklere yakın hissetmektedirler. Çünkü bu insanlar herşeyden önce “Osmanlı”dırlar ve Türkiye de Osmanlı›nın yegane mirasçısıdır. Türkiye›nin Balkanlar›daki etkisi oldukça komplekstir. Bu etki, öncelikle Balkanlar›daki Türkçe konuşan nüfusa yöneliktir. Bu nüfusun büyük bölümü Bulgaristan›da yaşar, kalan kısmı ise çok daha az sayılarda Yunanistan, Makedonya, Kosova,Romanya’dadır. Ancak Türkiye’nin etki alanı bununla sınırlı değildir. Aynı zamanda Slav diliyle konuşan Müslümanlar da Türkiye’nin etki alanı içindedirler. Türk-olmayan Balkan Müslümanlarının kendilerini Türklükle özdeşleştirme eğilimlerine gösterge olarak ilginçtir:

20. yüzyıl boyunca Balkanlar’dan Türkiye’ye göç eden  Müslümanlar (Arnavutlar dahil), Türk kimliğini benimseyerek Türk toplumu içinde yerini almıştır. Bu durum, “Osmanlı mirasının Türk etkisine dönüşmesinin açık bir örneğidir.”

16  Ерик Хобсбаум Нациите и национализмот по 1780 , Култура, Скопје, 1993,s. 213. 17  Eran Frankel. “Turning a Donkey into a Horse: Conflict and Paradox in the Identity of  Muslims in Balkan”, 23rd National Convention of the AAASS, Miami,

 
Dolayısıyla Türkiye’ye düşen, Balkanlar’daki etnik ve dini mozaiği iyi analiz etmek ve bu mozaik içinde, kendi tarihsel kimliğine uygun bir strateji belirlemektir. Bunu yaparken etnik, dini ve kültürel değerlerin dünya siyasetinde her geçen gün daha fazla önem kazandığını, dünyanın giderek daha artan bir biçimde medeniyetler arasındaki ilişkilerle tanımlanacağını da hatırlamak gerekmektedir. Dahası, Balkanlar, etnisite, din ve kültür gibi kavramların en etkili olduğu bölgelerin başında gelmektedir. Bir başka deyişle, Soğuk Savaş sonrası dünyada, Türkiye Balkanlar’a bakarken kendi tarihsel ve kültürel kimliğini ön plana çıkarmalı ve bu kimliğe uygun bir strateji belirlemelidir. Balkanlar’da, aslında etnik olarak “Türk” olmamalarına karşın, kendilerini “Türk kültürü bünseyinde” gören ya da görmeye eğilimli büyük bir Müslüman nüfussözkonusur. Bu “uç beyleri”ı Türkiye’ye bu denli bağlayan unsur ise Türk-İslam ahlakı ve Osmanlı mirasıdır. Nitekim 1997 yılının başlarında Belgrad’da yapılan gösteriler esnasında protestocuların “Türk Yönetimine Özlem”, “Neredesin Ey Türk (Osmanlı) Yönetimi Altındaki Günler” şeklinde pankartlar açmaları Batı basınının da dikkatini çekmiş ve Türkiye’nin bölgede aktif olması gerektiğinin altını bir kez daha çizmiştir.

3.1. Balkanlarda Kimlik Arayışları ve Dış Etken Faktörü Balkanlar, Osmanlı hakimiyetinin sona ermesiyle birlikte, bölgede, dinsel, coğrafik,dilsel ve kültürel mücadelenin sahnesi haline dönüşmüştür. Bu bağlamda, ön plana çıkan Güney Slavlarına öncülük eden Sırp milliyetçiliği bölgenin “makus talihinde” etkili olmuştur. Kurulan SHS (Sırp-Hırvat-Sloven) krallığı neticesinde, Osmanlı eserleri olmak üzere, tarihi, kültürel miras olarak sayılan bütün yapıtlara zarar verilip, müslüman nüfusun sindirilmesi gerçekleşmiş, dini duyguları tahrik edip, göç ve toplu katliamlarla yüzleşmesine neden olmuştur. Bu dönemde Balkan Yugoslavyasında öne çıkan egemen kimlik “slav ortodoks” unsurudur.

19 Burada etkili olan bolşevik devrimi ve balkanlardaki tezahürü olarak algılanmaktadır.

20 Yugoslavya’nın çökmesiyle birlikte, etnik anlamda yeni ulus-devlet insaşı sürecine giren Balkanlarda çok yönlü ayrışım ve kimlik algılamaları ön plana çıkmaktadır. Boşnaklar müslüman – Türk olarak nitelendirildikleri için tarihi hesaplaşmanın kurbanı olmuştur. Neticesinde Avrupa’nın göbeğinde insan katliamı milliyetçi Sırp’lar tarafından  gerçekleşmiştir.

21 Diğer yandan, Enver hoca yönetiminde seküler bir yönetim tarzına bürünen Arnavutluğun belirgin kimlik kavramı “Feja e Shqitparit Eshte Shqiptaria” (Arnavutların dini Arnavutçuluktur) desturu doğrultusunda şekillenmiştir. Halbuki, Enver Hoca dönemine kadar, Osmanlı kimliği belirginliğini korumuş, Arnavutça’da binlerce Türkçe kelimenin yanında, günlük yaşamdaki “Osmanlı-Türk” kimlik yapısı varlığını etkin bir biçimde devam ettirmiştir. Örneğin, kişiler arası anlaşmazlık olduğunda, kanaat önderlerine danışan taraflar, kanaat önderine yemin ederken “mos qofsha Turk” (yalanım varsa Türk olmayayım) ifadeleri dikkat çekicidir.

22  Etnik kimlik çeşitlemesine sahip Balkan coğrafyasının tamamı için din eksenli ayrışma olağanken nüfusunun neredeyse tamamı Arnavutlardan oluşan Arnavutluk için aynı ifadenin kullanılması mümkün değildir. Ülkede yapılan ve iptal edilen son nüfus sayımı analiz edildiğinde, “Tanrıya inanıyor musunuz?” gibi aslında “devlet”i ilgilendirmeyen bu mevzu, son 20 yılın misyonerlik faaliyetlerinin Enver Hoca’nın “Ateist” Arnavutluk’unu ne ölçüde dönüştürebildiğini sorgulamaktadır.Hangi dine mensup olunduğunun soruşturulması da öncelikle Ortodoks ve Katolik Arnavut sayısının belirlenmesi dış etkenlerin yansımasıdır. Bundan daha önemlisi ise din hanesinde “Müslüman” ya da “İslam” yerine “Sünni”, “Bektaşi” gibi seçeneklerin olmasıdır. Mezhep farklılaşmasının da soruşturulması “Arnavutluk’un aslında Müslüman bir devlet olmadığı “gerçeği” ile yüzleştirme kimlik oluşturma mücadelesinin tezahürüdür.

23  Nüfusun  %65  Müslüman olduğu verisi değiştirilmek için mücadele edilmektedir. Bektaşiliğin ayrı bir din gibi algılanması –AB sürecinde Aleviliğin de İslam dışı gibi algılanarak azınlık statüsü yaratılmak istenmesinde olduğu gibi- Müslüman nüfusu daha az gösterilmesi hedeflenmektedir. Böylece Arnavutluk hakkında bilinen en önemli ayrıntı olan “Müslüman çoğunluk” gerçeği, “çok dinli Arnavutluk” ile değiştirilmesi hedeflenmektedir. Tıpkı Arnavutlukta olduğu gibi, Kosova,Makedonya,Bosna ve Karadağda 
yaşan müslümanların kimlik bağlamındaki ayrıştırma etkinliği “vehabi akımının” bölgede hayat bulması ile, sünni çoğunluğun kendi arasında itilafa düşmesini tetiklemektedir. Söz konusu akım, Balkanlarda Osmanlı tarafından tesis edilen islam “hoşgörülü, diğer kimliklere saygı, birlikte yaşam”geleneğini ayrıştırıp, radikal bir görünüm vermesi “İslamofobi” nin tetiklenmesine neden olmaktadır.

24 Sonuç Kimlik, bireyin sahip olduğu ve onu diğerlerinden ayıran, ırk, renk, cinsiyet, din, dil, meslek gibi özelliklere göndermede bulunur. Kimlik yalnızca olgusal düzeyde kalmaz, bireyin bilincine ve duygularına da sirayet eder. Bu sebepten dolayı, kimlikler bireyler için anlam kaynağıdırlar. Bireyin hayatına anlam katan kimlik, öğeleri birbirinden bağımsız “yamalı bohça” değildir. Onun özellikleri birbiriyle uyum ve ahenk içindedir. Kimlik özelliklerinden bir tanesi değişse, bireyin duygu dünyası ve kendini algılaması değişeceğinden, diğer kimlik öğeleri de bu değişimden etkilenecektir. Kimliklerin oluşumu sosyal-kültürel çevre tarafından gerçekleştirilmektedir. Dolaysıyla doğuştan gelenler dedâhil olmak üzere bütün kimliklerin özsel değil, kurgusal oldukları söylenebilir. Kimlik olgusunun, insanlığın başlangıcından beri var olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak modern ve postmodern zamanlarda bu olguya yüklenen anlam, modernite öncesi zamanlara göre bazı farklılıklar göstermektedir. Modern zamanlarda, klan, kabile gibi toplulukların belirlediği soya dayalı kimliklerin önemi azalırken, bireysel etkinliklerle kazanılan kimliklerin önemi artmıştır. Postmodern zamanlarda ise, onun yapısına uygun olarak, göreli, geçici ve yüzeysel kimlikler türetilmeye başlanmıştır. İster geleneksel, ister modern, ister postmodern olsun, bütün zamanlarda din bireyin kimlik öğelerinden biri olmayı başarmıştır. Kimlik öğelerinden birisi olan din, kimliğin oluşumunda önemli bir yer tutmaktadır. Bireyler genellikle ailelerinden öğrendikleri dini değiştirmeyi düşünmezler.

Din, birçok birey için “verili bir kimlik” olma özelliğine sahiptir. Verili kimlik, “etiket” şeklinde bireyin “düşük ben katılımı” gösterdiği “dış kaynaklı” bir kimliktir. Bireyler çoğunlukla sahip oldukları dini kimlikle yaşasalar da, az da olsa dinini, dolayısıyla dini kimliğini değiştiren kişiler de mevcuttur. Bu kişilerin kimliği, “iç kaynaklı”dır ve bu kişiler, dinlerine “yüksek ben katılımı” gösterirler. Günümüzde Balkan kimlik algılaması ve arayışları bağlamında dini yönelim de yaygınlaşmaktadır. Fakat, din kisvesi altında, kökten dincilik çağın yapısına uygun olarak, bireylere, hazır, yüzeysel ve kırılgan kimlikler sunmaktadır. Postmodern çağda bireylerin kimlik ihtiyaçlarındaki artışa paralel olarak kökten dinci kimliklerde de artışlar görülmektedir. Balkan ülkelerindeki toplumsal eşitsizlik, adaletsizlik ve mahrumiyet yaşayan insanlar kökten dinci hareketlerin etkisine kapılabilmektedir. Balkanlarda din, kimliğin oluşumunda önemli bir yere sahip olduğu gibi, korunmasında da önemli bir yere sahiptir. Din kimliğin korunmasındaki etkisi genellikle olumludur. Din, bireye anlam dünyası ve değerler hiyerarşisi ve toplumun genel eğilimlerinden farklı bir “referans noktası” sunmaktadır. Doğru anlaşıldığında din, bireyi, kimlik bunalımına, kimlik karmaşasına ve kimlik krizine düşmekten korumaktadır. Son olarak da, din ve kimlik ilişkisi bağlamında günümüz Balkanlardaki müslüman toplumunun kimlik arayışı sürecine bakılacak olursak, geçmişte kimi dönemlerde yapıldığı gibi bugün de Balkan coğrafyasında modernizmin etkisiyle oluşan parçalı kimlik yapıları ya da bunalımı/karmaşası karşısında dinin bütünleştirici etkisine başvurulduğu gözlemlenmektedir. Bosna Herşek ve Kosova savaşı esnasında, binlerece mülteci Osmanlı varisi olarak gördükleri  ve sadece din olarak bağları olan Türkiye’ye sığınmaları,dinin kimlikteki yerini belirmedeki en belirli özelliğidir.

Kaynakça Abdülmecit Nuredin, Osmanlı Sonrası Makedonya, Üsküp,2008. Abdülmecit Nuredin, Balkanlardan Türkiye’ye Göç ve Etkileri, Ankara,2011. Abdülmecit Nuredin, Osmanlı Sonrası Arnavutluk, Ankara,2013. Antoni D. Smit Nacionalni İdentitet,Beograd, 1998. Бенедикт Андерсон, Замислени Заедници ,Култура, Скопје, 1998. Bryan S. Turner, Orientalism, Postmodernism and Globalism, Publisher: Routledge,1994. Вил Кимлика Мултикултурно граѓанство, ИДСЦО, Скопје, 

Cohen Anthony P., The Symbolic Construction of Community, Routledge,1985. Eran Frankel. “Turning a Donkey into a Horse: Conflict and Paradox in the Identity of  Muslims in Balkan”, 23rd National Convention of the AAASS, Miami, 1991. Eriksen Thomas H, Ethnicity, Race, Class and Nation, in Ethnicity, edited by Hutchinson John and Smith Anthony D., Oxford University Press, 1996. Ерик Хобсбаум, Нациите и Национализмот по 1780 , Култура, Скопје, 1993. Glenny Misha, Nationalism, War and the Great Powers 1804-1999, Penguin Books, 2001. Katerina Limenopoulou, The politics of ethnic identity in the Balkans  in a post Communist power vacuum, M.Phil in development Studies,2004. Maria Todorova, Imagining the Balkans, Oxford University Press, 1997. Maria Todorova. “The Ottoman Legacy in the Balkans”. The Balkans: A Mirror of the New International Order., İstanbul, 1999. Mazower Mark, Minorities and the League of Nations in Interwar Europe, Journal fo the American Academy of Arts and Sciences, Spring 1997. Miranda Vickers,The Albanians: A Modern History, Published, I. B. Tauris, 2001 Mazower Mark, The Balkans, Weidenfeld & Nikolson, London, 2000. McGarry John and Brendan O’Leary, The macro-political regulation of ethnic conflict, in The Politics of Ethnic Conflict Regulation, Routledge, 1993. Smith Anthony D.,Chosen peoples: Sacred sources of national identity, Oxford University Press, 2003. Terzić Slavenko, The Serbs and the Macedonian Question, University of Belgrade, publisher - Faculty of Geography, Belgrad,1995. Winnifrith Tom, The Vlachs: The History of a Balkan People, St. Martin’s Press, New York, 1987. Williams Christopher and Sfikas Thanasis, Ethnicity and nationalism in the East-Central Europe and the Balkans, Aldershot: Dartmouth Publishing, 1999.

ABDÜLMECİD NUREDDİN