Geçti Bor'un Pazarı

GEÇTİ BOR’UN PAZARI

Yemeği balkonda yedik.

Masada, fırında sebze ve yarısı buğday, yarısı greçka (kara buğday) ile yapılmış bulgur pilavı yanında tuzu gayet ayarlı enfes bir cacık vardı. Hanım masayı toparlarken köpeğe, “Yapma, etme! Dur, bekle!” diyordum ki, kolum fırında sebzenin piştiği Borcam kaba takıldı ve Borcam, zemindeki seramikle buluşur buluşmaz “Şangırt!” diye birkaç parçaya ayrıldı.

Yere düşenlerden nasibini almak isteyen köpeği cam kırıklarından uzaklaştırmakta epeyce zorlandım ya, neyse…

Temizlik faslından sonra kahvelerin eşliğinde sohbete başladık.

Hanıma sordum:

“Bu cam tepsiler kırılmaz diye biliyordum.”

“Yok, bu onlardan değil. Bunlar kırılır, o kırılmayanlar ‘Payreks’ mi ne… Bu Borcam! Bor’lu cam!..” dedi, ses rengi sitem doluydu.

Ortalığı yumuşatmak için:

“Öğlene kadar süren meşhur pazarıyla Bor diye bir yerleşim yeri olduğunu, bu yerleşim yerinin Niğde ilimiz yakınlarında bulunduğunu henüz bilmediğim çocukluğumda: Bandırma Gar binasından Aşağı İstasyona giderken güneş ışıklarında parlayan beyaz gri, sonradan maden olduğunu öğrendiğim yığınlar olurdu.

O kadar çoktular ki…

Gemilere yükleyip Avrupa’ya gönderiliyorlarmış.

Sorduğumda:

Boraks diyen de oldu, Pandermit diyen de…” dedim.

“Ne anlatıyorsun?” gibilerden baktı bana.

Devam ettim:

“Sonradan öğrendim ki, taşını toprağı temizlenip pazara çıkardığında tonu 150$ eden; işleyip, istenen yapıya getirdiğinde tonunu bir buçuk milyon dolara elini öpene satacağın BOR minareli idi o yığınlar.”

Başını iki yana salladı,

“Ben bulaşık yıkamaya gidiyorum.” dedi.

**

Aslında, bor’un Aşağı istasyonla Gar Binası arasında yığılmasının hikâyesi eskiydi:

1850 yılında, Camille Desmazures isimli Fransız mühendise alçı taşından yapılmış bir heykel hediye edilmiş. Adam heykele orasından bakmış burasından bakmış, alçı taşının yüksek oranda bor minerali içerdiğini anlamış.

Uyanık adam, bu heykelin yapıldığı alçı taşının nereden çıkarıldığını merak etmiş, araştırıp öğrenmiş.

1860 yılında; ortağı Henry Gropler ile Susurluk’un Sultançayırı kırsalından 37 dönüm araziyi, yıllığı 400 liraya, 20 sene imtiyazla kiralayıp Avrupa’ya “Alçı taşı” göndermeye başlamış.

Bir süre sonra, alçı taşı yerine Pandermit gönderdiği anlaşılmış, ama kaçak olarak yapılan işlere ses edilmemiş. Sadece kirası 600 liraya çıkarılmış.

Bor konusunda, Cumhuriyetten sonra kamulaştırılıp, işlenmesi için fabrikalar yapılsa da yapılması gerekenlerden uzaktayız.

**

Ülkemizde, bor minerallerinin işlenerek:

Deterjan, sabun, ağartıcı olarak temizlik işlerinde; gübre, mantar ve böcek öldürücü olarak tarımda kullanıldığını her kez bilir ve bor, ETİBANK’ın tekelindedir.

Dünya bor minerallerini:

Uçaklarda ve uzay mekiği gibi havacılık araçlarında,

Nükleer santrallerde reaktör kontrol çubuğunda,

Sürtünmesiz yüzeylerde,

Elektrik yalıtımında,

Yakıt pillerinde kullanmakta, kullanımı yaygınlaştırmak istemektedir.

Kısaca: Bor, yarının yakıtı ve teknolojinin olmazsa olmazıdır.

Bu nedenle, sömürücü aç gözler, ucuza kapatılacak bor yataklarına çevrilmiştir.

**

Çevre Mühendisleri Odası, İstanbul şubesinin verdiği bilgilere göre 600’e yakın BOR kullanarak hareket eden otomobil patenti bulunmaktaymış ve saatte, 100 Km hızla giden 1100 Kg ağırlığındaki otomobilin bir kilo bor minareli ile on dokuz bin kilometre gitmesi mümkünmüş.

Sizce: Elektrikli otomobil yapacağız diye uğraşmak yerine BOR ile yürüyen bir araba yapmaya çalışsak daha iyi değil mi?

“Tâbii ki, daha iyi!” dediğinizi duyar gibiyim, ama önce Etibank’ı elde tutmak, ucuza kapatmak için her şeyi yapabilecek sömürücü aç gözlerden korumak şart.

Neden mi?

ETİBANK’ın elindeki BOR rezervi: Dokuz milyon değil, dokuz milyar değil, tam dokuz trilyon Amerikan Doları (ağzına kadar dolu 20 tonluk 9000 TIR dorsesi 100’lük banknot) olarak tahmin edilmektedir de ondan.

**

Hanım, bulaşıkları yıkayıp balkona döndüğünde:

“Gitti, canım Borcam…” dedi.

“Üzülme, yenisini alırız.” dedim,

“Yeter ki, geçti Bor’un pazarı; sür eşeği Niğde’ye…” demesinler.

Hayretle yüzüme baktı ve başını iki yana sallayıp:

“Onun bende manevî hatırası vardı.” deyiverdi.

Üzülmekte haklıydı, bazı hataların telâfisi ne yazık ki olmuyor…

Not: Bu yazı için WhatsApp grubundaki paylaşımıyla bana ilham kaynağı olan Kemal G…..’in bereketli toprakların buluştuğu temiz bir deniz kenarında ve solunası bir gökyüzü altında uzun yıllar yaşamasını dilerim.

30-06-2022/SÜHA ORAL/ BANDIRMA