“Akıl hastanelerinin vazgeçilmez ilaçları Haldol ve Akineton’ dur”
Cezaevinde yeksenak günler. Aslında rahatım iyi. Ancak cezaevinin en kötü yanı kendinizi bir tarihe şartlandırmış olmanız hedef o güne varmak olarak belirlenince zamanın olumlu değerlendirilmesi de sekteye uğrar. Özellikle kısa süreli cezalarda bu sıkıntı daha yoğun yaşanır ve içinizde gereksiz bir telaş ve sabırsızlık başlar. Bu da cezaevinde de olsa yaratacağınız örnek dünyanın oluşmasını engeller.
Neyse lafazanlığı bırakalım. Yaklaşık 1 ay sonra Gardiyanlar müdürün beni görmek istediğini söyledi. Müdürün yanına çıktım. Müdür C-7’de yattığımdan herhalde cinayetten hükü giydiğimi ya da yargılanmakta olduğumu sanıyordu ki;
-Bu işi nasıl becerdin diye sordu. Adli tıp cezaevinden geçici tahliyeme tedavi görmek üzere Bakırköy Akıl Hastanesi’ne naklime karar vermişti. Müdür büyük bir olasılıkla toplam 6 ay cezam olduğunu bilse herhalde ilk sorusunu tersine çevirecek
Kardeşini öldürmüşler, o da kardeşlerinin katillerini öldürmüş ve büyük servet harcayarak cezaevi yerine kendini akıl hastanesine attırmayı başarmıştı. Yaklaşık 1 yıl daha söz de tedavi görüp, serbest kalacaktı. Delilik emaresi olmadığı gibi son derece sağlıklı bir ruh dinginliği içindeydi. (Tabii bu tesbit çoğu zaman böyle yerlerde bulunanlar için yanıltıcıdır. Ama orada kaldığı 20 gün boyunca tesbitim kesin doğrulandı) Adanalı benim kadar bile rahatsız değildi. Bakırköy’de beni en çok şatırtan avluda dolaşan hastaların fiziksel durumları oldu. Tamamına yakınının vücutları çarpık çurpuktu. Kimisi uzun taç atacakmış gibi geriye kaykılan futbolcunun almış olduğu, eğimle yay biçimine dönüşmüş haline tıpa tıp uyan bir biçimde, kimisi kraliçe karşısına çıkan bir soylunun eğilip verdiği referans şekline dönüşmüş kamburu çıkacak kadar eğik vaziyette dolaşıyordu. Parantez gibi yani. Kimilerinin de boynu sağa ya da sola en az 45 derecelik bir açının yamukluğuyla sabitlenmişti. Kafam iyice karışmıştı. Bu adamların hiç biri sakat değildi. Peki ama niye böyle sakat gibi dolaşıyorlardı?
Bu sorunun yanıtını çok geçmeden hem de bizatihi yaşayarak alacaktım.
.Akıl hastanelerinin vazgeçilmez ilaçları Haldol ve Akineton’ dur. Kapıdan içeri giren herkes potansiyel deli olarak kabul edildiğinden hastalığın şiddetine göre terkip ayarlanarak
hastaya uygulanır. Bu dozaj 10 Haldol, 1 Akineton’dan, 2 Haldol 1 Akineton’a kadar hastalığın seyrine göre de değişebilir. Akşam ilaç saati geldiğinde bana da sorgusuz
sualsiz iki Holdol bir Akineton vurdular. 5 dakika sonra çenem yana doğru kaykıldı. Çarpılmıştım. Çenem yana doğru kasılmışbir durumda dudaklarım ters düz büyük bir panikle avluya
fırladım. Çenem, dudaklarım hatta burnum birbirinin içine girmiş yüzümün gotik bir binaya benzediğini hissediyordum vedudaklarım açılmadığından konuşamıyor sadece tuhaf sesler çıkarabiliyordum.
O panikle hemşire odasına daldım. Meramımı anlatmama bile gerek kalmadan hemşire -uzan – dedi ve bir Akineton daha yaptı. Aradan bir kaç dakika geçmemişti ki çenem yerine geldi. Yeniden doğmuştum. Tekrar avluya çıktım. Yıldızlar bir başka gülüyorlardı.
Gün boyunca yemek saatlere dışında avluda vakit geçirmek zorundasınız. Bu da korkunç bir işkence tabii. Bir gün hasta bakıcılardan birini kafaladım. Ve bizleri yani hafif delilerin konakladıkları özel koğuşa geldim. En azından yatağımda bir kaç saat yatabilecektim. Kapıdan içeri girdiğimde bizim zengin Adanalının kabak gibi gerisi ile karşılaştım. Adanalı pantolonu sıyırmış, elleri diz çökmüş hemşirenin saçlarında huşu içinde inliyordu. Hemşire Adanalı ile öylesine vuslat halindeydi ki içeri girdiğimi farketmedi bile. Adanalı kafasını çevirdi ve göz göze geldik.
Usulca dışarı çıkıp avluda volta atmaya başladım. 5 dakika sonra Adanalı avluda belirdi ve koluma girdi.
-Bak- dedi. Gördüklerinden kimseye bahsetmeyeceksin huzurumu bozarsan, seninde huzurun bozulur.
-Ne bok yersen ye beni hiç ilgilendirmiyor- dedim. Anlaştık gibilerinden kafasını salladı ve uzaklaştı.
Bu herif büyük olasılıkla ilaç da kullanmıyordu. Akıl hastanesinde verilen ilaçlarla insanın ereksiyon durumuna ulaşması son derece güçtür.
Avludaki voltalarıma hemen hemen her gün Sakaryalı 30-35 yaşlarında biri eşlik ediyor. Öylesine mantıklı ve sağlıklı sohbet ediyor ki insan bu herifin burada ne işi var demekten kendini alamıyordu..
Bir gün Adanalıya
-Bu herif ne iştir- diye sordum. Cinnet sırasında karısını ve iki çocuğunu doğramış, bir paranoyak yani, şuur gidip geliyor. Volta arkadaşım Sakaryalı da bizim koğuşta.
Bir gece yarısı, saat 2-3 gibi koğuşun bütün ışıkları yandı. Nöbetçi doktor, yanında hemşire hepimizin kalkmasını istedi. Doktorun yanında bizim Sakaryalı gözleri faltaşı gibi şeytan görmüş gibi doktora beni işaret ediyor.
-İşte bu doktor bey suikastı gerçekleştirecek ekibin şefi bu.
Süleyman Takunyacıoğlu — MÜLTECİNİN GÜNLÜĞÜ ‘nden