İnsanın dünyadaki varlığı, annesinin genellikle dokuz ay on gün süren bir gebelik süresinden sonra doğum sürecini izleyen ilk nefes alışıyla başlar.
Annenin karnında attıkları tekmeler bir yana bırakılırsa, bebeklerin çevreyle ilk iletişimleri, doğar doğmaz aldıkları ilk nefesi izler. İlk nefesle aldıkları havadaki oksijen solunum yollarını öyle yakar ki başlarına gelen bu beladan kurtulmak için keskin çığlıklar atarak dünyayı yardıma çağırmaktan başka çözüm bulamazlar.
Bu ilk çığlıklar, bebeklerin ilk acılarının giderilmesi için çevreden talep ettikleri ilk acil yardım çağrısının çığlık formundaki biçimidir. Doğum sürecinde annenin baş yardımcısı konumundaki anneanne, nine, ebe, hemşire, doktor veya başka bir görevlinin duymayı çok istediği bu çığlık, sürecin iyi gittiğine işarettir.
Şimdi sıra, bebeğin içgüdüsel olarak ağzını açıp emme eylemine girişme çabasındadır. Doğumda anneye yardımcı konumundaki kişi bebeğin ağzını, burnunu, yüzünü, gözlerini sildikten sonra emme sürecini başlatma görevini yerine getirir. Böylece dünyaya geliş sürecindeki ilk sahne sona erer.
Şimdi sıra ilk uykudadır. Karnı tok, sırtı pektir bebeğin. Annesinin göğsüne yaslanmış, kulağını kendisi için çarpan kalbine dayamış, o aylarca dinlediği tıpırtıyı, yeni tanıdığı anne kokusunu soluya soluya dinlenmeye çekilmiştir. Eh, gel keyfim gel mi? Ne gezer? Biraz sonra karnında bir şişkinlik, bir gurultu, bedenini saran ipeksi teninde bir yanma… Uykusu bir yana, keyfi bir yana. Bebecik çığlık çığlığa:
“Kurtarın beni bu sıkıntılardan!..” anlamına gelen çığlıklarla çevredeki kurtarıcılara ilk beklentisini tebliğ eder prens ya da prenses bebek. Ve hemen altı temizlenir; bezleri değiştiriliyor; emzirilir, uygun ses tonlu sevgi sözleriyle sakinleştirilir. Henüz anlamıyormuş söylenilenleri; dert mi; büyüyünce anlayıversin. Taleplerinin anlaşıldığını, rahatlatıldığını, fark edildiğini anladı ya, bu yeter şimdilik.
Böylece ilk beklentilerini en yakınına, annesine ya da bakıcılarına reddi gayri kabil tebliğ ediyor hazret. Nasıl bir saltanat dönemidir o ! İtirazı, ertelemesi yoktur taleplerinin; anında karşılanır olanaklıysa. El bebe, gül bebe bir bebeklik dönemi…
Ne güzel! Ama her bebek için mi? elbette hayır. Doğum sırasında annesini yitiren ya da yoksulluk, yoksunluk, bilgisizlik, istenmeme ortamlarında doğan bebekler için elbet hayır! Onlarınki ayrı bir konu…
Bebeciğin sıkıntı hissettikçe, belli şeylere ihtiyaç duydukça beklentilerinin karşılanması onun ilk yaşam derslerinden çıkardığı bir bilgidir: “Bir sıkıntı, çevredeki ilgililere çığlıkla(ağlamayla) duyurulur ve sıkıntıdan kurtulunur. Ben sıkıntılarımdan böyle kurtuluyorum.” Eğer çığlıklar yardım ulaştırmıyorsa iş kötü! Öyle ise ağlamaya devam…
Bebeciğin çevresinde, işitme mesafesinde eğer başka bir bebek ya da küçük bir çocuk ağlıyorsa, bebecik çığlıkların sürüp gitmesinden bir sonuç çıkarır: “Çığlık atan komşumun canı yanıyor, çok acı çekiyor ama ona yardım eden yok. Peki benim yardımcılarım neden ona da yardım etmiyorlar?” Ve kendi yardımcılarını ağlayana yardıma yönlendirmek için bir şeyler yapmaya çalışır. Bu davranışı, bebeciğin insanlaşmaya yönelik ilk adımıdır; empatidir…
DEVAM EDECEK
06-10-2023/REMZİ KISA/BANDIRMA