Asıl adı Leon Davidoviç Bronstein olan Troçki, 7 Kasım 1879’da Güney Ukrayna’nın Yenovka köyünde doğdu.
1896’da Nikolayev’de sosyalist düşüncelerle tanıştı. 1897’de Rusya İşçi Birliği adlı gizli örgütü kurdu. Çar polisince tutuklanıp Sibirya’ya sürgüne gönderildi.
1902 yılında Troçki takma adını kullandığı sahte pasaportla Viyana’ya, oradan da Londra’ya kaçtı. 1905 devriminde St. Petersburg’a dönüp İşçi Sovyeti başkanlığına seçildi. Devrimin yenilgiye uğramasıyla tutuklanıp 1907’de Doğu Sibirya’ya sürüldü. Yeniden Londra’ya kaçtı. 1917 devriminde Rusya’ya döndü. Dışişleri Komiserliği, ardından da Savaş Komiserliği’ni üstlenip Başkumandan sıfatıyla Kızıl Ordu’yu kurdu. 1924’te Lenin’in ölümünden sonra Stalin’le giriştiği iktidar mücadelesini kaybetti.
1926’da Politbüro’dan çıkartıldı. 1928’de Alma Ata’ya, bir yıl sonra da Türkiye’ye sürüldü. Fakat Alma Ata, Troçki için geçici bir sürgün yeriydi. Çünkü Stalin’in asıl istediği, Troçki’yi Sovyet topraklarından tamamen atmak, başka bir ülkede sürgüne yollamaktı. Bu konuda birçok ülkeyle Troçki’yi kabul etmeleri için görüşme yapılmıştı ama hiçbir hükümet devrin hareketli ortamında Troçki gibi bir ismi kabul etmeye yanaşmıyordu.
Ankara’daki Sovyet Elçisi Çiçerin de Troçki’ye ülke arayanlardan biriydi. Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’la defalarca konuşmuş ve sonunda Türk hükümetini razı ederek vize almayı başarmıştı.
Ancak Türkiye’nin Troçki’yi kabul etmek için bazı koşulları vardı: “Troçki, politik bir göçmen olacaktı. Ona özel ve ayrıcalıklı işlem yapılmayacaktı. Başka ülkeye gitmek isterse, serbest olacaktı. Türkiye’de komünizm uğraşısı göstermeyecek, fakat istediğini yazabilecek ve bunları dışarda bastırıp yayabilecekti. Troçki’ye Türkiye’de SSCB tarafından hiçbir suikast düzenlenmeyecek, Türk Emniyeti her türlü güvenlik önlemlerini alacaktı.”
Moskova, bu koşulları kabul etti ve 23 Ocak 1929’da Moskova’daki Türkiye Büyükelçiliği’nden Troçkilere “Sedov” adıyla vize verildi. Leon Davitoviç Troçki, Lenin’in küçük adını taşıyan “İlyiç” vapuruyla Odesa’dan 12 Şubat 1929 Salı günü İstanbul’a geldi. Yanında ikinci karısı Natalya, oğlu Leon Sedov ve iki de (GPU) Sovyet gizli polisi vardı.
Troçki’yi getiren İlyiç Vapuru, öğleye doğru Büyükdere açıklarında demirliyor, gemiye binen bir Türk görevli, gelenlerin pasaportlarını inceliyordu. Bu sırada Troçki’nin oğlu Lev Sedov, Türk görevliye Atatürk’e sunulmak üzere bir mektup verdi. Troçki’nin imzasını taşıyan mektup şöyleydi:
“Sayın Başkan, İstanbul’un kapısında size şunu bildirmekle onur duyuyorum: Türkiye sınırlarına kendi dileğimle gelmedim. Bu sınırlardan içeri zorla sokuluyorum. Rusya’dan çıkarıldıktan sonra, dilini bildiğim ve tanıdığım bir ülkeye gitmeyi yeğlerdim. Fakat sürenler, sürülenlerin bu isteklerine çok ender özen gösteriyorlar. Ülkemden çıkarılmam sorunun sonu değildir. Olaylar kısa ya da uzun sürede gelişecektir. Ben Marks’ın okulunda tarihe sabırla bakmayı öğrendim. En iyi duygularımı kabul buyurunuz Bay Başkan. Leon Troçki.”
Troçki, daha sonra Türk polisinin güvenlik önlemleri arasında Tünel’deki Sovyet Konsolosluğu’na gitti. Burasını herhangi bir otelden daha güvenli sayıyordu. Öyle ya, Stalin herhalde Sovyet konsolosluğunda kendisini öldürme girişiminde bulunmaya cesaret edemezdi. Türk polisi ise Rusların bir şeyler yapmasından kuşku duyduğu için Troçki’nin güvenli bir eve taşınması düşüncesindeydi. Hatta İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, konsoloslukta kaldığı sürece İstanbul Valisi’nin sık sık Troçki’yi ziyaret etmesini ve durumunu incelemesini istemişti.
Gelişinin ikinci günü dünya basını, büyük başlıklarla “Troçki İstanbul’da” diye yazıyor, Türk basını ise Basın Yayın’ın emrine uyarak susuyordu. Troçki konsolosluğun konukevine yerleşmişti ve cebinde topu topu 1.500 doları vardı. Ama Troçki’nin maddi konuda güvendiği, Avrupa’daki dostları ve yazacaklarından alacağı telif ücretleriydi. Nitekim yanılmayacaktı da… Uzun bir savaşa hazırlanırken oğlu konsolosluğa yakın kitapçılardan Alman gazeteleri almıştı. Bunlardan birinde Alman hükümetinin kendisine vize vereceği yazıyordu. Troçki vize almak için Almanya’ya telgraf çektiyse de kısa bir süre sonra Ankara’daki Alman Elçisi Nodolny, kendisine hükümetinin vize veremeyeceğini bildirecekti. Troçki, Almanya’dan yanıt beklediği sırada durmadan yazıyor, İngiliz, Fransız ve Amerikan gazetelerine durumunu anlatıyordu. Özellikle de, “Türkiye’ye zorla sokulduğunu” öne sürüyordu.
18 Şubat’ta İstanbul Emniyet Müdürü Şerif Bey, Sovyet Konsolosluğu’nda kendisini ziyaret etmiş ve Vali Muhittin Üstündağ’ın mektubunu vermişti. Türkçe ve Fransızca yazılan mektupları aldığını ve okuduğunu bildirmesi isteniyordu. Troçki, Türkçe bilmediği için yalnız Fransızca yazılı mektubu okudu ve imzaladı. Türkçe mektubu ise almadı. Atatürk adına kendisini yanıtlayan İstanbul Valisi Üstündağ, Türkiye’ye zorla sokulması iddiasına da değiniyor ve şöyle diyordu:
“SSCB eski Halk Komiseri Troçki cenaplarına, Cumhurbaşkanımıza sunulmak üzere bıraktığınız mektubu ait olduğu makama gönderdim. Size aşağıdaki hususları bildirmekle görevliyim: Sovyet hükümeti, sağlık nedeniyle ülke dışında tedaviniz gerekçesiyle Cumhuriyet Hükümeti’nden vize istemiştir. İyi ilişkiler sürdürdüğümüz dost bir devletin girişimini olumlu karşılamak, bizim yönümüzden doğaldı. Sovyetler Birliği’nden çıkış nedenlerinizi bilemeyiz. Bunları araştırmak da bizim görevimiz değildir. Mektubunuzda belirttiğiniz “zorla sokuldum” deyimi de bizimle ilgili değildir. Buradan istediğiniz bir ülkeye gitmekte serbestsiniz. Oturma sürenizi uzatmak isterseniz de Türkiye konukseverliğini sizden esirgemeyecektir. Bu konuda bütün yabancıların yararlandığı genel kuralların dışına çıkılması düşünülemez. Polislerimiz, kalacağınız sürece güvenliğinizi sağlamak için gereken önlemleri almışlardır. Buna karşın, bir saldırı kuşkusu duyarsanız, sizi korumakla görevli polislerimize bilgi vermeniz en doğru yol olur. Bu mektubu aldığınızı ve içeriğini öğrendiğinizi bize bildirmenizi rica ederim. Saygılarımla. Muhittin Üstündağ – İstanbul Valisi. 18 Şubat 1929.”
Ancak dış basında çıkan yazılar Moskova’yı sinirlendirmişti. Sonuçta elçiliğe, Troçki’nin bir an önce konsolosluktan çıkartılması bildirildi. 8 Mart gece yarısına doğru Troçki konsolosluktan çıkarıldı ve Türk polisinin önlemleriyle Tokatlıyan Oteli’ne arka kapıdan sokularak ikinci kattaki 66-68 ve 70 numaralı odalara yerleştirildi.
1 Nisan 1929 tarihli Vakit gazetesi tüm dünyayı şok eden bir başlıkla çıktı: “Troçki Müslüman Oldu”. Bu büyük haber üzerine tüm yabancı muhabirler Tokatlıyan’a gitti ama Troçki’yi bulamadı. İşin aslı sonradan anlaşıldı. Vakit gazetesinin muzip bir muhabiri tüm dünyaya 1 Nisan şakası yapmıştı. Troçki Türk basınıyla ilk konuşmasını Türkiye’ye gelişinden 34 gün sonra Milliyet yazarı Ahmet Şükrü Esmer’le yaptı. Bu konuşmasında bazı şeylerin altını önemle çiziyordu:
“Yanlış anlaşıldım. Türk hükümetinin özgürlüklerimi kısıtladığını hiçbir zaman söylemedim. Fransız gazetelerine 6 bin sözcük tutan Rusça makaleler yazdım. Bu yazılar telgrafla çekilirken ve Fransızcaya çevrilirken büyük hatalara uğradı. Türk hükümeti bana büyük konukseverlik göstermiştir, minnettarım. Tekrar ediyorum: Türk hükümeti hiçbir biçimde özgürlüğümü kısıtlamamıştır. Türkiye’ye gelir gelmez Rus Başkonsolosluğu’na indim. Almanya’dan vize istemiştim. Buna yanıtın kısa zamanda geleceğini umuyordum. Bu nedenle otele geçmek istemedim. Sizlerle konuşmayı bugüne kadar ertelememin nedeni de böyle bir toplantıyı konsolosluk gibi resmi bir yerde yapmak istemeyişimdir. Şimdi herkesle konuşuyorum. Türkiye’den neden ayrılmak istediğimi sorabilirsiniz. Türkçe bilmediğim için… Artık yaşlıyım ve yeni bir dil öğrenemem. Yoksa çok sevdiğim ve konukseverliğine tanık olduğum ülkenizde oturmamam için hiçbir neden yoktur.”
Troçki, masası üzerine iki kitap koymuş ve küçük kâğıtlarla bazı yerleri işaretlemişti. Bunları göstererek konuşmasını şöyle sürdürmüştü:
“İşte, kitaplarımdan ikisi… Türkiye için yazdıklarımdan bazıları burada. Birini 1909′da yazmıştım. Bu ve daha sonraki yazılarımda Türkleri o kadar övdüm ki, bana Türkofil dediler. O tarihlerde Rusya’da Türklere karşıt çok insan vardı. Türk dostluğunu daha sonra Türklerin ulusal savaşında da gösterdim. Dostum General Frunze’yi Rus ordularının temsilcisi olarak Ankara’ya yolladım. Türkiye’nin bağımsızlık savaşını çok büyük ilgiyle izledim ve sonuçtan kıvanç duydum. Bağımsızlığınızı, bu uğurdaki savaşı büyük önderinizin yönetimine borçlusunuz. Atatürk’ün büyüklüğü artık dünyaca kanıtlanmış bir gerçektir, öyle bir gerçek ki, burada yinelenmesinden ben de tat duyuyorum. Türk-Sovyet ilişkileri içtenliklidir ve böyle kalacaktır. Politik alandaki bu dostluğun ticaret ve ekonomiye dönüşmesini isteriz.”
Büyükada da kaldığı ev
Troçki’nin Tokatlıyan’daki otel yaşamı da kısa sürdü. İngiliz-Amerikan gazetelerine yazdığı makalelerden oldukça para kazanmıştı ve sürekli kendisine daha güvenli bir eve taşınmasını söyleyen Emniyet Müdürü’nün dediğini yapıp daha güvenli ve rahat bir eve çıkabilirdi. Sonunda Şişli Bomonti Mahallesi’nde İzzet Paşa Sokak Numara 29’daki mobilyalı bir ev uygun bulundu ve Troçki 31 Mart’ta yeni yerine taşındı. Fakat sorunlar bitmemişti. Mahalle halkı bir anda çevrelerinin polislerle ve tanımadıkları insanlarla dolmasından rahatsızlık ve korku duyduklarından kısa süre sonra şikayet yağdırmaya başladı. Köşkün, çevredeki evlere yakın olması nedeniyle ortaya çıkan güvenlik açığı Troçki’yi de huzursuz etmeye başladığından, korunma yönünden kolaylık sağlayacak çevresi açık yeni bir ev arandı. Büyükada İskelesi’ne oldukça yakın olan Arap İzzet Paşa Yalısı bulundu. Polis, buradan Büyükada’ya gelip gidenleri kolaylıkla denetleyebilir ve büyük bahçeli evde istediği gibi koruma önlemleri alabilirdi. Zorunlu olarak gittiği bu köşkte 1931 yılına kadar kalan Troçki, bir de tekne almıştı. Boş zamanlarının çoğunu Yunan balıkçı Haralambos ile birlikte balık tutarak değerlendiriyordu. Rusya’daki alışkanlıklarından da vazgeçememişti. Örneğin çayını sıcak olduğu için fincanın tabağına döküp öyle içmeye devam ediyordu. Köşke bir tane de doğal ıstakoz havuzu yaptırmıştı. Yalıda bir gece beklenmedik bir yangın çıktı. Troçki bunu önce suikast girişimi sanmıştı. Ancak Bayan Troçki’nin unutkanlık sonucu açık bıraktığı şofbenin yangına neden olduğu sonra anlaşıldı. Ama Stalin’in yayımlanmasından korktuğu belgeler, fotoğraflar ve fotokopilerin büyük bir bölümünü kapsayan bir koleksiyon kül olmuştu. Geçici olarak Savoy Otel’e yerleştirilen Troçki için yeni bir ev arandı. Gazetelere verilen ilan sonucunda Moda semtinde Şifa Sokak’ta Dr. Mahmut Ata’ya ait olan ev kiralandı. Fakat Troçki, Büyükada’da geçirdiği günleri unutamamaktadır. Üstelik ev hemen sokağın yanı başında olduğundan yine huzursuz geceler başlamıştı. Bir gece bahçeye atlayan iki kişinin alarm zillerini çalıştırmasıyla Troçki bu evden ayrılmaya kesin karar verdi. Valilik ve Emniyet’in gayretleriyle Büyükada’daki Yanaros Köşkü Troçki’nin yeni evi olarak kiralandı. Troçki Türkiye’de bulunduğu sıralar çok az dışarı çıkmıştır. İstanbul’da geçirdiği 5 yılda şehir merkezine bir iki kez inen Troçki’nin, bunlardan birinde Taksim’de Charlie Chaplin’in, ‘Şehir Işıkları’ filmini izlediği biliniyor. Bir kez Ayasofya’yı gezmiş, bir kez de 1932 yılında, Danimarka Sosyal Demokrat Öğrenciler Birliği’nin çağrılısı olarak Rus Devrimi’nin on beşinci yıldönümü konulu bir konferans vermek için Kopenhag’a gitmiştir. Bu gezisini, vatansızlara verilen Türk pasaportuyla yapmıştı. Ancak pasaportunda, “Türk sınırları dışında başına geleceklerden Türkiye Cumhuriyeti sorumlu değildir” kaydı vardı. Çünkü Sovyet hükümeti 20 Şubat 1932’de Troçki’yi vatandaşlıktan çıkartmıştı. 27 Kasım 1932 tarihinde Kopenhag’da yapılan bu konferans, Troçki’nin tüm sürgün yaşamı boyunca kalabalık bir kitle önünde yaptığı tek konuşmaydı. Vatandaşlıktan çıkarıldıktan sonra İstanbul’daki Rus Konsolosluğu da, Vali’den Troçki’nin artık Rus vatandaşı olmadığı gerekçesiyle “gösterilen ilginin kaldırılmasını” istemişti. Ancak İçişleri Bakanlığı bu öneriyi reddediyor ve “Türk topraklarından çıkıncaya kadar güvenlik önlemlerini kaldırmayacağını”, bildiriyordu. Başbakan İsmet İnönü’nün Rusya’ya gidişi ve Türk-Sovyet ilişkilerindeki yeni gelişmeler Troçki’yi iyice kuşkulandırmıştı. Stalin’in Türkiye’ye baskı yapacağını ve buna Türklerin boyun eğeceğini düşünüyordu. Bu yüzden Fransa’dan vize istedi. Daladier hükümeti bu kez isteği kabul etti. 17 Temmuz 1933’te aldığı vizeyle İstanbul’dan ayrılarak Fransa’ya giden Troçki burada 2 yıl kaldı ve sınır dışı edildi. Akabinde Norveç’e gittiyse de burada da 2 yıl kaldıktan sonra terk etmek zorunda kaldı. 9 Ocak 1937’de Meksika’ya sığındı ve Mexico’ya yerleşti.
Stalinciler tarafından amansızca izleniyordu. Meksika Coyocan’da Stalinci bir komünist olan İspanyol asıllı Ramon Mercader tarafından 20 Ağustos 1940’ta Troçki’ye suikast düzenlendi. Roman Mercader, Troçki’yi kafasına vurduğu bir buz kıracağıyla ağır biçimde yaraladı ve Troçki bir gün sonra öldü.
Troçki saldırganla boğuştuğu sırada odaya giren Troçki’nin korumaları Mercader’e saldırdı. Troçki korumalarına “Onu öldürmeyin, bu adamın anlatacak bir hikâyesi var”, diye seslendi. Ölümünden önce iki kez bilinci yerine geldi, ilkinde eşine “Burjuva basına (basınına?) iyi malzeme olduk” diyerek ölümle yüz yüze geldiği bir anda cesaretini yitirmediğini gösterdi. Bir sonraki bilincin geri gelişi ise son sözlerini sarf etmesini sağladı. Bu sözler: “Dördüncü Enternasyonal’in zaferinden eminim, ileri!” olmuştu.
14-02-2020