Gerçek İnsan Olmak ve Bir Baltaya Sap Olabilmek

Bir baltaya sap olmak düşüncesi, toplumun değer yargılarında tartışılmaz bir üstünlüğe sahiptir. İnsan olmak, doğanın bir parçası olmak, önemini, ana kucağından kopmayla birlikte yitirmekte ve önem sıralamasına çocuğun, ileride hangi mesleğe konumlanacağı düşüncesi yerleşmektedir. Esas olan; “varlık olma”nın önemi, insanın emekleme döneminin hemen ardından, varlığın sonradan edineceği becerilere, niteliklere yerini terk etmektedir.

Varlıklarını sürdürebilmeleri için her bireyin bir iş ile iştigal etmesi ve toplumsal üretim ilişkilerinde, tüketici ve üretici kimlikleriyle yer alması, toplumsal yaşam tarzının gerektirdiği bir zorunluluktur. Bireylerin geçimlerini sağlamak adına, emek-zaman harcadıkları uğraş alanları, onların toplum içindeki ekonomik statülerini de belirlemektedir doğal olarak.
İnsanların verdikleri yaşam mücadeleleri, beslenmek, örtünmek, ısınmak, korunmak ve neslini devam ettirebilmek gibi zorunlu doğal ihtiyaçlarını karşılayabilmek adınadır. Bu zorunluluklar da onları, geçim kaynağını temin etmeye, yani çalışmaya yönlendirmektedir. Bireylerin içinde bulundukları bu faaliyetler, onları, aynı zamanda toplumsal işbölümünün bir parçası kılmaktadır. Bu görev alma, sorumluluk üstlenme, herhangi bir üretim alanında, imalat sektöründe yoğunlaşabileceği gibi hizmet sektöründe de gerçekleşebilmektedir.
Tarımsal alanda ya da, sanayi alanında olsun, yani ister kırsal kesimde ister kentsel kesimde olsun, netice itibariyle her türlü emek-zaman harcanması, toplumsal üretime bir katkı sunmayı getirir. Uğraş alanının hangi sektör olduğundan ziyade, çalışan kesimin ücret karşılığında değişime giren emek- gücü, zihinsel ya da bedensel emek olarak iki kısımda ele alınır. Bu türden üretim ilişkileri, ekonomi biliminde toplumsal işbölümü kategorisi altında toplanırken, atalarımız bu duruma kestirme bir tanımlama getirmişlerdir; Bir baltaya sap olabilmek…
Meslek sahibi olmak, bir uğraşla iştigal etmek, geçimini sağlamak için bir iş dalında uzmanlaşmak gibi çeşitli anlamları içinde barındıran bir cümledir aynı zamanda: “Bir baltaya sap olmak!” Ne var ki, balta çeşitleri sayılamayacak kadar çoktur. Doktorluk, öğretmenlik, mühendislik, mimarlık, avukatlık, eczacılık, dişçilik gibi zihinsel emek gerektiren meslekleri bir kategoride sıralayabiliriz. Diğer sıralamayı fabrika işçiliği, inşaat işçiliği, demir-döküm işçiliği, ekmek fırını işçiliği, tamirhane işçiliği gibi kas gücü, beden gücü gerektiren işçilikler olarak yapabiliriz. Bir diğer uğraş alanı olarak da çiftçilik, hayvancılık, terzilik, berberlik, ressamlık, müzisyenlik, avukatlık, bürokratlık, sekreterlik, kasiyerlik, bankacılık, yazarlık gibi yetenek ve bilgi-beceri gerektiren vasıflı emek satıcılığını sıralayabiliriz. Bir işle iştigal etmek ya da örneğimizde belirttiğimiz gibi balta çeşitleri, sayılamayacak kadar fazladır.
Bireyler, doğuştan gelen özelliklerine sonradan kazanılan nitelikler ekleyerek, eğitim ve öğrenim yoluyla kendilerine bir rota çizmekte, yukarıda sıralamaya çalıştığımız iş alanlarına yönelmekte; diğer bir anlatımla mesleklerine göre yontulmakta, tornadan geçirilip, cilalanmakta ve baltaların sapları haline getirilmektedirler. Bu işlemler kimin vasıtasıyla yapılmaktadır? Elbette ki, toplum tarafından. Toplumun, bir heykeltraş titizliğiyle şekil verdiği bu işlemlerin her birisi için oldukça uzun bir sürece ihtiyaç olduğu gibi, toplumsal sermaye ve kültür birikimine de gereksinme vardır. İnsanların bir meslek sahibi olabilmesi adına açılan eğitim alanları, derslikler, üniversiteler, atölyeler, kurulan laboratuvarlar ve hastaneler, bunun için toplumun harcamış olduğu emek-zaman… Hepsi birden “vasıflı emek” sahiplerinin sayılarını arttırmak ve onları topluma kazandırma gayretleridir.
Vasıflı emek-gücü satıcısı olan, bir başka ifadeyle beyaz yakalı olarak da tanımlanan doktorluk, mühendislik gibi bazı meslek sahipleri, geldikleri yerleri unutup, toplumun onlara tanıdıkları olanakları gözardı edip, kendilerini orta sınıf mensubu olarak konumlandırmaktadır. Toplumsal gelirden aldıkları pay sayesinde elde ettikleri yaşam koşullarının göreceli üstünlüğü, onları ait oldukları işçi sınıfından koparmaktadır. Oysa zihinsel ya da bedensel emek-gücünü satarak geçinen her çalışan, koşulsuz, şartsız işçi sınıfının mensubudur; üretim araçlarını ve geçim araçlarını elinde bulunduranlar ile büyük toprak üstü ve toprak altı gelirlere konanlar ise burjuva sınıfının üyeleridir. İşçi sınıfının gelirlerini ücretler oluştururken, burjuva sınıfının gelirlerini; toplumsal üretimden elde edilen artı-değerin parçaları, yani girişimci karı, tüccar karı, faiz ve rant gelirleri oluşturmaktadır. İşçi sınıfı, çalışmak, üretmek ve elde ettikleri ücretlerinin çok üstünde bir artı-değeri ortaya çıkarmak zorundayken, özel mülkiyetin özgül ağırlığına sahip burjuva sınıfı ise üretilen artı-değerin, iştigal ettikleri konumuna göre paylaştıkları; kar, faiz ve rant kısmının daimi ölçüde büyümesi beklentisindedirler.
Bir baltaya sap olabilmek için -vasıf sahibi olabilmek, nitelikli emek sahibi olabilmek için – toplum tarafından harcanan emek-zaman unutulmamalıdır. Ailelerinin gelirlerinden önemli ölçüde fedakarlık etmeleri, eğitimleri için harcanan okul, laboratuar gibi toplumun vergilerinden oluşan ortak alanlara dökülen paralar, en azından, diploma sahibi olmak için harcanan kişisel çabalar kadar değerlidir. Toplum içinde belirli bir statüye kavuşmuş insanların, sınıf atlamak yanılgısından, sevdasından tez zamanda kurtulup, edindiği niteliklerini borçlu olduğu topluma sunmak zorunluluğu vardır. Gerçek insan olmak; doğanın ayrılmaz bir parçası olan insanın, yani varlık olmanın önüne, sonradan kazanılmış niteliklerin geçmesini engellemeyi gerektirir: “Önce insan olmak!” esastır.
17.06.2022 / İzmir/Sedat PAMUK

Yayınlama: 17.06.2022
1
A+
A-
REKLAM ALANI