Çerkes Tarihi

ÇERKES TARİHİ  - Refik ÖZDEMİR

     Çerkesler kendilerini ‘’Adige’’ diye adlandırır. ‘’Çerkes’’ tabiri ise Çerkes olmayan milletlerin taktığı bir isimdir. Çerkeslerin tarih öncesindeki anavatanlarının sınırları Kırım yarımadası, Karadeniz’in kuzey kısımları, Don nehri ile Volga nehrinin birbirlerine yaklaştıkları yerlerden güneye doğru Kafkas dağları ve en güneyde İngur nehrine kadar tüm Karadeniz kıyıları ve tüm kuzeybatı Kafkasya’yı kapsıyordu. Hunların, Moğolların, Timur’un ve Tatarların baskısıyla gün gün kuzey yörelerinden güneye doğru çekilmek zorunda kalmışlardır. Çerkesya, yani Çerkeslerin tarihi anavatanı şimdi parçalanmış, yüzyıllık kolonizasyon politikası sonucu büyük ölçüde Ruslaştırılmış bir coğrafya olmuştur. Büyük Kafkasların kuzeyinden Kuma ve Kuban nehirleri havzalarına kadar uzanan bu topraklarda Çerkesler, üç küçük cumhuriyet içerisinde belli bölgelere sıkıştırılmış durumdadır. Adige Cumhuriyetinde 125.000 (toplam nüfusun %25’i), Karaçay-Çerkes Cumhuriyetinde 40.000 (toplam nüfusun %10’u), ve Kabardey-Balkar Cumhuriyetinde 365.000 (toplam nüfusun %50’si) Çerkes yaşmakta ve bu cumhuriyetlerin sınırları dışında yoğunluklu olarak Tuapse şehri ve çevresinde olmak üzere 10-15 bin kişilik bir Çerkes nüfus daha bulunmakta, bu da Kafkasya’da kendi anavatanlarında 550.000 kişilik azınlık bir nüfus anlamına gelmektedir.      Çerkesler, tarihin bilinen en eski devirlerinden beri Kuzeybatı Kafkasya’da yaşayan yerli halklarından biridir. MÖ. III.bin yılın ikinci yarısına tarihlendirlen Maykop kültürü ve Dolmen kültürü kadim Çerkes-Abaza halkıyla bağlandırılmaktadır. Eski Kuzey Kafkasya tarihinin sonraki aşaması Sint- Meot kültürünün geliştiği MÖ. I. Bin yılında ise Kuzey Kafkasya’nın asıl nüfusunu Meotlar ve Karadeniz sahilinin onlarla akraba kavimleri oluşturuyordu. Sint, Dandari, Fatey, Kerket, Zih, Henioh ve diğerleri ‘’Meot’’ kavimleri olarak biliniyordu. Çerkes adının da ‘’Kerket’’ kavminin adından geldiği kabul edilmektedir. Onların yaşadığı topraklar tarih boyunca pek çok istila, pek çok savaş görmüştür. MS. 4. yüzyılda Hristiyanlık Kafkasya’ya girmeye başlamış ve Bizanslılar aracılığıyla yayılmıştır. Hun akınlarını Bizans saldırıları, Hazar egemenliğini göçebe bozkır kavimlerinin istilası izlemiş ve en büyük acılar, en korkunç yıkımlar Cengiz Han’ın Moğol ordularının gelişiyle yaşanmıştır. Ancak, Çerkesya 16. yüzyıldan itibaren yeni güçlerin, Osmanlı ve Rusya’nın mücadele alanı haline geldiğinde bugünkü kaderini belirleyecek yeni sürece de adım atmış olmuştur.  

   Ruslar gelmeden önce Çerkesler kuzeyde Don nehri ağzından güneye Abhazya’ya; batıda Azak ve Karadeniz kıyılarından güneydoğuda Sunja’ya kadar geniş bir alana yayılmış olarak yaşıyorlardı. Batıda en yakın komşuları Kırım Tatarları, Kuban ve Kuma  nehirlerinin kuzeyinde ise göçebe Nogaylardı. Güneybatıda ve güneyde, Kafkas sıradağları boyunca Abhaz ve Gürcü prenslikleriyle sınırdılar.Merkezi Kafkasya^da ise dağlık bölgelerde yaşayan Osetler ve Türk boyları Karaçay- Balkarlar ile komşuydular. Doğuda Vaynahlar (Çeçen ve İnguşlar), en doğu uçta ise Dağıstanlılar bulunuyordu. Geçim esas olarak tarım ve hayvancılığa dayanıyordu; zanaat da vardı. Çerkesler nüfus ve siyasi güç olarak Kuzey Kafkasya’daki en büyük halktılar. Kırım Tatarları aracılığıyla Osmanlılarla tanıştıklarında onların hükümranlığını hemen kabul etmediler. Müslümanlık Çerkeslere bu dönemde girmeye başlamış fakat eski geleneklerini de bırakamamışlardır. Tamamen Müslümanlaşmaları 1700’lü yıllarda olmuştur. O dönemde Çerkes ülkesine sefer düzenleyen Osmanlı ve Kırım Tatar orduları büyük zaiyatlarla döndüler. Rusya Osmanlı’nın Kafkasya’ya yayılmasını, Osmanlı’da Rusya’nın Karadenize ulaşmasının engellemek istiyordu. Kırım Hanlarının baskınlarından ve onlara ödenen ağır vergilerden bunalan Çerkesler başlangıçta Rusya’nın desteğini talep etmiş ancak Rusya’nın işgalci amaçlarını çok çabuk fark ederek Osmanlı’ya yönelmişlerdi. Bu iki devletin Kuzey Kafkasya’ya hakim olma arzusuna bağlı olarak savaşlar, ayaklanmalar birbirini izledi. Mücadeleden Rusya galip çıktı ve 19. yüzyılda Kuzey Kafkasya Rusya’nın hakimiyetine girdi.    

 Asıl darbe Kafkas-Rus savaşı tarihinde önemli bir yer tutan Rus General Yermolov döneminde (1816-1827) vuruldu. Kanlı harekatlar ve veba salgınları, Kabardeylerin 300.000 den fazla olan nüfusunu 1818’de 35.000 kişiye kadar indirdi ve Rusya hakimiyetinin kabuluyle sonuçlandı. Çerkeslerin ‘’Yer Molla’’ lakabını taktığı Yermolov 1822 yılında bütün Kabardey bölgesini yakıp yıktı. Aynı yıl Nalçik istihkamı inşa edildi. Rus hakimiyetini kabul etmek istemeyenler Kuban nehrinin karşı tarafına, henüz bağımsız olan Batı Çerkesya’ya geçerek mücadeleye devam ettiler. Çerkesya’nın siyasi konumu, 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşının bitiren Edirne Antlaşmasıyla tamamen değişti. Osmanlı imparatorluğu Çerkesya’yı Rusya’ya bırakıyordu ama ortada garip bir durum vardı. Karadeniz kıyısındaki birkaç kale dışında Çerkesya hiçbir zaman Osmanlı toprağı olmamıştı. Dini bağlılıktan öte Çerkesler de hiçbir zaman kendilerini Osmanlı sultanının tebası olarak görmemişlerdi. Rusya için asıl orun bundan sonra başlıyor, antlaşmayla elde ettiği toprakları fethetmesi gerekiyordu.  Osmanlı padişahının ‘’Çerkesleri ve topraklarını Rus Çarına verdiği’’ haberi Çerkesler arasına yayılma başlandı ve savaşı bırakmaları istendi. General Malinovski Çerkeslere barışçı bir yaşamın nimetlerini anlatarak onları Rusya’ya itaat etmeleri için iknaya çalışır: ‘’Biliyorsunuz Edirne antlaşmasına göre Sultan hepinizi ve Kafkasya’yı ebediyen Rus Çarına verdi.’’ Yaşlı bir Çerkes, ağaca konmuş kuşu göstererek 

‘’General, iyi sözlerin hatırına ben de sana ebediyen şu kuşu veriyorum, alabiliyorsan al’’ diye cevapladı. Edirne antlaşmasından sonra Çar I. Nikola yönetimi, yüzlerce yıllık deneyiminin ışığında Kuzey Kafkasya’daki problemi somut olarak tanımladı:’’ Kafkasya’nın fethi başka türlü gerçekleşmeyecekti. Çerkesler topraklarından sürülmeli ve yerlerine Ruslar yerleştirilmeliydi ve nitekim  öyle de oldu.    

 Kuzey Kafkasya halklarını ortak mücadele için birleştirmek amacıyla efsanevi lider Şeyh Şamil 1846’da Kabardey’e geldi. Ancak zorlu savaşlardan ve veba salgınından sonra iyice zayıflayan Kabardeyler tekrar ayaklanmayı göze alamadılar. Şeyh Şamil Dağıstan’a geri döndü. Hemen ardından onu destekleyen bazı prensler de Kuban nehrinin ötesine geçmek veya Osmanlı’ya sığınmak zorunda kaldılar. 1859’da Şeyh Şamil’in kesin yenilgisi ve esir alınması Çarlığın bütün dikkatini ve güneydeki Çerkesya’ya kaydırmasını sağladı. Çerkesya’yı fetih için 1820’lerde bölgede bulunan 30.000 kişilik Rus ordusu, 1850’de zaten 200.000’e çıkmıştı. Kafkas-Rus savaşında ve Çerkeslerin bağımsızlık mücadelesinde din hep önemli bir faktör oldu. Fakat, Ruslar, dini Çerkeslerin göç etmesi için ustaca kullandılar. Çerkesler arasında, Rusların hakimiyeti altında dinlerini kaybedecekleri propagandası yapılıyor ve Osmanlı topraklarına göçe özendiriliyorlardı. Kont Yevdokimov 1860 yılında en az masrafla Kafkasya’nın nihai fethini sağlamak için geliştirdiği planı uygulamaya koydu. Tasarı Çerkeslerin Osmanlı topraklarına göç ettirilmesini ve yerlerine Rusların iskanını öngörüyordu. Abaza topluluklarının bir kısmı kendilerine tanınan sürede köylerini boşlatarak Osmanlıya göç etti. Sürgün emrine direne Besleneyler 20 haziran 1860’ta aniden kuşatıldı ve 4.000 aile Rus birliklerinin gözetiminde Osmanlı topraklarına gönderildi. Yevdokimov planı şöyle işliyordu: Boşaltılmak istene Çerkes köylerinin çevresindeki ormanlar kesilerek yol açılıyor, köyler birlikler tarafından sarılıyor ve zorla boşaltılıyordu. Yağmadan sonra köy ateşe veriliyordu. Böylece Kabardey bölgesinden 1860- 1861 yıllarında 10.000’den fazla Çerkes göç etti. Boşalan Çerkes toprakları Ruslara paylaştırıldı. Abzehlere, Ubıhlara ve Şapsığlara göç etmeleri için verilen süre dolduktan sonra Rus birlikleri 3 gün boyunca bütün köyleri yakarak Çerkesleri denize doğru sürdüler. Bütün halk deniz kıyısına akın akın denize iniyordu. 25 mart 1864 yılında Soçi’nin alınmasıyla dağlık şeridin tamamı Rusların eline geçmiş oldu. Harekatı tamamlayan Rus birlikleri, 21 mayıs 1864’te büyük bir zafer töreni düzenledi. Aynı gün Anapa limanından 20.000 Natuhay gözyaşları içinde vatanlarından ayrılıyordu. Çarlık dönemi boyunca zaferin yıldönümü olarak kutlanan 21 mayıs, Çerkesler için bugün de sürgünün yıldönümü olarak anılmaktadır. Kafkasya’da geriye kalan çok az Çerkes Kuban bölgesine, Rus köylerinin aralarına dağınık olarak yerleştirildi.

     Sürgün edilenlerin sayısı, Rusya Göç komisyonu verlerine göre 1858-1865 yılları arasında Karadenizin doğusundaki limanlardan 493.000 kişi gönderilmiş ancak kayıt dışı gidenlerin sayısının bunun iki katından fazla olduğu kesindir. Ancak göç bu tarihlerden önce başlamış ve 1910’lara kadar devam etmişti. Çerkesler bütün mallarını mülklerini bırakıp Karadeniz limanlarına yığıldı. Yiyeceksiz, parasız ve hatta giyeceksiz bazen 3-4 ay açık havada kendilerini Osmanlı’ya götürecek gemileri beklediler. Hastalıktan ve açlıktan toplu ölümler başladı. Kayıtlara göre 21 kasım 1864’te Novorossisysk’de bekleyen Abzeh, Şapsığ ve Bjeduğların sayısı 25.000 kişiydi ve bunların sadece 15.000’ni yola çıkacak kadar yaşadı. Ancak asıl trajedi göç yolunda ve vardıkları topraklarda yaşandı. Sıkıştırıldıkları teknelerde havasızlıktan ve ezilerek, yiyecek ve su yokluğundan, hastalıktan ve sık sık da aşırı yüklü gemilerin batmasından binlerce kişi yollarda öldü.  

    Çerkeslerin çoğu ilk önce Karadeniz kıyısındaki limanlara, Trabzon ve Samsun’a indirildi. Raporlarda, bu limanlarda 1864 bahar ve yaz aylarında günde 200’den fazla insan öldüğü bildiriliyor. Sadece Trabzon’da ölenlerin sayısı 53.000’e ulaşıyordu. Limanlarda yığılmayı azaltmak için Osmanlı hükümeti, sonradan dağıtılmak üzere önlem olarak iç bölgelere göndermeye başladı. Balkanlara gönderilen Çerkesler önce Köstence ve Varna’ya çıktılar. Haziran 1864’te Köstence’de 35.000’den fazla Çerkes vardı. Varna’ya ise 80.000 Çerkes çıkmıştı. Rumeli’de Çerkesler genellikle, Sırp ve Ruslara karşı savunma hattı oluşturmak için Sırp-Osmanlı sınırındaki ve Dobruca’ya kadar Tuna boyunca strajetik bölgelere yerleştirildi. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı (93 harbi) patlak verdikten sonra Çerkesler buralardan da Anadolu’nun Ege ve Marmara bölgelerine, bir kısmı da Suriye’ye yerleştirildi.    

    Üç kuşak Çerkes özgürlük ve bağımsızlık için savaştı. Rusya’nın yürüttüğü uzun ve kanlı savaşta 1.000.000’a yakın insan öldü. Sürgünün mantığını bir Rus generalin sözleri gayet güzel açıklıyordu:’’ Bize Çerkesler değil, Çerkes toprakları lazım.’’       Savaş sırasında ve daha sonra zorla veya gönüllü birkaç milyon kişi yerleştirildi. Kafkasya’da Çerkesleri hatırlatan her şey hafızalardan silinmeye çalışıldı. Yer adları değiştirildi. Çerkes adı yerine boy adları ön plana çıkarıldı. Çerkesya yerine Batı Kafkasya, Çerkesler yerine Dağlılar terimleri tercih edildi, Sovyetler Birliği kurulduğunda, Ruslar arasında küçük adacıklar halinde kalan Çerkes nüfusu değişik adlar altında farklı idari birimler içinde kaldı. Sınırları ve adları sık sık değişen bu idari birimler, bugün Rusya Federasyonu içinde özerk federal cumhuriyetler olarak varlıklarını sürdürüyor. Çerkesler 
94 
de anavatanlarında azınlığa düşürülmüş ve parçalanmış bir halk olarak kimliğine, kültürüne ve geleneklerine sarılarak Çerkesya’da tutunmaya çalışmaktadırlar.       Ermeni soykırımı var diyenler! İşte bu Dünyanın en büyük gerçek bir soykırım öyküsüdür.   
SÜRGÜN Yüzyıllık yaşanılmış bir sürgün gümüşsüz eğerleriyle yırtık çizmeleriyle bir gölge gibi sessiz ağır ve aksak gelip geçti dün...  Atını ve kalpağını yitirmişti Sanırım maviydi gözlerindeki  hüzün. Geldiği, gittiği yeri sordum, duymadığım bir dağın adıyla yanıt  verdi. Dağın adı mı? Bilmem, unuttum…              

      Refik ÖZDEMİR (Kafdağı Dergisi)      Kaynak: ATLAS aylık coğrafya ve keşif dergisi. Mart 2003. Sayı 120  **

                                  
 
BİR BAŞKA ANLATIMLA ÇERKES SÜRGÜNÜ

 Göç mü, yoksa sürgün mü?     Göç: Birey ve grupların ekonomik, sosyal, kültürel vb. nedenlerden dolayı bir yerden başka bir yere gitmeleridir. Çerkeslerin Kafkasya'dan Anadolu'ya gelişi bir sürgündür. Bu kütlesel nüfus hareketinin göç olarak isimlendirilmesi doğru değildir. Çerkeslerin sürülme sebebi      Ekonomik, dini, siyasi ve kültürel nedenler yanında tarih boyunca en çok karşılaşılan sürgün nedeni savaşlar olmuştur. Kafkasya'dan Anadolu'ya kitleler halinde akan nüfus hareketinin de siyasi ve dini boyutu olmakla beraber en önemli nedeni iki yüzyıl devam eden Rus savaşlarının Çerkesler aleyhine yenilgilerle sonuçlanmasıdır.

Sürgün Yolu  

 1859-1864 yıllarında yurtlarından sürülen Çerkesler deniz yoluyla; Kafkasya'dan, Taman, Tuapse, Anapa, Tsemez, Soçi, Adler, Sohum, Poti, Batum vb limanlardan bindirilip Osmanlı Devleti'nin Trabzon, Samsun, Sinop, İstanbul, Varna, Burgaz ve Köstence limanlarında indiriliyordu. 1865-1866 sürgünü ile Osmanlı-Rus savaşından sonraki 1878 sürgün kara yoluyla gerçekleştirildi. Doğu yolundan genellikle Çeçen, Dağıstan, Osetin, Kabardey insanları göçürülmüştür. Daha sonraki sürgün de kara yoluyla yapılmıştır (Berzec, 1986: 114).    

  Sürgün yolunda çekilen çileler yolda ölenlerin feci durumları Trabzon'daki Rus Konsolosu’nun, sürgün işlerini yönetmekte olan General Katraçef'e yazdığı raporda şöyle anlatılır: ''Türkiye'ye gitmek üzere Batum'a 70.000 Çerkes geldi. Bunlardan ortalama olarak günde 7 kişi ölüyor. Trabzon'a çıkarılan 24.700 kişiden şimdiye kadar 19.000 kişi ölmüştür. Şimdi orada bulunan 63.900 kişiden her gün 180-250 kişi ölmektedir. Samsun çevresindeki 110.000 kişi arasında her gün ortalama 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve İstanbul'a götürülen 4650 kişiden de günde 40-60 kişinin öldüğünü haber aldım." İşte bu nedenle peş peşe sürüp gelen felaketlerin ve musibetlerin darbeleri altında inleyen ve eriyen bu kahraman ve faziletkar ulusun bedbaht bakiyesi de Dobruca, Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk, Suriye, Irak gibi daima tehlikeye maruz bulunan ve daima emniyetsizliğin hükümran olduğu yerlere yerleştirilmiştir (Berkok, 1958: 529).  

    Çar’ın Kafkasya Naibi olarak atadığı kardeşi Grandük Mişel, 1864 Ağustos’unda Batı Kafkasya halkına şu duyuruyu bildirmiştir: ''Bir ay içinde Kafkasya terk etmezseniz, bütün nüfus savaş esiri olarak Rusya'nın değişik bölgelerine sürülecektir:" (Berkok, 526). İşte bu yüzden, esirliği ve boyundurukluğu en büyük şerefsizlik gören Çerkesler, güzel vatanlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Ünlü Rus şair Lermontof bu gerçeği bir şiirinde şöyle dile getirir: ''Bu insanlar yurtlarını ve babalarının mezarlarını neden terk ediyorlar? Düşman kuvvetinin zoru ile mi? Hayır! Düşman kuvvetlerinin beraberinde getirdiği esirlik zincirinin korkusuyla!" (Berkok, 524).      

 Rus yönetimi, bölgenin yerli nüfustan arındırılarak boşaltılması konusunda zorlayıcı önlemler alma yanında bir takım kolaylıklar da sağlıyordu. Rus ordusundan ayrılıp gelen ve Osmanlı ordusunda görev alan General Musa Kunduk(ov) Paşa bakınız ne itiraflarda bulunuyor: ''Çeçen reisleri uzun tartışmalardan sonra göçü kabul edip nasıl gerçekleşeceğini sordular. Ben de Gürcistan üzerinden kara yoluyla gideceğimizi ve Rus ordusunun da her türlü kolaylığı ve yardımı yapacağını söyledim... Rus Generali Loris'e gidip 50 bin dönüm kadar olan arazime karşılık 45 bin altın Ruble istedim. Hemen ödedi. Ancak göçmenlere harcanmak üzere ayrıca 10 bin altın Ruble daha istedim. Bunu az bularak 20 bin ödedi... Bu şekilde 25 Mayıs 1865'te, aralarında ailem ve akrabalarımın da bulunduğu 3 bin Çeçen aile ile birlikte göç ettik. Geride kalanların göçme görevini Çeçen bölgesi naibi reis Sa'dullah'a vermiştik." (Kundukov, 1978: 67-70).    

   Modern tarihin en büyük kitlesel nüfus hareketlerinden biri olan Çerkes sürgünü (Henze, 1986: 247) sırasında deniz gibi kan akıtıldı. Gemiye binmek için aç susuz kıyıda yağmur çamur içinde, ölüm iniltileriyle bekleşenler, yanaşan gemiye doluşup taşıma kapasitesinin çok üzerinde biniyorlardı. Gemiler de daha fazla para alabilmek için çok yolcu alıyor, bu yüzden fazla yol almadan batan gemilere sık rastlanıyordu. 1864 Mayıs’ında, Trabzon'daki Rus konsolosunun yazdığına göre 30 bin kişi açlık ve hastalıktan kırıldı. Gemilerde hastalık belirtisi gösteren olursa hemen denize atılırdı'. (Avksentev, 1984: 61-62). Üç milyon Kafkas insanını zorla yurdundan süren Rusya, bu mazlum ve kendi kaderiyle baş başa bırakılmış, unutulmuş ulus üzerindeki siyasi emellerine son vermiş değildi. Göçürülen Çerkeslerin karşılaştığı dayanılmaz zorluklara tanık olan bazı Ruslar bile vicdan azabı duyuyordu. Musa Kunduk Paşa’nın anılarına bir göz atalım: "... insanların perişanlığını hayretler içinde temaşa ettiğimi gören istasyon yetkilisi koşarak yanıma geldi ve gözleri yaşla dolarak dedi ki; 'Ekselans, dünyada bu acıklı manzarayı seyredip de kalbi burkulmayacak insan var mıdır? Allah'tan korkmak lazım. Bu topraklar onların yerleridir. Ne hakla onları bir bilinmezin içine sürüyoruz? Nereye gittiklerini sorduğumda, Osmanlı Devleti'ne diyorlar. Ama nasıl ve ne zaman? Onları neler bekliyor, belli değil. Bu konularda hiç bir bilgileri yok.' (Kundukov, 62-63). 
96 
Sürgün sürecinde geri dönme eğilimi      

21 Mayıs 1864'te dört yüzyıllık Rus -Kafkas savaşının batı kesimde de yenilgiyle sonuçlanmasıyla başlayan büyük sürgün süreci uzun sürmemiştir. Osmanlı Devleti'nden dönüp gelen bazı insanların anlattıkları, Paç'e Beçmırza'nın şiirleri, açlık, hastalık ve ölüm haberleri getiren gözyaşı ve hasret dolu akraba mektupları özellikle Kabardey'den göçün devam etmesini engellemiştir. (Berzec, 134 )    

  Hüseyin Paşa Osmanlı Devleti'nin göçe hazırlıklı olmadığını, bu konuda Çerkesler için hiç bir şey hazırlanmadığını, bu göçmenlerin ilk büyük grubun durumunun ağıt yakılacak derecede perişan olduğunu belirterek ‘önemle rica ediyorum, sürgün sorununda acele etmeyelim’ demişti.       Sürgün büyük bir hızla devam ederken, bir taraftan da geri dönme eğilimleri baş göstermişti. Türkiye'deki Rus Elçisi İgnatiev'in 21 Şubat 1872 tarihinde Rus Dışişleri Bakanı'na yazdığı gizli bir yazıda, Türkiye'ye göçürülmüş 8500 Çerkes ailenin katlandıkları dayanılması zor-koşullardan şikayetle Kafkasya'ya geri dönmek istedikleri bildirilmiştir. (Berzec, 198). Bandırma çevresinde Yeni Sığırcı köyüne yerleştirilen 300 aileden 150'si, oradaki yaşama uyum sağlayamayıp anavatana dönmüştür.    

  1911'de Hac dönüşünde Şam valisi ile görüşen Canıko Bako; on bin Çerkes olduklarını, kendilerine hicret etmek istediklerini söyler, vali de memnuniyetle kabul eder. Canıko, Mehmet Hanaşe ile birlikte bir heyet halinde gelip daha önce iskân edilen köyleri gezer, perişan durumlarına tanık olur. Kendilerinin iskân edilmesi için belirlenen Kerk tepelerini gezerler. Bu kayalıkları beğenmeyip Ağustos 1911'de deniz yoluyla İstanbul üzerinden geri dönerler, hiç kimse de hicret etmez. (Berzec, 130)  

  1991'de kurulan Kafkas Halkları Konfederasyonu'nun (KHK) fahri başkanı Musa Şenıbe anlatıyor: "Annem anlatırdı; Dedem yolda (karşıdan gelen gemidekilerden) Türk'e gidenlerin hastalıktan kırıldığını öğrenince yanındakilerle birlikte denizin ortasından dönüp geri gelmiş.'' (Şenıbe, 1996).

 Osmanlı Devleti'nin sürgün ve yerleştirme politikası  

    Osmanlı Devleti'nin Kafkasya ile ilk ilişkilerini kurduğu 17. Yüzyıldan beri kişisel göçler başlamıştı. Büyük göçten önce Osmanlı ordusunda görev almış yüzlerce subay ve bir bölümü vezirlik yapmış 300 paşa vardı. Osmanlı Devleti, Kafkasya'yı egemenliği altına almak için bu üst düzey bürokratlardan yararlanmıştır. Musa Kunduk Paşa şöyle anlatır: "Sadrazam ile görüştükten sonra Berzec Hüseyin Paşa’nın yanına gittim. Ubıh Ali Paşa da (Hafız Paşa’nın kardeşi) oradaydı. Bu iki kişi Çerkes göçmenlerinin durumlarını yakından izliyordu. Hüseyin Paşa, Osmanlı Devleti'nin göçe hazırlıklı olmadığını, bu konuda Çerkesler için hiç bir şey hazırlanmadığını, bu göçmenlerden ilk büyük grubun durumunun ağıt yakılacak derecede perişan olduğunu belirterek 'önemle rica ediyorum, göç konusunda acele etmeyelim' demişti.'' (Berkok, 517).    

  "Kuruluşundan beri iç problemlerini çözmede sürgün ve yerleştirme yöntemine sıkça başvuran Osmanlı Devleti, 9 Mayıs 1857'de göç kanununu çıkarmıştır. Göçenlerin mal, can ve özgürlükleri, diğer tüm hakları Sultan’ın garantisi altındaydı. Her tür vergiden muaf olarak arazi verilmesi vaat edilmişti. Anadolu'ya yerleşenler 12 yıl askerlikten muaf tutulmuştu. 1860 yılında iskân-ı Muhacirin Komisyonu kuruldu. Bunda ekonomik ve politik çıkarlar gözetilmişti. (Karpat'tan naklen Berzec, 47) Rusya'nın iskâna müdahalesi      Binlerce yıllık öz yurdundan zulüm ve kanla sürdüğü milyonlarca insanı gittiği yerde de rahat bırakmayan Rusya, onların nerelere yerleştirileceğine de müdahale etmiştir. Rusya'nın 2 Mart 1878'de Osmanlı Devleti ile imzaladığı anlaşmada, Rus sınırına yakın yerlerde yerleştirilen Çerkeslerin iç bölgelere götürülmesi konusu üzerinde durulmuştur (Berzec, 126). Nitekim öyle de yapılmış, 150.000 Çerkes bu kez Rumeli'den Anadolu'ya göçürülmüştür. Sürülen Çerkes sayısı       Büyük sürgünle ilgili resmi istatistik bilgilerinin tamamına sahip değiliz. Ancak muttali olunabilen Rus, İngiliz, Fransız ve Osmanlı kayıtlarında 700 binden 2 milyona kadar değişen rakamlar vardır. Osmanlı’daki nüfus hareketlerini inceleyen Obisni İrolitimo 1866'da göçmenlerin bir milyona ulaştığını belirtir (Nartların Sesi, 1980: 15).    

  Ancak; Kafkasya'da yaşanan iç sürgünler, Sibirya ve Orta Asya'ya sürülenleri, Balkanlardan Anadolu'ya, Bandırma çevresine Güneydoğuya göçürülenleri, Yahudi -Arap savaşında Golan Tepeleri bölgesinin işgali üzerine Kunaytıra'dan sürülenleri de hesaba kattığımızda, sözcüğün gerçek anlamıyla yurdundan sürülen Çerkes sayısı korkunç derecede fazladır. Çerkes Muhacereti (Diasporası)  

    Çerkeslerin Kafkasya dışında en yoğun yaşadığı yerler, başta Türkiye olmak üzere, Suriye, Ürdün, Filistin, Mısır, Yugoslavya, bazı Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi çok farklı ülkelerden oluşmaktadır. Varna'da halen dört Çerkes köyü vardır ve özel giysilerini ve dillerini korumaktadırlar. Trablusgarp'a (Libya) bir defa da 1000 aile gönderilmiş olduğu arşiv belgesi ile kesinleşmiştir. Irak, Endonezya gibi hiç tahmin edilmeyecek ülkelerde bile Çerkes varlığına rastlanmaktadır.   

Yazan: Fethi GÜNGÖR. Kafkas Vakfı Bülteni .Ocak 2002  

***

BUGÜNKÜ ÇERKESYA    

   Kafkasya halkları, uzun mücadelelerine rağmen 19. yüzyılda yenilerek Çarlık Rusya'sının egemenliğine girdi. Bolşevik Devrimi'ni takiben Çarlık Rusya'sının dağılmasından sonra Kafkasya aydınları, 11 Mayıs 1918'de Birleşik Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'ni ilan ettiler. Bu ilanı Osmanlı tanıdı. Osmanlı'nın I. Dünya Savaşı'nda yenilmesi ve Bolşeviklerin iç sorunlarını çözmesiyle Kafkasya'yı Kızıl Ordu yeniden işgal etti. Bolşevik işgalinden sonra, 1921'de Kafkasya'da "Dağlı Sovyet Özerk Cumhuriyeti" ve "Dağıstan Sovyet Özerk Cumhuriyeti" adıyla 2 özerk cumhuriyet oluşturulur. 1922'den itibaren Rus yöneticileri Dağlı Sovyet Özerk Cumhuriyeti'ni daha küçük özerk bölge ve cumhuriyetlere bölmeye başlarlar. Sonuçta Karaçay - Çerkes Özerk Bölgesi, Kabardey - Balkar Özerk Bölgesi, Adıge Özerk Bölgesi, Çeçen Özerk Bölgesi, Kuzey Osetya Özerk Bölgesi ve İnguş Özerk Bölgesi ortaya çıkar.1936'da Rusya bölgede yeni düzenlemeler yapar, 4 özerk cumhuriyet ve 3 özerk bölge oluşur. Bu durum SSCB'nin çöküşüne kadar sürer. SSCB'nin çöküş süreciyle birlikte bölgede yükselen etnik talepleri devralan Rusya Federasyonu, özerk yapıların yetkilerini genişleterek federe cumhuriyetlere dönüştürdü. 1992 Federasyon Anlaşması'nda, milli cumhuriyetler egemen devlet olarak tanımlandı.  

     Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti'ndeki Karaçaylarla Kabardey-Balkar Cumhuriyetindeki Balkarlar aynı dil, etnik köken, kültür ve tarihi paylaşan bir Türk boyudur. Karaçay Balkarlar aynı zamanda Alan adını kullanırlar. Çerkesler, Kabardeyler ve Adıgeler (diğer Adigeler)de aynı dil ve etnik kökeni paylaşırlar. Geleneksel böl-yönet stratejisi burada da başarıyla uygulanmıştır. Karaçaylar'la aynı dile, kökene sahip Balkarlar Çerkes boyu olan Kabardeylerle birlikte bir cumhuriyette birleştirilirken, Çerkeslerin bir kısmı Karaçaylarla birlikte diğer cumhuriyette birleştirilmiştir. Yani Moskova tarafından bu cumhuriyetlerin birbirlerini dengelemesi hesap edilmiştir. 1990'ların başında, bu cumhuriyetlerin her ikisinde de diğer etnik gruptan ayrılma talepleri ortaya çıktı. Çerkeslerden ayrı Karaçay Cumhuriyeti, Balkarlardan ayrı Kabardey Cumhuriyeti kurulmasına yönelik talepler bugüne kadar gerçekleşmedi. 1999 başkanlık seçimlerinde Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti'nde bir etnik gerilim yaşandı. Seçimleri kaybeden Çerkez aday S. Derev, Karaçay adayı V. Semyenov'un ezici çoğunlukla kazanması üzerine Çerkesler'in bu cumhuriyetten ayrılmaları yönünde kampanya başlattı, fakat başarılı olamadı.    

   Türk kökenli Balkarlar da, Karaçaylar gibi 1944'te Sibirya'ya sürülmüş, 1957'de de geri dönmüşlerdir. Geri geldiklerinde eski topraklarının tamamını alamadıklarını ve Kabardeylerce siyasi ve kültürel baskı altında tutulduklarını iddia eden Balkarlar, kurdukları 'Töre' adlı teşkilatla 'haklarını' alma mücadelesi vermektedirler. Bu arada, teşkilat mensupları Kabardey-Balkar Cumhuriyeti'nden ayrılmak fikrini savunuyor. Balkarlar, baş şehir Nalçik'in yarısının ve ülkenin dağlık güney sınırlarının Balkar toprağı olduğunu savunuyor. Rusya içindeki Türk teşkilatları da Balkarlara siyasi destek veriyor. Fakat Cumhuriyetin 'güzellikle' ikiye bölünmesi pek mümkün görülmüyor. İki halkın da bu topraklardaki kökleri derin.  

Adigey Özerk Cumhuriyeti Başkent: Maykop Yüzölçümü: 7.800 km2 Nüfus: 490.000       Adigey Cumhuriyeti, 27 Temmuz 1922'de "Adıge Çerkesleri Özerk Bölgesi" (oblast) adıyla kurulmuştur. Sonra, şimdiki adını almıştır. İlk kurulduğunda yüzölçümü 2.645 kmkare idi.İlk başkenti Rusların kurmuş olduğu Tohtomukay köyü idi. 1926'da 112.800 olan toplam nüfusun %45'i Adige (50 bin), %25,8'i de Rus (29 bin) idi. Daha sonra başkenti Krasnodar oldu. 1937'de Karsnodar Eyaleti (kray) kurulup, Krasnodar kenti eyalet merkezi olunca, Adige Özerk Bölgesi'nin merkezi Maykop'a taşınmıştır. 1991’de Sovyetler Birliği dağılınca, Rusya Federasyaonuna bağlı Özerk Cumhuriyet statüsüne çıkarılmıştır.    

  Başkent Maykop'tan kısaca bahsetmek gerekirse; Maykop'un, kent ilçelerini de kapsayan, özel bir yönetimi vardır. Maykop 1857'de, Şhaguaşe (Belaya) Irmağı'nın doğu yakasında Adigelerce kurulan bir mıyekuaga köyüdür. Daha sonra gelişmiş ve 1937'de Adıgey Özerk bölgesinin başkenti olmuştur. Nüfusu yaklaşık 150.000 olup Rus nüfus çoğunluktadır Maykop adı, Adıgece Mıyekhuape'den gelmektedir. Mıyekhuape ise Mı (=Yaban elması), -ye (=lık takısı), khuape (=köşe, diyar) anlamına gelmekte olup, Yaban elması ağaçları köşesi veya diyarı demektir. Gerçekten Maykop ormanları, doğal yabani elma ağaçlarıyla kaplıdır.    

    Adigey Cumhuriyeti'nin nüfusu, 490.000'dir. Bunun sadece 123.000'i (%25) Adıge, gerisi ise Rus (%68), Ukraynalı, Ermeni ,Tatar, vb.dir. Adıgey Cumhuriyeti'nde, toplam Adıge köyü sayısı 43'tür; ortalama köy nüfusu 1500-2000 dolayında değişmektedir. Adıgey Cumhuriyeti edebiyat dili Çemguy şivesidir. Adigey Çerkes nüfusunu, 1864 sürgününden sonra burada kalan Çemguy, Bjeduğ, Şapsığ, Natuhay, Abzeh ve Besleneylerin torunları oluşturmaktadır. Cumhuriyet dışında Tuapse’de yaşayan Şapsığların sayısı 10.000’dir. Çerkesler, nüfusça az olmalarına karşın ‘’denklik’’ yasası sayesinde cumhuriyet parlamentosunda milletvekili koltuklarının en az yarısını elde edip ve ağırlıklı olarak iktidarı ellerinde tutmaktadırlar. Bu durum son yıllarda, Adigey Slav birliğinin başını çektiği Rus milliyetçileriyle gerginlik nedeni olmuştur. Devlet başkanı olabilmek için Çerkesçe bilme şartı ve dışarıdan göçü önlemeye yönelik yasalar Moskova’nın baskısıyla değiştirilmiştir.    

    Oldukça gelişmiş endüstri ve tarımı vardır. Büyük miktarda petrol ve doğalgaz, altın ve gümüş rezervleri vardır.    

    Adıgey Cumhuriyeti turistler için yaratılmış yerlerdir. Kafkasın muhteşem dağları, Lago-Naki'nin en güzel çayırları, mağaraların çokluğu, karlı tepeler, geniş yamaçlar, yüzyıllık ormanlar, şelaleler ve dağ nehirleri, sessiz göller bunlar Adıgeyi gezdiğiniz zaman göreceğiniz güzelliklerden bir kaçıdır. Yumuşak iklimi, mineral suları, egzotik doğası ile tam bir dinlenme ve tedavi merkezidir. Çeyrek yüzyıldan beri Lagonaki kayak yapmak isteyen turistlerin uğrak yeri haline gelmiştir. Burada kar haziran ayına kadar kendini göstermektedir. Bu cumhuriyette bulunan at yolu Rusya'da bilinen en eski At yoludur. Bu yoldan yapacağınız gezi sizlere unutamayacağınız anlar yaşatır. Mağaralara geziler düzenlenmektedir. Maykop'da 125 tane maden ve mağara olduğu bilinmektedir.  Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti Başkent: Çerkesk Yüzölçümü: 14.100 km2 Nüfus: 435.700      Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti Rusya Federasyonu içinde, Stavropol krayında (bölge) bir yönetim birimi (oblast) iken, 1993'de özerkleşmiş bir federe cumhuriyet durumundadır. 1864'teki büyük sürgüne 1880'lere doğru artarak katılan bölge halkı Türkiye ve Suriye’ye yerleşmiştir. 1917 yılında yaşanan Bolşevik İhtilali'yle girişilen bağımsızlık hamleleri Karaçay-Çerkes bölgesinde Beyaz Ordu tarafından bastırıldı. Sonraki dönemde, Kızıl Ordu'nun egemenliği ele geçirmesiyle bölgede yaşayanlar Sovyetler Birliği yönetimine girmiş oldular. Halk, 1944 yılına kadar topraklarında özerk olarak yaşadı; ancak 2. dünya savaşından sonra 1944 yılında "Karaçaylar" kitle halinde Adıge ve Abhazlardan da bazı aileler Orta Asya'nın çeşitli bölgelerine ve Kazakistan'a sürüldüler.Bu ikinci sürgün sonrası nüfusta önemli bir kayıp oldu; neredeyse yarı yarıya azaldı. 1957'de sürgünden dönen halk, bölgeye yeniden yerleşmeye başladı. Bunun sonucunda Karaçay-Çerkes Özerk Yönetim Birimi kuruldu.        Bugün özerk cumhuriyetin nüfusunun % 42'si Ruslardan, % 33'ü Karaçaylardan, % 10'u Adıgelerden, % 6'sı Abazalardan, % 3'ü Nogaylardan oluşmaktadır.Bölgede küçük oranda Rum nüfusu da mevcuttur. Karaçay-Çerkes bölgesi, 1992 yılında federasyon anlaşması gereği cumhuriyet statüsüne yükseltilmiştir. Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti'ndeki Adıgeler, Gitçe Zelençuk Irmağı vadisinde yer alan köylerde yaşamaktadırlar. Bu bölgedeki Adıgeler Kabardey ve Besleney kabilelerinden oluşmaktadırlar. Nüfusunu sayısal olarak 55.000'i Adıge kökenli (Kabardey, Besleney), 35.000'i Abaza (Abazin), 160.000'i Karaçay Türkü, 13.000'i Nogay Türkü ve geri kalanı ise Rus, Ukraynalı, Oset, Ermeni ve diğer halklardan oluşur. Ülkede 5 resmi dil mevcuttur: Rusça, Kabardeyce, Karaçayca, Abazaca ve Nogayca.  Ülke topraklarında yaşayan nüfusun %52’sini İslam dinine mensup olanlar oluşturur. Müslüman halk büyük oranda Sünni olup, Hanefi mezhebine bağlıdır.      

Cumhuriyetin başkenti olan Çerkesk, Kuban Irmağı kenarında bir Rus köyü olarak Stanitsa Batalpaşinskaya (Battal Paşa Köyü) adıyla kurulmuştur. Köyün adı 1931'de değiştirilerek Çerkesk denmeye başlamıştır. Yaklaşık 120.000 nüfusu olan Çerkesk sanayi (gıda, metalurji ve kimya) ve kültür şehridir.      Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti, yeraltı kaynakları bakımından zengin sayılır. Özellikle kömür, bakır, çinko, mermer, çimento, uranyum ve altın maden yatakları vardır. Petrokimya, gıda, makine ve tekstil sanayii gelişmiş olup, mevcut sanayi tesislerinin %65'i başkent Çerkesk şehri çevresindedir.  Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti Başkent: Nalçik Yüzölçümü: 12.500 km2 Nüfus: 786.000       Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu'na bağlı federe cumhuriyetler arasında en yoğun Adıge (Çerkes) nüfusunu bulunduran cumhuriyettir. İlk olarak Sovyetler lideri Stalin döneminde, 16 Ocak 1922'de Kabardino-Balkarya vilayeti olarak kurulan birim, 5 Aralık 1936'da özerk cumhuriyet haline dönüştürüldü. 1942 Ağustosu'ndan itibaren Almanlar bölgeyi 6 aylık bir süre işgal ettiler. Bir yıl sonra bütün Balkarlar Türkleri Nazilerle işbirliği yaptığı gerekçesiyle Mart 1944'te Orta Asya'nın çeşitli bölgeleri ile özellikle Kazakistan civarına sürgün edildi. Balkar ibaresi cumhuriyetin ünvanından silindi ve 1957'de sürgün edilen halkların haklarının iadesine kadar değiştirilmedi.  

      Çerkesler, nüfusun %49'luk kısmını oluştururken, bu oran Ruslar için %31; Balkarlar için %10 ve diğer kavimler içinse %10'dur. Ayrıca 62.9 kişi/kilometrekare olan nüfus yoğunluğu Rusya ortalamasının yedi mislini bulan bir değerdir.  Başkent Nalçik'ten söz etmek gerekirse; Şehrin isminin çıkışı hakkında birçok öykü söylenile gelmiştir. Bu öykülerden en bilineni, şehrin etrafını çevreleyen dağlarla ilgili olandır: Topografik olarak şehrin etrafını çeviren dağ silsilesi nal şeklindedir ve yerel her iki dilde de (Kabardeyce ve Balkarca) Nalçik, "nal" anlamına gelmektedir. Bu nedenle de nal, şehrin amblemi haline gelmiştir. Cumhuriyetin başkenti olan Nalçik 1818 yılında Ruslar tarafından bir askeri kale olarak yerleşime açılmış, 1862 yılında büyük bir kasabaya dönüşmüş ve o yıllarda 2800 civarında insanın yaşadığı bir yerleşim birimi haline gelmiştir. 1917 Ekim devrimi ile Nalçik, merkezi bir yapı halini almaya başlamış, Ocak 1919'da Beyaz Ordu Nalçik'e girmişse de, Kızıl Ordu Mart 1920'de tekrar geri almıştır. 16 Nisan 1922'ye kadar Nalçik tam anlamıyla büyük bir yerleşim merkezi haline dönüşmüş ve Kabardey-Balkar'ın merkezi olmuştur. 12 Aralık 1936'da ise o zamanın Kabardey-Balkar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin, bugünün Kabardey-Balkar Federe Cumhuriyeti'nin başkenti olmuştur. Toplam alanı 131 kilometrekare olan başkent, 1992 sayımına göre 280 bin nüfusa sahiptir. Şehrin ağaç ve yeşil alanları toplamı 991 hektardır.    

  Ülkede ulusal dil Adıge-Çerkes dilinin bir diyalekti olan Kabardeycedir. Kafkas dillerinin kuzeybatı gruplarından Abhaz-Adıge alt grubuna bağlıdır. Abhaz, Abzeh, Abazin vb. diyalektleriyle belli noktalarda ayrılan Kabardeyce, Kabardeyler Adıge kavminin bir alt boyu olduklarından Adiğebze (Adıge dili) olarak adlandırılır. Rusça ve Balkarca diğer resmi dillerdir. Kabardeyler ve Balkarlar Sünni Müslümandırlar.  

    Kabardey-Balkar Cumhuriyeti'nde dağcılık ve kayakçılık turizmi gelişmiştir. Bu bakımdan tüm Kuzey Kafkasya'da en önemli turizm merkezleri burada kurulmuştur. Dağ turizminde turların başlangıç yeri Nalçik'tir. Buradan ırmak vadileri boyunca uzanan yollar izlenerek güneye, Ana Kafkaslara doğru gidilmektedir. Yollarda çok sayıda konaklama yerleri, özellikle Elbrus (Oşhamahue) önlerindeki vadilerde turistik otel, motel ve kampingler bulunmaktadır.    

     Finans ve hammaddeler dahilinde cumhuriyet ekonomisi demirsiz cevherler, petrol, doğalgaz, çeşitli madeni ve kimyasal materyaller, çeşitli mineral ve taze su kaynakları, değerli inşaat hammaddeleri sanayii üzerine temellenmiştir. Şu anda 40'tan fazla mineral depoziti işletilmekte olup, mineral kaynaklarına biçilen değer 12.000 metreküp'ten fazladır. Kabardey-Balkar'ın kesinlikle branşında eşsiz bir yere sahip olan bir depoziti vardır: Tırnauz tungsten-molibden kompleksi (ünlü bir stratejik hammadde sağlayıcısı), dünyanın en zengin tungsten ve molibden cevheri depozitlerini işletmek üzere çalışmaktadır. Kuzey Kafkasya'da tüketilen elektrik enerjisinin %90'ını karşılayan Kabardey-Balkar'ın başlıca kaynakları Molibden ve Tungsten depozitleri ve bunları işleyen fabrikalar, makine imalatı ve kimya endüstrisi, inşaat malzemeleri imalatı, kereste, gıda ve diğer hafif endüstrilerdir.Tarım alanında ise tahıl ziraati (buğday ve mısır) meyve yetiştirme ve bağcılık, koyun, domuz ve at çiftçiliği, arıcılık ve ipekböcekçiliğidir.  

      Cumhuriyetin doğal, iklimsel ve demografik koşulları, oldukça hızlı gelişmekte olan ekonominin taleplerini karşılayan başlıca unsurlardır. Endüstri Kabardey-Balkar'da bugün gayri-safi milli hasılanın yarısını sağlayarak liderliği elinde bulundurmaktadır.  
Kaynak: ATLAS aylık coğrafya ve keşif dergisi. Mart 2003. Sayı 120        

          
****
TÜRKİYE’DEKİ ÇERKESLER  

   Çerkes topraklarının işgali, 1856 Kırım savaşından galip çıkan Rus ordusunun yıldırıcı baskınları ve İmam Şamil’in Mürid hareketinin 1859 yılında başarısızlığa uğraması sonucunda gerçekleşti. Böylece Ruslar bütün güçlerini Çerkeslerin üzerine sürdüler. O yıllarda başlayan göç, dalgalar halinde kara ve deniz yoluyla Osmanlı topraklarına aktı. Gelenler Anadolu’ya, Balkanlara ve bugünkü Suriye, Ürdün ve İsrail topraklarına yerleştirildi. Çerkeslerin başlangıçta yoğun olarak iskan edildikleri üç kuşak vardı: Balkanlar, Samsun-Reyhanlı (Hatay) hattı ve Suriye-Ürdün hattı. Çerkesler öncelikli olarak Balkanlarda Köstence, Varna, Sofya, Priştine, Kosova ve Plevne dolaylarına yerleştirildiler. 93 harbinden sonra bu kez Balkanlardan Güney Marmara ve Golan Tepelerine yerleştirildiler.      Çerkeslerin Osmanlı tarafından Ortadoğuya yerleştirilmeleri ise Rumeli ve Anadolu’da iskan bölgelerinin kalmamasından kaynaklanmıştı. Bölgedeki ilk Çerkes yerleşimi 1871 yılanda Halep ve Şam dolaylarında idi. Daha sonra gelenler Golan Tepeleri ve Amman civarına yerleştirildi. 1878 sonrasında iki büyük göç dalgası daha yaşandı. Bunlardan ilki gemilerle önce Karadeniz limanlarına ve sonra yaya olarak Kayseri-Uzunyayla’dan Suriye’ye doğru gerçekleşti. İkinci grup göçmen ise bu kez Balkanlarda yaşanan savaşlar nedeniyle Rumeli’den geldi. Bugün kesin rakamlar bilinmemekle beraber Ürdün’de 60.000 ,Suriye’de 40.000 ve İsrail’de ise 3.000 kadar Çerkes ve Abaza bulunduğu tahmin edilmektedir.  

   Anayurtlarından koparılan Çerkeslerin çok büyük bir kısmı Anadolu’ya aktı. Burada zorunlu bir iskan politikasına tabi tutulmuşlardı. Samsun’da başlayıp Çorum, Tokat, Amasya, Ankara, Kayseri ve Maraş’a ve buradan geçerek güneyde Hatay-Reyhanlı’ya kadar uzanan bölgeye ve ayrıca Batı Anadolu’da Adapazarı, İzmit, Biga, Balıkesir, Bursa, Bozüyük ve Eskişehir ile Güneydoğu Anadolu’da bazı bölgelere yerleştirildiler. 1864 yılından itibaren Anadolu’ya göç eden Çerkesler, bu yeni toprakları vatanları gibi benimsediler.       Çerkesya’yı 1830’larda dolaşan İngiliz gezgin J.Bell, resmini yaptığı Şapsığ lideri Hacı Kızbeç’i ‘’Çerkes Aslanı’’ diye adlandırmıştı.Hacı Kızbeç, etrafına topladığı binlerce savaşçıyla, Rus hatlarına düzenlediği baskınlarla, ileri yaşlarında bile halkına önderlik etti. Bağımsızlık savaşının örgütlenmesinde önemli rol oynayan Ubıh lideri Hacı Degumuko Berzeg, Çerkes milli meclisinin en aktif üyesiydi.15.000 kişilik birliğiyle Karadeniz kıyısındaki Rus kalelerine sürekli saldırılar düzenledi, bazılarını ele geçirdi. Ruslar tarafından başına bin ruble ödül konmuştu. Kafkas-Rus savaşının ünlü Ubıh lideri Giranduk Berzeg, Karadeniz kıyısındaki Rus garnizonlarına aman vermedi. Amcası Hacı Degumuko Berzeg’den aldığı liderliği 1860’da Soçi’deki Çerkes milli meclisine devretti. Sürgünde halkıyla birlikte Balıkesir Manyas Yeniköy’e yerleşti. 93 harbinde oğlu İslam beyi kaybettiği Plevne’de Osmanlı ordusunun 5.000 kişilik gönüllü Çerkes süvari birliğine önderlik etti. Osmanlı için yeni bir asker kaynağı olan Çerkesler, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşında Türk orduları içinde yer aldılar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında ise Çerkesler bazen haksız ithamlara maruz kaldılar. Örneğin, Çerkes Ethem isyanından sonra Bandırma ve Manyas yöresindeki Çerkeslere kötü gözle bakılmış ve ilk fırsatta İsmet İnönü hükümeti tarafından trenlere bindirilmiş ve Doğu Anadolu’ya sürülmek istenmişler fakat o sırada Başbakanın değişmesi ve Rauf Orbay’ın Başbakan olması sonucunda trenler Orta Anadolu’dan geri döndürülmüş ve köylerine geri dönmüşlerdir.    

    Türkiye’deki Çerkesler, Kafkasya’da yaşayan soydaşlarından 3 katı daha fazla oranda bulunmaktadır. Çerkesler tarafından, Abazaların dinsel açıdan en hoşgörülü grup, Ubıhların konuşmayı en iyi bilen grup, Abzehlerin Allah’a bağlı en dindar grup, Şapsığların en sert mizaçlı grup, Kabardeylerin ise kültürlerine en çok bağlı grup olduğu belirtilmektedir. Karadeniz kıyı boyunda yaşayan Ubıhlar tarih boyunca Rumlar, Yahudiler, Türkler ve Ruslarla ticari ilişkiler geliştirmişler ve dışarıya açık bir tutum sergilemişler. Bu nedenle diğer gruplarla dil düzeyinde iyi ilişkiler geliştirmeleri daha kolay anlaşılabilir. Abzehler, yine kıyı boyunda yaşadıkları ve Osmanlı’yla daha yakın ilişki içinde olduklarından dini kurallara daha sıkıca sarılmışlar. Şapsığlar ise yine kıyı boyu dağlık bölgelerde yaşadıkları ve daha kapalı bir toplumsal yapı sergiledikleri için diğer gruplara göre daha ayrık dururlar. Zengin topraklarda yaşayan Abazalar dinsel ayrılıkları problem etmedikleri gibi aynı ailede Hristiyan ve Müslümanların bir aradalığı mümkün olabilmiştir. Türkiye’deki Kabardeylarin Çerkes kültürünü değiştirmeden koruyabilen grup olma nedeni ise, belki de Kuzey Kafkasya’dan savaşların ardından topluca Uzunyayla’ya (Kayseri Pınarbaşı, Sivas’ın güneyi ve Maraş’ın Kuzeyi) göç etmelerine ve bu bölgedeki çoğunluk grubunu oluşturmalarına bağlamak gerekir. Uzunyayla, Çerkes geleneklerinin önemli bir değişime uğramadan yaşatıldığı bölgelerden biri ve 1860’lı yıllardan bu yana Kabardeylerin toplu olarak yerleştikleri ve yaşadıkları bir bölge. Bu nedenle Kayseri, Sivas ve Maraş illerinde ve köylerinde Çerkes kültürünün kaybolması, ‘’habze’’nin (örf, adet, gelenek ve görenek) etkisini yitirmesi, düğün ve cenazelerin geleneklere uygun bir şekilde düzenlenmemesi, dilin unutulması gibi sorunların pek yaşanmadığı bir bölge. Anavatandan getirilen bu farklılıkları belirleyen bir diğer unsur da Ubıh, Abzeh ve Şapsığ gibi kıyı boyunda yaşayan grupların feodal düzende yaşamayıp, dış dünya ile daha yakın ilişki içinde olmaları ve diğer grupların ise, feodal düzende yaşayıp, kendi içine kapalı bir toplumsal yapı geliştirmiş olmalarıdır.  

  Türkiye’de ezici çoğunluğu Çerkes olmak üzere 2.000.000’u aşkın Kafkas asıllı nüfus yaşamaktadır. Türkiye'de 40 ilde 876 Çerkez köyü bulunmaktadır. Fakat bugün Çerkezlerin çoğu İstanbul'da ve diğer büyük şehirlerde yaşıyor. Çerkeslerin yaşadıkları illere göre köylerinin sayısı şöyledir:    

 Adana 21, Adıyaman 2, Afyon 11, Amasya 21, Ankara 12, Antalya 2, Aydın 17, Balıkesir 99, Bilecik 21, Bingöl 6, Bitlis 7, Düzce 77, Burdur 2, Bursa 33, Çanakkale 16, Çorum 43, Denizli 3, Eskişehir 38, Gümüşhane 4, Hatay 5, İstanbul 7, İzmir 6, Kars 2, Kayseri 4, Kocaeli 10, Konya 13, Kütahya 6, Malatya 2, Manisa 6, Kahramanmaraş 26, Mardin 1, Muğla 1, Niğde 2, Sakarya 76, Samsun 104, Sinop 37, Sivas 40, Tokat 70, Yozgat 22, Zonguldak 1.  Türkiye'nin ünlü Çerkesleri      TSK'nın komuta kademelerinde, MİT'te, emniyette, siyasette, bürokraside görev alan çok sayıda Çerkes bulunmaktadır. Devlet Bakanı Abdüllatif Şener, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, Zekeriya Temizel, Önder Sav, Sabri Tekir, Beşiktaş Onursal Başkanı Süleyman Seba, gazeteciler Taha Akyol, İsmet Berkan, Hasan Cemal, Hıncal Uluç, Şansal Büyüka, Ahmet Tezcan, Fuat Uğur, komutanlardan Doğan Güreş, Edip Başer, Tahsin Betir, Çetin Doğan, sanatçılardan Türkan Şoray, Mehmet Aslantuğ, Arzum Onan, Rutkay Aziz, Müşerref Akay, Güven Kıraç, Kandemir Konduk, Çetin Öner, Cem Özer, Asmalı Konak dizisinin senaristi Meral Okay, mankenlerden Deniz Akkaya, Özlem Yıldız, sunucular Halit Kıvanç, Orhan Boran, sporculardan Aykut Kocaman, Rıza Çalımbay, Mehmet Okur, Prof. Dr. Doğan Kuban, Prof. Dr. Anıl Çeçen, yazar Ayla Kutlu, Ahmet Ümit, Osman Sınav, Aytunç Altındal, Türkiye’deki tanınmış  Çerkes’lerdendir.  

Kaynak: ATLAS aylık coğrafya ve keşif dergisi. Mart 2003. Sayı 120                                     

 

ABHAZYA ve ABAZALAR  

     Abhazya, Karadenizin doğu kısmında, 8600 km2. yüzölçümüyle 240 km.lik sahil şeridi boyunca uzanıyor. Kuzeyde Rusya’yla, güneyde Gürcistan’ın Svanetya ve Megrelya bölgeleriyle komşu. Ülkenin %74’ü dağlık. Eskiden kıyılar bataklık olduğundan sıtma tehlikesi nedeniyle Abaza köyleri dağlık bölgelere kurulu. Ancak bugün nüfus daha çok kıyı şeridinde toplanmış. 1989’daki son SSCB sayımına göre Abhazya’nın nüfusu 525.000 kişiydi: Gürcüler 239.000, Ruslar 110.000, Ermeniler 80.000. Abazalar 100.000 kişilik nüfuslarıyla kendi ülkelerinde o zaman için azınlık durumuna düşmüşlerdi. En yoğun oldukları yerler Gudauta ve Oçamçira rayonlarıydı. Gürcüler ise Gal, Gulprış ve Sohum rayonlarında ağırlıktaydı. Rus nüfus Sohum, Gagra, Tkuarçal, Novi Afon şahirlerinde, Ermeniler Gagra, Gudauta, Sohum ve Gulprış rayonlarının köylerinde yaşarlardı. 1992-1993 yıllarında savaştan sonra Abhazya’da nüfus dengesi büyük ölçüde değişti.Gürcülerin çoğu Eylül 1993’te Gürcü ordusuyla birlikte Abhazya’yı terk etti. Abazaların çoğunluğu oluşturduğu, Gürcülerin ve Megrellerin sadece Gal rayonunda yaşadığı 1930’lardaki duruma dönüldü böylece. Gürcü nüfus bugün yoğun olarak ülkenin doğusunda, Gürcistan sınırında, Gal rayonunda yaşıyor. Rusların ise büyük kısmı Abhazya’yı terk etmiş. Abazalar bugün 120.000’e ulaşan nüfuslarıyla oran olarak çoğunluğu oluşturuyorlar. Sonra Ruslar ve Ermeniler geliyor. Son 10 yıla dair resmi bir veri yok, ancak toplam nüfusun 300.000’den fazla olduğu tahmin ediliyor.       Resmi diller Abazaca ve Rusça; iki dilde yasal olarak eşit statüde. Abazaca Kafkas dillerinin kuzeybatı grubuna ait. Adigece ve Ubıhça ile akraba bir dil. Abazalar (Apsuvalar) dillerini ‘’Apsuşüa’’ veya ‘’Apsuva bızşüa’’ olarak adlandırır. Abazaca’nın Apsuva, Tapanta, Aşharuva ve Sadz olarak 4 lehçesi mevcuttur. Apsuva lehçesi Abahazya’da, Tapanta ve Aşharuva lehçeleri Karaçay-Çerkes Cumhuriyetinde, Sadz lehçesi ise sadece Sakarya ve Bilecik illerinde konuşulmaktadır. Abazaca 1800’lerin başında 170-180 bin, Kuzey Kafkasya’da 40-50 bin kişi tarafından konuşuluyordu. Bugün Abhazya’da 120.000, Karaçay-Çerkes Cumhuriyetinde 30.000 kişi tarafından konuşuluyor. Abhazya’da kullanılan alfabede 18’i çift karakterli, 58 harf bulunuyor. İki işaret dışında 6’sı ünlü 50’si ünsüz 56 sesi karşılıyor.Yazı ve edebiyat dilinin temeli nispeten fonetik sisteme sahip Abjua ağzıdır. Karaçay-Çerkes Cumhuriyetindeki Abazaların dili  için Tapanta lehçesi esas alınmıştır. Alfabede 28’i çift, 12’si üç karakterden oluşan toplam 68 harf var. Harfler 4’ü ünlü, 61’i ünsüz toplam 65 sesi karşılıyor.Ses zenginliği açısından Abazaca’nın, dünya dileri arasında önemli bir yeri bulunmaktadır.      Abhazya’daki Abazalar iki dinli bir halk. Abhazya genellikle Müslüman zannedilse de en seki Hristiyan ülkelerinden biri. Hristiyanlık 4. yüzyılda Bizanslılar aracılığıyla yayıldı. Abazaların çoğu Ortodoks Hristiyan, az bir kısmı da Müslüman. Ancak dinsel inançlar topluma tamamen nüfuz edememiş.Günlük yaşamda geleneklerde dinin belirgin bir etkisi görülmüyor. İbadete de çok düşkün değiller. Kiliselerdeki ibadet edenlerin çoğu  Rus. Sürgün yıllarında Rusya’nın gazabına uğrayanlar Abhazya ve Kafkas dağlarının kuzeyinde yaşayan Müslüman Abazalardı. Günümüzde de Abhazya’da yaşayan 120.000 Abazanın ezici çoğunluğu Hristiyan, Kuzey Kafkasya’da yaşayan 30.000 Abazanın tamamı ise Müslümandır.    ‘’Abaza’’ mı, ‘’Abhaz’’ mı? Bu konuda yaşanan isim karmaşası, Kafkasya’da bu halkın iki grubuna ayrı isimler verilmesinden kaynaklanıyor. Tarihi anavatanları Abhazya’da yaşayanlar Gürcülerin verdiği isimle ‘’Abhaz’’, geçen yüzyıllarda Kafkas dağlarını aşıp Kuzey Kafkasya’ya yerleşenler ise ‘’Abaza’’ (Rusçada Abazin) olarak adlandırılıyor. Türkçe’de ise böyle bir ayrım yok; genel olarak hepsi ‘’Abaza’’ olarak adlandırılıyor. Ülkenin adı bütün dünyada ve Türkiye’de artık Abhazya olarak bilindiğinden, halk için ‘’Abaza’’, ülke için ‘’Abhazya’’ adını kullanmak daha doğru görünüyor. Abazalar kendilerine ‘’Apsuva’’, ülkelerine canlar ülkesi anlamına gelen ‘’Apsnı’’ diyorlar. Rusya Federasyonuna bağlı Karaçay-Çerkes Cumhuriyetinde yaşayan Abazlar ise ‘’Aşuva’’ olarak adlandırılıyor. Bunlar Tapanta ve Aşharuva gruplarından oluşuyor.  

   Abazalar Türkiye’de genellikle Çerkeslerle birlikte anılır veya genel Çerkes tanımı altında kabul edilirler. Dil ve köken olarak akraba oldukları gibi, hemen hemen aynı gelenekleri ve kültürleri paylaşırlar. Kafkas-Rus savaşında Ruslara karşı gösterdikleri direniş ve uğradıkları sürgün, bu iki halkın ortak bir kader bilinci ve kimlik oluşturmalarında etkili olmuştur. Öyle ki Çerkesler ve Abazalar, Anadolu’da, Suriye’de ve Ürdün’de tek bir halk gibi birlikte ve iç içe yaşarlar.

     Büyük sürgünde ilk kez Karadeniz’in batı kıyılarında Kocaeli’nin Kefken sahilinde Anadolu’ya ayak bastılar. Abhazya’dan gelenler Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bilecik, İnegöl ve Eskişehir ekseninde bir Abaza hattı oluşturdu. Karaçay-Çerkes bölgesinden gelenler ise Çerkeslerle birlikte Samsun, Amasya, Çorum, Sivas, Tokat, Kayseri ve Adana’ya kadar yayıldı. Samsun ve Eskişehir’de iki bölgeden gelenler karışık yerleşmiş. Abazaların en yoğun yaşadığı iki ilimiz, Güney Abhazya’nın dağlık bölgelerinden gelip de yerleştikleri Adapazarı ve Düzce’dir. Bu bölgesel farklılık kendini tanımlamada etkisini gösteriyor. Batı Anadolu’da yaşayan ve çoğunlukla Abhazya’dan gelen Abazalar (Apsuvalar), kendilerini Çerkeslerden ayrı görüyorlar. Kuzey Kafkasya’da yüzyıllardır Çerkeslerle iç içe yaşayan, çoğu iki dilli olan İç Anadolu’daki Abazalar ise kendilerini Çerkes olarak tanımlıyorlar. Zaten hemen hemen aynı gelenekleri, kültürü paylaşmaları ve Anadolu’daki iyice kaynaşmaları sonucu, dışarıdan bakanların gözünde Abazalar, Çerkeslerden ayrı görülmüyor. Öte yandan Abazalar, sosyal ve kültürel açıdan Cumhuriyet Türkiye’sine en iyi uyum sağlayanların başında geliyor. Abaza tipini genellikle uzun boylu, ince yüzlü, açık tenli, koyu renk saçlı ve çoğunlukla koyu renk gözlü diye tarif etmek mümkün. Abazalar bir buçuk asırdır yaşadıkları Anadolu’da Abhazya’dan daha fazla bir nüfusa sahipler. Kesin bir sayı söylemek zor ama 19. yüzyılda Osmanlı topraklarına 100-150 bin arasında Abazanın yerleştiği biliniyor. Hastalıktan ve savaştan ölenler ile düşük nüfus artışını göz önüne alırsak 200-250 bin civarında bugün için Türkiye’de nüfuslarının bulunduğu ortaya çıkmaktadır.    

 Abhazya çok zengin bir bitki örtüsüne sahip. Hemen hemen her parkta okaliptus ağaçları var. Topraktan çok su emdiği için Sovyetler zamanında bataklıları kurutmak için Avustralya’dan getirilmiş. Bilinen bir çok bitki normalden daha büyük yetişiyor Abhazya’da. Mısır tarlasında, sanki ormanda yürünüyor gibi geziliyor, fındıklar nerdeyse ceviz büyüklüğünde. Muz hariç tüm subtropikal meyveler yetişiyor.  

   Abhazya’da her vadinin farklı iklim ve coğrafya özelliklerine sahip olduğu Tsabal’a çıkarken görülebilir. Daha önce görülmeyen ağaçlardan ve bitkilerden oluşan orman bittikten sonra, yukarılarda dağ çayırları başlar. Tsabal, Bilecik, İnegöl ve Eskişehir’deki Abazaların geldiği bölge.      Abhazya Parlamentosu, 26 kasım 1994’te egemen Abhazya devletini’nin yeni anayasasını kabul etti. Abhazya bağımsız ve egemen bir devletin bütün kurumlarına sahip. Parlamento beş yıllığına seçilen 35 milletvekilinden oluşuyor. Abazalar dışında 3 Rus, 3 Ermeni, 3 Gürcü, 1 Türk, 1 Çerkes milletvekili bulunuyor. Türkiyeli Abazlardan biri de teamülen parlamentoya seçiliyor. Abhazya bugün fiilen bağımsızlığını koruyor; ancak hukuki olarak henüz hiçbir devlet tanımadı. Gürcistan’ın baskısıyla Abhazya’ya 10 yıldır ekonomik ambargo uygulanmaktadır.  

TARİHİ:

      Abhazya ülkesinin ve Abaza halkının tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Abaza tarihi Antik Yunan kaynaklarından izlenebilmektedir. Grekler, antik çağda seyyah bir toplum idiler. Antik Grekler, ayırım yapmadan Doğu Karadeniz kıyılarında yaşayan herkese “Colchis” demişlerdir. Strabo’ya göre M.Ö. I.’de Abhazya’nın sınırları bugünkü Pitsunda kentinin bulunduğu yerden, Trabzon’a kadar uzanmaktaydı. Bu yöreler, Ortaçağ başlarında, Bizans İmparatorluğu’nun nüfuz alanı olarak görülmektedir. Dolayısıyla İmparator Justinyanus döneminde Hıristiyan dini ile tanışmışlardır. Özellikle Pitsunda yöresi, Abaza Hıristiyanlığının dini ve kültürel merkezi olmuştur. Bu dönemin Hıristiyan kaynakları ve Ortaçağ Gürcü tarihçileri Abazaların varlığından söz etmektedirler. 8.Yüzyıl sonlarında Bizans İmparatorluğu’nun gücü azalınca, Abaza Kralı II. Levan, Abhazya, Egrisi, Likhe’yi de kendi tacı altında Abaza Krallığı olarak birleştirmiştir. Giderek Abaza Krallığı bugünkü batı Gürcistan’ı da içine alan bir genişliğe ulaşmıştır. Bu durum 200 yıl sürmüştür. Bu dönem Abaza Kralı III. Bagrat’ın Gürcü tahtına geçerek iki devleti birleştirdiği tarihe kadar sürmüştür. 790-975 tarihleri arasında “Abhazia” adı, bütün batı Gürcistan’a verilen ad olarak kalmıştır.  

   13. yy’da Moğolların batıya yürüyerek Selçuklu Devleti’ni yıkmaları sonucu Gürcistan’ın özellikle doğu ve orta kısmı Moğolların eline geçmiştir. Tiflis yakılıp yıkılmış, Moğol vahşetinden kaçan Gürcüler batıda yoğunlaşmıştır. Bu olaylar sonucu devlet yönetimi çökmüş, devlet eskiden olduğu gibi yine Abaza ve Gürcü prenslikleri olarak ikiye bölünmüştür. Ançabadze’nin günümüze ulaştırdığı bilgilere göre, 14.yy’da Megrel (Laz) Prensi Georgi Dadiani, Abaza Hanedanı Çaçbaları kuzeye sıkıştırarak Abhazya’nın güneyini, bugünkü Gal ve Oçamçıra bölgelerini ele geçirmiştir.  Bu zaman dilimi içinde sıkışan nüfusun bir kısmı, kuzeydekileri de iterek harekete geçmiş, küçük bir grup Abaza ile Abhazya ve Ubıh bölgesi arasında oturanlar, bugünkü Adler, Loov Mitesta ile Mızımta vadisinden kalkarak ve Kulhor geçitlerinden kuzeye, bugünkü Besleney ve Kabardey topraklarına doğru yayılmışlardır. Abhazya topraklarında kalanlar ise zaman zaman Megrelya egemenliğine başkaldırarak çatışmalara girmişlerdir. Tam bu sıralarda 16.yy’ın başlarında Osmanlılar, Abaza Halkı ile İslamiyet’i tanıştırmışlardır. 1500-1800 arası 300 yıl, Türk-Abaza ilişkilerinin yoğun yaşandığı dönem olarak hatırlanmaktadır. Abhazya’da Osmanlı egemenliği, Rus saldırıları sonucu 1810’da sona ermiştir. Bu dönemde Abaza nüfusunun büyük bir çoğunluğu İslamiyet’i kabul etmiştir. Bu tarihten itibaren Rus - Abaza çatışmaları başlamaktadır. Abaza halkı, Çar yönetimini her fırsatta ayaklanarak kabul etmediğini belirtmiştir. 1864’te biten Kafkas-Rus savaşları, bütün Kuzey Kafkasya’da olduğu gibi Abhazya’da da halka çok büyük felaketler getirmiştir. Bu dönemde Abaza tahtında bulunan Çaçba Hamid (Mikhail Şervaşidze) aynı zamanda Çar ordularında da tuğgeneral idi. Rusya ile inatla çatışmanın, halkı yok edeceğini biliyordu. Buna rağmen 11-12 Mayıs 1864’deki intihar savaşlarını engelleyememiştir. Felaket 1877-1878

Osmanlı-Rus savaşıyla büyümüş ve Abhazya tarihinin en büyük nüfus kaybına ve kıyımına sahne olmuştur. Ülkede bugün yaşayan Abazalar 120.000 civarındadır. Türkiye’de yaşayan Kuzey Kafkasyalıların 250.000’e yakınının Abaza kökenli olduğu dikkate alındığında bu trajik sürgünün boyutları açıkça gözler önüne serilecektir.  

     1918 yılı içerisinde Abhazya’da ilk Sovyet yerel yönetimi kurulmuştur. Kırk gün süren bu yönetim, Menşevik Gürcü Hükümetinin saldırısı sonucu ortadan kalkmıştır. Abhazya Cumhuriyeti’nin kurulmuş olduğu 31 Mart 1921’de Lenin’e bildirilmişken Gürcistan ancak 21 Mayıs’ta “Abhazya Cumhuriyeti”ni tanıdığını açıklamıştır. Bu güzel gelişmeleri tehlikeler de bekliyordu. 5 Temmuz 1921’de Komünist Parti merkez bürosunda toplanan Stalin ve Avanesin’in verdiği karar şöyleydi: “Parti çalışmaları açısından Abhazya’nın özerk cumhuriyet statüsünde ve Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalması gerekmektedir”. Stalin’in bu müdahalesi, Abhazya Cumhuriyeti’ne ve Abaza halkına duyduğu ve saklayamadığı kin ve düşmanlığını da belirtmektedir. Bütün bu direnmelere karşın, Abhazya 1922 yılında, başlangıçta anlaşmalı bir federatif statüyle Gürcistan devletine bağlanmıştır. 1931 yılında ise “Karşılıklı Anlaşma ve Özel İttifak” tek yanlı olarak bozulmuştur. Abhazya yalnızca özerklik hakkına layık görülerek Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanmıştır. Tarih boyunca, kültürü, dili, sosyal yaşamı hep farklı olagelmiş olan Abhazya ve Gürcistan, zorla kıyılmış bir nikah ile birbirine bağlanmış olan eşler gibi idi. 1870’li yıllara kadar bu ülkede nüfus çoğunluğunu,ülkenin yerli halkı olan Abazalar oluşturmakta idi. 1926 yılına gelindiğinde ise 60 değişik etnik grup yaşar olmuştur. Aşağıdaki tablo Gürcü yönetiminin yavaş yavaş Abaza halkını azınlığa düşürmesini göstermektedir:

1886 Sonlarında Nüfus Dağılımı  Abazalar.... ..........58.961

Megreller...............3.414

Gürcüler...................515

Yunanlılar..............2.056

Ruslar.......................972

Ermeniler................1.337

Estonlar......................637

Diğerleri..................1.460        

1870 yılından itibaren ülke nüfusunun karmaşıklığı derhal etkisini göstermiştir. Bir gurup Abaza’nın Osmanlı topraklarına sürülmesi üzerine boş araziler yağmalanmıştır.  Gürcü, Rus, Ermeni, Alman, Bulgar, Azeri ve diğer unsurlarla birlikte yaşam belirmeye başlamıştır.    

   Abhazya’da Nüfus Değişimleri (1897-1992)

Yıllar  

      Abazalar       Gürcüler     Ruslar

1897      

   58.697          25.375       5.135  

1926    

   55.918     57.949      20.456

1939      

   56.147    91.067     60.201

1959      

   61.197    158.221    86.715

1970      

 77.276     199.595     92.889

1992  

   100.000        240.000      76.000    

    Yukarıdaki iki tablonun karşılaştırılmasından görülen en bariz, en çarpıcı husus 1896 da Abhazya da 515 Gürcü yaşarken 1992 de nüfusun 240.000 e ulaşmasıdır. 1870 yılından itibaren ülke nüfusunun karmaşıklığı derhal etkisini göstermiştir. Bir gurup Abaza’nın Osmanlı topraklarına sürülmesi üzerine boş araziler yağmalanmıştır. Gürcü, Rus, Ermeni, Alman, Bulgar, Azeri ve diğer unsurlarla birlikte yaşam belirmeye başlamıştır. 1877 deki birinci nüfus sayımı kayıtlarına göre ülke nüfusunun % 53 kadarı Abaza iken 1926 yılında Abaza nüfusu yarı yarıya azalmıştır. 1979 yılında yapılan sayım ise Abaza nüfusunun % 17 ye düştüğünü göstermektedir. Gürcü nüfusu ise aksine büyük bir artış göstermektedir.  

   Baskı rejimi yıllarında Abhazya’nın en seçkin insanları yok edilmiştir. Bu toplu katliamlar, nüfusu az olan Abhazya için büyük bir yıkım olmuştur. Bu arada Abaza dili yasaklanıyor, Abaza tarihi, kültürü, ulusal devlet bilinci, yerel coğrafi isimler, Abaza alfabesi yok ediliyordu. 1937-1938 yıllarında Gürcü alfabesi temel alınarak yeni bir alfabe hazırlanmış, Abaza sözcüğü yazışmalardan çıkartılmış, Abaza kimliği körletilerek, herkesin Gürcü olduğu duyurulmuştur. 1937 den 1953 yılına kadar Gürcistan”nın değişik yörelerinden birçok aile zorla Abhazya ya yerleştirilmiştir. Savaştan sonraki yıllarda da bu uygulamalar sürmüş, Abaza okullar kapatılarak Gürcüce öğretim yapan okullar açılmıştır. Gürcüler dışındaki diğer etnik gruplarda bu uygulamalarından nasiplerini almışlardır. Örneğin; Ahıska Türkleri ile Rumlar Kazakistan’a sürüldüler. Bu arada Abazaca olan Sohum kent ismi Gürcüleştirilerek “Sukhumi” olarak değiştirildi. 1948 yılında başlatılan, Abhazya’nın Gürcüleştirme politikası 1951 tamamlanmış, bu süre zarfında bütün yerleşim isimleri değiştirilmiştir. 1990 yılında bu değişikliklerin oranı %96 ya ulaşmıştır. Gürcüleştirme politikaları giderek çeşitli tepki ve huzursuzluklara yol açmış ve mücadele zorunluluğu doğmuştu. Bu mücadelenin bir göstergesi olarak da, Abhazya anayasasında değişikliğe gidilerek Gürcistan’dan ayrılma istekleri dile getirildi Bu sırada Gürcistan Komünist Parti Merkez Komitesi Sekreteri İ.V. Kaputinov, Sohum’da düzenlenen binlerce kişinin katıldığı bir toplantıda söz alarak bu soruna ne şekil verilirse verilsin müzakeresinin bile yapılamayacağını açıklamıştır. 

  25 Ağustos 1990 günü Abhazya Özerk Cumhuriyeti Parlamentosu’nda yapılan oylamada, 72 milletvekilinin 70’i Abhazya’nın Gürcistan’a bağlanmadan önceki statüsüne kavuşturulması doğrultusunda oy kullanmışlardır. Böylece Abhazya 1921’de olduğu gibi, egemen bir Sovyet Cumhuriyeti olarak kalmak istediğini dünya kamuoyuna duyurmuştur.  

   Abhazya Parlamentosu bağımsızlık sonrası Gürcistan’la olan ve kangren haline gelen ilişkilerini somut bir biçimde nihai bir şekle bağlamak için 23 temmuz 1992 tarihinde, tarihi bir karar alarak Abhazya Özerk S.S.C. ’nin 1978 anayasasını yürürlükten kaldırmıştır. Böylece birlik antlaşmasından önceki statüye dönülmüş oluyordu. Bilindiği üzere Gürcüstan hükümeti ile Abhazya halkı arasında bir savaş olmuş, bu savaş sonucunda Abhazya halkı da bağımsızlığını ilan etmiş durumdadır.  

Kaynak: ATLAS aylık coğrafya ve keşif dergisi. Mart 2004. Sayı 132.        

22-04-2020