Basamak Basamak

İnsan anasından kötü doğmazmış. Her bebek cennet kokar, her bebek bir melek kadar masum ve temiz enerji taşırmış. Zaman ve çevre onu bir heykeltraş gibi oyup, yontarak şekillendiriyormuş.
İnsanlar arasındaki iletişimin en basitinden, en karmaşık olanına dek hepsi bu şekilde örüntüleniyormuş.. Yani birine sevgi ve saygı duyarak dostluk kurarken; bir başkasından uzak kalışımızın irrite oluşumuzun baş nedeniymiş bu. Yaptığımız seçim değil, bir ilmek, bir örüntü, bir işleyiş demek ki !
Örneğin bir aşk evliliğine bakalım; Başlangıçta herşey yolunda. Sevdalılar, bu aşk uğruna neleri göze alıyorlar. Engeller aşılıyor, olmazlar olduruluyor. Birgün, bir yerde; belki de hiç önemsemediğimiz bir davranış yüzünden ilişkide çatlak oluşuyor. Taraflar bunu fazla önemsemedikleri için, önlem alma gereği duymuyorlar. Bu çatlak zaman içerisinde minik etkenlerin yaşama vurduğu fiskeciklerle büyüyor, derinleşiyor. Her minik kırgınlık bu çatlağa eklenip yeni kanallar açıyor derinleştiriyor.. Aslında çoğumuz değerli dostlukların da bu şekilde yıpranıp yok olduğuna, hatta düşmanlıklara dönüştüğüne şahit olmuşuzdur..Bakıyorsunuz hiç akla hayale gelmeyen sözler dökülüyor ağızlardan. Belki güzel bir davranış, bir özür, doğru iletişim, soruna farklı açılardan bakarak irdelemek çözüm olur. Ama biz çözüm odaklı düşünmek yerine, sağdan soldan aldığımız akıllarla daha büyük çıkmazlara dalıyoruz. İki kişi arasındaki sorun üç veya daha fazla kişiyle çözülmez. Aksine kafalar karışır, çıkışlar tıkanır. Zaman durmuyor, ilişki kör topal ilerliyor. Duygular işte bu aşamada baskı altında kalıp şekil değiştiriyor. Duygular değişirken büyük küçük fırtınalara, depremlere neden oluyor. Bu deprem ve fırtınaların şiddetine göre de hasar oluşuyor. Artçı şoklarla hasar büyüyor, kapatılması zor boyutlara ulaşıyor.
Birgün, derin nefes alıp ilişkinin geldiği noktaya bakınca; gördüklerinize inanamıyorsunuz. Şöyle tüm gücünüzü toplayıp, doğrulmaya çalışsanız da artık çok geç! Gözlerdeki ışık sönmüş, kalp çarpmakla çarpmamak arasında bir yerlerde sıkışıp kalmış. Yaşadıklarınız sadece sizi değil çevrenizdeki insanları da üzmüş yıpratmış.
Oysa siz ne kadar iyi niyetli bir insansınız, karşınızdaki de öyle. Ama artık ayakta duramayacak, partnerinize destek olamayacak kadar yorgun, bitkin ve bezginsiniz. İlişkinin hangi noktasından tutarsanız tutun; lime lime parçalar kalıyor elinizde.
Siz bu büyük aşkın zirvesinden, basamak basamak nasıl indiniz bu küf kokulu karanlık kuyuya? Aşk biterken , yanında, sevgi, saygı, etik değerler ve ilkeleri de götürmüş ne yazık! Aman dikkat! Artık pas tutma, küflenme , kokuşma, ya da; en az zararla efendice durumu kabullenme zamanı. Hiç olmazsa; yasal ve insani değerlere bağlı kalarak noktayı koyabilmek gerek. Bunu başaramadığımız zaman bir öfke yumağına dönüşürsünüz. Sonra bu öfke, öfke olmaktan çıkıp kor ateşe dönüyor. Kor ateşi kin ve nefret sürekli körüklüyor. Yaraları sarmak, onarmak yerine üzerine tuz biber ekiyorsunuz. Daha çok can yakıp intikam planları yapıyorsunuz. Bu kor sönüp külleninceye kadar kimbilir daha neler olacak? Melekten canavar yaratan zaman ve çevre şartları suçlu ise senin iraden nerede? 
O halde; duygularımızın yıpranıp dejenere olmasına izin vermeyelim. Sorunları, zamanında, derinliklerine inerek kökten çözelim. Her kimle sorunumuz varsa, çözümü onunla bulalım. Birbirimizi dinleyip doğru anlamaya çalışalım. Gerekirse profesyonel yardım alalım. Nokta konması gereken yerde ilişkileri en az zararla noktalamayı bilelim. İçimizde öfke, kin ve nefret biriktirmeyelim. İntikam hissi beslemeyelim. Yaşanan güzel günlerin hatırına, biten dostluk ve aşkların arkasından olumsuz sözler söylemeyelim. Biten ilişkilerden geriye kalan değerleri koruyup onlara karşı görevlerimizi tam ve kusursuz yapalım. Gerekirse kendi acılarımızı bir yana bırakıp onları mutlu etmek için gayret gösterelim. Düzgün parçalar, düzgün bütünü oluşturur.
Buraya kadar ikili ilişkilerden sadece aşk evliliğindeki ince bir kesite uzaktan şöyle bir baktık. Oysa bildiğimiz kadarı ile dünyada yaklaşık yedi buçuk milyar insan yaşıyor ve bu insanların birbirleriyle tekli çoklu ilişkileri var. İlişkiler ne kadar derin ve geniş olursa olsun temel aynı. Güneş Sistemi'nde güneşe en yakın üçüncü gezegendeyiz. Üzerinde yaşam olduğunu bildiğimiz tek gezegen burası. Yani yaşadığımız sürece biz bu gezegenin koşullarını iyisiyle kötüsüyle paylaşmak, ortak yaşamak zorundayız. Ülkeler hava sahalarını belirlemişler. Topraklar sular paylaşılmış olsa da; ne bir kuş, bir böcek ya da balık. bu sınırları tanımıyor. Sürekli hereket halinde olan su hava ve kozmik enerji bizi birbirimize bağlıyor. Atmosferde bulunan bir mikrop dost ve düşmanla eşit uzaklıkta. Güneş bildiği yere dilediği kadar ulaşıyor. Teknolojinin geldiği noktada güneş ışığı yansıtılabilse de hiçbir toplum bu enerjiyi sadece kendi çıkarları için kullanma şansına sahip değil. Dünyanın bir ucundaki kimyasal kirlilik bütün dünyalıları ilgilendiriyor. Bu dünyada ( ben) diyen, ne kadar güçlü olusa olsun kaybetmeye mahkum. Ben yok ,biz varız. Biz bir bütünün vazgeçilmez parçalarıyız. İkili ve çoklu ilişkilerde (biz) kavramını yerleştirip yaşatmak insanlık görevidir. (Ben, sadece ben!) diyen insanlara lütfen hak verip desteklemeyelim. Her insan, karşısındakine verdiği değer kadardır. 
ULVİYE KARA AKCOŞ