Deniz Gezmiş’in Filistin Macerası

Turhan Feyizoğlu – Deniz Gezmiş’in Filistin Macerası

Turhan Feyizoğlu, Cumhuriyet Gazetesi için altı gün süren bir yazı dizisi ile Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını farklı bir yönüyle anlattı. DENİZ’ler ve FİLİSTİN başlıklı yazı dizisi ile Türk tarihinin gölgede kalan ve pek bilinmeyen bazı gerçekleri yeniden gündeme taşınmış oldu. Bu ilginç yazı dizisinin çok kısa bir özeti 2005 yılında Haber 7 com ‘da yayınlandı …

Deniz Gezmiş Filistinlilerle….

Ortadoğu’da, İsrail ile Arap ülkeleri arasında patlak veren harp dolayısıyla, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Filistin, Suriye, Irak ve Ürdünlü talebe ve stajyer doktorları gruplar halinde, gönüllü olarak memleketlerine dönmeye başladı.

İlk kafilesi iki gün önce yola çıkan gönüllüler grubuna, 9 Haziran 1967 Cuma günü 80 kişilik iki grup daha katılmış ve sabahleyin otobüslerle hareket etmişlerdi. Tamamen kendi imkânları ile yola çıkan gönüllüler, yanlarına burada kullandıkları aletleri ve temin ettikleri ilaçları da almışlardı.

Teşvikiye’deki Suriye Arap Cumhuriyeti Başkonsolosluğu’nun önünden hareket eden gönüllüleri, Başkonsolos teker teker kucaklamış ve başarılar dileyerek uğurlamıştı.

Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT) Merkez Yürütme Kurulu, İsrail-Arap çatışması ile ilgili olarak 15 Haziran 1967 Perşembe günü yayımladığı bir bildiride, bu çatışmada İsrail’i destekleyen ABD ve İngiliz hükümetlerini şiddetle yermişti. Bildiride, İsrail Devleti’nin Ortadoğu’daki Anglo-Amerikan petrol şirketlerinin çıkarlarını korumak amacıyla kurulmuş suni bir devlet olduğundan bahisle “Kökleri Amerika ve Amerika’nın milyarder Yahudilerine dayanan İsrail Devleti, Ortadoğu’da vurucu kuvvet haline gelmiştir.

Son yıllarda çok gelişen Arap milliyetçiliğinin, Anglo-Amerikan çıkarları için tehlike halinde gelişmesi, İsrail-Amerika birliğini perçinlemiştir” denilerek ABD ve İngiltere’ye şiddetle çatılmıştır.

KRAL HÜSEYİN’E TELGRAF

ODTÜ Öğrenci Birliği Başkanı Cengiz Haksever imzası ile 31 Mart 1968 Pazar günü Ürdün Kralı Hüseyin ‘e çekilen bir telgrafta, İsrail saldırısına karşı Ürdün’ün sonuna kadar desteklendiği bildirilir. Kral Hüseyin’e çekilen telgrafta şöyle denilmiştir: “Ekselans, uzun süredir, emperyalist İsrail karşısında kahramanca savaşan Ürdünlü Arap kardeşlerimizi, bu haklı ve mutlaka zaferle sonuçlanacak antiemperyalist kavgalarında, ODTÜ’nün Arap ve Türk bütün öğrencileri sonuna kadar destekleriz.”

DENİZ GEZMİŞ: DAİMA EZİLENLERİN YANINDA OLMALIYIZ

Dönemin devrimci gençlik liderlerinden Deniz Gezmiş , 19.11.1968 tarihli Türk Solu dergisinin 13. sayısında yayımlanan yazısında özetle şunları söylüyordu: “Çağımız, devrimcilerin Amerikan emperyalizmini adım adım kovaladığı çağdır. Çağımız, gençliğin Çekoslavakya’da ve diğer revizyonist ülkelerde karşıdevrimci olduğu çağdır. Çağımız biz yaştakilerin Vietnam’da, Dominik’te, Meksika’da Amerikan emperyalizmine karşı dövüşerek öldüğü çağdır. Azgelişmiş dünya halkları emperyalizme karşı bir savaş verirken gençlik bunun dışında kalamaz. Biz daima ezilenlerden yana çıkmak zorundayız. Eğer bizim kavgamız antiemperyalist kavganın paralelinde yürümezse, ayaklarımız havada kalır. Devrimci gençlik Amerikan emperyalizmine ve oportünizmine karşı duran gençliktir. Onların görevi, sayısının azlığına, düşmanın çokluğuna bakmadan, Amerikan emperyalizmine karşı sonuna kadar dövüşmektir. O, en iyi biçimde karar veren ve uygulayandır. O, boş gecelerini değil, boylu boyunca ömrünü bu kavgaya verendir. Yaşasın Bağımsızlık Savaşı Veren Dünya Halkları. Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye.”

‘Yirmi otuz kişi dağa çıkarız’

Bu sırada Vietnam’da görev yapmış olan CIA ajanı Robert Commer , Türkiye’ye ABD elçisi olarak atandı. Devrimci öğrenciler, ABD’nin Ankara’ya yeni atadığı büyükelçi Robert Commer’i kınamak amacıyla 28 Kasım 1968 günü, Atatürk Havalimanı’na gitti. Yapılan eylem sonrasında gözaltına alınan 18 öğrenciden Deniz Gezmiş, Mustafa Zülkadiroğlu, Mustafa Gürkan, Toygun Eraslan ve Rahmi Aydın 29 Kasım Cuma günü, Bakırköy Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı.

Bu tutukluluklarında Sultanahmet Cezaevi’nde Deniz Gezmiş’le yaptığı bir konuşmayı Rahmi Aydın şöyle anlatmıştır: “Cezaevi avlusunda, Deniz ile bir taraftan volta atıyoruz, bir taraftan sohbet ediyoruz. Deniz anlatıyor, ben dinliyorum. Sohbetin bir yerinde, Deniz, Fakülteyi bitirmek, diploma almak. Bunların hiçbirisinin devrimcilikle bir ilgisi yok. Bunlar burjuva işi. Bir kere okulu bırakmak lazım. Zaten okulu bırakmış gibiyim. Nasıl olsa tutuklamalar peş peşe’ dedi.

‘Peki, okulu bıraktıktan sonra ne yapacağız?’ diye sordum.

‘Yirmi otuz kişi, dağa çıkarız’ dedi.”

‘SİZ BOLU DAĞI DEĞİL ANCAK BURADA TALİM YAPARSINIZ’

1969 kışında, Deniz ve bazı arkadaşları, Akın Nejat Önal ‘ı bulur ve “Abi, Alpaslan Türkeş’in adamları her yerde kampa girdiler. Bolu Dağı’nda bir yerimiz var diye hep söylerdin. O dağa gidip, talim yapabilir miyiz” diye sorar. Akın Nejat Önal, Deniz Gezmiş, Mehmet Mehdi Beşpınar, Mustafa Lütfü Kıyıcı ve Mustafa İlker Gürkan , Bolu Dağı’nın eteğindeki Elmalı köyüne gider. Amaçları Bolu Dağı’nda eğitim yapmaktır.

Elmalı köyü, Akın Nejat Önal’ın annesi Hacer Hanım ve akrabalarının yaşadığı bir Çerkez köyüdür. Eğitim yapmaya gelenler, çok kar olduğu için evden dışarı adım atamaz.

Akın Nejat Önal, bunun üzerine, “Sizi başka bir dağa götüreceğim” diyerek, Deniz ve arkadaşlarını İstanbul’da Taksim-Elmadağ’a götürür ve “Siz ancak burada talim yaparsınız”diyerek, orada bırakır.

MUSTAFA ÇELİK, FİLİSTİN’DEKİ ÇATIŞMADA ÖLEN İLK TÜRK

Bu dönem, Filistin kurtuluş örgütlerinin kamplarında gerilla eğitimi almak için eğilimler daha çok ortaya çıkmaya başladı.

1960 sonrası Türkiye’den Filistin’e ilk kez Gaziantepli Abdülkadir Yaşargün ile Mustafa Çelik isimli gençler, 1 Ekim 1968 tarihinde gitti. Mustafa Çelik, 8 Haziran 1969 tarihinde Filistin’deki bir çatışmada öldü. Mustafa Çelik, Gaziantep’in Çobanbey köyündendi.

MAHİR ÇAYAN FİLİSTİN’E GİTMEDİ

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Ömer Erim Süerkan , Filistin’e gitme olayını özetle şöyle anlatmıştır:

“9-10 Haziran 1969 olayları çok önemli bir hareketti. Polisle sokak savaşları yapıldı. Hemen hemen bütün üniversite öğrencileri, o mıntıkada bulunan esnaf, işçi vb. yekvücut halinde polise karşı çatıştı. İstanbul polisi bütün gücünü Bayazıt-Hürriyet alanına yığdı. Buna rağmen Bayazıt-Hürriyet alanında barınamadı. Öğrenci gençlik, halktan da aldığı destekle polise karşı direnmiş ve galip gelmişti. Olaylar sonrasında üniversiteyi tatil ettiler. Haziran sınavları eylül ayına kaydırıldı. Öğrenci gençliğin liderleri için aranma durumu çıktı.

O sıralar Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi’nin Türkiye devrimci gençliğiyle ilişki kurma girişimleri ve Filistin’e davet olanağı vardı. Bunu böyle bir durumda değerlendirelim dedik.

İlk önce arkadaşları Ankara’ya gönderdim. İstanbul’da işleri yoluna koydum. Ardından Ankara’ya gittim, onlara baktım, geri döndüm. Daha sonra yeniden Ankara’ya gittim. Haziran ayı sonlarında Ankara ve İstanbul öğrenci hareketinin liderleri olarak bir araya geldik. Bu sırada Yusuf Küpeli ve Mahir Çayan ile daha yakın ilişki içindeyiz.

Filistin’e öğrenci hareketi içinden ilk gidenler biz olduk. Ben, Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin , İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğrencisi Kıbrıslı Fadıl Hasan . Suriye uyruklu Süleyman isimli bir arkadaş. Monşer takma isimli diğer bir Kıbrıs uyruklu İstanbul Üniversitesi Dişçilik Fakültesi öğrencisi ve Kıbrıs Türk Ulusal Öğrenci Federasyonu (KTUÖF) İkinci Başkanı Kuydul Turan ve FKF Genel Başkanı Hasan Yusuf Küpeli birlikte gittik.

Mahir Çayan da bizimle gelecekti. Fakat, Mahir, çeşitli nedenler ileri sürerek gelmedi.”

Ankara’da olmasına rağmen Hüseyin İnan da, bu sırada Filistin’e gitmedi

ŞAM’DA ESİR HAYATI GÜNLERİ

FKF Genel Başkanı Hasan Yusuf Küpeli, Filistin’e gitme konusunda şunları anlatmıştır:”Filistin’e gidiş işini bana Deniz açmıştı. Ben zaten gidecektim. Benim Filistin’e gidişimle onların gidişleri böylece çakışmış oldu. Ben, onların yanında bir arkadaştım.

Deniz ile kaçak olarak kaldığımız eve Mahir Çayan ile Gülten Savaşçı birbirlerinden ayrı olarak ayrı ayrı zamanlarda uğradılar. Gülten ile Deniz ilk kez o evde karşılaştı ve tanıştı. Gülten, bir saat kadar oturdu, sualler sordu vb. gitti. Başka bir gün Mahir geldi ve bizlerle Filistin’e gitmek istediğini söyleyecekti. Fakat, gideceğimiz zaman da onu bulamayacaktık. Deniz, bu olayı ciddiye almıştı. Üçüncü kaldığımız yer, Bahçelievler civarında, en üst katta bir apartman dairesi idi. İşte bu evde iken Cihan Alptekin veSelahattin Okur gelip, Deniz’i ve beni bulacaklardı. Cihan ve Selahattin, yanlarında iki valiz dolusu ‘Sol Yayınlar’ a ait kitap ve dört silah ile bir Sürmene kama getirmişlerdi. Dediklerine göre, bir örgüt idiler, bu kadar çok kitabı da daha uzun süre kalacaklarını düşündükleri için yanlarına almışlardı.

Kısa bir süre için kayboldular, tekrar geldiler ve bu evden Suriye’ye doğru yola çıkmıştık. Antep’te durup bir otele gidecektik. İstanbul Üniversitesi’nden, Deniz ve arkadaşlarının tanıdığı Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi’nin bir üyesi olan Abu Süleyman isimli kılavuzumuz, daha gecelemeden gelmiş, bizi bu otelde bulmuştu.

VALİZDEN KİTAP VE SİLAH ÇIKTI

Bir arabaya atlayacak ve sınırda akrabalarının olduğu bir köye gidecektik. Tam sınırdan giden bir istasyona inecek, gar memuruna adam başına 10 TL verip karşıya geçecektik. O ağır valizlerle karşıya geçip 600-700 metrelik hafif bir yokuşu çıktıktan sonra, tepenin üzerinde bir eve girdik. İçeride entarili iki-üç adam vardı. Biraz sonra bir arazi arabası geldi.

Bizleri aldı. Bir kilometre kadar sonra küçük bir köyün içinden geçtik. Fırat kenarına, bir salın bağlı olduğu yere dek geldik. Araba bizi bıraktı. Bekledik. Sala bindik ve karşıya geçtik. Yine yüz metrelik bir yokuşu çıktıktan sonra, Halep, Hama, Humus üzerinden Demaskus’a (Şam’a) giden karayolunun kenarına çıktık. Arabalara işaret etmeye başladık. Sonunda eski bir taksi durdu. Şoför, içinde ne olduğunu anlayamadığı ağır valizleri bagaja koydu. Arabanın içine sıkıştık ve gazladı.

On-on beş dakika kadar ya gitmiştik ya da gitmemiştik, yol çevrildi. Arama vardı. Bize hiç bakmadılar. Bagajı açtırdılar. Bizden ayrı birkaç Arap yolcu da dahil indirdiler. Deniz ve arkadaşları ile gelen valizleri açmışlar, içindeki silahları, kitapları görmüşlerdi. Silahlardan rahatsız olmuşlardı. ‘Bunlar kimin?’ diye sordular.

Mecburen öne çıktık. Abu Süleyman böylece ilk çevirilerini yapmaya başladı. Benim de belimde bir silah vardı. İlerde bir olay çıkmasın diye bu tabancayı milislere vermek için elimi belime atınca, milisler aniden gerilime itildiler ve silahları üzerimize doğrulttular.

İşaretle sakin olmalarını söyledim ve tabancayı yavaşça çıkartıp verdim. Abu Süleyman, bizlerin Demokratik Cephe’ye gittiğini söylemiyor, Suriye pasaportunu da gizliyordu. Demokratik Cephe’yi Suriye’de illegal sayıyor, güya örgütünü koruyordu. Milisler bizi, resmi bir arabaya koydular ve Lazkiye’ye doğru gazladılar.

‘DENİZ SANKİ TÜRKİYE’DE GİBİ DAVRANIYORDU’

Deniz sloganlar atmaya, marşlar söylemeye başlamıştı. Son derece tuhaf bir durumdu. Sanki Türkiye’de polise yakalanmış, gösteri yapıyordu.

Suriyeliler yolda aniden geri döndüler, bu kez arabayı Halep’e doğru sürmeye başladılar. Halep’te bizi polise veya istihbarata ait bir ufak binanın zemin katındaki hücrelere, bilemediğimiz, Araplarla karıştırarak ve bölerek koydular. Burada dört gün kaldıktan sonra bizi bir otobüse koyup Şam’da büyük bir askeri binaya götürdüler.

Burada, bizi, hiç baskı yapmadan yazılı sorguya çektiler. Kâğıtları verip, ‘Kim olduğunuzu yazın’ dediler. Burada da dört-beş saat kadar kaldıktan sonra bizi yine arabaya koyup Şam’ın kenarındaki bir askeri birliğe götürdüler.

Garnizon içindeki okul gibi bir binanın 40 m2 kadar büyüklüğündeki bir odasına koydular. Odada karyolalar, tuvalet, lavabo, masa vb. vardı. Pencereleri, askerlerin eğitim gördükleri bahçeye bakıyordu. Arada bir gelip bize bakan bir subayla Deniz, bir kavga çıkarttı. Adam sinirlenecekti ama bir şey demeden gidecekti.

HER ŞEYİ ANLATTIK’

Burada on iki gün kaldık. Sonunda aramızda tartışıp Abu Süleyman’ın her şeyi anlatmasına, nereye gittiğimizi söylemesine karar verdik. Abu Süleyman gitti, subaya her şeyi anlattı. O bir yerlerle ilişki kurdu. Ertesi gün, Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi’nin adamları güle oynaya geldiler. ‘Neden daha önce haber vermediniz?’diyorlardı ve olanlara gülüyorlardı. Bizi bir arabaya attılar ve Şam’ın kenar mahallelerinde olan merkezlerine sürdüler.

Şam’ın kenar mahallelerinden birinde olan yerleri, kocaman tabelası ile legal bir yer idi. Burada üç gece, dört gün kaldık. Şam’da bizlere cephe hüviyetleri yapacaklar, kendileri takma isim vereceklerdi. Aralarındaki anlaşmaya göre, bu hüviyetler, Suriye ile Ürdün sınırında pasaport gibi geçerlilik taşıyordu. Fakat örgütün Lübnan’da hiçbir legalitesi yoktu.”

“BURAYA ÇARPIŞMAYA GELDİK’

FKF Genel Başkanı Hasan Yusuf Küpeli , sözlerine şöyle devam etmiştir: “Şam’dan Amman’a doğru yola çıkmadan önce, Demokratik Cephe’nin adamları ile bir askeri birliğe uğradık. Burada, aldıkları valizleri, kitapları ve silahları iade ettiler. Örgütün merkezi ufak bir villaydı. Deniz , ‘Biz bir örgütüz; Naif Havatme ile görüşmemiz lazım’ diye ısrar ediyor ve Abu Süleyman ‘ı da bunları çevirmesi için zorluyordu. Bana özellikle rica etti. Onlarla gözükecek, işini bozmayacaktım. ‘Çok büyük gizli bir örgütün özel misyonu olan temsilcisi’ olarak tanıtacaktı kendini Naif Havatme’ye. ‘ Bizleri örgüt yollamış’olacaktı. Onunla sanki eşit şartlarda imiş gibi konuşmak istiyordu. Ben de bu oyunu bozmamalıydım. Çok canım sıkılmıştı, böyle bir şeye alet olmak istemiyordum. Fakat yapacak bir şey yoktu. Toplantıya katılmazsam birbirimize küsmemiz gerekiyordu. Günleri olaysız geçirmek gerekliydi. Deniz’in Naif Havatme ile görüşme isteğini biraz temkinli karşıladılar. ‘Şimdi burada yok, bekleyin!’ dediler ve bizleri biraz ilerideki açık arazide kurulmuş olan bir çadıra götürdüler. Bu çadırda bir grup kalıyordu. Başlarında çok iyi Arapça ve İngilizce konuşan, atletik yapılı, uzun boylu, 30 yaşlarında bir Fransız genci vardı. Deniz, bununla hemen takıştı, üzerine yürüyüp bağırdı vb… Fransız genci, sadece, o topluluktaki kuralları ve kendi görevini anlatmaya çalışmıştı. Deniz ise başında başka bir otorite görmek istemiyordu.

DENİZ’DEN SAVAŞ TAKTİKLERİ

Yanılmıyorsam üçüncü gün bizleri Naif Havatme ile karşılaştırdılar. Kenarda dinleyecek, hiçbir konuşmaya karışmayacaktım. Deniz, büyük ve gizli bir örgütü temsil ettiğimizi, kendisinin bu örgütün sözcüsü olduğunu vb. söyledi. Burada kalıp çarpışacağız, belki öleceğiz vb. diye durumu iyice dramatize etmeye başladı.

Naif Havatme, çok kibar, son derece diplomat bir adamdı. Çocuğu yaşındakini büyük bir nezaketle, gülümseyerek dinliyordu. Abu Süleyman da çeviriyordu. Havatme, kibarca, ‘Biz zaten enternasyonal bir tugay kurmak istiyoruz, buna katılmanız, diğer arkadaşlarınızı da getirmeniz yararlı olur’ vb. diye yanıtladı. Bu kez, Deniz, Havatme’ye ne yapması gerektiğini, nasıl savaşmaları gerektiğini anlatmaya başladı. Heyecanlanmış, el kol hareketleri ile de konuşuyor, bu işin şakaya gelmeyeceğini söylüyor, Che Guevara ‘dan örnekler vererek garip bir şeyler anlatıyordu. Abu Süleyman bunları çevirmek istemeyince de onu payladı, zorladı. Deniz, bağırınca çevirdi. Havatme, durumu anlamıştı. Hiç bozuntuya vermedi. Öyle kafa sallayarak, sadece dinledi. Saatine baktı ve biz oradan ayrıldık.

Deniz Gezmiş’in Filistin’de aldığı gerilla eğitimi diğer devrimci gençleri de etkilemiştir. Neredeyse herkes Filistin kurtuluş örgütlerinin kamplarına katılarak gerilla eğitimi almak hevesindedir.

FİLİSTİNLİLERDEN EYLEM

Devrimci Türk gençleri Filistin Kurtuluş örgütü kamplarında gerilla eğitimi almak için Filistin’e giderken Türkiye’de öğrenim gören bazı Filistinli gençler de bu dönem bazı eylemler yapmıştı. İzmir Fuarı’nda İsrail temsilciliğine 23 Ağustos 1969 Cumartesi gecesi bomba atmak isteyen 2 Filistinli gençten, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğrencisi Fettah Selmi’nin elindeki bomba patladı ve öldü. Bu arada İsrail temsilciliğinin önünde, 50 kadar genç, Mescid-i Aksa’nın yangını dolayısıyla İsrail’i kınama eylemi yaptı.

Filistin kurtuluş örgütlerinde gerilla eğitimi alan Abdülkadir Yaşargün ile Deniz Gezmiş, 1969 Ağustos ayında birbirinden habersiz ayrı ayrı olarak Türkiye’ye gelmişti. Deniz Gezmiş ve Abdülkadir Yaşargün, 26 Ağustos’ta başlayan ODTÜ Öğrenci Birliği ile FKF olağanüstü genel kurullarının yapıldığı 9-10 Ekim günleri, ODTÜ-SFK’de tanıdığı arkadaşlarına, El-Fetih kamplarında yaşadıklarını anlatır. Abdülkadir Yaşargün, kendisinin yeniden El-Fetih kamplarına döneceğini, ayrıca, gitmek isteyen olursa götürebileceğini söyler. Abdülkadir Yaşargün’ün bu konuyu daha çok konuştuğu kişi ise Hüseyin İnan ‘dı. Hüseyin İnan ve bir grup arkadaşı, silahlı mücadeleye katılmak amacıyla, bir süredir Vietnam ve Latin Amerika’da gerilla mücadelesi veren bir ülke veya Küba’ya gitmeyi düşünmektedir. Fakat Vietnam, Latin Amerika ve Küba’ya gitmek o dönem kolay değildir. En yakın yer Filistin’dir. Hüseyin İnan ve bir grup arkadaşı, Abdülkadir Yaşargün’le El-Fetih kamplarına gitmeye karar verdi.

TEHLİKELİ YOLCULUK

Bir grup genç, 10 Ekim 1969 Cuma günü, otobüsle Ankara’dan Gaziantep’e gitti. Burada diğer arkadaşlarıyla bir araya gelen Hüseyin İnan, Abdülkadir Yaşargün, Yusuf Tunbay Aslan, Celal Özcan, Ahmet Tuncer Sümer, Mustafa Yalçıner, Alpaslan Özdoğan, Halil Çelimli, İbrahim Seven, Fevzi Yaşar, Cemal Bağcı, Recep Alpay ve Ercan Kanar , Gaziantep’ten Birecik’e geçti. Sınırdan yürüyerek geçmek istenir fakat bazı nedenlerle bu olmaz. Sonuçta, Nizip-Karkamış istasyonundan 12 Ekim 1969 Pazar günü, trene binen 13 kişi, Fırat Köprüsü’nü geçtikten sonra arazi yapısı nedeniyle Suriye sınırına giren trenin bir rampada yavaşlamasından yararlanarak birer birer trenden Suriye topraklarına atlar.

Trenden atlayanlar, geceyi yaktıkları bir ateşin etrafında geçirir. Sabahleyin yürüyerek Fırat kıyısında bir yere ulaşılır. Salla Fırat Nehri geçildikten sonra Halep’e gidilir. Abdülkadir Yaşargün, Halep’te El-Fetih örgütüyle ilişki kurar. Suriye üzerinden Ürdün-Amman’a geçen 13 kişi, El-Fetih liderlerinden Ebu Cihad ile görüşür. Hüseyin İnan ve arkadaşları, El-Fetih’in eğitim kamplarında askeri eğitimin yanı sıra Türkiye’den götürdükleri bazı kitapları okuyarak, teorik eğitim de yaptı.

13 kişi arasında bir süre sonra öğrencilik ve yerel kültürel özelliklerden kaynaklanan bazı anlaşmazlıklar çıkar. Gaziantep grubu, Hüseyin İnan ve arkadaşlarından ayrılır, başka bir kamp kurar. Halil Çelimli ile İbrahim Seven, kısa bir eğitim yaptıktan sonra Türkiye’ye döndü. Bir süre sonra da Hüseyin İnan ile Ercan Kanar, yeni kadrolar getirmek için 9 Kasım 1969 Pazar günü, Türkiye’ye geldi.

Yusuf Aslan, ‘El-Fetih’e Ne İçin Gittim’ başlıklı yazısında Filistin’de gerilla eğitimi alma amacını açıklaken şunları söylüyordu: “Bugün Ortadoğu’da İsrail’e karşı Arap halkları anti-emperyalist bir savaş yürütmektedir. Emperyalizme karşı yürütülen savaş, bütün dünya halklarının ortak savaşıdır. Vietnam’da, Ortadoğu’da, Latin Amerika’da emperyalizme karşı sıkılan her kurşun, aynı zamanda Türkiye halkının kurtuluşu için sıkılmaktadır”

HÜSEYİN İNAN ise “Biz, dünya halklarının baş belası emperyalizme karşı çarpışan Ortadoğu halklarının, haklı mücadelesini desteklemek için Filistin’e gittik. Amacımız bir taraftan Arap halklarının kurtuluşunu desteklemek, diğer taraftan Türkiyeli devrimciler olarak bize düşen görevlerin bir kısmını yerine getirmekti” görüşünü dile getirmişti.

ATATÜRK POSTERİ YOK

Şam’ın biraz dışında El-Saika örgütünün yerleştiği alana götürülen ekip, burada bir eve yerleştirilir.

BAAS ve El-Saika yöneticileriyle daha çok Mustafa Gürkan ile Taner Kutlay görüşür.

Bu sırada Şam’da uluslararası bir fuar vardır. Fuara katılan Kore, Çin, Vietnam, Rusya ve sosyalist olarak bilinen ülkelerin standları ziyaret edilir. Rus pavyonunda Lenin ‘in, Stalin’in; Çin pavyonunda Mao’nun; Küba pavyonunda Che ve Castro’ nun boy boy posterleri asılmıştır. İstenildiği kadar rozet, poster ve broşür alınabilmektedir.

Türk pavyonuna gidildiğinde ne Mustafa Kemal Atatürk’ün posteri, ne rozeti… hiçbir şey yoktur. “Bu ulusun hiçbir ulusal lideri yok mu ki posteri ya da resmi asılmamış”denilerek, olay çıkarılır. Ertesi gün, yetkililer, bir Atatürk resmi asmışlardı.

Eylül ayının ilk haftasında Suriye’de ve Ürdün’de iç savaş başladığı için, grup, sınırdan gizlice geçerek Türkiye’ye geri döndü.

Türk devrimci gençleri, Ürdün’de yaşanan iç savaş nedeniyle tepkilerini dile getirmek amacıyla, 23 Eylül 1970 Çarşamba günü, 17.15’te Ankara’daki Ürdün Elçiliği’nin önünde toplandı.

Ürdün bayrağını indirerek, “Filistin Kurtuluş Bayrağı’ nı elçiliğin balkonuna asan devrimci Türk gençleri, “Yaşasın Arap Gerillaları” , “Yaşasın Leyla” , diye bağırdı.

YUSUF ASLAN EL-FETİH’E NE İÇİN GİTTİ?

Filistin’e gerilla eğitimi yapmak amacıyla gidenlerden Yusuf Aslan, “El-Fetih’e ne için gittim?” başlıklı yazısında, bunun nedenini şöyle açıklamıştır:

“Bugün Ortadoğu’da Amerikan emperyalizminin ileri karakolu olan İsrail’e karşı Arap halkları anti-emperyalist bir savaş yürütmektedir. Bu savaş Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da ve bütün dünyada emperyalizmin baskısı altında ezilen halkların yürüttüğü devrimci kavganın bir parçasıdır.

Emperyalizme karşı yürütülen savaş, bütün dünya halklarının ortak savaşıdır. Vietnam’da, Ortadoğu’da, Latin Amerika’da emperyalizme karşı sıkılan her kurşun, aynı zamanda Türkiye halkının kurtuluşu için sıkılmaktadır.”

HÜSEYİN İNAN: TEK SUÇUMUZ GERÇEKLERİ SÖYLEMEK

Hüseyin İnan ve arkadaşları Diyarbakır tutukevinde iken “Türkiye Halklarına” başlığıyla,Türk Solu dergisinin 3.3.1970 tarihli 120. sayısında yayımlanan ortak bildirilerinde görüşlerini kamuoyuna şöyle açıklamışlardı:

“Bizler günlerdir; ‘Diyarbakır Tıp Fakültesi’ne sabotaj yapmak isterken yakalandı’, ‘Türkiye’de sabotaj yapmak için El-Fetih’te yetiştirilen sabotajcılar yakalandı’ gibi kasıtlı, sansasyonel haberlerle kamuoyuna yansıtılan olaydan dolayı Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklu bulunan devrimcileriz. Bu manşetler işbirlikçi iktidar yetkililerinin ve polisin kamuoyundaki maksatlı, asılsız suçlamaları, tertipleridir. Hiç şüphe yoktur ki, bu tertipler de diğerleri gibi er geç iflas edecektir.

Suçsuzluğumuz, ezilmişliğimiz kadar meşru, alın terimiz kadar kutsaldır. Tek suçumuz geri kalmış bir ülkenin çocukları olmamız ve emperyalizmin ne olduğunu bilmemizdir. Türkiye’nin gerçeklerinden haberdar olmamız ve emperyalizmin bütün dünyada tezgâhladığı oyunları bilmemiz, emperyalizme karşı mücadele etmemiz, geri kalmış bir ülke olan Türkiye’de suçmuş gibi gösterilmek isteniyor.

‘GÖREVİMİZİ YAPTIK’

Biz, dünya halklarının baş belası emperyalizme karşı çarpışan Ortadoğu halklarının haklı mücadelesini desteklemek için Filistin’e gittik. Amacımız bir taraftan Arap halklarının kurtuluşunu desteklemek, diğer taraftan Türkiyeli devrimciler olarak bize düşen görevlerin bir kısmını yerine getirmekti.

Fakat biz, dünya halklarının dayanışmasına ve kurtuluş mücadelesinin gelişmesine emperyalizmin tahammül edemediğini biliyorduk. Çıkarlarını devam ettirmek için emperyalizmin her türlü insanlık dışı metotları tatbik etmekten geri kalmayacağını da biliyorduk. Artık bütün Türkiye halkları da son olarak bize karşı girişilen tertip dolayısıyla emperyalizmi ve işbirlikçilerini bir kez daha tanımalı ve bilmelidirler.

İşbirlikçi iktidar, Arap halklarının haklı mücadelesi için gittiğimiz Filistin’e ardımızdan ajanlarını göndermiştir. İleride tatbik edeceği oyunların planlarını hazırlamıştır. Yurda dönüşümüzde bizleri ustaca hazırlanmış tertiplerle yakalatıp bizi kamuoyuna ‘sabotajcı’, ‘kiralık ajanlar’ olarak tanıtmak için TRT’yi ve basını da aynı tertip içine sokmaya çalışmıştır.

150 saatten fazla işkenceye tabi tutulduk. Önceden hazırlanmış ifadeler bize imzalattırılarak suç dosyaları haline getirildi. Güdülen amaç, Türkiye’de tüm devrimci hareketi bu tertibin içine sokmak ve kitlevi tutuklamalarla bir faşist terör ortamı yaratmaya çalışmaktı. Günlerce süren işkenceler ve insanlık dışı uygulamalar, adli makamlara ‘Tahkikatı derinleştiriyoruz’ şeklinde yansıtıldı…”

Devrimci Avukatlar Derneği Başkanı Niyazi Ağırnaslı , Diyarbakır’da tutuklu gençleri ziyaret ettikten sonra Ankara’da yaptığı basın toplantısında özetle şu açıklamayı yapar: “Gençler bize, biz feyz aldığımız bir üniversiteyi sabote etmek değil gerekirse onu emperyalizme maşalık yapan irtica kuvvetlerine karşı kanı pahasına korumayı düşünen devrimcileriz, dediler ve kendilerine yüklenen bu suçu reddettiler. Onlar imkân bulabilselerdi Vietnam’a bile gidip emperyalizme karşı savaşacaklardı. Türkiye’deki bazı mihraklar emperyalizmle birlikte savaşmayı meşru, emperyalizme karşı savaşmayı ise suç saymaktadır. Diyarbakır olayı CIA ile İsrail entellijansının bizdeki bazı kimselerle birleşerek birlikte düzenledikleri bir siyasi oyundur.” Serbest bırakılana kadar Hüseyin ve arkadaşlarının akrabalarının dışında da Türkiye’nin her tarafından ziyaretçileri olur. Hatta, ziyarete gelenler arasında, “Filistin’e gitmesi konusunda kendisine yardımcı olmasını” isteyenler de vardır.

Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (TDGF) İstanbul Bölge Yürütme Kurulu, İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’nın kapısına 6 Haziran 1970 Cumartesi günü, büyük boy bezden bir pankart asar. Pankartta, “Arap Halklarının Emperyalizme ve Siyonizme Karşı Mücadelesinde Beraberiz” diye yazıyordu.

26 Nisan 1971 günü ilan edilen sıkıyönetimden sonra, Naif Havatme ‘nin Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC) ile Yaser Arafat ‘ın El-Fetih örgütünde siyasi ve askeri eğitim görmesi amacıyla Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin (TİİKP) bir kısım üyesi parti kararıyla Filistin’e gönderildi.

Filistin’e gerilla eğitimi görmek amacıyla yurtdışından, özellikle Almanya, İsviçre ve Fransa’dan uçakla bazı Türk öğrenciler de gelir. Gelenlerin amacı askeri eğitimden sonra Türkiye’ye girerek mücadele etmektir.

Almanya’dan FDHKC kamplarına eğitim için gelenler arasında Mehmet Tepe, Mehmet Duran Şeker, Mehmet Erdem adlı gençler de vardır.

Türkiye’den Filistin’e adam götürmek için sınırı geçirmek görevi Muzaffer Oruçoğlu, Kabil Kocatürk ve “Apo Ali” denilen Ali Turan tarafından yapılmaktadır.

KURAN KURSUNA GİTMEK GİBİ

Kurulan ilişkiler aracılığıyla yaklaşık kırk kişi Filistin’e gönderilir. Parti içinde Filistin’e adam göndermek, “Kuran kursuna” adam gönderme olarak adlandırılmaktadır. Daha çok, Suruç ve Halfeti ilçelerinin sınırlarından kaçakçılık yapanların kafileleri ile geçirilir.

Atıl Ant, Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Müfit Özdeş Şafak dergisi dağıttığı için tutuklu bulunan ve 13 Kasım 1971 Cumartesi günü Mamak Askeri Cezaevi’nden başka birisinin kimliği ile tahliye edilen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Kerim Öztürk , “Oflu Hoca” diye anılan Ayhan Özer, Ali Mercan, Abdülahat Muhittin, Cem Somel, Ali Turan,Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı İsmet Tufan Yazıcı, Sabetay Varol, Fuat Karasu, Mümtaz Çeltik, İrfan Çelik, Muzaffer Oruçoğlu, Hasan Sakarya , Filistin’e gidenler arasındadır.

Belki de ilk kez Türkiye’den bir Filistin örgütünün denetiminde olan gerilla eğitim kampına katılan Sabetay Varol’un Yahudi olduğu Filistinlilerden gizlendi.

Eyüp Cüneyt Akalın , Filistin’e giderken 14 Aralık 1971 Salı günü, Viranşehir’de jandarmalar tarafından yakalandı.

İSRAİL’DEN ELROM MİSİLLEMESİ

İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Ephraim Elrom, Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından kaçırıldıktan sonra 23 Mayıs günü öldürüldü. Elrom’un öldürülmesinin çok büyük etkileri oldu. Elrom’un kaçırılması, öldürülmesi olayıyla ilgili olarak İstanbul Tıp Fakültesi öğrencisi SuriyeliŞerafetin Eyüp Abaza , “Suriye casusu” olarak tutaklandı, yargılandı ve mahkûm edildi. Şerafettin Eyüp Abaza, 1978 yılında, Suriye’de tutuklu olan iki Türk karşılığında Suriye’ye iade edildi. Filistin’de FDHKC kamplarına gidip dönenlerden “Kasım” takma isimli İstanbul Gazetecilik Yüksek Okulu öğrencisi İsmet Dişbudak , böyle bir eyleme hazırlanır. FDHKC kamplarında aldığı eğitimle bir bomba yapar. Fakat, yaptığı bombanın düzeneklerini iyi ayarlayamamıştır. İsmet Dişbudak, 30 Aralık 1971 Perşembe günü gecesi, Aşağı Ayrancı’da Farabi Sokak’ın köşesinde bulunan İsrail Sefareti’ne kendi hazırladığı bombayı atmak amacıyla giderken, bomba elinde patladı ve bu patlama sonucu İsmet Dişbudak öldü. 1972’de, devrimci öğrenci liderlerinden Bora Sabri Gözen, Melek Ulagay’ la, Suriye sınırını gizlice geçerek Filistin’e gitti. Gülten Çayan da bu sıra Filistin’dedir. Fakat, görüşemezler. Filistin’deki mülteci kampında bir süre kalan Melek Ulagay, Avrupa’ya gitti. Hollanda’da siyasi mülteciyken 1974’te çıkartılan afla Türkiye’ye geldi.

İSRAİL ASKERLERİNDEN BASKIN

Lübnan’da Nahr el Bared kampında kalan Bora Sabri Gözen, Kerim Öztürk, Cafer Topçu, Ahmet Özdemir, Yücel Özbek, Ali Kiraz, Şükrü Öktü ve Gürol İlban , 21 Şubat 1973 Çarşamba günü, İsrail Deniz Kuvvetleri tarafından düzenlenen baskınla öldürüldü. “Cin Ali”lakaplı Ali Ergün ile Faik Bulut , kurtuldular. Bu baskının, “Elrom olayına misilleme olduğu” iddia edildi. İsrail askerleri tarafından bu baskınlar daha sonra da yapıldı. Bu baskınlar sırasında kamplarda bulunan birçok Türk hayatını kaybetti, birçoğu esir alınarak İsrail hapishanelerinde yıllarca yattı. İsrail’in Filistin kamplarına yaptığı baskınlardan en büyüğü 1982 yılında olmuştu. Bu kamp baskını sırasında Mustafa Çetiner ve İmam Ateşöldü.

İsrail’in Lübnan’a 1986 yılında yaptığı başka bir saldırıda da Cevat Sait Çelen, yaşamını yitirdi. Filistin’deki kampların büyük çoğunluğu kapatıldı. Orada bulunan Türklerin bir kısmı ya orada kaldı, ya Avrupa’ya gitti, ya da Türkiye’ye geri dönmek zorunda kaldı. 1968’li devrimci gençlik liderlerinden Taner Kutlay, 1977-1978 yılında, “Özgür Filistin” adında bir dergi çıkarttı. Dergi altı sayı yayımlandı.

Ve Turhan Feyizoğlu, sizlere özetlemeye çalıştığımız Cumhuriyet’teki yazı dizisini şu sözlerle bitiriyor:

‘2005 yılına geldiğimizde.

ABD ve İngiltere’nin öncülüğünde Ortadoğu ülkelerine, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı altında yeni bir dayatma sunulmaktadır bu çoğrafyada bulunan ülkelere. Hep birlikte gelecek günlerde yaşayarak göreceğiz ne olacağını…’

29-06-2020/TURHAN FEYİZOĞLU -2005- http://www.kudusgunu.com/turhan-feyizoglu-deniz-gezmis-in-filistin-macerasini-yazdi_h15601.html

60
A+
A-
REKLAM ALANI