OLMAK YA DA OLMAMAK;
“Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!” Shakespeare’in Hamlet oyununda geçen ve edebiyat tarihine kazınmış ünlü bir sözüdür bu. 1970’li yıllarda, ŞMG Lisesi’nin bahçesinde birbirimize İngiliz aksanıyla Tubi ornat tubi – özgün söylemiyle; to be, or not to be- demekten büyük bir keyif alırdık. İngilizce buysa, işte biz onu öğrendik deyip, kendimizi sınıf atlamış gibi hissederdik. Şimdi de oy kullanırken, Demokrasi buysa, her seçmen anadan doğma demokrattır, en az Antik dönemde yaşayan Demokritos kadar demokrattır diyebiliyoruz. Yaşasın Demokrasi… Yaşasın özgür zannettiğimiz irademizle kullandığımız ve bundan sonra da kullanacağımız oylarımız.
Şaka bir tarafa, bir seçimden bir seçime sürüklenip durmaktayız. Genel seçimlerde kullanılan oyların mürekkebi kurumadan, haydi şimdi de yerel seçimlerde bizleri yönetecekleri oylayacağız. Bu seçimlerde yetmeyecek ve muhtemelen çok yakın bir zamanda bir seçime daha gideceğiz. Eğer bu seçimlerde iktidar bloğu yenilgiye uğrayıp, metropollerde başkanlarla birlikte belediye meclis üyeliklerini de kaybedip, azınlığa düşerse bir erken genel seçim kaçınılmaz olur. Yok, eğer azınlığa düşmez, güçlenerek bu seçimlerden bir kez daha çıkarsa, o zaman da Anayasa’yı değiştirme, Cumhurbaşkanını bir kez daha seçme, ömür boyu o makamda oturtabilme gayreti içinde, bir referandum yapılması da hiç imkânsız bir şeymiş gibi gözükmemektedir.
Seçimlere 10 gün gibi kısa bir süre kaldı. Seçmen milleti çaresiz, ekonomik sıkıntılar çözümsüz. Enflasyon fırlamış, faizler “Nas” dinlemiyor. Dış ticaret açığı, bütçe açıkları kapatılamıyor. İç borçlar/ dış borçlar toplamını TL cinsinden anlatmaya, sıfırların sayısı yetmiyor. Freni patlamış kamyon misali gitmekteyiz. Daha önceki seçimlerin sloganı olan; “Ver yetkiyi, gör etkiyi!” ile nasıl bir etki içinde kaldığımız, hepimizin malumudur. Çok derin bir ekonomi/politik “gayya kuyusuna” girdik ve çırpınıyoruz.
Oy kullanmak suretiyle rahata ulaşılamayacağını, ekonomik sıkıntılardan kurtulamayacağımızı hepimiz bilmekteyiz, lakin kullanmamak da çözüm değil. Çözümsüz bir süreç içinde ömrümüzü tüketmekteyiz.
Of üstüne of! Çekmekten, çaresizlik içinde siyasilerin söylemlerini, birbirlerini karalamalarını dinlemekten gına geldi doğrusu…
Bir oy, bir oy olarak önemli midir? İşte günün en anlamlı sorusu bu!
Örneğin, benim kullanacağım bir oy, seçim sonuçlarını değiştirir mi?
Benim kullanacağım bir oy, beni yönetecek yerel/genel siyasileri belirler mi?
Bu türden cevabı içinde saklı soruları çoğaltmak mümkün elbette, ama seçmen milleti olarak ne bu türden sorular üretiriz, ne de çözümden yana kafa patlatırız. Aman ya deriz, hangisi iyi ise, hangisi hayırlısı ise o kazansın, deyip geçeriz.
Benim oyumdan ne olacak beya? Sorusuna verilecek en mantıklı cevap şudur kanımca; bütünü oluşturan toplumsal genel oy içinde, benim oyum kıymetlidir, çünkü inandığım tarafa vereceğim destek, eğer bir eksik oy olursa, farklı bir sonuç elde edilir, bir fazla oy olduğunda ise, seçim sonuçlarında farklılığa katkı sunmuş olacaktır. Benim tercihim tek başıma değil ama ilişkide bulunduğum kişilerin tercihiyle uyuştuğunda bir küme oluşturacaktır; bir, artı bir, artı bir… Ve birlerden oluşmuş bir küme, felsefedeki kavram ile “tikel” bir dizilim oluşturacaktır. Tikellerin birliğinden de tümel -genel- sonuç ortaya çıkacaktır. Parça/bütün ilişkisi de diyebiliriz kısaca. Malumunuz üzere, diyalektik mantıkta her şey hareket halinde, bir değişim dönüşüm halinde olduğu gibi, her şey birbirine etki eden bağıntı içindedir aynı zamanda.
Kısacası, bir oy, kullanılmadığı zaman bir hiçtir, seçimlere sıfır etki yapmaktadır; kullanılırsa da yalın haliyle bir değer taşımamakla birlikte, nesnel biçim kazanmış olarak, terazinin bir kefesinde ağırlığını hissettirmiş olacaktır.
Mayıs 2023 Genel seçimlerinin üzerinden henüz bir sene bile geçmemişken, şimdi de yerel seçimler geldi, kapıya dayandı. Genel seçimlerde seçmen çoğunluğu, iktidar kanadından yana oyunu kullandı. Muhalefetin oluşturduğu 6’lı masa “resmen iflas etti, dağıldı. Dağıldı ne kelime, bozguna uğradı. Ve genelin – tümelin- teveccühünü kazanamayıp iktidar koltuğunu ele geçiremeyince, yapay olarak oluşturdukları tikellikten, tekrar tekil partilere, asıllarına dönüştüler ve de tekrar birbirlerine düştüler. Kendi içlerinde de savaşımları kızıştı, istifalar, parti değiştirmeler yaşandı. Yeniden yapılanma içine girdiler. Genel seçimlerde yaşanan mağlubiyet sonrası, hiç değilse, birkaç ay sonra yapılacak yerel seçimlerde, İstanbul başta olmak üzere diğer büyük şehirleri kaybetmemeye soyundular.
Ana muhalefet partisi, genel başkanını devirdi. Oysa seçimler esnasında, evinin mutfak masasına vurarak, “Buradayım len, buradayım, hiçbir yere gitmiyorum” diye efelenmişti genel başkan. Yeni genel başkan, kendisinin bile inanamadığı bir şekilde, ( Parti içi hiziple, İstanbul destekli ) genel başkanlık koltuğuna, sanki siyasette yıllarca genel başkan yardımcısı değilmişçesine, yeniymiş gibi oturtuldu. Şimdi de İstanbul başta olmak üzere, büyük şehirlerdeki kazanımlarını koruyabilme mücadelesi vermekte. İzmir’i cepte keklik olarak düşünmekte, Karşıyaka’nın “sessiz” başkanını alıp, Büyük şehir başkan adayı göstermekte, Karşıyaka’ya da İyi Partiden alınmış, devşirme bir aday seçmenin karşısına çıkartılmakta. Ankara’nın başarılı ilçe başkanlarından Çankaya belediye başkanını, muhtemelen kurultayda yanlış ata oynadığı için tereddütsüz değiştirmekte. Milliyetçi damarı yüksek kişileri, Afyon gibi illerde aday gösterip, İstanbul’daki Kürt oylarını göz ardı etmek gibi stratejik hatalar yapılmakta. Bu türden karamboller ile seçimlerde başarılı olmak bir yana, kazanımları koruyabilecek mi ana muhalefet CHP?
1 Nisan günü, bir şaka ile karşılaşmaz isek, koruyacaktır inşallah diyelim. Malumunuz, her zaman için ve her koşulda siyaset bizde inşallah, maşallah siyaseti olarak seyretmektedir.
21.03.2024, İzmir, Sedat PAMUK