Değerlerin Değeri - Neşter İzleri(4)

DEĞERLERİN DEĞERİ - Neşter İzleri'nden Öykü (4)

İkinci katta dahiliye, alt katında kadın doğum servislerinin, zeminde ise radyoloji, biokimya, patoloji laboratuvarları ve yöneticilerin makam odaları bulunan binadan çıktım. Sağ elimde sımsıkı tuttuğum akciğer filmi ve tahlil sonuçları kağıtları, suratımda yeni bir zafer kazanmış komutan edasıyla sevinçli, hızlı adımlarla çaprazdaki binaya yöneldim.

Ameliyat başladıktan sonraki asistanlık, işler ters gittiğinde en günahsız olmanıza rağmen “Uyuma, asılsana be, havaya değil önüne bak, senin yüzünden uğraşıp duruyoruz” gibi ve daha ötesi hakaretvari sözleri, ağzını açmadan, cevap vermeden sineye çekmeyi gerektirir. Operatör başasistan abinizin stres topu olmak, ameliyat sonrasında yatağına gidene kadar hastanın sorumluluğunu taşımak çömezin görevidir. Sonraki günlerde pansumanları yapmak, tedavileri düzenlemek ve takip etmek çömezliğin en kolay, zevkli ve hatta faydalı yönüdür. Hastalarla kaynaşır, özellerini paylaşır; eş evlat, dost arkadaş, konu komşu vb. insanların değerini anlamaya başlarsınız. İnsanoğlunu tanımanın sonu olmadığını, tanıdığınızı sandığınız kişilerin küçücük değerler için daha değerli değerlerden nasıl vazgeçtiklerini dinlersiniz hastalardan ve bu sayede hayat tecrübenize tecrübeler katarsınız. Dosyaları doldurmak, ameliyat notlarını yazmak, yatış ve taburcu işlemleri gibi bürokratik görevler sıkıcıdır. En zor olansa hastayı emredilen gün, saat, dakikada hazırlayıp ameliyat masasında neşter atılacak duruma getirmektir. Bu, kıdemlinin sorumluluğunda çömezin en birinci vazifesi, çömez olsun kıdemli olsun asistanın ödüllendirilme veya cezalandırılmasının en önemli sebebidir.

Saat 11.00’da servise yatan, ertesi gün ameliyata hazır edilmesi istenen şefimizin özel hastasının tüm tetkiklerini, sosyal ilişkilerimi ve çenemi kullanarak 15.00 olmadan tamamlamıştım. Anesteziden ameliyat olabilir onayını alınca –tüm tahlil, tetkikler normal olduğundan alacağım garantiydi- bir görevimi daha kazasız belasız, başarıyla yerine getirmiş olacaktım. En acil vaka! olduğu için bir senelik kıdemli asistan olmama rağmen riske girmemiş, görevi çömezime bırakmamıştım. Sonuçları bir an önce başasistana takdim etmeye giderken hızlı adımlar atmamın, suratımdaki zafer kazanmış komutan edası, gönlümdeki sevincin sebebi buydu işte!

Poliklinik kapısının yanındaki camekanın arkasında oturan kayıt hemşiresini gülümseyerek selamlayıp içeri daldım. Sağ taraftaki, önleri beyaz muşamba perde ile kaplı üç adet hasta muayene bölümünün bitişindeki masanın önüne geldim. Yanındaki Haldun abi ile sohbet eden, benden yedi sekiz yaş büyük, tepesindeki iki yanı dökülmüş saçlarını geriye taramış, yuvarlak yüzlü, sinirlendiğinde bağırıp çağırmaktansa laf sokuşturarak fırça atan, cerrahisini çok beğendiğim başasistanıma elimdeki film ve kağıtları uzatıp gururla şakıdım.

- Her şey tamam Üzeyir abi. Sadece anestezi muayenesi kaldı, buyurun!

Metal, sarı çerçeveli gözlüğünü sağ elinin işaret parmağı ucuyla geriye itip burnunun üstüne güzelce yerleştirdi, keyifle sonuçları inceledi ve tahmin ettiğim gibi keyifle konuştu.

- Aferin lan kuyruk! Yarınki vakaların ikisi senin... Hak ettin valla!

Üç tane çömezim gelmişti ama kuyruk lakabımdan kurtulamamıştım. Kuyruk gelmiş, sanırım uzman olup ayrılana kadar da kuyruk kalacaktım. Hem sözlü hem uygulamalı ödüllendirilmenin sarhoşluğundan ayılmaya çalışırken yanıbaşımda Sabit belirdi. Elindeki ayakta çekilmiş direk karın grafisini pencereden gelen ışığa doğru havaya kaldırdı.

- 25 yaş, erkek hasta. Öğlen ani başlayan karın ağrısı, muayenede tahta karın bulgusu, filmde diafragma altında serbest hava... Ülser perforasyonu (delinme) abi.

Üzeyir abi, oturduğu yerden filme baktı.

-Haklısın Sabit, Kenaaannn!

Yan tarafta hasta bakmakta olan dört aylık çömezim Kenan, bir saniyede masanın başında bitiverdi.

- Buyur abi!

- Kenan, ülser perforasyonu vakası var. Hastayı hemen ameliyathaneye al, hazırla, kuyruk abinle açın vakayı. Sinan, sen de sıkıntı olursa bana haber gönderirsin.

- Siz girmeyecek misiniz abi?

- Mecbur bırakmazsanız hayır... Haydi, sallanmayın, hasta kıvranıp durmasın.

Kenan, bürokratik işlemleri tamamlayıp tıbbi acil hastayı hazırlamak için fırladı. Ben de sosyal acil vakanın tahlil, tetkik kağıtlarını masanın üzerinden alıp “ Tamam abi” dedikten sonra kapıya yöneldim. Şaşkındım. Bulutlar üzerinde kanat çırpmaya korkarak uçuyordum. Asistanlığımda bir senem dolmadan fıtık, apandisit ameliyatlarından sonra bir üst basamak sayılan vakayı, operatör olarak çömezimle açacaktım. Üzeyir abi, ertesi güne bırakmadan beni ödüllendiriyordu; bunaydı şaşkınlığım, mutluluğum...

On beş, yirmi dakika sonra ameliyathaneye girdiğimde hasta masada uyutulmayı bekliyordu. Salona girmemle Kenan yanıma geldi.

- Sinan ya! Ameliyatı bana yaptırsana...

- Nasıl yani?

- Yanisi var mı? Vaka senin için çocuk oyuncağı, sana katacağı bir şey yok. Benim için öyle mi ama? İlk mide ameliyatımı yapacağım. Tabi karşılığında sana ve ekibe kebap ısmarlayacağım.

Değişik ilk ameliyatı yaptığımızda ekibe yemek ısmarlamak cerrahi kuraldı. İlk apandisit ameliyatımı yaptığımda bu kuralın bedelini çok ağır ödemiştim. Muzaffer’in dolduruşu ile ekip dahil servisteki tüm asistan, başasistanlara kebap ısmarlayıp da hesabı görünce feleğim şaşmış, ay sonundaki son üç gün beni idare edecek cebimdeki parayla hesabı ödemiş, maaş alana kadar geçen üç günümü Sabit’ten aldığım borçla geçirmiştim.

- Kenan, kebap dert değil. Senin bu ameliyatı yapacak kıdeme erişmene az bir zaman kaldı. Bense bu ameliyattan çok yaptım, haklısın lakin perforasyon ameliyatını başımda uzman olmadan ilk defa yapacağım. Sana yaptırdığımı Üzeyir abi duyunca öttürür beni.

- O zaman gidip Üzeyir abiden izin alayım, olur mu?

Sonucu tahmin etmeme, yanlış yaptığımı düşünmeme rağmen sevdiğim çömezimi kırmamak adına “Öyle olsun” demek zorunda hissettim kendimi. Kenan, koşarak odadan çıktı, ben de sıkıntıyla yıkanmaya başladım.

Çömezim, dört ay önce ihtisasa başlamıştı, onu dört aydır tanıyordum. Fakültedaştık, benden bir sene sonra mezundu. 1.80 m. boyunda, gür siyah saçlı, uçları dudak kenarlarından sarkmayan siyah bıyıklı, gözlüklü, gönül işlerinde kıdem sökmeyeceği için bana ciddi rakip olabilecek kadar yakışıklıydı. Allah’tan evliydi. Haddinden fazla uyanık olması en önemli farkımızdı.

On dakika içinde yıkanmış olarak dönüp hemşire, ameliyat gömleği ve eldivenlerini giydirirken “Tamam. Üzeyir abi izin verdi” dedi. Dakika tutmamıştım ama izin alma süresi kısa gelmişti bana. Karar anımdı; ya aldatılma ihtimalimin hayli yüksek olmasını tahmin ettiğim halde Kenan’a güvenecek ya da aldanmayayım derken Kenan’ı kıracak, vakayı ben yapacaktım. Babamın, çocukluktan çıktığımız andan itibaren beynimize kazıdığı “Aldanın, aldatmayın” sözünü hatırlayıp ilk şıkkı tercih ederek hastanın soluna geçtim.

Hasta uyutulmuştu. Sevgili çömezim, fakültedaşım, arkadaşım, gözleri fıldır fıldır ameliyat sahasında, sağ avucunu sadaka isteyen dilenci misali alet masasındaki hemşireye uzattı. Can yakmayacak hafif darbeyle şaplatarak avucuna bırakılan neşteri kavrayıp orta hatta, göbeğe kadar uzanan kesisini yaptı. Sonra fascia dediğimiz grimsi beyaz dokuya kadar cilt altı kesisi... Ardından fascia... Cilt altındaki karşılıklı iki yerdeki topluiğne büyüklüğündeki damarlardan sızan kanın kırmızıyla sıvadığı sarı, yağlı periton karşımızdaydı şimdi. Kenan neşteri bıraktı. Kanamaları koterize ederek (yakarak) durdurduk. İki klemple askıya aldığımız peritonu makasla kesmesiyle karın dışına taşan yeşil safralı, pis kokulu cerahati aspire etmeye başlamam bir oldu. Periton kesisini genişletip cerahati aspire etmeye devam ettik. Saha temizlendi, görüntü netleşti. Sağ elimle mideyi yukarı ve kendime doğru çekince mide bitimi, onikiparmak barsağı başlangıcındaki, içinden hala yeşil safra sızan, kuşgözü büyüklüğündeki ülser deliği çömezimin dikmesini bekler hale geldi. Yapılacak işlem hem kolay hem de zordu. Kolaydı; altı üstü üç dikiş atılacaktı, zordu; dikiş atarken arka duvardan geçip mide çıkışını tıkamamak gerekiyordu. Dikecek Kenan, hata yapmamasına dikkat edecek ben... Stres diz boyu... Fakültedaşım pür dikkat üç dikiş attı, ilk iki dikişi düğümledi, son dikişin düğümünü atıyordu ki “Kolay gelsin sayın kuyruk hocam! Nasıl, asistanınız ameliyatı yapabiliyor mu?” sözüyle irkildim, kafamı geriye çevirdim. Önce kaşları çatık, suratı sirke satan Haldun, sonra da gözleri cin gibi ameliyat sahasında gezinen Üzeyir abiyi gördüm. Maskemin altındaki yüzüm kızardı mı morardı mı yoksa kireç gibi beyazlaştı mı göremiyordum ama ensemden kuyruk sokumuma doğru inen ter damlacıklarının sırtımı yakıp kavuran sıcaklığını milim milim hissediyordum. “Yapabiliyor abi” diye kendimin bile zor duyabildiği sesle cevap verdim.

- Çok iyi sayın hocam! Karını güzelce yıkayıp aspire edin, iki dren koyup kapatın. İşiniz bitince de zahmet olmaz, ayağıma çağırmak kabul etmezsen başasistan odasında görüşelim.

- Olur abi!

- Kolay gelsin. Haydi, çıkalım Haldun.

Tam ameliyathaneden çıkmak üzereyken Üzeyir abi kafasını çevirdi.

- Haaa! Sayın kuyruk, söylemeyi unuttum, sen de yarınki vakaları unut. Uykunu iyi al da asiste ederken hata yapayım deme!

Odaya narkoz balonunun puf puf sesleri haricinde derin bir sessizlik hakim oldu. Kenan’ın kafası öne eğik, kıpkırmızı suratına baktım; yalanı ortaya çıkmış haylaz çocuk utancı, ezikliği gördüm.

- Değer miydi be Kenan?

-...

- Haydi, karını yıkayıp bitirelim ameliyatı. Hemşire hanım, fizyolojik serum ltf...

Güvenmeyi tercih etmiş, kandırılmıştım; hem de birkaç hafta sonra zaten yapacağı ameliyatı öne alabilmek için asistan arkadaşımca... Nasıl bir elin beş parmağı bir değilse insanların değerlerinin değeri de aynı olmuyordu. Cerrahi disiplin gereği bedeli ben ödeyecek, ben cezalandırılacaktım. Endişeli değildim ama kızgın, kırgın, üzgündüm.

Son dikişi atar atmaz ameliyat gömleğimi yırtarcasına çıkarıp eldivenlerimi hırsla şaklatarak fırlattım. Yüzüme bakmaya cesaret edemeyen çömezime baktım. “Bence senin yaptığın değmezdi ama benim yaptığım değerdi be Kenan” dedikten sonra sırtımı dönüp başasistan odasına gitmek üzere ameliyathaneden ayrıldım.

*Neşter İzleri kitabımdaki 4. hikayemdir.*

03-05-2021/BANDIRMA