Sisler Bulvarı

40, küsur yıl önce Akaret’leri Maçka’ya bağlayan bir sokakta oturuyorduk.

Bizim evin hemen beş on metre ötesindeki giriş katı ATİLLA İLHAN’ nın dairesiydi ki, ne zaman önünden geçsem sokak daktilo sesleri ile yankılanıyordu.

O yıllarda her türlü kitabı okumaya çalışıyor ama şiir hayatıma hiç tanışmadığım anlamlar katıyordu. İnsana yaşam güvenci verirken soğuk ve kahırlı günlerimizde belkide hayata tutunmamızı sağlıyordu.

İlk okuduğum ve etkilendiğim şairler NAZIM, AHMET ARİF ve ATİLLA İLHAN dı.

Ve ik okuduğum Atilla İlhan şiiri SİSLER BULVARI.


Elinin arkasında güneş doğuyordu.
Aylardan kasımdı üşüyorduk.
Ağacın biri bulvarda ölüyordu.
Evlerin camları kaygısız gülüyordu.
Her köşe başında öpüşüyorduk.

Sisler bulvarına akşam çökmüştü.
Omuzlarımıza çoktan çökmüştü.
Kesik bir kol gibi yalnızdık.
Dağlarda ateşler yanmıyordu.
Deniz fenerleri sönmüştü.
Birbirimizin gözlerini arıyorduk.


Şiir aynı ritminde uzayıp gidiyor.
Atilla İlhan her ne kadar TOPLUMCU BİR ŞAİR olarak tanımlansa da, o sınırları aşıyor, fransız sembolistlerinden esintiler taşıyordu. Kendine özgüydü, hiç bir şiir akımına girmiyor adate başlı başına kendi şiir ekolünü oluşturuyordu.
Yıllar geçtikçe Atilla İlhan’ ın şiirleri bir çok sanatçı tarafından şarkılaştırıldı.

(AN GELİR) ,(MAHUR BESTE), (SİSLER BULVARI), (LİLİ MARLEN TÜRKÜSÜ), (AYRILIK SEVDAYA DAHİL), ( BÖYLE BİR SEVMEK) ve daha bir çok şiiri.

Her şarkı şiirlerin içindeki muhteşem notaları yani sözün büyüsünü sese dönüştürürken, bizi başka bir dünyanın içine çekiyor, bulunduğunuz yerin dışından bambaşka bir yolculuğa çıkartırken bu sözler ve bu sesler hiç bitmesin istiyordunuz. Şarkılar bize bambaşka bir hayatında var olduğunu yaşadıkarınızın çok dışında duygusal bir yükseklikle defalarca ve yeniden tanışmanızı sağlıyordu.

Yıllarca Atilla İlhan’ la aynı sokakta oturduk. Tuhaf ama bir kez olsun karşılaşmadık. Eğer karşılaşsaydık 40 yıl önceki cehaletimle onunla ne konuşabilirdim? diye hala sorarım kendime.

Şiir dışında romancı, senarist, denemeci kısaca edebiyatın her alanında sayısız eser üretmiş bu insan öldüğünde uzun bir Atilla İlhan yazısı karaladım. Yazı bitti okudum ve yazdıklarımı hiç beğenmedim ardından yazıyı yırtıp attım. Sanırım ustayı anlatmaya gücüm yetmemişti.

BAZI İNSANLARI ANLATMAYA SÖZCÜKLER YETMİYORDU. EN AZINDAN BENİM SÖZCÜKLERİM.

**

ARMANDO DİEGO MARADONA’ nın ölümüyle sarsılan dünya hiç bir futbolcunun ölümünde böylesine hüzün dalgasıya karşılaşmamıştı.

Futbol tarihinin tartışmasız en büyüğü Arjantin’ linin ölümü bekleniyor olmasına karşın tüm dünyayı görülmemiş bir hüzne boğdu. Sanki özellikle ARJANTİN ve NAPOLİ yeryüzünden silinmişti.

Dünyaya o güne ve bu güne dek hiç gelmeyen bu futbolcu futbolun çok ötesindeki misyonuyla, insanlığın hiç tanık olmadığı mucizeleri gerçekleştirmiş özellikle İtalya da oynanan Dünya kupasında İTALYA – ARJANTİN yarı fiinalinde yetmiş bin italyan Arjantin’ i destekleyerek ULUS KAVRAMINI derinden sarsmış ve tüm dünyanın uykusunu kaçırmıştı. Bu olaydan sonra apar topar sınır dışı edilecekti.

Maradona bir futbolcu değil eşsiz bir sanatçıydı ve dünyaya futbolla sanatı bütünleştiren ikinci bir kişi hiç gelmemişti ve bundan sonra da gelmeyecekti.

Her davranışıyla klasik ve muhafazakar ahlakı red eden bu futbol ilahının hayatında insanlığın makul kabul edip çizdiği yaşam sınırlarıyla hiç ilgisi olmadı, aksine o sınırları sürekli yırtıp attı. Yer yüzü böyle bir futbolcuya ilk kez tanışmıştı. Napoli’ ye transfer olduğu yılda çok yüksek olan bonservis bedelinin ödenmesi için Napoli’ de ki tüm dilenciler o günkü hasılatlarını Napoli takımına bağışlamıştı. Oda Napoli halkına tarihinin en büyük gurur ve onurlarını yaşattı.

Maradona öldüğünde oturdum yine uzunca bir yazı yazdım. Yazıda burada okumadığınız bir çok ta ayrıntı vardı. Onu anlatmaya çalışırken gerçekten zorlanıyordum. Yazıyı kestim ve okuyarak kimi anlattığımı anlamaya çalıştım. Ve yazdıklarımı hiç beğenmeyip yırtıp attım. Gazeteye de yollamadım. BAZI İNSANLARI ANLATMAYA SÖZCÜKLER YETMİYORDU. En azından benim sözcüklerim.

**

Geçtiğmiz günlerde de büyük usta GENCO ERKAL öldüğünde yine aynı hataya düşüp onu yazmaya kalktım. Sonra hemen vaz geçtim. Büyük usta yı basit bir köşe yazısında nasıl anlatacaktım ve geçmişte de gereken dersi aldığımı düşündüm.

Genco’ yu ilk kez yanılmıyorsam Rüya sinemasında GOGOL’ un BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ’nde izlemiştim.

Hani şu Dostoyevski, nin ” hepimiz GOGOL’un paltosndan çıktık” dediği GOGOL klasiğinde.

Tek kişilik oyunda sahnede sanki bir oyuncu değil harbi bir DELİ vardı. O gün çocuk aklımla ” bu adam gerçek bir deli” diye düşünmüştüm.

Hayatım boyunca tek kişiyle röportaj yaptım. Oda Genco Erkal’ dı. Bandırma ‘ ya bir NAZIM HİKMET oyunu için geldiğinde oyun öncesi tam iki saati aşkın sohbet ettik. Röportaj o kadar uzundu ki sohbetimizin belkide yarısını o gün çıkardığımız REALİTE dergisinde kesmek zorunda kaldık. Yinede söyleşi altı yedi sayfa tuttu.

Sohbette tiyatro dan sinemaya popüler kültürden gerçek sanata ve Genco nun sanata bakışını ve gerçekleştirdiği bitip tükenmeyen enerjisi ile oyunlarına değin herşeyi konuşmuştuk. GENCO ERKAL özellikle banka şirket reklamlarına çıkan sözde sanatçılara SOYTARI GÖZÜYLE bakıyordu.

FERİT ETGÜ, nün klasiği HAKKARİ’DE BİR MEVSİM’ i çekerken doğunun ücra köyünde doğunun soğuğunda büyük zorluklar içinde filmi çeken büyük ustanın serzenişleri sanatın gerçek yerine oturuyordu. Devrimci tiyatro yu özellikle Bertolt Brecht ‘ i Türkiye ye tanıtmış ve onun izinden gitmişti.

Şimdi ben oturup hayatı boyunca inançlarından bir adım geri atmamış bu dimdik adamı nasıl anlatacaktım. O yüzden onun ölümünü de yazamadım.

Bu yazıyı da okudum ve hiç beğenmedim. Ama nedense yinede gazeteye gönderdim. Neden gönderdiğim hakkında da hiç bir fikrim yok.

BAZI İNSANLARI ANLATMAYA SÖZCÜKLER YETMİYORDU.

En azından benim sözcüklerim….

10-09-2024 – SÜLEYMAN TAKUNYACIOĞLU

36
A+
A-
REKLAM ALANI