Doç. Dr. Ayşe Azade Rorlich/Southern California Üniversitesi Rusya ve Avrasya Tarihi Bölümü / A.B.D.
Müslüman Ulusal Komünizmi, yüzyıllar boyu süren sömürge yönetimi ve Ruslaştırma politikaları
tarafından yabancılaştırılan eski Rus Ġmparatorluğu‟nun yönetimi altındaki Müslümanların ihtiyaçlarına
bir cevap olarak Sovyet Rusya‟nın kuruluş yıllarında doğan bir ideoloji ve siyasi programı temsil
etmektedir. Bir doktrin olarak tutarlılıktan ve bir sosyo-politik hareket olarak da homojenlikten yoksun
olan Müslüman Ulusal Komünizmi, Bolşevik rejimiyle ortaklık fikri ile sarmaş dolaş olan Müslüman
entelektüellerin, milletler arasındaki eşitsizliği sona erdirmede sosyalizmin başarısız olmasıyla hayal
kırıklığına uğramalarından sonra ve “ulus sorununa” bir çözüm getirme arayışıyla bir siyasi gerçeklik
olarak şekillenmeye başlamıştır.
Ulusal/milliyetçi komünizmin savunucuları ve uygulayıcıları olan bütün Müslüman entelektüeller,
çoğunlukla Cedidizm diye atıfta bulunulan ve temel amacı Ġslam ile modernliği uzlaĢtırmak olan
Müslüman modernizm hareketinin birer ürünüydüler. Bu aydınlar, bu amaca ulaĢmak için açıkça
Ġslam‟ın esaslarına dayanarak ve dogmaların eleĢtirel yorumu anlamına gelen Ġçtihat‟ın tutarlı ve
düzenli birer uygulayıcısı olarak yola çıktılar. Müslüman Ulusal Komünistler, cedidcilerin hızla değiĢen
dünyada Müslümanların karĢılaĢtıkları artan meydan okumalara karĢı bir çözüm arayıĢında taklit
anlayıĢını reddettikleri gibi açık bir Ģekilde Marksizme dogmatik yaklaĢımları reddetmekteydiler. Tıpkı
Ġslam ve Modernitenin uyumunu sağlamada kurtarıcı bir çözüm temin eden içtihad gibi, Marksizm‟e,
dogmatik olmayan hatta yerleĢik inanıĢlara/yaklaĢımlara karĢı çıkan bir anlayıĢla yaklaĢım, kendi
uluslarının geleceğine dair Müslüman Ulusal Komünistlerin içine düĢtüğü ikileme bir cevap olabilirdi.
Marksist sınıf teorisi ile Ġslam‟ın ümmet (inananlar topluluğu) kavramını birleĢtirerek, Müslüman Ulusal
Komünistler, sömürge altında bulundukları geçmiĢleri sayesinde bütün Müslümanların “proletaryan
halklar” olduklarını ileri sürmüĢlerdir.
Sovyet Rusya‟da Müslüman Ulusal Komünizmin en önde gelen temsilcisi Mirsaid Sultan
Galiyev‟dir. Komünist devrimin belirli özellikleri hakkında, Ġslam bağlamındaki teorileri Ulusal Komünist
teoriyi ĢekillendirmiĢ ve sadece Sovyetler Birliği‟nin Müslüman bölgelerinde kabul görmekle kalmayıp,
Sovyet sınırlarını hayli aĢarak, Mısır ve Cezayir gibi ülkelerin liderlerini de etkilemiĢtir.
Mirsaid Sultan Galiyev, 13 Temmuz 1892 tarihinde BaĢkurdistan‟ın Sterlitamak bölgesindeki
ġipayevo köyünde dünyaya gelmiĢtir.1 O, bir halk okulunda Rus dili öğretmeni olan Haydar-Gali ile
fakirleĢmiĢ bir Tatar asilinin (Mirza) kızı olan Aynilhayat‟ın oğlu olarak doğmuĢtur. Babasının
öğretmenlik göreviyle alakalı olarak sık sık tayininin çıkması yüzünden Mirsaid ve ailesi sık sık göç
etmiĢ ve sonunda 1903 yılında babasının köyü KarmaĢkalı‟ya yerleĢinceye kadar BaĢkurdistan‟ı
baĢtan baĢa dolaĢmıĢlardır.
1454
Köy medresesinde dört yıl okuduktan sonra, Mirsaid Sultan Galiyev, 1907 yılında Kazan
Öğretmenlik Okulu‟na girmiĢ ve 1911 yılında sınıf birincisi olarak mezun olmuĢtur. Bu sıralarda, yerel
zemstvo tarafından yayınlanan bir gazete olan Ufimskiy Vestnik‟e pek çok makale göndermek
suretiyle katkıda bulunarak gazeteciliğe de giriĢ yapmıĢtı. Sultan Galiyev‟in gazetecilik faaliyeti yıllar
geçtikçe artmıĢ, aralarında KoyaĢ (Kazan), Vakit (Orenburg), TurmıĢ (Ufa), Il, Söz (St. Petersburg)
gibi Tatarca ve
Ufimskiy Vestnik (Ufa), Narodniy Uçitel‟ (Moskova) ve Bakü, Kavkazskoe Slovo, Kavkazskaya
Kopeyka (Bakü) gibi Rusça süreli yayınlara katkılarda bulunmuĢtur. Gazeteci kimliğiyle bir çok mahlas
kullanmıĢtır: Karmaskalı, Kulku-BaĢ, Kandemir, Timurleng, Sukhoy, On, Sin Naroda, Uchitel‟ ve
Tatarin gibi… Ancak, gazetecilik onun temel gelir kaynağı haline Bakü‟ye göçtüğü 1915 yılında
gelmiĢtir. Bu tarihe kadar bir köy öğretmeni, eğitimden sorumlu bir Zemstvo memuru ve bir Zemstvo
(Sterlitamak bölgesinde) tarafından Rusya Ġmparatorluğu‟nda açılan ilk Tatar halk kütüphanesinde
kütüphaneci olarak çalıĢmıĢtır.
Romanov hanedanının sonunu getiren 1917 ġubat Devrimi, Sultan Galiyev ve öğretmen eĢi
Rauza‟yı Bakü‟de yakalamıĢtır. Ancak, Mayıs ayında devrimci bir dönüĢüme sahne olan Petrograd‟a
gitmiĢler ve eski Rus Ġmparatorluğu‟ndaki Müslümanların geleceği için yeni siyasi gerçekliğin
sunmakta olduğu fırsatları yakalamaya çalıĢmıĢlardır. Daha 1917 ġubat Devrimi sırasında, Sultan
Galiyev kendisini, her ne kadar tevazu içinde de olsa, “bir çırak devrimci” olarak ilan etmiĢti. Sultan
Galiyev‟in radikalleĢmesinde birkaç unsur etkili olmuĢtur. Her Ģeyden önce O, daha çocukken,
babasının kıt kanaat öğretmen maaĢı ile yaĢamaya çalıĢan kendi ailesinde ciddi bir yoksulluk
tecrübesi yaĢamıĢtı. Ġkinci olarak, babasının izini takip etmek suretiyle bir köy öğretmeni olduğunda
köy yaĢantısını ve sosyal adaletsizliği bizzat kendisi gözlemleyerek daha derinden anlama Ģansı
yakaladı. Üçüncü olarak, Rus yönetimi altında yaĢayan Rus olmayan biri olarak, O, Rus
Ġmparatorluğu‟nun Müslümanlarının maruz kaldığı eĢitsizliğin bir kısmının sömürge yönetimi
neticesinde ikinci sınıf bir iliĢkiye zorlanmalarından kaynaklandığını tespit etmiĢti.
Mirsaid Sultan Galiyev, kendi isteğiyle “devrimci yolda” ilk adımını 1913 yılında Ufa‟da attı ve
kendisinden baĢka üç öğretmen ile birlikte “Sosyalist Enternasyonel‟in Militan Tatar Örgütü”nün
kurucusu oldu. Bu örgütün en önemli baĢarılarından biri, Eğitim Bakanlığı‟nın RuslaĢtırma
politikalarına karĢı direnmek ve Bakanlık tarafından atanan Rus ve Hıristiyan Tatar öğretmenlerin
hiçbirini köylerine sokmamak üzere Müslüman köylüleri seferber etmesidir. Sultan Galiyev‟in
gelecekteki siyasi kaygılarını Ģekillendirme de konunun diğer bir boyutunu teĢkil etmektedir. Birinci
Dünya SavaĢı baĢladığında, o ve “yoldaĢları” bir bildiriyle Tatar ve BaĢkurt askerlerin bir isyan
baĢlatarak ordularını terk etmelerini talep eden bir giriĢim baĢlattılar. 1918 yılı sonrasında, Sultan
Galiyev‟in devrimci teoriye katkıları olarak tanımlanan, dile getirdiği görüĢler tarafından bastırılan ve
uzun zamandır unutulmuĢ olan bu mütevazı bildiri, hâlâ dikkatlerin kendisine yönelmesini hak
etmektedir. Bu bildiri, iĢgalin ve kolonyal hakimiyetin neticelerine yönelik sergilediği duyarlılığı
gösterdiği kadar, köklerini kültürel bağlarda ve akrabalıkta bulan bir dayanıĢma noktasını da açığa
1455
çıkarmaktadır. Bu bildiride, Sultan Galiyev ve “YoldaĢları” askerleri isyana çağırmaktaydı çünkü
“Ruslar, Tatarları, BaĢkurtları, Türkistanlıları ve Kafkas halklarını vesaire… iĢgal etmekle
yetinmemiĢler, Türkleri ve Ġranlıları da iĢgalleri altına almayı istemiĢlerdir.”2
Ahmed Bey Salikov‟un daveti üzerine 1917 Mayısı‟nda Petrograd‟a ulaĢtıktan sonra, Sultan
Galiyev Iskomus (Bütün Rus Müslümanları Milli Komitesi Yönetim Kurulu) sekreteri olarak çalıĢmaya
baĢladı ve 1917 Mayısı‟nda Moskova‟da ve aynı yılın Temmuz ayında da Kazan‟da yapılan Müslüman
Kongresi‟ne katıldı. Sultan Galiyev, 7 Nisan 1917 tarihinde Kazan‟da düzenlenen ve baĢkanlığı
Mollanur Vahidov tarafında yapılan Müslüman Sosyalist Komitesi‟nin en önde gelen isimlerinden biri
oldu. Bu organizasyonun Sosyalist yönü oldukça zayıftı. Eski Rus Ġmparatorluğu üzerinde yaĢayan
Müslümanların ihtiyaçları ve refahı ile daha fazla ilgilenen bu organizasyon, Marksizm ve PanĠslamizm melezi bir yaklaĢımla, bütün dünyadaki iĢçilerin (proleterlerin) kardeĢliğini artırmaktan ziyade
sömürge altındaki Müslümanların kardeĢliğini pekiĢtirmeye çalıĢmıĢtır.
BolĢevik partisine henüz yeni katılmıĢ olmalarına rağmen (Sultan Galiyev Kasım‟da Vahidov ise
Aralık ayında katılmıĢtır) Kazan Müslüman Sosyalist Komitesi‟nin üyeleri olarak Sultan Galiyev ve
Vahidov, 1917 Ekim Devrimi‟nin gerçekleĢtiği günlerde Kazan‟daki Tatar asker ve iĢçilerin
örgütlenmesinde önemli bir rol oynamıĢlardır. Ancak, Stalin‟in Müslüman Sosyalist Komitesi‟ni kendi
partilerine üye yapmak ve bu üyelik aracılığıyla bu komiteyi kontrol altında bulundurmayı amaçlayarak
harekete geçmesi, Mirsaid Sultan Galiyev‟i Sovyet rejiminin ilk yıllarında ulusal politikalar yörüngesine
oturtmuĢtur.
1918‟lere geldiğinde ve özellikle de Molla Nur Vahidov‟un 1918 Ağustosu‟nda ölümünden sonra,
Mirsaid Sultan Galiyev, Komünist Parti hiyerarĢisi içindeki en yüksek konuma sahip Müslüman
durumuna geldi. O, artık Milliyetler Halk Komiserliği Dahili Kollegyumu‟nun (NARKOMNATS) bir üyesi
ve bu örgütün yayın organı olan Jizn‟ Natsional‟nostey‟ın (Milletlerin YaĢamı) da editörüydü. Sultan
Galiyev aynı zamanda 28 Nisan 1918 tarihinde organize edilen Merkezi Müslüman Askeri
Kollegyumu‟nun da baĢkanı, Ġkinci Ordu Devrimci Askeri Konsey‟in bir üyesi ve 17 Ocak 1918
tarihinde Halk Komiserleri Konseyi ve Milliyetler Halk Komiserliği‟nin kararları doğrultusunda kurulmuĢ
olan Merkezi Müslüman Komiserliği‟nin (MUSKOM) de bir üyesiydi. MUSKOM‟un temel görevi
Müslüman kitleleri “BolĢevikleĢtirmek” idi, ancak bu örgütün oluĢturulması, aynı zamanda, hükümetin
1917 ġubatı‟ndan beri ortaya çıkmıĢ olan Müslüman ulusal örgütlerinin rekabetini bertaraf etmeye
yönelik attığı adımların ilk somut kanıtını oluĢturmaktaydı. Henüz Müslüman örgütleri yok edecek
durumda olmayan hükümet, Merkezi MUSKOM‟un yetkisi altında rakip örgütler kurmak suretiyle söz
konusu bu örgütleri zayıflatmak üzere harekete geçmiĢtir.
1918 Mart‟ında, daha henüz Ġç SavaĢ‟ın Ģiddeti sürüyorken, Kazan‟daki ĠĢ ve MamadıĢ TavıĢı
(MamadiĢ‟in Sesi) gibi Tatar dilinde yayın yapan gazeteler aracılığıyla Müslümanların siyasal
eğitimine yönelik bir kampanya baĢlatmak üzere tüm bölgelerde MUSKOM‟lar örgütlendi. Bu
MUSKOM‟ların ilan edilmiĢ görevleri Müslüman kitleleri siyasi bilinçlenme için uyandırmak ve BolĢevik
rejimine destek vermelerini sağlamaktı. Ancak, Mirsaid Sultan Galiyev ve destekçileri, bu örgütleri
1456
gelecekteki Tatar-BaĢkurt Devleti‟nin dayanacağı Müslümanların idari kurumları ve Komünist
Partisi‟nin altyapısını kurmak için kullanmanın yollarını aradılar. Sultan Galiyev ve Merkezi
MUSKOM‟un liderliğinde bulunan tüm diğer Müslümanların hedefleri ile Moskova‟daki BolĢevik
liderliğinin hedefleri birbiriyle çatıĢmaktaydı ve en yakın gözüken bir iç savaĢ tehlikesi bertaraf edilir
edilmez Moskova Müslümanların otonomi tecrübesini sona erdirmek üzere harekete geçti. 1919
yılında cereyan eden merkezileĢme fırtınası Müslüman teĢkilatların çoğunu silip süpürdü. Aynı yıl
Merkezi MUSKOM‟un da yok oluĢuna Ģahit olundu: 18-23 Mart tarihleri arasında Moskova‟da yapılan
Rus Komünist Partisi Sekizinci Kongresi, Merkezi MUSKOM‟u Tatar-BaĢkurt Komiserliği olarak
yeniden düzenlemek suretiyle kendi kontrolüne aldı. Bu karar, Moskova‟nın sadece engellemekte
kararlı olmakla kalmayıp, Sultan Galiyev ve kendisiyle aynı fikirleri paylaĢanlar tarafından hazırlanan
ve Müslümanların belirli ihtiyaçlarını dile getirmeyi amaçlayan çok yönlü bir örgütsel altyapı kurma
sürecini de yok etmekte kararlı olduğuna dair hiçbir Ģüphe bırakmamaktaydı.
Böylece MUSKOM‟un bir Tatar-BaĢkurt Komiserliği olarak sınırlandırılması, Devrimci Askeri
Konsey tarafından yayınlanan 1 Ekim 1920 tarihli ve 2005 numaralı bir emirle Merkezi Müslüman
Askeri Kolegyumu‟nun dağıtılması, Tatar-BaĢkurt Cumhuriyeti projesinin yok edilmesi ve bunun yerine
“böl ve yönet” politikalarının bir gereği olarak iki cumhuriyetin kurulması gibi unsurlar Sultan Galiyev‟in
Moskova‟daki BolĢevik liderliğine yabancılaĢmasının sebeplerinden ve devrimin vaad edip de
tutamadığı sözlerinin onda yarattığı derin hayal kırıklığına sebep olan siyasi gerçekliklerden sadece
bazılarıdır.3
Bu türden verilip de tutulmayan vaatlerden biri BolĢevik rejiminin Müslüman topluluklarda
Ġslam‟ın özel rolünü görmezden gelmesi ile ilgilidir ve bu konu “Müslümanlar arasında din karĢıtı
propagandanın metotları” baĢlığıyla Jizn‟ Natsional‟nostey gazetesinin 1921 yılındaki 14 ve 23.
nüshalarında Sultan Galiyev tarafından yayınlanan iki makalede özel bir dikkate mazhar olmuĢtur. Sık
sık alıntılar yapılmasına rağmen, bu makalelere yapılan çoğu atıf, Müslüman toplumların kültürünü
Ģekillendirmede Sultan Galiyev‟in Ġslam‟a atfettiği önemli rolü ve komünist yoldaĢlarını Ġslam‟a
doğrudan saldırmamaları konusunda yaptığı uyarıları anmakla sınırlı kalmıĢtır. Oysa, Sultan
Galiyev‟in bu makalelerde dile getirdiği en önemli nokta, kültürel farklılığın siyasi etkileri ile ilgilidir.
Onun, inançta birlik arka planına karĢı Ġslam‟daki kültürel farklılığı kabul etmesi, Ġslam‟ın o gün
egemen olduğu kadar siyasi diskurda ve bilim çevrelerinde büyük ölçüde bugün de varlığını sürdüren
“aynîleĢtirici” görüĢüne çarpıcı bir Ģekilde tersti.4
Sultan Galiyev, Müslümanlara yönelik din karĢıtı propagandanın sadece Müslümanlara diğer
inançlara mensup halklar arasında var olan farklılıkları ele almakla kalmayıp “Rusya‟nın değiĢik
Müslüman halkları arasındaki” farklılıkları da hesaba katması gerektiğini ileri sürmüĢtür. Bu görüĢünü
ve aynı inanç içinde kültürel farklılığın mevcudiyetini belgelemek için, Sultan Galiyev örnek olarak
Volga-Ural bölgesindeki Müslümanları Kazak Stepleri, Türkistan, Hive, Buhara, Azerbaycan, Kuzey
Kafkasya ve Kırım‟daki Müslümanlardan ayıran kültürel farklılıkları göstermiĢtir. Sultan Galiyev‟in din
karĢıtı propaganda konusundaki fikirlerini göstermek amacıyla Müslüman halklar için çizdiği kültürel
1457
profil, aynı zamanda, ĠslamlaĢma sürecinin tabiatı, ĢehirleĢme seviyesi, gelenekler ile din arasındaki
alıĢveriĢ, insanların Ġslam‟a karĢı tavrını belirlemede göçer ve yerleĢik kültürel Ģartlar gibi faktörlerin
değerine yönelik duyarlılığını ortaya koymaktadır.
Ayrıca, Sultan Galiyev‟in yazılarında ortaya çıkan, bütün geriliğine rağmen, varlığını sürdüren bir
din Ģeklindeki bir Ġslam imajı değildir. Ġslam‟ın sivil, siyasi ve ahlaki anlayıĢlarının esnekliğini takip
eden Sultan Galiyev, birkaç örnek vermek gerekirse, su ve toprağın özel mülkiyetini reddetmesiyle
delillendirdiği Ġslam‟ın eĢitlikçiliğine, geliĢmiĢ bir vergi sistemine (zekat) ve lükse cevaz vermemesine
büyük övgüde bulunmaktaydı. Doğu Ortodoks papazlarının tersine kilise gibi bir dini kurum yönetimi
tarafından atanmayıp, bulunduğu bölgedeki insanlar, toplum tarafından atanan ve bunun neticesinde
de kendisini atayanlara karĢı bir sorumluluk duygusu tarafından yönlendirilen mollaları örnek
göstererek Ġslam‟daki demokratik uygulamaların önemine dikkat çekmiĢtir. Sultan Galiyev ayrıca,
faaliyetleri sadece dini ayinleri yönetmekle sınırlı olmayıp, bir kural olarak aynı zamanda öğretmen,
toplumsal sorunlarda arabulucu ve Ģeriat kanunlarının uygulanmasını takip eden bir otorite olarak
hareket eden mollaların pek çok sorumluluğunu tespit etmek suretiyle din ile kültür arasındaki
simbiyotik iliĢkinin etkilerinin altını çizmiĢtir. Sultan Galiyev “ġüphesiz bir Rus papazın kendi
mahalinde bir Tatar mollanın ya da Özbek ulemasının bir mensubunun kendi mahalindeki
otoritesinden daha az bir otoriteye sahip olması bir tesadüf değildir” demektedir.
Ġslam‟ın ahlaki kurallarının ilk geldiği dönemde Arapların yaĢamlarında büyük bir geliĢmeye
vesile olduğunu söyleyen Sultan Galiyev, bunu göstermek için Arapların yeni dini kucakladıkları
zaman çok eĢlilik kurumundan sadece birini almalarını örnek göstermektedir. Sultan Galiyev‟in
fikirlerinin nirengi noktası olarak çok eĢliliği seçmesinin bir tesadüf olması küçük ihtimaldir, çünkü
Ġslam‟ı eleĢtiren Batılıların çoğu gibi Ruslar da Ġslam‟ın geriliğini vurgulamak için çok eĢliliği
görüĢlerinin merkezine yerleĢtirmekteydiler. Kültürel izafiyet fikrine ulaĢan Sultan Galiyev, Ġslam‟ın
müsaade ettiği sınırlı ve tahdide tâbi olan birden fazla eĢliliğin, Ġslam öncesi Arabistanı‟nda yaygın
olan kontrolsüz çok eĢlilik uygulamalarıyla mukayese edildiğinde büyük bir ilerlemeyi temsil ettiğini
savunmaktaydı.5
Sultan Galiyev‟in din karĢıtı propaganda üzerine yazdığı makalenin kapsamı, onun yenilikçi
(Cedidist) Müslüman ilahiyatçıların fikirlerine yaptığı referansların Rusya‟daki ulemanın oldukça
uzmanlaĢtıkları teolojik tartıĢmalarından bazılarına dair ilk elden bilgilere dayandığını ileri sürmeyi
mümkün kılmaktadır.
Reformcu düĢüncenin geliĢimi ve bu düĢüncenin dini tutuculuk ve skolastizme karĢı zaferini
göstermek suretiyle, Sultan Galiyev, Cedid düĢüncesine katkıda bulunan Musa Carullah Bigiyev, Z.
Kamali ve A. Bubi gibi ilahiyatçı ve düĢünürleri zikretmektedir. Bu Müslüman düĢünürler, Sultan
Galiyev‟in devrimden önce katkıda bulunduğu Müslüman gazeteler ile sıkı bir iĢbirliği olan insanlardı.
Bu yüzden, Sultan Galiyev‟in bu ilahiyatçı ve düĢünürlerin eserlerini Ġslam‟ı skolastizmden kurtarmayı
amaçlayan ve devam etmekte olan gayretlere müspet katkılar olarak değerlendirdiğini tahmin etmek
mümkündür. Bununla birlikte, bu atıflar aynı zamanda Sultan Galiyev‟in Müslüman modernistlerin
1458
1917‟den önceki yıllarda uğraĢtıkları modern dünyada Ġslam‟ın yeri ile alakalı dinamik söylemin
dıĢında olmadığını da göstermektedir. Bu söylem ve yaklaĢımlarla yetiĢen Sultan Galiyev, Ġslam‟ın
sadece modernite ile uyuĢabileceğine ikna olmakla kalmayıp, Jizn‟ Natsional‟nostey gazetesinde
yayınlanan makalelerinin gösterdiği gibi, bu fikrin Ģampiyonluğuna da soyunmuĢtur. Bu makaleler
sadece Ġslam‟a karĢı daha esnek bir politika izlenmesi için bir müdafaaname olmayıp, Sultan Galiyev
ve onun takipçilerinin önemini vurguladıkları Ulusal Komünist Program‟ın önemli noktalarının
bazılarını da dillendirmekteydi. Bunları Ģöyle sıralayabiliriz:
1 Bu bölümde verilen biyografik bilginin tümü, 23 Mayıs 1923‟te I. V. Stalin ve L. D.
Trotskii‟ye sunulan Sultangaliev‟in “Who Am I” adlı kendi otobiyografik skeçinden alınmıĢtır. Mirsaid
Sultan-Galiev, Izbrannye Trudy (Kazan: 1998), s. 473-482.
2 Sultan-Galiev, a.g.e., s. 485-492 ve M. Sultan-Galiev, Stat‟i Vystupleniia. Dokumenty
(Kazan: 1992), s. 386-416.
1461
3 I. G. Gizatullin, Zashchishhaia Zavoevaniia Oktiabria. Tsentral‟naia Musul‟manskaia
Voennaia Kollegiia. 1918-1920. (Moskova: 1979) s. 1-75. A. Bennigsen ve Ch. Lemercier-Qelquejay,
Islam in the Soviet Union (New York: 1967) s. 75-91.
4 Bu makaleler ayrıca bir kitapçık olarak yayımlanmıĢtır: Metody anti-religioznoi propagandy
sredi musul‟man (Moskova: 1922).
5 Metody, s. 6-12; M. Sultangali (ev), Stati, s. 14-15; s. 132-133.
6 M. Sultan gali(ev), “Sotsial‟naia revoliutsiia i Votsok”, Zhizn‟ Natsional‟nostei, sayı. 38, 39
ve 42, 1919. Ayrıca, A. Bennigsen ve Ch. Lemercier-Quelquejay, a.g.e., s. 115-119.
7 Zhizn‟ Natsional‟nostei, sayı. 27, 1920; A. Benningsen ve S. E. Wimbush, a.g.e, s. 54-55.
8 A.g.e., s. 57-58.
9 A.g.e., s. 84-86.
10 I. Tagirov, “Kem ul Soltangaliev?”, Kazan Utlari, sayı 4, 1989, s. 163-174.
11 A. Bennigsen ve Ch. Lermercier-Quelquejay, Sultan-Galiev, Le père de la revolution tiersmondiste (Paris: 1986), s. 191-254.
12 A.g.e. s. 255-288 ve A. Bennigsen ve S. E. Wimbush, a.g.e., s. 108-128.
Avtorkhanov, A., Imperiia Kremlia: Sovetskii tip kolonializma (Vilnus: 1990).
Bennigsen, A., ve Lemercier-Quelquejay, Ch., Islam in the Soviet Union (New York: 1967).
–––, Sultan-Galiev, le père de la révolution tiers-mondiste (Paris: 1986).
Bennigsen, A. ve Wimbush, S. E., Muslim National Communism in the Soviet Union. A
Revolutionary strategy for the Colonial World (Chicago: 1979).
Gizatullin, I. G., Zashchishchaia zavoevaniia Oktiabria: Tsentral‟naia Musul‟manskaia Voennaia
Kollegiia. 1918-1920. (Moskova: 1979).
Kaymak, E., Sultan Galiev ve Sömürgeler Enternasyonali (Ġstanbul: 1993).
Kasimov, G., Ocherki po religioznomu i antireligioznomu dvizheniiu sredi Tatar do i posle
revoluitsii (Kazan: 1932).
–––, Pantiurkistskaia kontrrevoluitsiia i ee agentura-sultangalievshchina (Kazan: 1931).
–––, Sultangalievshchina-odin iz otriadov kontrrevoliutsionnogo pantiurkizma, (Kazan: 1930).
1462
Khakimov, R. S., “Sultan-Galiev i sovremennyi mi”, Tatarstan, sayı 11-12, 1992, s. 143-146.
Mohammadiev, R., Sirat Kupere: Roman (Kazan: 1992).
Provit sultan-galievshchiny i velikoderzhavnosti (Kazan: 1929).
Rubinstein, L., V bor‟be za leninskuiu natsional‟muiu polituku (Kazan: 1930).
Sagadeev, A. V., Mirsait Sultan-Galiev i ideologiia natsional‟noosvoboditel‟nogo dvizheniia:
nauchno-analiticheskii obzor (Moskova: 1990).
Safarov, G., Kolonial‟naia revoluitsiia. Opyt Turkestana (Moskova: 1921).
Sultanbekov, B. F., Pervaia zhertva genseka: Mirsaid Sultan-Galiev: Sud‟ba, Liudi, Vremia.
(Kazan: 1991).
Sultangali (ev), Mirsaid, Stat‟i Vystupleniia. Dokumenty (Kazan: 1992).
Sultangali (ev), Mirsaid, Izbrannye Trudy (Kazan: 1998).
Stenograficheskii otchet IX oblastnoi konferenstii Tatarskoi organizatsii RKP (b) (Kazan: 1924).
Tahirov, I., “Ken ul Soltangaliev?”, Kazan Utlari, sayı 4, 1989, s. 163-173.
Tainy natsional‟noi politiki Ts. K. R. K. P Stenograficheskii otchet sekretnogo IV soveshchaniia
Ts. K. R. K. P. 1923 g. (Moskova: 1992).
Yamauchi, M., Sultangali (ev), Ġslam Dünyası ve Rusya, (Ankara: 1998).
1463
Bolşevizm, “Millî” Komünizm ve M. Sultan Galiyev Fenomeni
/ Prof. Dr.Rafael Muhammitdinov [s.843-853]/Tataristan Bilimler Akademisi Tarih Araştırmaları Enstitüsü / Rusya
Milliyetçi-komünistler, sosyalist dünya devrimini temel stratejik hedef olarak görmelerine
rağmen, milletlerin kendi kaderini belirlemelerinin sosyalist dünya devrimine giden yolun ayrılmaz bir
parçası olduğunu çok ciddi Ģekilde kabul etmekteydiler.
BolĢevikler ise, sömürge halkaların kendi kaderlerini belirleme hakkını, “milliyetçileri” kendi
taraflarına çekmek için cazip bir tuzak yemi ve boĢ bir Ģekilcilik olarak görmekteydiler.
BolĢevik liderlerin, Rusya halklarının kendi kaderlerini belirleme konusunda samimi olmadıkları
Zeki Velidi‟nin Lenin hakkındaki anılarından da görülmektedir: “Bizim ilk anlaĢmamız (BaĢkurdıstan
Özerk Cumhuriyeti‟nin oluĢturulması hakkında anlaĢma kastedilmektedir-R. M.) Mart 1919 yılında
imzalanmıĢtır. Burada, tam Ģekilde olmasa da Doğu‟nun iki sömürülen halkına haklar tanınmaktadır.
14 ay sonra ortada anlaĢmadan hiç bir Ģey yoktu. Ben bunu Lenin‟e söyledim. Lenin, “Neden siz bu
konuya ahlaki açıdan yaklaĢıyorsunuz?” diye sordu. “Siz nasıl bir devrimcisiniz? AnlaĢmaya bu
Ģekilde yaklaĢım olur mu? Sizinle yapılan anlaĢma hiç kimseyi hiç bir Ģeyle bağlamıyor. Bu sadece bir
kağıt parçasıdır.” “Biz insanlar arasındaki iliĢkilerin bu kağıtlara saygı üzerinde kurulduğunu
düĢünüyorduk” dedim. “Demek ki siz yanılmıĢsınız. Ama, önemli değil, siz bizden daha çok Ģey
öğreneceksiniz.” (1, s. 251).
Rus BolĢeviklerinin diğer bir lideri Stalin, halkların kendi kaderini belirleme hakkını sadece geçici
ve zorunlu “bağımsızlık oyunu” olarak görüyordu. Lenin‟e mektuplarının birinde Ģöyle yazıyordu: “22
Eylül 1922. Ġç SavaĢın geçen dört yılı içinde, biz devrimi yayma amacıyla milletler konusunda
Moskova‟nın liberal tutumunu sergilemek zorunda olduğumuz dönemde komünistler içinde kendi
irademiz dıĢında gerçek ve azimli sosyal-bağımsızların ortaya çıkmasını sağlamıĢız…. Biz kalıpların,
yasaların, anayasanın gözardı edilemeyeceği, ayrı ayrı bölgelerdeki genç komünist kuĢağın
“bağımsızlık oyununu” bir oyun gibi kabullenmeyi reddettikleri, bağımsızlık vaadinin ısrarlı bir Ģekilde
“altın söz” gibi algıladıkları ve ayrıca, bizden bağımsız cumhuriyetlerin anayasalarını harfiyen
uygulamamızı ısrarla talep ettikleri bir geliĢim aĢamasında yaĢıyoruz.” (2, s. 99-100)
Ama, Ģovenist BolĢevikler ve milliyetçi komünistler arasındaki görüĢ ayrılıklarını daha
derinlemesine araĢtırdığımızda, bunların üç grupta toplandığını görebiliriz.
1464
Birinci görüĢ ayrılığı; “Lenin ve Trotski dünya devrimine Rusya‟daki sosyalist devriminin
baĢarısının ve Avrupa‟nın teknolojik yardımıyla üretim güçlerinin artırılmasının temel Ģartı gibi
baktıkları halde, Sultan Galiyev‟in dünya devrimi sürecinin baĢarılarını milli politikaya dayandırdığına”
iliĢkindir (3). Moskova BolĢevizmi, dünya devrimi mücadelesinin ilk aĢamalarında Avrupa ülkelerinin
proleterlerine güvenmekte, ulusal bağımsızlık hareketlerinin liderlerini ise gerçek proleter devrimciler
olarak görmemekteydi. Bu nedenle, “BolĢeviklerin tüm proleter dıĢı, milli ve dini olan her Ģeye
güvensizliği çok güçlüydü. Buna göre de Lenin, az geliĢmiĢ ülkelerdeki burjuva-demokrat nitelikli
bağımsızlık hareketlerinin komünizmin rengine boyanması için kararlı bir mücadele çağrısı
yapıyordu.” Lenin, milletlerin eĢitliğini savunan küçük burjuva enternasyonalizmini milletleri dünya
kapitalizmini devirmeğe çağıran proleter enternasyonalizmine karĢı koymakla, sömürge ülkelerdeki
proleter olmayan tüm hareketlere güvensizlik görünümü vermiĢtir. Böylece, sömürülen milletlere
mensup her hangi bir proleter-devrimci küçük burjuva milliyetçisi konumuna düĢmüĢtür.” (3)
Ġkinci görüĢ ayrılığı; dünya devriminin baĢarısızlıkla sonuçlanmasından sonra Moskova
BolĢeviklerinin komünizmi, Rus proleterinin hegemonyasında olmak kaydıyla Rusya‟da, daha sonra
SSCB‟de kurma kararına iliĢkindir. Aslında onlar Rus Sovyet Ġmparatorluğu‟nu kurma eylemindeydiler.
Milliyetçi-komünistler ise federasyon Ģeklinde ve eĢit haklara dayanan bir birlik kurmak istiyorlardı. Bu
görüĢ ayrılığı Sultan Galiyev tarafından Ģu Ģekilde açıklanmaktadır: “Bizim (yani BolĢeviklerin-R. M.)
Batı‟da “kuĢatmayı yarmamız” ve Doğu‟da bizimkilerin “savaĢ öncesi gözcülüğü” yönündeki
baĢarısızlığımız Rus Devrimini “içine kapanmaya” ve onun görevlerini Rusya‟yı (bir devlet ve elbette
Sovyet devleti gibi) ihya etme çerçevesiyle sınırlamağa mecbur etmiĢtir. Bu ise ilk dönemlerde,
özellikle NEP (novaya ekonomiçeskaya politika-yeni ekonomik politika) döneminde merkez
dıĢındakiler için tüm olumsuz sonuçlarıyla birlikte koyu ve keskin merkezcilik gibi yankı bulmuĢtur.” (3)
R. F. Hakimov‟un, merkezdeki BolĢeviklerin bu tutumunun “federalizm düĢüncesinin ilk baĢtan
reddedilmesi ve ulusal bağımsızlığın sadece dil ve kültür alanlarına müncer edilmesi sonucunu
doğurduğu”na iliĢkin görüĢüne katılmamak imkansızdır. “Rusya Halklarının Haklar Beyannamesi” ve
federal yapının gerekliliğinin kabul edilmesi halkların tam bağımsızlık taleplerine karĢı zorunlu (daha
çok propagandacı) bir önlem olarak ortaya çıkmıĢtır. (3)
Üçüncü görüĢ ayrılığı, Moskova BolĢevizminin düĢünce temelinde “kurtarıcı”lık unsurunun
bulunduğuna iliĢkindir. Yani Ruslar kendilerini, diğer halklara sosyalizmi götürecek bir halk, Rus
sosyalizmini ise tüm dünyada sosyalizmin kurulmasının örneği gibi görmekteydiler. Böylece, Rus
kültürü ve mantalitesi tüm dünyaya yayılmalıydı. Milliyetçi komünistler ise böyle bir “koruyuculuğun”
aleyhineydiler.
Kaynaklar, “kurtarıcılık” düĢüncesinin BolĢevizmin Lenin ve Stalin gibi iki büyük önderine
yabancı olmadığını belirtmektedirler. Lenin‟in en yakın ve en sadık arkadaĢlarından birisi, 1894‟ten
itibaren RSDĠP‟nin (Rusya Sosyal Demokrat ĠĢçi Partisi) üyesi olan Ukrayna Hükümeti BaĢkanı G. Ġ.
Petrovski 1919 yılında Lenin hakkında Ģöyle diyordu: “Rusya‟da yaĢayan halklar, tarihleri, coğrafyaları
ve ekonomileriyle söz konusu olduklarında onun (Lenin‟in-R. M.) enternasyonalliğinden bahsetmek
1465
uydurmacılıktan baĢka bir Ģey değildir. Bu konuda o bir Velikorus‟tur. O, komünizmin en kısa
zamanda kurulması için küçük halklar değil, büyük halklara… ve onların Ġmparatorluk geleneklerine
dayanılması gerektiğini düĢünmektedir. Lenin Velikorusların çıkarlarını Büyük Petro‟dan daha çok
savunmaktadır. O, Velikorus halkını kapitalizmden kurtararak, diğer halklar için örnek olacak büyük bir
sosyalist toplumu inĢa etmeyi arzulamaktadır. Bu yüzden onun için Velikorusların çıkarları Rusya‟ya
dahil olan halkların çıkarlarından önde gelmektedir. Yani…. o, Velikorus bir politika yürütmektedir. ĠĢte
biz Ukrayna milliyetçileri, her zaman Ukrayna sorunları tartıĢıldığı vakit Lenin‟le karĢı karĢıya
geliyoruz. Lenin, Rus olmayan halkları hiç bir Ģekilde Rusya egemenliği dıĢında görememektedir.” (1,
s. 252)
Stalin “kurtarıcılık” düĢüncesine daha çok bağlıydı. Onun bu bağlamdaki özelliğini Trotski 1919
yılında Ģöyle belirtiyordu: “O, dünya sosyalizm devrimi düĢüncesini Rus emperyalizmi ve Rus milli
hedefleriyle birleĢtirmenin zorunlu olduğunu düĢünüyor.” (1, s. 230).
Komünizmdeki “kurtarıcılık” düĢüncesi üzerinde ayrıntılı bir Ģekilde durmak gerekir. ġöyle ki,
komünizm “koruyucuları” her zaman bunu öyle bir arındırılmıĢ enternasyonalizm veya tamamen
sosyal bir düĢünce görünümünde göstermeye çalıĢmıĢlar ki, bu hiç bir zaman belli bir etnos veya
milletle özel bir bağlılığa sahip olmamıĢtır.
TanınmıĢ Rus filozofu N. A. Berdyayev (1874-1948) komünizmdeki Rus “kurtarıcılığı” hakkında
Ģöyle yazıyordu: “Rus komünist devriminin enternasyonalliğinin özünde bile Rus milletçiliği vardır. Ben
Ģunu söylemek isterdim ki, hatta Yahudilerin Rus komünizmine aktif katılımları Rusya ve Rus halkına
özgüdür. Rus „kurtarıcılığı‟ Yahudi „kurtarıcılığıyla‟ akrabadır.” (4, s. 94)
BolĢevik partisinin üst düzey yönetimini çoğunlukla Yahudilerin oluĢturduğunu (ilk Sovyet
Hükümeti‟nin de %90‟ını Yahudiler oluĢturuyordu) dikkate alırsak
Rus BolĢevizminde Yahudi ve Rus “kurtarıcılığı”nın sıkı bir kaynaĢmasının olduğu söylenebilir.
Bu “kurtarıcılık” düĢüncelerinden her birinin kendi tarihi ve dini dayanakları bulunmaktadır. Rus
BolĢevizmine kadar Yahudi “kurtarıcı”lığı erken Avrupa Marksizminde mevcuttu. Bilindiği üzere, her
bir öğreti gerek bu öğretiyi öne süren Ģahsın, gerekse de bu Ģahsın mensubu olduğu milletin ve dinin
özelliklerini belli ölçüde taĢımaktadır. “Tipik bir Yahudi olan K. Marks, tarihin sonraki döneminde eski
Kitabî-Mukaddes‟teki “kendi ekmeğini kendi alın terinle kazan” konusunu çözüme kavuĢturmağa
çalıĢmaktadır. Bu dünyada mutluluğa iliĢkin Yahudi inancı da Marks‟ın sosyalizminde yeni bir biçimde
ve yeni bir tarihi ortamda belirmiĢtir. Marks‟ın öğretisi görünüĢte Yahudiliğin dini gelenekleri ile bağları
koparıyor ve her türlü kutsallığa karĢı isyan ediyor. Ama Tanrı tarafından seçilmiĢ bir halk olarak
Yahudi halkına Ģamil edilen “kurtarıcılık” fikrini K. Marks bir sınıfa, yani proleter sınıfına aktarıyor.
Nasıl ki, Ġsrailoğulları seçilmiĢ bir halk idi, Ģimdi de yeni Ġsrailoğulları iĢçi sınıfıydı. Bunlar dünyayı
kurtarmak için Tanrı tarafından seçilmiĢ halktır. Tüm seçilmiĢlik ve „kurtarıcılık‟ vasıfları bu sınıfa
aktarılmıĢtır.” (5, s. 70)
1466
ġöyle ki, Rus devriminde Tanrı tarafından seçilmiĢ ve bu devrimi fiilen gerçekleĢtirmiĢ halk Rus
proleterleri ve fakir köylüler idi. Bu halkın fikrin kaynağı ise çoğunluğu Yahudilerden oluĢan Sovyet
hükümetiydi. Dolayısıyla, bir seçilmiĢ halkın diğer seçilmiĢ halkı yönetmesi sonucu ortaya çıkıyordu.
Bu, yeni Sovyet Devleti‟nin yönetim sistemindeki açık bir çeliĢkiydi. Bu çeliĢki daha sonra, özellikle de
30‟lu yıllarda eski Lenin takımına karĢı uygulanan tasfiye ve terörle çözümlenmiĢtir. Sonuçta, politik
olarak bir tek seçilmiĢ halk-Rus halkı kalmıĢtır.
BolĢevizmdeki Rus “kurtarıcılığı” düĢüncesinin de kendi dini ve tarihi dayanakları vardır.
“Dünyadaki en büyük Ortodoks Çarlığı olan Bizans Ġmparatorluğu‟nun (Ġkinci Roma‟nın) çöküĢünden
sonra Rus halkında, Rus Çarlığı‟nın, yani Moskova Çarlığı‟nın dünyadaki tek Ortodoks Çarlık ve Rus
halkının Ortodoks inancın tek taĢıyıcısı olduğuna iliĢkin kanı oluĢmuĢtur… Moskova‟nın Üçüncü
Roma olduğuna iliĢkin öğreti Moskova Çarlığı‟nın oluĢumunda ideolojik dayanak oldu. Çarlık,
“kurtarıcılık” simgesi olarak meydana çıktı ve Ģekillendi. Gerçek Çarlık arayıĢı tüm tarihi boyunca Rus
halkı için özgün bir Ģey olmuĢtur. Rus Çarlığı‟na mensupluk gerçek Ortodoks inanca iman getirmekle
belirleniyordu. Aynen bu Ģekilde Sovyet Rusya‟ya, yani Rusya komünist çarlığına mensupluk da
Ortodoks-Komünist inanca iman etmekle belirlenecektir. Moskova‟nın, yani Üçüncü Roma‟nın
“kurtarıcılık” simgesi altında kilisenin de ciddi bir biçimde millileĢtirilmesi gerçekleĢtirilmiĢtir. Moskova
Çarlığı‟nda da dini ve milli olan her Ģey tıpkı eski Yahudi halkının bilincinde oluğu gibi iç içe
geçmiĢtir… „Kurtarıcılık‟ bilinci Rus Ortodoksluğuna özgüydü.” (4, s. 9-10.)
Bilindiği gibi “Üçüncü Roma” düĢüncesi ilk kez Ġnok (Ortodoks papazı-A. A.) Filofey tarafından
III. Ġvan‟a söylenilmiĢ, daha sonra IV. Ġvan bu düĢünceyi geliĢtirmiĢtir.
Daha sonra bu düĢünce XIX. yüzyılda F. M. Dostoyevski tarafından geliĢtirilmiĢtir. F. M.
Dostoyevski evrensel adaletin ve evrensel kardeĢliğin taĢıyıcısı olarak sadece Rus halkını görüyordu.
“O, herkesin herkes için sorumlu olduğunu, yani inançsal komünizmi vaaz ediyordu. O, Rus kilise
düĢüncesini bu Ģekilde algılıyordu. Onun Rus Mesih‟i burjuva toplumunun normlarına uyarlanmıĢ
olamazdı… F. M. Dostoyevski evrenselliği vaaz etmektedir ve bu da bir Rusçuluk düĢüncesidir.
Enternasyonalizm, sadece Rus evrensellik düĢüncesinden ve Hıristiyan evrenselliğinden bir
sapmadır. Dostoyevski‟ye göre Rus halkı evrensel düĢüncenin ve evrensel kardeĢliğin taĢıyıcısı
olduğu için Tanrının tecellisi olan bir halktır.” (4, s. 72-73)
Peki, bu “kurtarıcılık” düĢüncesi daha sonralar Rus BolĢevizmine nasıl girmiĢtir? N. A.
Berdyayev bu süreci Ģöyle anlatıyor: “BolĢevizm Rusya için önemli konularda seküler burjuva
toplumuna tamamen zıt olan Rus ruhunun özelliklerini, onun dindarlığını, ahkamcılığını ve aĢırıcılığını,
sosyal adalet ve yeryüzünde Tanrı hakimiyeti arayıĢlarını, her türlü fedakarlığa ve acılara sabırla
katlanmaya, aynı zamanda kabalık ve gaddarlık göstermeğe hazır olmasını, her zaman bilinçsiz
Ģekilde de olsa mevcut olan Rus “kurtarıcılığını” ve Rus inancını kullanmıĢtır… Rus komünizmi
Slavofillerin ve Dostoyevski‟nin eski “ex Oriente lux (GüneĢ Doğudan doğar)” fikrini yeniden ortaya
atmıĢtır. Batı‟nın burjuva karanlıklarını aydınlatacak ıĢık Moskova‟dan, Kremlin‟den doğuyor. Bunun
yanı sıra komünizm, IV. Ġvan‟ın ve Çar yönetiminin gelenekleri doğrultusunda halkın tüm yaĢamı
1467
(sadece cismi değil, aynı zamanda ruhu) üzerinde egemen olacak despot ve bürokratik bir devlet
kuruyor.” (4, s. 115, 116)
XX. yüzyılda Rus “kurtarıcılık” düĢüncesi, kağıt üzerinde enternasyonal bir devlet olarak ilan
edilen SSCB‟nin özünde dünya egemenliğini iddia eden bir Rus Ġmparatorluğu Ģeklinde kurulmasında
ifade olunmuĢtur.
SSCB‟nin tüm halklarının komünizme Rus diliyle girmesi gerektiği ve gelecekte dünyada iki
dilin, Rusça ve Ġngilizcenin kendi aralarında rekabet edeceği söyleniyordu. Her bir federe
cumhuriyette Komünist Partisi Merkez Komitesi‟nin ikinci sekreteri Rus olmalıydı (bu, yerli
komünistlerin denetimi için yapılıyordu). Sovyet ordularının Çekoslovakya‟ya ve daha sonra
Afganistan‟a girmesi; tüm bunları XX. yüzyıldaki Rus “kurtarıcılığının” belirtileri gibi adlandırabiliriz.
Avrupalıların çoğu, hatta Rusların bir kısmı da, Rus halkının asırlar boyunca gerek fiziksel,
gerekse de kültürel olarak Asya unsuru, bunun içinde de daha çok Türk unsuru ile etkileĢim içinde
Ģekillendiğini dikkate alarak, Rusya‟yı bir Asya ülkesi, Rusları ise Asyalı olarak görüyorlardı. Tesadüfi
değil ki, BolĢevizmin iki büyük önderi Lenin ve Stalin‟in etnik köken açısından Asya ile direk bağları
bulunmaktaydı. Lenin‟in selefleri içinde Kalmuklar olmuĢtur. Stalin ise bir Doğu ve Asya ülkesi olan
Gürcistan doğumludur.
SSCB‟nin Slav olmayan halklarından en çok nüfusa sahip olanının Türk halkları olduğunu ve
Tatar komünistlerin Asya‟da BolĢevik düĢüncelerinin yayılmasında önemli rol oynadıklarını da dikkate
alırsak, Moskova BolĢevizminin Avrupa‟da bazen “Tatar-BolĢevik dağıtıcı merkezi” adlandırılması hiç
de ĢaĢırtıcı değildir (6, s. 158). Bu bağlamda “Hitler‟in henüz 1930 yılında Otto Strasser‟le yaptığı
konuĢmasında, Sovyetler Birliği‟nin Slavyan-Tatar vücuduyla Yahudi baĢından oluĢtuğunu” söylemesi
de ilgi çekicidir. (7, s. 12)
Ancak, Moskova BolĢevizminin açık Ģekilde ifade olunan bu “Tatar” benzetmelerine, Ġç SavaĢ
döneminde Tatar komünistlerin ve askerlerin Sovyet hakimiyetinin Kolçak‟ın ordularından
korunmasında önemli rol oynamalarına, komünizmin Doğu‟da yayılmasında en büyük kuramcı ve
ideoloğun Tatar komünist Mirsaid Sultan Galiyev olmasına rağmen, Moskova BolĢevizminde her
hangi Tatar “kurtarıcılığı” bulunmamaktadır. Aslında, Tatarların Yahudilerde olduğu gibi, onları Tanrı
tarafından seçilmiĢ halk olarak tanımlayan milli dinleri (örneğin, Yahudilerde Musevilik gibi)
olmamıĢtır. Diğer taraftan Ekim Devrimi‟ne gelindiğinde Tatarların kendi devletlerini kaybettiği tarihten
üç buçuk asır geçmekteydi. Buna göre de, onlarda tüm insanlığı kendi “evrensel” adalet ve “evrensel
fazilet”leriyle kurtarma fikri de ortaya çıkamazdı. “Kurtarıcılık” Ģeklindeki söz konusu büyük iddialar
Ġmparatorlukla olan iliĢkiler bağlamında Ruslar tarafından ortaya atılmıĢtır.
O zaman, “kurtarıcılık” düĢüncesinin yerini Tatarlarda hangi düĢünce almıĢtır? Kanımızca,
Tatarlarda eğitim, bilim ve politika alanlarında kültür elçiliği ideası her zaman üst düzeyde olmuĢtur.
Onlar devamlı olarak Doğu‟daki ve Batı‟daki bilgileri bir araya topluyor ve daha sonra bunları diğer
1468
Müslüman, özellikle de Türk halkları arasında yayıyorlardı. Bu kültür elçiliği geleneği tarih boyunca
oluĢmuĢtur. Tatar halkının jeopolitik konumu buna yardımcı olmuĢtur. Tatar halkının yaĢadığı bölge
Ġslam‟ın kuzeydeki “sınır kalesiydi”. BaĢka bir deyiĢle, Tatarlar Doğu‟yla Batı, Ġslam dünyasıyla
Hıristiyan dünyası, ormanla bozkır, Türk dünyasıyla Slav dünyası arasında orta bir konumda
bulunuyorlar. O zaman, Tatarların kültür elçisi, yani “entelektüel ürün taciri” olmalarının sebebi nedir?
Kanımızca, bunda iki etken önemli rol oynamıĢtır. Birincisi, Tatar topraklarının coğrafi konumu
Tatarlar arasında ticaretin hızla geliĢmesine yardımcı olmuĢtur. Bilindiği gibi, ticaretle uğraĢan adam
çeĢitli ülkelere gidiyor, farklı kültürlerden olan insanlarla bir araya geliyor ve kendi iradesi dıĢında bu
kültürlerin öğelerini bünyesine alıyor. Diğer taraftan, ticaretle uğraĢmanın kendisi bile insanın zihinsel
yeteneklerinin geliĢmesi sonucunu doğurur.
Ġkincisi, kuzeyde tamamen Hıristiyan ve çoktanrılı dine mensup halklarla çevrili bir bölgede
yaĢayan Tatarlar devamlı maddi ve manevi varolma mücadelesi vermiĢler. Bu sürekli varolma
mücadelesi onları fiziki olarak daha dayanıklı kılmıĢ, zekalarını geliĢtirmiĢ ve Ġslam aracılığıyla onların
ahlakını pekiĢtirmiĢtir. Ġslam, daha sonraki dönemde ise milliyetçilik de kendi milli kimliklerini koruyup
saklama mücadelesinde Tatarların en önemli entelektüel silahları olmuĢlar.
Tatar halkının bu kültür elçiliği misyonunu XX. yüzyılın baĢlarında Tatar aydınları da açıkça
anlıyorlardı. Örneğin, Tatar tarihçisi Gaziz Gubaydullin kültür elçiliğini Tatar milletinin temel belirleyici
özelliği olarak göstermiĢtir: “Ġdil Türkleri, daha Hazar ve Bulgar devletleri döneminde baĢladıkları bu iĢi
(kültür elçisi misyonunu-R. M.) günümüzde de devam ettirmektedirler. Tarihin Ġdil Türklerine yüklediği
bu Ģerefli rol Ġç Rusya‟da yaĢayan bu Türkleri kültür elçisi olan bir halka dönüĢtürmüĢtür” (8, s. 30).
Dahası, bu tarihçi Tatarların doğu halklarının uyanıĢ ve yenilenme sürecine önderlik etmesi,
Doğulu Türkleri Avrupa‟ya tanıtması, Avrupa‟yla Doğu‟yu yaklaĢtırması gerektiğini düĢünmektedir. O,
Ģöyle yazıyordu: “Ancak Tatarların tarihi rolü sadece bu temel misyonla sınırlı değildir. Yakın
gelecekte onlar kültürel alanda daha büyük iĢler yapmalı, daha büyük kültürel görevler yerine
getirmeli” olacaklar.
Ġdil Türklerinin coğrafi ve dini açıdan Doğu‟nun Türk-Müslüman dünyasına yakınlığını ve kültür
alanında Ġdil Türklerinin bu dünyanın diğer halklarının ilerisinde olmasını dikkate alırsak, onlar bu
dünyanın dini, seküler, maddi ve manevi uyanıĢının öncüsü olmalıdırlar.
Ġdil Türkleri sadece bununla yetinmeyerek gelecekte, büyük Türk milletinin bir parçası olan Doğu
Türklerini tanımasında Avrupa‟ya yardımcı olacak, Avrupa‟yı bu dünyayla yalınlaĢtıran bir halk rolünü
üstlenecektir. Öyle görülüyor ki, ġihab hazretlerinin (ġ. Mercani-R.M.) döneminden baĢlayarak Ġdil
Türkleri, bu tarihi görevlerini yerine getirmeye baĢlamıĢlar.
Hatta bu yüzeysel düĢüncelerden de görüldüğü gibi, kültürel açıdan kuzey Türk-Tatar milletinin
serbest bir millet olduklarını söylemeye tam hakkı vardır. Bunun ötesinde evrensel mutluluk adına
kendilerini bir millet gibi koruyup sağlamakla görevlidirler.” (8, s. 30)
1469
Tatarların politik alanda, özellikle devrim ve Ġç SavaĢ yıllarında sosyalist düĢüncelerinin Doğu‟da
yayılması alanındaki kültür elçiliğinden Mirsaid Sultan Galiyev‟in eserlerinde bahsedilmektedir. O,
özellikle Tatar-BaĢkurtların kültürel politik açıdan Doğu‟nun Müslüman halklarının öncüsü olduğunu
söylemektedir. (9, s. 250).
O Ģöyle yazıyordu: “Tatar iĢçi kitleleri ve Tatar yoksulları devrime katılmamıĢlar. Ama onun
Doğu‟da yayılmasına yardımcı olmuĢlar.” (9, s. 361). Bu, Kızılordu‟dan olan Tatarların Doğu‟daki
sosyal devrimin öncüsü olmasında, bununla da sınıf mücadelesinin kırmızı sancağını Orta Asya‟nın
uzak kıĢlaklarına ve Sibirya yurtlarına, ayrıca Kafkasya‟nın dağ aullarına götürmelerinde” somut
olarak görülmektedir (9, s. 361). Mirsaid Sultan Galiyev‟in bu sözlerinden, Tatarların ve BaĢkurtların
komünizmi Doğu‟da yayarken ne düĢündüklerine bakılmaksızın, bu Ģekildeki politik “kültür elçiliğinin”
Türk halklarının ortak çıkarları yönünde değil, BolĢevik fikri Ģeklindeki Rus “kurtarıcılığının” çıkarları
yönünde gerçekleĢtirildiği anlaĢılmaktadır.