Herhâlde cumhuriyetin ilelebet payidar kalacağına en çok Romalılar inanıyordu. Dile kolay, antik dünyada 482 sene boyunca cumhuriyetle yönetilmişlerdi. Krallarını alaşağı etmişler, Senato’nun merkezde olduğu, gayet kompleks ve hassas bir sistem kurmuşlardı. Her şey de yolunda gibiydi. En azından toplumun hâli vakti yerinde olanları, eşrafı için işler tıkırındaydı. Koca bir coğrafyayı aralarındaki çıkar çatışmalarını, kurdukları cumhuriyetin kurumları aracılığıyla dengeleyerek idare etmenin yolunu bulmuş gibilerdi.
Roma Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar süreceğine inanmamak için hiçbir sebep yoktu. Bundan dolayı, devletlerini gururla “civitas eterna” diye anıyorlardı. Osmanlı’nın “devlet-i ebed müddet” yani sonsuz devlet kavramı Roma’dan miras. Bu sonsuza gidecek cumhuriyetin siyasi ve hukuki ifadesinin zirvesi Cicero’nun yazı ve söylevlerindedir. Roma Cumhuriyeti bir insanda cisimleşse, muhtemelen Cicero donuna bürünürdü. Formülün işletilmesi karmaşık olsa da, özü basitti. Hukukla birbirine bağlı vatandaşlar, haklarının karşılığında ödevler de yüklenerek beraber “kamusal şey”i, “res publica”yı oluşturuyordu.
Hep beraber kurulmuş, ortaklaşa bir şeydi cumhuriyet. Tamamen de o sebeple asırlar boyunca sarsılmayıp güçlense de ölümü biraz da mukadderattandı. Zira aslında işler pek de ortaklaşa yürümüyordu.
Cumhuriyeti her zerresinde yaşamış, darbe girişimlerine karşı Senato’yu ayakta tutmuş, Roma siyasetinin neredeyse her kademesinde ter dökmüş Cicero, cumhuriyetin yıkılışına şahit oldu. Kafası kesildi ve artık zehir saçtığı düşünülen yazıları kaleme alan elleri kopartılıp şehir meydanında sergilendi.
Roma’nın cumhuriyetten imparatorluğa geçişi çok verimli bir tarihsel dönemdir. İnsanların ismine aşina olduğu Romalı karakterlerin büyük çoğunluğu birbirini tanıyan, aynı dönemin karakterleridir. Sezar, Augustus, Cicero, Kleopatra, Markus Antonius, Brutus vs… Shakespeare oyunları da Roma tarihinin bu dönemi etrafında dolaşmayı sever.
Benim de hakkında okumayı sevdiğim bir dönemdir. Cumhuriyet bayramlarında da sıklıkla aklıma düşer. Ne oldu da Cicero’nun üzerine titrediği cumhuriyetin kurumlarının altı boşaldı, muzaffer komutan Sezar ordularını neden Roma’nın üzerine sürdü, nerede ne oldu da az dayansa 500 seneyi devirecek cumhuriyetin kendi devriliverdi?
Tahmin edersiniz ki bu soruyu soran çok. ABD başta, dünyanın içinden geçtiği derin demokrasi krizinde bu soru çok daha sıklıkla gündeme geliyor. Aslında geç bronz devri çöküşü başta olmak üzere bütün sistem çöküşleri yeniden masaya yatırılıyor. Benzer bir sistem yıkılışı sürecinden geçtiğimizi düşünenlerin sayısı ve etkinliği giderek artıyor. Bu konulara artan ilgi de bunun göstergesi.
Bir sistem tek bir nedenden yıkılmaz. Birçok faktör devine devine bu sonucu oluşturur. Ancak günümüzle kıyaslandığında Roma’da cumhuriyetin yıkılıp imparatorluğun kurulması sürecinden öğrenecek şeylerimiz var.
Bir defa cumhuriyet kapsayıcı olmazsa kırılganlaşıyor. Siyaset, aslen Roma’yı kuran Romulus’un senatosundaki 100 senatörün ailelerinden gelenlerin alanıydı. Ahaliye “pleb” deniyordu ve siyasete katılımları kısıtlıydı.
Roma ezeli rakibi Kartaca’yı ezip geçtikten sonra (bütün bu hikayenin sonunda Kartaca’nın büyük komutanı Hannibal’in Gebze’de otoyola yakın bir yerlerde gömülmesiyle sonuçlandığını not düşeyim☺) yayıldıkça yayıldı. Askerî harcamalar arttı, zaten eşitsizlik üzerine kurulan toplumsal düzenin iyice cılkı çıktı.
Askere para yetiştirmek zor iş. Bir yerden sonra askerler, devlete değil generallerine sadakati seçti. Giderek artan gelir adaletsizliği pleblere “yetti gayrı” dedirtti. İsyanlarını kendileri örgütleyemediler. En asil ailelerden gelenler rakiplerini ezmek için plebleri örgütlemeye başladı. Popülizmin temellerini pleblerin isyanını kendi kişisel ajandaları için sömüren soylular attı diyebiliriz. Bugün Trump’ın “kara kalabalıklar”dan aldığı desteğin mekanizması Roma’da da mevcuttu.
Cicero’nun cumhuriyeti bir zümrenin tahakkümüydü. Sonradan birbirine düşman olacak Romalı asiller, köleler Spartakus önderliğinde isyan ettiğinde tek vücut olup binlerce köleyi kilometrelerce yolda sırayla çarmıha germeyi bilmişlerdi. Bütün yollar Roma’ya biraz da böyle çıkmıştı.
Ana emek kölelere dayanır, eşitsizlik fırlar gider, yoksul halkın gözlerinin önünde sergilenen şatafattan biraz kırıntı alabilmesi için askere yazılması gerekir, popülist soylular halkın isyanını kendi çıkarları için sömürüp toplumu kutuplaştırırsa ilelebet payidar kalacağına güvenilen cumhuriyetin göçüp gitmesinden başka seçenek kalmaz. O zaman herkesin merak ettiği sorunun bugünkü kavrayışla kabaca özeti bu.
Bir yönetim sistemi kapsayıcı ve adil olmazsa yıkılır gider. Cumhuriyet fazilettir’in fazileti de bu olsa gerek. Halklar diktatörün istikrarını, halktan yana olmayan cumhuriyetin ikiyüzlülüğüne her zaman tercih edecektir. Öyle olduğu için “civitas eterna” Sezar’a “dictatur in perpetuum” yani daimi diktatör unvanını verdi.
Uzun lafın kısası, gelir adaleti ve toplumsal eşitlik gözetmeyen her siyasi akım cumhuriyet karşıtıdır. En güvenilen devlet kurumları bile bir kuşakta yıkılabilir. Halkın haklı isyanı üzerinde sörf yapmaya hevesli çok diktatör vardır.
Gelgelelim “res publica”, “kamusal şey” diktatörlerden de her yönetim şeklinden de eskidir. Cicero ya da Sezar’ı bilip de Spartakus’te karar kılanların kararlılığının dayanağı da bu olsa gerek.
Cumhuriyet hepimizin ortak varlığı olmamaya direnirse yıkılır gider. Hakkını savunmak aslen cumhuriyeti savunmaktır. Savunulmayan bir kamusal ortaklığın da yağmalayanı çok olur.
29-10-2022/Bu yazı ilk defa 30 Ekim 2021’de Aposto’da yayımlanmıştır.