Bir karikatür gördüm. Sizin de gözünüze çarpmış olabilir.
Atmosferde bir uzay gemisi parçalanmış; içindeki yolcular etrafa saçılmışlar. Bir yolcu da; dünyanın çekim alanın girmiş , dünyaya doğru düşüyor. Nereye düştüğünü görüp patlak gözlerini daha da patlamış( Şansıma ediyim!) diyor…
Şu dönemde, dünya planetinde olmak, galiba gerçekten şanssızlık diyeceğim ama; onu da diyemiyorum. Gelmiş geçmiş, bilinen dünya tarihine bakıyorum; ne zaman dünya da dört dörtlük hayatlar yaşanmış ki? Hep bir afet, kaos, savaş, açlık, yokluk sefalet! Hep saldıranlar ve saldırıya uğrayanlar…Bir yanda sömürüp semirenler, poposunu devirenler. Öte yanda; çalışıp çabalayan, yedirmeye doymayan, doyamayanlar. Açlar, açıkta kalanlar. Yolda yürümeye çalışan engelliye, çelme takıp düşürmeye çalışan da var, dünyaya minicik bir, olumlu iz bırakmaya çalışan da …. Gülmekle ağlamak arasında, ileri geri gidip… Savrulup duruyoruz
Eşim ve ben; yaşımızı aldık. Bunun da bilincinde olduğumuzu düşünüyoruz, derken; durumun pek de öyle olmadığını yaşayarak gördük.( Bir daha mı? Asla!) demiyorum . Çünkü zaman ne getirir, ne gösterir bilmiyorum.
*
Hadi biraz gülümseyelim, ağlanacak halimize;
Mayıs ortası, torunumun ikinci doğumunda yanında olmak üzere Eskişehir’ e gittim. Kızımla son günlerini yaşadığımız o eve yeniden girmek, odasının önünden geçmek ZOR oldu. İnsan (Bunu yapamam, oraya gidemem!) gibi büyük laflar etmemeli. Ne zaman büyük laf ettiysem; hayat bana oradan vurdu. Sınav sorularım, oralardan geldi. Kimini aştım, kiminde takılı kaldım. Neyse, bugün konum bu değil. Eskişehir’ de bir aydan fazla kaldım. Sağolsunlar sayelerinde çok da rahat ettim. Ne var ki eşim Bandırma’ da kaldığı için daha da fazla durmak istemedim. Dönüş günü geldi çattı. Eve dönmeden eşimle Mudanya Burgaz’ da yaşayan yeğenimizde buluşmaya karar verdik. Gidişim, tam mevsim geçişine denk geldiği için yanıma hem yazlık, hem kışlık kıyafetler almışım. Büyük boy tekerlekli valizim tıka basa dolu. Bir de fermuarlı orta boy çantaya ayakkabı terlik, kalın ceket, eşarp vs doldurdum. Yolda gırtlağım hiç durmadığından bir çantaya da kraker, çerez, börek çörek bir şeyler koydum. Kol çantamda ıslak mendil, dezenfektan, ilaçlarım, tansiyon aletim… Anlayacağınız gibi, tam teçhizatlı kameraman örneği çıktım yola. Bunun bir de dönüşü var biliyorum ama; şu da noksan kalsın demiyorum, diyemiyorum.
Eski kafalı olmak böyle birşey…
Neyse, sevgili damadım Suha, beni garajdan yolcu etti. Bursa’ ya kadar tekli koltukta nasıl oturacağımı bilemeden; belimde ağrı, boynumda tutukluk, bacaklarıma kramp gire gire geldim. Arada eşimle telefonda konuştuk, beni otobüsün durduğu peronda karşılayacak. Ihlaya ,tıslaya indim, bagajdan çantalarımı teslim aldım. Eşim görünürlerde yok. İki çantayı boynuma astım. Bir çantayı tekerlekli valizin üstüne koydum, ağır aksak otogar kapısının önünde bir sandalyeye attım kendimi. Bir de baktım, eşim telaşla karşıdan geliyor. İki çanta da onun elinde. Biri tekerlekli. Aynı peronda birbirimizi görememişiz, nasıl olduysa!
Mudanya otobüsüne binmek için otogarın içinden geçmemiz gerek. Ben üç çantayı x cihazına koydum kapıdan geçtim. Eşim de iki çanta ile arkadan geldi. Çantalarımızı aldık ama, bizim büyük tekerlekli valiz görünürde yok. Biraz bekledik. Gelen valizini alıp geçiyor. Bizim valiz görünmüyor!!.
Ha geldi ha gelecek derken( Bu valiz kimiiin?) diye birinin bağırdığını duyduk. Meğer, eşim valizi cihazın üzerine koymayı unutmuş. Hemen geçip onu da aldım. Doğru Mudanya otobüsüne… Otobüs tıklım tıklım dolu, ama yolcular, sanki bizim gelmemizi bekliyorlar. Birileri çantalarımızı arabaya aldı, birileri oturacak yer verdi. Kendimizi koltuklara attık sonunda. Çantaların her biri, bir yerde. Takip edemiyorum. Büyük valiz koltukların arasındaki geçiş alanında kaldı. Araba hareket edince bizim valiz başladı ileri geri koridorda gezmeye. Paslanmış tekerlekler akıl almaz şekilde açıldı. Bavulun hızına yetişilmiyor. Koridor tarafında oturanlar tutmaya çalışıyorlar ama zaptetmek zor. Benim yanımdan da gelip geçiyor ama, kucağımdaki çantalardan eğilip tutamıyorum. Bari ayağımı uzatıp kaymasını engelleyeyim dedim. Hain bavul ayağımdan pabucumu kaptığı gibi, taa arka koltuğun önüne götürüp bıraktı. Çaresiz ve şaşkınca arkasından bakakaldım. Durakta inerken bir kadın ayağıyla bana doğru itti ama ,benim almam mümkün değil. Ayakta duran bir yolcu bizim bavulu durdurmaya çalışırken dengesini kaybedip başka bavulların üstüne düştü. İçim cızz etti! Sonunda durağımıza geldik, ayakkabımı sıkıştığı köşeden hızlıca aldım, giydim. Valizleri sağdan soldan topladık indik. Otobüs bizden kaçar gibi yalpalayarak uzaklaştı. Yeğen bizi karşıladı. Eve yürüyerek geldik. Beş kat yukarı taşıdık çantaları.
Artık rahatımız beyde yok!
ÜÇ VASITAYLA EVİMİZE NASIL DÖNECEĞİMİZ DE KAFAMA TAKILMASA İYİ OLACAK !
Ay! Neyse ne artık. Kısmetse döneriz bir şekilde derken; torun telefon edip ( Ne zaman döneceksin! ) diye sormaz mı? Vallahi bu bile yüreğime indirmedi ya! Helal bana! Evde bizi bekleyen tatsız sürprizlerden henüz haberimiz yok tabii…
*
Biz, bulunduğumuz yalın ortamda, kendi basit hikayemizi yazarken; dünya aşure kazanı gibi kaynıyor. Ülkelerin başına, sözüm ona seçilerek gelmiş maganda ruhlu karakterler, dünyayı keyiflerine göre dizayn etmeye çalışıyorlar. Bu arada hamile kadınlar, dünyaya gözünü yeni açmış bebekler, umutları yeşerememiş gençler, çocuklar, son dönemini huzur içinde tamamlamaya çalışan yaşlılar, tepelerine yağan bombaların altında can çekişerek ölüyorlar.
Doktor yok! Su yok! İlaç yok! Yiyecek yok!
Ve ne acı ki; onların yok edildiği bu yerleri, eğlence merkezlerine, plazalara, kumarhanelere çevirmeyi planlayan bir kafa var. O kafanın ürettiği hastalıklı planda kendi çıkarlarını görüp destek veren vicdansızlar da var. Ve yine ne acı ki; para ve silahın büyük kısmı onların elinde görünüyor… İktidarını korumaya azmetmiş, KOSKOCA METROPOLÜ ortasından bir kanalla ayırmaya çalışan, birilerinin koltuğunu altından çekip almaya uğraşan, çaresizliğini haykıran, hak , hukuk, adalet, ekmek peşinde olanlar da burnumuzun dibinde.
Sınırlarımıza yakın ülkeler, uzun zamandan beri uygulanmakta olan sinsi bir projenin potasında eritiliyor. Sıra da biz varız, diyen sesleri duyuyoruz. Dünya kaderini mi yaşıyor, yoksa insanlığın aymazlığı sonucunu mu?
Hayat sürprizlerle dolu. Bunların bazıları iyi, bazıları da arı gibi sokuyor insanı. Evimiz uzun zamandır boş ve bakımsız. Tepeden tırnağa temizlik gerek. Bir koltuktan diğerine geçerken zorlanan ben; nereden başlayacağımı bilemiyorum. İnternet şirketi her zamanki oyununu oynamış; güya verimi artırmışlar ama bu verimin artması bizim internet paketimizin yenilenip daha pahalı olmasına neden oldu. İnternet kesilmiş ,tv programları karışıp bir kısmı silinmiş, cep telefonlarımız ve bilgisayarımız çalışmaz olmuş. Akıllı süpürgemiz devre dışı kalmış. Biz bu işlerden hiç mi hiç anlamıyoruz. Buzdolabı bir süre nedense çalışmamış, buzluk eriyip sonra yeniden soğumuş, içindekiler atılacak… vs. vs .
Hepsi bir yana sözleşme tarihi gelen evimizin kirası da 10 000 tl den 18 000 tl ye çıkmış.! Hepsinin açık nedeni var. Var da çözüm nerde? Biz şimdi ; kendi halimize mi ağlasak, ülkemizin haline mi? Yoksa yakında terketmek zorunda kalacağımız dünya için mi üzülsek? Gördüğümüz gibi ; bu planet, olimpiyat halkaları gibi iç içe .
Eminim; toplumumuzda her insan bu ve benzeri duygularla yaşıyor, savaşıyor. Benim aklımdan geçen; başımı yastığa koyup uzun ve derin bir uykuya dalmak… Hiç uyanmasam da olur ! Ama sizler, lütfen! Hayatınızın neresinde olursanız olun; kendinizi gülümsetecek, ruhunuzu dinlendirecek , size iyi gelecek bir noktaya odaklanın .
Herşey çok güzel olacak, olmak zorunda!
ULVİYE KARA AKCOŞ /BANDIRMA/18-06-2025