FELSEFE, TARİH BİLİMİ VE SANAT; KİŞİLERİN VAZGEÇİLMEZ UĞRAŞLARI OLMALIDIR
Felsefe eğitiminde evreni anlamak, varlığı, insanı tanımak ve dolayısıyla toplumsal ilişkileri gerçeğe en yakın haliyle çözümlemek çabası ve amacı yatmaktadır.
Felsefe, yolda olmak, hakikati aramak anlamını içermektedir. Bilimsel düşünce yolunda sorulan sorular, en az onlara verilecek cevapları kadar önem arz etmektedir.

Doğru olanı aramak vasfıyla felsefeyle uğraş, düşünen ve soru soran, cevap arayan insana “disiplinli düşünme” alışkanlığı kazandırır. Felsefenin ilgi alanlarından birisi “bilim” ise, bir diğeri “sanat ”tır. Felsefenin kazandırdığı disiplinli ve “mantık”lı düşünme becerisine ek olarak, sanatla uğraşım da, kişiye, beğeni duygusunun gelişimini sağlamaktadır.” Estetik” ve “haz duyma”, güzel olanı bulma niteliğini kazandırır.
Doğa, yaşam ve toplumsal hayatı anlamak, yorumlamak, ancak, bir araştırma yöntemi geliştirmekle mümkün olmaktadır. Başlangıçta, okumak, araştırmak, sorular üretip, cevaplar aramak kişiyi zorlasa da, yılmadan, vazgeçmeden sürdürülecek çaba, kısa sürede, kişide bu alışkanlığın oturmasını, yerleşmesini sağlar. Bunun için zaman planlaması yapabilmek esastır. Geçimini sağlamak için ayrılan zamandan ve uyku için ayrılan zorunlu süreden arta kalan zamanı kahve köşelerinde heba etmek yerine, kendi zihinsel gelişimin için kullanmayı alışkanlık edinmek gerekir. Televizyon ekranlarından, haber sunuculuğu yerine haber yorumculuğu yapan, her cümlesinden “partizanlık” akan ekran yüzlerinin manipülatif etkisinden biraz kopmayı gerektirir.

Benim çektiğim sıkıntıları bana anlatan, sistemin ürettiği toplumsal ekonomi-politik çıkmazları, çözümsüz olarak gözümüzün içine sokan, sonuç olarak izleyiciyi “Düzen” in yanlış giden yanlarının reform edilmesi halinde, toplumsal ahlakın bozulmadan korunması halinde her şeyin de düzeleceğini ima eden, ya da kaderciliği geri planda besleyen yorumlardan kopmak gerekir. Kendi düşünce sistemimizi ve yorumlarımızı kendimiz oluşturmalıyız. Yoksa, zihinsel körelme ve düzenin akışına teslim olmak kaçınılmaz bir olgu olarak sürüp gitmektedir.

Halkın çektiği sıkıntıları, açlığı, yoksulluğu, siyasi ve ekonomik çürümüşlüğü, ekranlardan yoksul ve bunalmış halka göstermek, yaşanan sıkıntıların, çıkmazların, sistemin yapısal bozukluğunun görüntülerini dillendirmek, olayların ve olguların ardında yatan gerçeklere dokunmaksızın, görüngüsel sunumlarla, ekran seyircisine küçük bir rahatlama sağlayabilir günün sonunda. Ve ekran seyircisi; “Toplumun büyük çoğunluğu, benim sıkıntılarımı çekmekte, kirasını nasıl ödeyeceğini düşünmekte, sağlık giderlerini, eğitim harcamalarını nasıl karşılayacağını kara kara düşünmekte, hastane kapılarında sürünmekte, işsizlikten kırılıp, yoksulluk sınırının altındaki ücretlerle çalışmaya rıza göstermekte! Demek ki çekilen sıkıntılar yalnız bana özgü değilmiş!” avuntusuna kapılır.
Asgari ücretle çalışan bir işçi, yaptığı işin yorgunluğuyla yetinmeyip, seyyar satıcılık gibi, pazarcılık gibi, taşımacılık, taksi, minibüs şoförlüğü gibi ek işlere koşmakta, aile fertlerinin her birini para kazanmaya, aile geçimine katkı sunmaya zorlamaktadır. Maaile çalışılsa da ev kirasını, elektrik, su, doğalgaz gibi masrafları karşılayabilmek için, yaşadığın evini diğer insanlarla paylaşmak, ailecek, küçücük, daracık odalara sığınmak gereksinmesine doğru bir kayış vardır toplumsal yaşantımızda. Büyük şehirlerin kiralarından kurtulabilmek için, öğretmen, polis gibi memurlar da, öğrenci kesimi de “komün” usulü aynı evi paylaşmaktadır. Yaşam kalitesi, işçi sınıfı ailesi için her geçen gün daha da zorlaşmaktadır. Yaşanan iş cinayetleri, kadın cinayetleri, tecavüzler, istismarlar, baskılar, trafikte yaşanan zaman kaybı ve sinirsel yıpranmalar, işe, okula giderken kullandığımız toplu ulaşımda yaşanan sıkıntılar, yarın yeniden yaşanacağını, bu düzenin sürüp gideceğini bile bile, o an için göz ardı edilir.
Yaşamdan zevk alabilmek için, felsefenin ve felsefenin başlıca ilgi alanı olan bilimsel uğraşa ve sanat kollarına –edebiyat, müzik, resim, heykel, mimari eğitim- gibi alanlara ilgi göstermeliyiz. Sistemin yarattığı düzensizlikleri tek başımıza çözemeyiz. Zamanla çözülecektir, o parti, ya da bu parti bu sorunları “Gordion düğümünü “ çözer gibi çözecektir beklentisine kapılamayız. Çözüm toplumsal karşı koyuştadır. Sınıf mücadelesinin devrimci bir ferdi olmakta yatmaktadır. Örgütlü toplumun, örgütlü ve mücadeleci bir şahsiyeti olmakta yatmaktadır. Kulaktan dolu bilgilerle yaşamını idame ettirmek, Arapça söylemle; “Kellim kellim la Yenfa”- Konuş konuş nafiledir. Faydasızdır. Kendimize, gelişimimiz açısından zaman ayırmalıyız ve toplumsal devrimci mücadelenin bir ferdi olmamız gerektiğini unutmamalıyız.
Sedat PAMUK, 6.10.2025, İz