Sultan Galiyev ve Milli Komünizm/ 2 Makale

Mirsaid Sultan Galiyev ve Millî Komünizm /

Doç. Dr. Ayşe Azade Rorlich/Southern California Üniversitesi Rusya ve Avrasya Tarihi Bölümü / A.B.D.

Müslüman Ulusal Komünizmi, yüzyıllar boyu süren sömürge yönetimi ve Ruslaştırma politikaları
tarafından yabancılaştırılan eski Rus Ġmparatorluğu‟nun yönetimi altındaki Müslümanların ihtiyaçlarına
bir cevap olarak Sovyet Rusya‟nın kuruluş yıllarında doğan bir ideoloji ve siyasi programı temsil
etmektedir. Bir doktrin olarak tutarlılıktan ve bir sosyo-politik hareket olarak da homojenlikten yoksun
olan Müslüman Ulusal Komünizmi, Bolşevik rejimiyle ortaklık fikri ile sarmaş dolaş olan Müslüman
entelektüellerin, milletler arasındaki eşitsizliği sona erdirmede sosyalizmin başarısız olmasıyla hayal
kırıklığına uğramalarından sonra ve “ulus sorununa” bir çözüm getirme arayışıyla bir siyasi gerçeklik
olarak şekillenmeye başlamıştır.

Ulusal/milliyetçi komünizmin savunucuları ve uygulayıcıları olan bütün Müslüman entelektüeller,
çoğunlukla Cedidizm diye atıfta bulunulan ve temel amacı Ġslam ile modernliği uzlaĢtırmak olan
Müslüman modernizm hareketinin birer ürünüydüler. Bu aydınlar, bu amaca ulaĢmak için açıkça
Ġslam‟ın esaslarına dayanarak ve dogmaların eleĢtirel yorumu anlamına gelen Ġçtihat‟ın tutarlı ve
düzenli birer uygulayıcısı olarak yola çıktılar. Müslüman Ulusal Komünistler, cedidcilerin hızla değiĢen
dünyada Müslümanların karĢılaĢtıkları artan meydan okumalara karĢı bir çözüm arayıĢında taklit
anlayıĢını reddettikleri gibi açık bir Ģekilde Marksizme dogmatik yaklaĢımları reddetmekteydiler. Tıpkı
Ġslam ve Modernitenin uyumunu sağlamada kurtarıcı bir çözüm temin eden içtihad gibi, Marksizm‟e,
dogmatik olmayan hatta yerleĢik inanıĢlara/yaklaĢımlara karĢı çıkan bir anlayıĢla yaklaĢım, kendi
uluslarının geleceğine dair Müslüman Ulusal Komünistlerin içine düĢtüğü ikileme bir cevap olabilirdi.
Marksist sınıf teorisi ile Ġslam‟ın ümmet (inananlar topluluğu) kavramını birleĢtirerek, Müslüman Ulusal
Komünistler, sömürge altında bulundukları geçmiĢleri sayesinde bütün Müslümanların “proletaryan
halklar” olduklarını ileri sürmüĢlerdir.
Sovyet Rusya‟da Müslüman Ulusal Komünizmin en önde gelen temsilcisi Mirsaid Sultan
Galiyev‟dir. Komünist devrimin belirli özellikleri hakkında, Ġslam bağlamındaki teorileri Ulusal Komünist
teoriyi ĢekillendirmiĢ ve sadece Sovyetler Birliği‟nin Müslüman bölgelerinde kabul görmekle kalmayıp,
Sovyet sınırlarını hayli aĢarak, Mısır ve Cezayir gibi ülkelerin liderlerini de etkilemiĢtir.
Mirsaid Sultan Galiyev, 13 Temmuz 1892 tarihinde BaĢkurdistan‟ın Sterlitamak bölgesindeki
ġipayevo köyünde dünyaya gelmiĢtir.1 O, bir halk okulunda Rus dili öğretmeni olan Haydar-Gali ile
fakirleĢmiĢ bir Tatar asilinin (Mirza) kızı olan Aynilhayat‟ın oğlu olarak doğmuĢtur. Babasının
öğretmenlik göreviyle alakalı olarak sık sık tayininin çıkması yüzünden Mirsaid ve ailesi sık sık göç
etmiĢ ve sonunda 1903 yılında babasının köyü KarmaĢkalı‟ya yerleĢinceye kadar BaĢkurdistan‟ı
baĢtan baĢa dolaĢmıĢlardır. 
1454
Köy medresesinde dört yıl okuduktan sonra, Mirsaid Sultan Galiyev, 1907 yılında Kazan
Öğretmenlik Okulu‟na girmiĢ ve 1911 yılında sınıf birincisi olarak mezun olmuĢtur. Bu sıralarda, yerel
zemstvo tarafından yayınlanan bir gazete olan Ufimskiy Vestnik‟e pek çok makale göndermek
suretiyle katkıda bulunarak gazeteciliğe de giriĢ yapmıĢtı. Sultan Galiyev‟in gazetecilik faaliyeti yıllar
geçtikçe artmıĢ, aralarında KoyaĢ (Kazan), Vakit (Orenburg), TurmıĢ (Ufa), Il, Söz (St. Petersburg)
gibi Tatarca ve
Ufimskiy Vestnik (Ufa), Narodniy Uçitel‟ (Moskova) ve Bakü, Kavkazskoe Slovo, Kavkazskaya
Kopeyka (Bakü) gibi Rusça süreli yayınlara katkılarda bulunmuĢtur. Gazeteci kimliğiyle bir çok mahlas
kullanmıĢtır: Karmaskalı, Kulku-BaĢ, Kandemir, Timurleng, Sukhoy, On, Sin Naroda, Uchitel‟ ve
Tatarin gibi… Ancak, gazetecilik onun temel gelir kaynağı haline Bakü‟ye göçtüğü 1915 yılında
gelmiĢtir. Bu tarihe kadar bir köy öğretmeni, eğitimden sorumlu bir Zemstvo memuru ve bir Zemstvo
(Sterlitamak bölgesinde) tarafından Rusya Ġmparatorluğu‟nda açılan ilk Tatar halk kütüphanesinde
kütüphaneci olarak çalıĢmıĢtır.
Romanov hanedanının sonunu getiren 1917 ġubat Devrimi, Sultan Galiyev ve öğretmen eĢi
Rauza‟yı Bakü‟de yakalamıĢtır. Ancak, Mayıs ayında devrimci bir dönüĢüme sahne olan Petrograd‟a
gitmiĢler ve eski Rus Ġmparatorluğu‟ndaki Müslümanların geleceği için yeni siyasi gerçekliğin
sunmakta olduğu fırsatları yakalamaya çalıĢmıĢlardır. Daha 1917 ġubat Devrimi sırasında, Sultan
Galiyev kendisini, her ne kadar tevazu içinde de olsa, “bir çırak devrimci” olarak ilan etmiĢti. Sultan
Galiyev‟in radikalleĢmesinde birkaç unsur etkili olmuĢtur. Her Ģeyden önce O, daha çocukken,
babasının kıt kanaat öğretmen maaĢı ile yaĢamaya çalıĢan kendi ailesinde ciddi bir yoksulluk
tecrübesi yaĢamıĢtı. Ġkinci olarak, babasının izini takip etmek suretiyle bir köy öğretmeni olduğunda
köy yaĢantısını ve sosyal adaletsizliği bizzat kendisi gözlemleyerek daha derinden anlama Ģansı
yakaladı. Üçüncü olarak, Rus yönetimi altında yaĢayan Rus olmayan biri olarak, O, Rus
Ġmparatorluğu‟nun Müslümanlarının maruz kaldığı eĢitsizliğin bir kısmının sömürge yönetimi
neticesinde ikinci sınıf bir iliĢkiye zorlanmalarından kaynaklandığını tespit etmiĢti.
Mirsaid Sultan Galiyev, kendi isteğiyle “devrimci yolda” ilk adımını 1913 yılında Ufa‟da attı ve
kendisinden baĢka üç öğretmen ile birlikte “Sosyalist Enternasyonel‟in Militan Tatar Örgütü”nün
kurucusu oldu. Bu örgütün en önemli baĢarılarından biri, Eğitim Bakanlığı‟nın RuslaĢtırma
politikalarına karĢı direnmek ve Bakanlık tarafından atanan Rus ve Hıristiyan Tatar öğretmenlerin
hiçbirini köylerine sokmamak üzere Müslüman köylüleri seferber etmesidir. Sultan Galiyev‟in
gelecekteki siyasi kaygılarını Ģekillendirme de konunun diğer bir boyutunu teĢkil etmektedir. Birinci
Dünya SavaĢı baĢladığında, o ve “yoldaĢları” bir bildiriyle Tatar ve BaĢkurt askerlerin bir isyan
baĢlatarak ordularını terk etmelerini talep eden bir giriĢim baĢlattılar. 1918 yılı sonrasında, Sultan
Galiyev‟in devrimci teoriye katkıları olarak tanımlanan, dile getirdiği görüĢler tarafından bastırılan ve
uzun zamandır unutulmuĢ olan bu mütevazı bildiri, hâlâ dikkatlerin kendisine yönelmesini hak
etmektedir. Bu bildiri, iĢgalin ve kolonyal hakimiyetin neticelerine yönelik sergilediği duyarlılığı
gösterdiği kadar, köklerini kültürel bağlarda ve akrabalıkta bulan bir dayanıĢma noktasını da açığa 
1455
çıkarmaktadır. Bu bildiride, Sultan Galiyev ve “YoldaĢları” askerleri isyana çağırmaktaydı çünkü
“Ruslar, Tatarları, BaĢkurtları, Türkistanlıları ve Kafkas halklarını vesaire… iĢgal etmekle
yetinmemiĢler, Türkleri ve Ġranlıları da iĢgalleri altına almayı istemiĢlerdir.”2
Ahmed Bey Salikov‟un daveti üzerine 1917 Mayısı‟nda Petrograd‟a ulaĢtıktan sonra, Sultan
Galiyev Iskomus (Bütün Rus Müslümanları Milli Komitesi Yönetim Kurulu) sekreteri olarak çalıĢmaya
baĢladı ve 1917 Mayısı‟nda Moskova‟da ve aynı yılın Temmuz ayında da Kazan‟da yapılan Müslüman
Kongresi‟ne katıldı. Sultan Galiyev, 7 Nisan 1917 tarihinde Kazan‟da düzenlenen ve baĢkanlığı
Mollanur Vahidov tarafında yapılan Müslüman Sosyalist Komitesi‟nin en önde gelen isimlerinden biri
oldu. Bu organizasyonun Sosyalist yönü oldukça zayıftı. Eski Rus Ġmparatorluğu üzerinde yaĢayan
Müslümanların ihtiyaçları ve refahı ile daha fazla ilgilenen bu organizasyon, Marksizm ve PanĠslamizm melezi bir yaklaĢımla, bütün dünyadaki iĢçilerin (proleterlerin) kardeĢliğini artırmaktan ziyade
sömürge altındaki Müslümanların kardeĢliğini pekiĢtirmeye çalıĢmıĢtır.
BolĢevik partisine henüz yeni katılmıĢ olmalarına rağmen (Sultan Galiyev Kasım‟da Vahidov ise
Aralık ayında katılmıĢtır) Kazan Müslüman Sosyalist Komitesi‟nin üyeleri olarak Sultan Galiyev ve
Vahidov, 1917 Ekim Devrimi‟nin gerçekleĢtiği günlerde Kazan‟daki Tatar asker ve iĢçilerin
örgütlenmesinde önemli bir rol oynamıĢlardır. Ancak, Stalin‟in Müslüman Sosyalist Komitesi‟ni kendi
partilerine üye yapmak ve bu üyelik aracılığıyla bu komiteyi kontrol altında bulundurmayı amaçlayarak
harekete geçmesi, Mirsaid Sultan Galiyev‟i Sovyet rejiminin ilk yıllarında ulusal politikalar yörüngesine
oturtmuĢtur.
1918‟lere geldiğinde ve özellikle de Molla Nur Vahidov‟un 1918 Ağustosu‟nda ölümünden sonra,
Mirsaid Sultan Galiyev, Komünist Parti hiyerarĢisi içindeki en yüksek konuma sahip Müslüman
durumuna geldi. O, artık Milliyetler Halk Komiserliği Dahili Kollegyumu‟nun (NARKOMNATS) bir üyesi
ve bu örgütün yayın organı olan Jizn‟ Natsional‟nostey‟ın (Milletlerin YaĢamı) da editörüydü. Sultan
Galiyev aynı zamanda 28 Nisan 1918 tarihinde organize edilen Merkezi Müslüman Askeri
Kollegyumu‟nun da baĢkanı, Ġkinci Ordu Devrimci Askeri Konsey‟in bir üyesi ve 17 Ocak 1918
tarihinde Halk Komiserleri Konseyi ve Milliyetler Halk Komiserliği‟nin kararları doğrultusunda kurulmuĢ
olan Merkezi Müslüman Komiserliği‟nin (MUSKOM) de bir üyesiydi. MUSKOM‟un temel görevi
Müslüman kitleleri “BolĢevikleĢtirmek” idi, ancak bu örgütün oluĢturulması, aynı zamanda, hükümetin
1917 ġubatı‟ndan beri ortaya çıkmıĢ olan Müslüman ulusal örgütlerinin rekabetini bertaraf etmeye
yönelik attığı adımların ilk somut kanıtını oluĢturmaktaydı. Henüz Müslüman örgütleri yok edecek
durumda olmayan hükümet, Merkezi MUSKOM‟un yetkisi altında rakip örgütler kurmak suretiyle söz
konusu bu örgütleri zayıflatmak üzere harekete geçmiĢtir.
1918 Mart‟ında, daha henüz Ġç SavaĢ‟ın Ģiddeti sürüyorken, Kazan‟daki ĠĢ ve MamadıĢ TavıĢı
(MamadiĢ‟in Sesi) gibi Tatar dilinde yayın yapan gazeteler aracılığıyla Müslümanların siyasal
eğitimine yönelik bir kampanya baĢlatmak üzere tüm bölgelerde MUSKOM‟lar örgütlendi. Bu
MUSKOM‟ların ilan edilmiĢ görevleri Müslüman kitleleri siyasi bilinçlenme için uyandırmak ve BolĢevik
rejimine destek vermelerini sağlamaktı. Ancak, Mirsaid Sultan Galiyev ve destekçileri, bu örgütleri 
1456
gelecekteki Tatar-BaĢkurt Devleti‟nin dayanacağı Müslümanların idari kurumları ve Komünist
Partisi‟nin altyapısını kurmak için kullanmanın yollarını aradılar. Sultan Galiyev ve Merkezi
MUSKOM‟un liderliğinde bulunan tüm diğer Müslümanların hedefleri ile Moskova‟daki BolĢevik
liderliğinin hedefleri birbiriyle çatıĢmaktaydı ve en yakın gözüken bir iç savaĢ tehlikesi bertaraf edilir
edilmez Moskova Müslümanların otonomi tecrübesini sona erdirmek üzere harekete geçti. 1919
yılında cereyan eden merkezileĢme fırtınası Müslüman teĢkilatların çoğunu silip süpürdü. Aynı yıl
Merkezi MUSKOM‟un da yok oluĢuna Ģahit olundu: 18-23 Mart tarihleri arasında Moskova‟da yapılan
Rus Komünist Partisi Sekizinci Kongresi, Merkezi MUSKOM‟u Tatar-BaĢkurt Komiserliği olarak
yeniden düzenlemek suretiyle kendi kontrolüne aldı. Bu karar, Moskova‟nın sadece engellemekte
kararlı olmakla kalmayıp, Sultan Galiyev ve kendisiyle aynı fikirleri paylaĢanlar tarafından hazırlanan
ve Müslümanların belirli ihtiyaçlarını dile getirmeyi amaçlayan çok yönlü bir örgütsel altyapı kurma
sürecini de yok etmekte kararlı olduğuna dair hiçbir Ģüphe bırakmamaktaydı.
Böylece MUSKOM‟un bir Tatar-BaĢkurt Komiserliği olarak sınırlandırılması, Devrimci Askeri
Konsey tarafından yayınlanan 1 Ekim 1920 tarihli ve 2005 numaralı bir emirle Merkezi Müslüman
Askeri Kolegyumu‟nun dağıtılması, Tatar-BaĢkurt Cumhuriyeti projesinin yok edilmesi ve bunun yerine
“böl ve yönet” politikalarının bir gereği olarak iki cumhuriyetin kurulması gibi unsurlar Sultan Galiyev‟in
Moskova‟daki BolĢevik liderliğine yabancılaĢmasının sebeplerinden ve devrimin vaad edip de
tutamadığı sözlerinin onda yarattığı derin hayal kırıklığına sebep olan siyasi gerçekliklerden sadece
bazılarıdır.3
Bu türden verilip de tutulmayan vaatlerden biri BolĢevik rejiminin Müslüman topluluklarda
Ġslam‟ın özel rolünü görmezden gelmesi ile ilgilidir ve bu konu “Müslümanlar arasında din karĢıtı
propagandanın metotları” baĢlığıyla Jizn‟ Natsional‟nostey gazetesinin 1921 yılındaki 14 ve 23.
nüshalarında Sultan Galiyev tarafından yayınlanan iki makalede özel bir dikkate mazhar olmuĢtur. Sık
sık alıntılar yapılmasına rağmen, bu makalelere yapılan çoğu atıf, Müslüman toplumların kültürünü
Ģekillendirmede Sultan Galiyev‟in Ġslam‟a atfettiği önemli rolü ve komünist yoldaĢlarını Ġslam‟a
doğrudan saldırmamaları konusunda yaptığı uyarıları anmakla sınırlı kalmıĢtır. Oysa, Sultan
Galiyev‟in bu makalelerde dile getirdiği en önemli nokta, kültürel farklılığın siyasi etkileri ile ilgilidir.
Onun, inançta birlik arka planına karĢı Ġslam‟daki kültürel farklılığı kabul etmesi, Ġslam‟ın o gün
egemen olduğu kadar siyasi diskurda ve bilim çevrelerinde büyük ölçüde bugün de varlığını sürdüren
“aynîleĢtirici” görüĢüne çarpıcı bir Ģekilde tersti.4
Sultan Galiyev, Müslümanlara yönelik din karĢıtı propagandanın sadece Müslümanlara diğer
inançlara mensup halklar arasında var olan farklılıkları ele almakla kalmayıp “Rusya‟nın değiĢik
Müslüman halkları arasındaki” farklılıkları da hesaba katması gerektiğini ileri sürmüĢtür. Bu görüĢünü
ve aynı inanç içinde kültürel farklılığın mevcudiyetini belgelemek için, Sultan Galiyev örnek olarak
Volga-Ural bölgesindeki Müslümanları Kazak Stepleri, Türkistan, Hive, Buhara, Azerbaycan, Kuzey
Kafkasya ve Kırım‟daki Müslümanlardan ayıran kültürel farklılıkları göstermiĢtir. Sultan Galiyev‟in din
karĢıtı propaganda konusundaki fikirlerini göstermek amacıyla Müslüman halklar için çizdiği kültürel 
1457
profil, aynı zamanda, ĠslamlaĢma sürecinin tabiatı, ĢehirleĢme seviyesi, gelenekler ile din arasındaki
alıĢveriĢ, insanların Ġslam‟a karĢı tavrını belirlemede göçer ve yerleĢik kültürel Ģartlar gibi faktörlerin
değerine yönelik duyarlılığını ortaya koymaktadır.
Ayrıca, Sultan Galiyev‟in yazılarında ortaya çıkan, bütün geriliğine rağmen, varlığını sürdüren bir
din Ģeklindeki bir Ġslam imajı değildir. Ġslam‟ın sivil, siyasi ve ahlaki anlayıĢlarının esnekliğini takip
eden Sultan Galiyev, birkaç örnek vermek gerekirse, su ve toprağın özel mülkiyetini reddetmesiyle
delillendirdiği Ġslam‟ın eĢitlikçiliğine, geliĢmiĢ bir vergi sistemine (zekat) ve lükse cevaz vermemesine
büyük övgüde bulunmaktaydı. Doğu Ortodoks papazlarının tersine kilise gibi bir dini kurum yönetimi
tarafından atanmayıp, bulunduğu bölgedeki insanlar, toplum tarafından atanan ve bunun neticesinde
de kendisini atayanlara karĢı bir sorumluluk duygusu tarafından yönlendirilen mollaları örnek
göstererek Ġslam‟daki demokratik uygulamaların önemine dikkat çekmiĢtir. Sultan Galiyev ayrıca,
faaliyetleri sadece dini ayinleri yönetmekle sınırlı olmayıp, bir kural olarak aynı zamanda öğretmen,
toplumsal sorunlarda arabulucu ve Ģeriat kanunlarının uygulanmasını takip eden bir otorite olarak
hareket eden mollaların pek çok sorumluluğunu tespit etmek suretiyle din ile kültür arasındaki
simbiyotik iliĢkinin etkilerinin altını çizmiĢtir. Sultan Galiyev “ġüphesiz bir Rus papazın kendi
mahalinde bir Tatar mollanın ya da Özbek ulemasının bir mensubunun kendi mahalindeki
otoritesinden daha az bir otoriteye sahip olması bir tesadüf değildir” demektedir.
Ġslam‟ın ahlaki kurallarının ilk geldiği dönemde Arapların yaĢamlarında büyük bir geliĢmeye
vesile olduğunu söyleyen Sultan Galiyev, bunu göstermek için Arapların yeni dini kucakladıkları
zaman çok eĢlilik kurumundan sadece birini almalarını örnek göstermektedir. Sultan Galiyev‟in
fikirlerinin nirengi noktası olarak çok eĢliliği seçmesinin bir tesadüf olması küçük ihtimaldir, çünkü
Ġslam‟ı eleĢtiren Batılıların çoğu gibi Ruslar da Ġslam‟ın geriliğini vurgulamak için çok eĢliliği
görüĢlerinin merkezine yerleĢtirmekteydiler. Kültürel izafiyet fikrine ulaĢan Sultan Galiyev, Ġslam‟ın
müsaade ettiği sınırlı ve tahdide tâbi olan birden fazla eĢliliğin, Ġslam öncesi Arabistanı‟nda yaygın
olan kontrolsüz çok eĢlilik uygulamalarıyla mukayese edildiğinde büyük bir ilerlemeyi temsil ettiğini
savunmaktaydı.5
Sultan Galiyev‟in din karĢıtı propaganda üzerine yazdığı makalenin kapsamı, onun yenilikçi
(Cedidist) Müslüman ilahiyatçıların fikirlerine yaptığı referansların Rusya‟daki ulemanın oldukça
uzmanlaĢtıkları teolojik tartıĢmalarından bazılarına dair ilk elden bilgilere dayandığını ileri sürmeyi
mümkün kılmaktadır.
Reformcu düĢüncenin geliĢimi ve bu düĢüncenin dini tutuculuk ve skolastizme karĢı zaferini
göstermek suretiyle, Sultan Galiyev, Cedid düĢüncesine katkıda bulunan Musa Carullah Bigiyev, Z.
Kamali ve A. Bubi gibi ilahiyatçı ve düĢünürleri zikretmektedir. Bu Müslüman düĢünürler, Sultan
Galiyev‟in devrimden önce katkıda bulunduğu Müslüman gazeteler ile sıkı bir iĢbirliği olan insanlardı.
Bu yüzden, Sultan Galiyev‟in bu ilahiyatçı ve düĢünürlerin eserlerini Ġslam‟ı skolastizmden kurtarmayı
amaçlayan ve devam etmekte olan gayretlere müspet katkılar olarak değerlendirdiğini tahmin etmek
mümkündür. Bununla birlikte, bu atıflar aynı zamanda Sultan Galiyev‟in Müslüman modernistlerin 
1458
1917‟den önceki yıllarda uğraĢtıkları modern dünyada Ġslam‟ın yeri ile alakalı dinamik söylemin
dıĢında olmadığını da göstermektedir. Bu söylem ve yaklaĢımlarla yetiĢen Sultan Galiyev, Ġslam‟ın
sadece modernite ile uyuĢabileceğine ikna olmakla kalmayıp, Jizn‟ Natsional‟nostey gazetesinde
yayınlanan makalelerinin gösterdiği gibi, bu fikrin Ģampiyonluğuna da soyunmuĢtur. Bu makaleler
sadece Ġslam‟a karĢı daha esnek bir politika izlenmesi için bir müdafaaname olmayıp, Sultan Galiyev
ve onun takipçilerinin önemini vurguladıkları Ulusal Komünist Program‟ın önemli noktalarının
bazılarını da dillendirmekteydi. Bunları Ģöyle sıralayabiliriz:
1. Herhangi bir sosyalist sistem içinde Müslümanların ulusal kültürünü, hiçbir zarar vermeksizin,
korumak. Müslüman toplumların Ģekillenmesinde bu kadar önemli bir rol oynadığı için, bunlar Ġslam‟a
karĢı daha esnek olunmasının savunuculuğunu yapmaktaydılar.
2. Ġlk önce Tatar-BaĢkurt Devleti ve Türkistan Cumhuriyeti‟ni kurduktan sonra, bunları Turan
Federal Halklar Sosyalist Cumhuriyeti olarak birleĢtirmek ve buna daha sonra Azerbaycan ile Altay ve
ÇuvaĢ bölgesindeki gayrimüslim Türk halklarının topraklarını da dahil etmek suretiyle Sovyetler
Birliği‟nin bütün Türk ve Müslüman halklarının siyasi birliğini baĢarmak.
3. Üçüncü Dünya‟nın tüm mazlum halklarının birliği olarak Kolonyal Enternasyonali organize
etmek.6
Sultan Galiyev‟in Ġslam‟ı savunması, ulusal uyuma temel oluĢturan unsuru sınıf dayanıĢmasının
değil Ġslam‟ın sağladığına olan inancından kaynaklanmaktaydı. Siyaseten kör ya da basiretsiz
olmaktan çok uzak olan Sultan Galiyev, eski Rus Ġmparatorluğu‟nun Müslümanları arasındaki sınıf
farklılıklarının varlığının son derece farkındaydı. Ancak, Sultan Galiyev‟in görüĢüne göre,
Müslümanlar arasındaki bu sınıf farklılıkları ne Ortodoks Marksist modunda bir klasik sınıf mücadelesi
için katalizör olacak kadar, ne de bütün sınıfları birleĢik bir cephe halinde hareket etmekten
alıkoyacak kadar önemli değildi, çünkü diyordu Sultan Galiyev henüz 1918 yılının baĢlarında
“sömürgeleĢtirilen bütün Müslüman halklar proletaryan halklardır. ”
Sultan Galiyev ve onun Müslüman Ulusal Komünist yoldaĢlarının Marksist teoriye getirdikleri en
radikal yenilik, bu teoriyi kendi Ģartlarına göre yorumlamalarıydı. Bu yüzden, sosyalizmi baskı altındaki
mazlum milletler için bir program olarak düĢünmekteydiler. Sınıf mücadelesinin önceliğini reddeden
Sultan Galiyev, ne endüstriyel proletaryanın ne de sanayileĢmiĢ milletlerin sosyalist faaliyetlerin
liderliğini üstlenemeyeceğini, çünkü bu rolün baskı altındaki kolonyal milletlere ait olduğunu ileri
sürmekteydi.
En açık ifadesi ile bu teorik duruĢ, 1920 Temmuzu‟nda Jizn‟ Natsional‟nostey dergisinde
“Doğu‟da Proletarya Devrimi‟nin Görevlerine Dair Tez” baĢlığı altında yer aldı. Sultan Galiyev ve
takipçileri, Ortodoks Marksizm‟in proletarya-köylü ittifakının yerine köylüler, devrimci burjuvazi ve
ilerici din adamları ittifakını koydular.7 Eğer Marksist doktrinin böylesine sıradıĢı ve böylesine zıt bir
Ģekilde yorumlanması 1920 yılına kadar Moskova‟daki Komünist Parti liderliğinden bir resmi tepki 
1459
gelmeksizin kendi haline bırakıldıysa, bu yılın güz aylarının bir doruk noktası teĢkil etmesindendir.
1920 Eylülü‟nde Müslüman Ulusalcı Komünistler, Bakü‟de yapılan ve “Doğu‟nun kurtuluĢu ancak ve
ancak Batı proletaryasının zaferi aracılığıyla gelecektir” denilen Doğu Halkları Kongresi‟ndeki
standartlarının reddedildiğini iĢittiler. Ulusal Komünizmi yok etmek için kampanya en erken 1923
yılında baĢlamıĢ olmasına rağmen, Moskova ve Komintern tarafından desteklenen bu Kongre bir
doktrin olarak Ulusal Komünizm‟in ve siyasal aktivistler olarak da Ulusal Komünistlerin
marjinalleĢmelerinin baĢlangıcının sinyalini vermiĢtir. Ancak, 1923‟ten bile önce, bir siyasi fırtınanın
toplandığına dair pek çok önemli sinyal bulunmaktaydı: 1921 Ocak ayında yapılan Rusya
Federasyonu Türk Halkları Komünistleri Konferansı‟nda olduğu kadar 1921 Nisanı‟nda yapılan Rus
Komünist Partisi‟nin Onuncu Parti Kongresi‟nde de bunları Komünizmin Asya‟da geliĢimi önündeki en
büyük engeller olarak gören Stalin “milliyetçilik” ve Türk Komünistlerin teorik zayıflığına saldırmıĢtır.8
Ancak, 1923 Mayıs‟ında Sultan Galiyev‟in katıldığı On Ġkinci Parti Kongresi‟nden sadece bir ay
sonra tutuklanmıĢ ve 9-12 Haziran 1923 tarihleri arasında yapılan Ulusal Cumhuriyetler ve Bölgelerin
ĠĢçileri ile Komünist Parti‟nin Merkez Komitesi Konferansı‟nda kamuoyu önünde açıkça kötülenmiĢtir.
Sultan Galiyev ihanet ve milliyetçi sapmalarla suçlanarak Komünist Parti‟den atılmıĢtır. Sultan
Galiyev‟i kınayan Sekiz Maddelik Karar‟da en ciddi suçlamalar, onun Zeki Velidi ile BolĢevik karĢıtı
Basmacı güçleri ile yaptığı sözde ittifaklar ile birlikte onun Türkiye ve Ġran‟daki destekçileri ile
bağlantıya geçerek Sovyet hükümetinin milletler politikasına karĢı ortak bir platform oluĢturma
teĢebbüsüne dairdir.9
1923 Haziranı‟nda cezaevinden serbest bırakılmasına rağmen, Sultan Galiyev sadece bir
“siyasal kiĢilik” olarak tamamen marjinalize olmakla kalmayıp, yoksulluğa da düçar olmuĢ, bu durum
1928 yılında ikinci kez tutuklanarak Solovki toplama kampındaki hapsine kadar sürmüĢ ve 1941 yılı
Ocak ayında fiziken de ortadan kaldırılmıĢtır.10
Sultan Galiyev‟in ne 1923 yılında siyaset sahnesinden koparılması ne de 1941‟de fiziken ölümü,
fikirlerinin ölümünü netice vermemiĢtir. Aslında, 1923 ile 1928 yılları arasında baĢta Müslüman Ulusal
Komünistler olmak üzere Sovyet hükümetinin çok yönlü RuslaĢtırma politikalarına karĢı, kültürlerinin
eĢsizliğini korumanın ve halklarının gerçek kurtuluĢunu mümkün kılacak bir yol olacağı umuduyla açık
bir direniĢ baĢlatmıĢlardır.
Volga Tatarları arasında, Sultan Galiyev‟in “yoldaĢları”, cumhuriyetteki kilit konumları hala
ellerinde bulundurduklarından dolayı, 1928 yılına kadar cumhuriyetin kültürel yaĢamını kontrol etmeyi
baĢarmıĢlardır: M. Burundukov, Milli Eğitim Ġçin Halk Komiseri; V. Ġshakov, Devlet Planlama
Komisyonu BaĢkan Yardımcısı; K. Muhtarov, Kültürel Yönetim Komitesi BaĢkanı.
Kırım‟da, Kırım Tatarları Otonom Sovyet Cumhuriyeti Halk Komiserleri Konseyi Merkez Yönetim
Komitesi BaĢkanı olan Veli Ġbrahimov, bulunduğu konumdan yararlanarak Kırım Tatarlarının kültürel
ihtiyaçlarının yılmaz savunucusu olmuĢtur. Ancak, Veli Ġbrahimov da bu cesaretinin bedelini 1928‟de
ödemiĢtir. Aynı yılın Ocak ayında “ihanet”le suçlanarak ölüm cezasına çarptırılmıĢtır.
1460
Kazak Ulusal Komünistlerinin önde gelenleri olan T. Riskulov, M. Dulat ve A. Baytursun gibi
daha önce milliyetçi AlaĢ Orda Partisi‟nin üyeleri olan ve samimi olarak Rus sömürge yönetiminin
yanlıĢlarını düzeltebileceklerine inanan kiĢiler Sovyet Rejimi‟yle birleĢmiĢlerdir. Bu isimler Kazak
Komünist Partisi‟nin sağ kanadı olarak ortaya çıkmıĢlar, partiden temizlenip fiziksel olarak tasfiye
edildikleri 1937 ve 1938 yıllarına kadar RuslaĢtırmaya karĢı direnmiĢler ve Kazakların ekonomik ve
kültürel ihtiyaçlarını ve haklarını savunmaya gayret etmiĢlerdir.
Orta Asya‟da, Sovyetlerden önceki yılların önde gelen Cedidist aydınları Ulusal Komunistler
olarak yeniden ortaya çıkmıĢlar ve yeni rejime katılmak suretiyle, bu yeni rejimin kurumlarını
kullanarak hâlâ Müslüman nüfusun ekonomik ve kültürel geliĢmesine odaklanan kendi Cedidist
gündemlerini geliĢtirmeyi sürdürmeye çalıĢmıĢlardır. Bu yüzden, Özbekistan Bilim Devlet Konseyi
üyesi olarak A. Fıtrat ve Halk Komiserleri Konseyi BaĢkanı olarak F. Hocayev, Orta Asya
Müslümanlarının kültürel mirasını korumak için harekete geçmiĢler ve yeni ideolojik inançlarına
rağmen Rusların değiĢmeden kalan sömürgeci tavırlarına karĢı düĢmanlıklarını açıkça dile
getirmiĢlerdir. 1938 yılı civarında her ikisi de tasfiye edilmiĢtir.11
1938 yılı civarında “Sultan Galiyevizm” ve Ulusal Komünizm Sovyetler Birliği‟nde açık bir siyasal
hareket olarak yok edilmiĢ olsa da, Sultan Galiyev‟in mirası Üçüncü Dünya‟da yaĢamaya devam
etmiĢtir. Onun Marksizm ile Ġslam‟ın, Milliyetçilik ile Komünizm‟in birbiriyle uyuĢabileceğine ve
devrimlerin beĢiği olarak Asya‟nın rolüne dair fikirleri Hintli M. Roy‟dan, Endonezyalı T. Malaka‟ya,
Japon Sen Katayama‟dan Çinli Lin Shao-Shi‟ye, Vietnamlı Ho Chi Minh‟den Türk Nazım Hikmet ve
ġevket Süreyya Aydemir‟e, Cezayirli Bin Bella ve H. Boumedienne‟den Mısırlı A. Nasser ve Libyalı M.
Kaddafi‟ye kadar geniĢ bir yelpazedeki entelektüellerin ve siyasi aktörlerin dikkatini çekmiĢtir.12
Kendi ülkesinde de, 1928‟den sonra resmen sesleri tamamen susturulmuĢ olsa bile, Ulusal
Komünistlerin idealleri devam etmiĢtir. Özellikle, Müslümanların maddi ve manevi refahı üzerinde
sömürge yönetiminin etkisinin yarattığı kızgınlıklar etkili olmuĢtur. Bu kızgınlık ifadesini M.
Gorbaçov‟un açıklık (glasnost) politikaları döneminde Sovyet rejiminin RuslaĢtırma politikalarının
açıkça eleĢtirilmesi Ģeklinde ifadesini bulmuĢ ve aynı dönemde Müslüman kültürel mirasının dinamik
bir Ģekilde yeniden ele alınmasıyla, SSCB‟nin çöküĢünü müteakip kompleks bir siyasi dönüĢüm için
sahne hazır hale getirilmiĢtir.

1 Bu bölümde verilen biyografik bilginin tümü, 23 Mayıs 1923‟te I. V. Stalin ve L. D.
Trotskii‟ye sunulan Sultangaliev‟in “Who Am I” adlı kendi otobiyografik skeçinden alınmıĢtır. Mirsaid
Sultan-Galiev, Izbrannye Trudy (Kazan: 1998), s. 473-482.
2 Sultan-Galiev, a.g.e., s. 485-492 ve M. Sultan-Galiev, Stat‟i Vystupleniia. Dokumenty
(Kazan: 1992), s. 386-416.
1461
3 I. G. Gizatullin, Zashchishhaia Zavoevaniia Oktiabria. Tsentral‟naia Musul‟manskaia
Voennaia Kollegiia. 1918-1920. (Moskova: 1979) s. 1-75. A. Bennigsen ve Ch. Lemercier-Qelquejay,
Islam in the Soviet Union (New York: 1967) s. 75-91.
4 Bu makaleler ayrıca bir kitapçık olarak yayımlanmıĢtır: Metody anti-religioznoi propagandy
sredi musul‟man (Moskova: 1922).
5 Metody, s. 6-12; M. Sultangali (ev), Stati, s. 14-15; s. 132-133.
6 M. Sultan gali(ev), “Sotsial‟naia revoliutsiia i Votsok”, Zhizn‟ Natsional‟nostei, sayı. 38, 39
ve 42, 1919. Ayrıca, A. Bennigsen ve Ch. Lemercier-Quelquejay, a.g.e., s. 115-119.
7 Zhizn‟ Natsional‟nostei, sayı. 27, 1920; A. Benningsen ve S. E. Wimbush, a.g.e, s. 54-55.
8 A.g.e., s. 57-58.
9 A.g.e., s. 84-86.
10 I. Tagirov, “Kem ul Soltangaliev?”, Kazan Utlari, sayı 4, 1989, s. 163-174.
11 A. Bennigsen ve Ch. Lermercier-Quelquejay, Sultan-Galiev, Le père de la revolution tiersmondiste (Paris: 1986), s. 191-254.
12 A.g.e. s. 255-288 ve A. Bennigsen ve S. E. Wimbush, a.g.e., s. 108-128.
Avtorkhanov, A., Imperiia Kremlia: Sovetskii tip kolonializma (Vilnus: 1990).
Bennigsen, A., ve Lemercier-Quelquejay, Ch., Islam in the Soviet Union (New York: 1967).
–––, Sultan-Galiev, le père de la révolution tiers-mondiste (Paris: 1986).
Bennigsen, A. ve Wimbush, S. E., Muslim National Communism in the Soviet Union. A
Revolutionary strategy for the Colonial World (Chicago: 1979).
Gizatullin, I. G., Zashchishchaia zavoevaniia Oktiabria: Tsentral‟naia Musul‟manskaia Voennaia
Kollegiia. 1918-1920. (Moskova: 1979).
Kaymak, E., Sultan Galiev ve Sömürgeler Enternasyonali (Ġstanbul: 1993).
Kasimov, G., Ocherki po religioznomu i antireligioznomu dvizheniiu sredi Tatar do i posle
revoluitsii (Kazan: 1932).
–––, Pantiurkistskaia kontrrevoluitsiia i ee agentura-sultangalievshchina (Kazan: 1931).
–––, Sultangalievshchina-odin iz otriadov kontrrevoliutsionnogo pantiurkizma, (Kazan: 1930).
1462
Khakimov, R. S., “Sultan-Galiev i sovremennyi mi”, Tatarstan, sayı 11-12, 1992, s. 143-146.
Mohammadiev, R., Sirat Kupere: Roman (Kazan: 1992).
Provit sultan-galievshchiny i velikoderzhavnosti (Kazan: 1929).
Rubinstein, L., V bor‟be za leninskuiu natsional‟muiu polituku (Kazan: 1930).
Sagadeev, A. V., Mirsait Sultan-Galiev i ideologiia natsional‟noosvoboditel‟nogo dvizheniia:
nauchno-analiticheskii obzor (Moskova: 1990).
Safarov, G., Kolonial‟naia revoluitsiia. Opyt Turkestana (Moskova: 1921).
Sultanbekov, B. F., Pervaia zhertva genseka: Mirsaid Sultan-Galiev: Sud‟ba, Liudi, Vremia.
(Kazan: 1991).
Sultangali (ev), Mirsaid, Stat‟i Vystupleniia. Dokumenty (Kazan: 1992).
Sultangali (ev), Mirsaid, Izbrannye Trudy (Kazan: 1998).
Stenograficheskii otchet IX oblastnoi konferenstii Tatarskoi organizatsii RKP (b) (Kazan: 1924).
Tahirov, I., “Ken ul Soltangaliev?”, Kazan Utlari, sayı 4, 1989, s. 163-173.
Tainy natsional‟noi politiki Ts. K. R. K. P Stenograficheskii otchet sekretnogo IV soveshchaniia
Ts. K. R. K. P. 1923 g. (Moskova: 1992).
Yamauchi, M., Sultangali (ev), Ġslam Dünyası ve Rusya, (Ankara: 1998).
1463

Bolşevizm, "Millî" Komünizm ve M. Sultan Galiyev Fenomeni

/ Prof. Dr.Rafael Muhammitdinov [s.843-853]/Tataristan Bilimler Akademisi Tarih Araştırmaları Enstitüsü / Rusya
1. Bolşevizm ve “Milli” Komünizm
1918‟in Nisanı‟ndan sonra Tatarlar arasında milliyetçilik ve Türkçülük düşüncesi sadece
komünist sistem çerçevesinde Moskova Bolşevizminin şovenizmine karşı bir tepki olarak devam
ettirilebilirdi. Milliyetçi-komünistler ve Rus BolĢevikleri arasındaki görüĢ ayrılığının özünde milli soruna
yaklaĢımdaki farklılık durmaktaydı.

Milliyetçi-komünistler, sosyalist dünya devrimini temel stratejik hedef olarak görmelerine
rağmen, milletlerin kendi kaderini belirlemelerinin sosyalist dünya devrimine giden yolun ayrılmaz bir
parçası olduğunu çok ciddi Ģekilde kabul etmekteydiler.
BolĢevikler ise, sömürge halkaların kendi kaderlerini belirleme hakkını, “milliyetçileri” kendi
taraflarına çekmek için cazip bir tuzak yemi ve boĢ bir Ģekilcilik olarak görmekteydiler.
BolĢevik liderlerin, Rusya halklarının kendi kaderlerini belirleme konusunda samimi olmadıkları
Zeki Velidi‟nin Lenin hakkındaki anılarından da görülmektedir: “Bizim ilk anlaĢmamız (BaĢkurdıstan
Özerk Cumhuriyeti‟nin oluĢturulması hakkında anlaĢma kastedilmektedir-R. M.) Mart 1919 yılında
imzalanmıĢtır. Burada, tam Ģekilde olmasa da Doğu‟nun iki sömürülen halkına haklar tanınmaktadır.
14 ay sonra ortada anlaĢmadan hiç bir Ģey yoktu. Ben bunu Lenin‟e söyledim. Lenin, “Neden siz bu
konuya ahlaki açıdan yaklaĢıyorsunuz?” diye sordu. “Siz nasıl bir devrimcisiniz? AnlaĢmaya bu
Ģekilde yaklaĢım olur mu? Sizinle yapılan anlaĢma hiç kimseyi hiç bir Ģeyle bağlamıyor. Bu sadece bir
kağıt parçasıdır.” “Biz insanlar arasındaki iliĢkilerin bu kağıtlara saygı üzerinde kurulduğunu
düĢünüyorduk” dedim. “Demek ki siz yanılmıĢsınız. Ama, önemli değil, siz bizden daha çok Ģey
öğreneceksiniz.” (1, s. 251).
Rus BolĢeviklerinin diğer bir lideri Stalin, halkların kendi kaderini belirleme hakkını sadece geçici
ve zorunlu “bağımsızlık oyunu” olarak görüyordu. Lenin‟e mektuplarının birinde Ģöyle yazıyordu: “22
Eylül 1922. Ġç SavaĢın geçen dört yılı içinde, biz devrimi yayma amacıyla milletler konusunda
Moskova‟nın liberal tutumunu sergilemek zorunda olduğumuz dönemde komünistler içinde kendi
irademiz dıĢında gerçek ve azimli sosyal-bağımsızların ortaya çıkmasını sağlamıĢız…. Biz kalıpların,
yasaların, anayasanın gözardı edilemeyeceği, ayrı ayrı bölgelerdeki genç komünist kuĢağın
“bağımsızlık oyununu” bir oyun gibi kabullenmeyi reddettikleri, bağımsızlık vaadinin ısrarlı bir Ģekilde
“altın söz” gibi algıladıkları ve ayrıca, bizden bağımsız cumhuriyetlerin anayasalarını harfiyen
uygulamamızı ısrarla talep ettikleri bir geliĢim aĢamasında yaĢıyoruz.” (2, s. 99-100)
Ama, Ģovenist BolĢevikler ve milliyetçi komünistler arasındaki görüĢ ayrılıklarını daha
derinlemesine araĢtırdığımızda, bunların üç grupta toplandığını görebiliriz.
1464
Birinci görüĢ ayrılığı; “Lenin ve Trotski dünya devrimine Rusya‟daki sosyalist devriminin
baĢarısının ve Avrupa‟nın teknolojik yardımıyla üretim güçlerinin artırılmasının temel Ģartı gibi
baktıkları halde, Sultan Galiyev‟in dünya devrimi sürecinin baĢarılarını milli politikaya dayandırdığına”
iliĢkindir (3). Moskova BolĢevizmi, dünya devrimi mücadelesinin ilk aĢamalarında Avrupa ülkelerinin
proleterlerine güvenmekte, ulusal bağımsızlık hareketlerinin liderlerini ise gerçek proleter devrimciler
olarak görmemekteydi. Bu nedenle, “BolĢeviklerin tüm proleter dıĢı, milli ve dini olan her Ģeye
güvensizliği çok güçlüydü. Buna göre de Lenin, az geliĢmiĢ ülkelerdeki burjuva-demokrat nitelikli
bağımsızlık hareketlerinin komünizmin rengine boyanması için kararlı bir mücadele çağrısı
yapıyordu.” Lenin, milletlerin eĢitliğini savunan küçük burjuva enternasyonalizmini milletleri dünya
kapitalizmini devirmeğe çağıran proleter enternasyonalizmine karĢı koymakla, sömürge ülkelerdeki
proleter olmayan tüm hareketlere güvensizlik görünümü vermiĢtir. Böylece, sömürülen milletlere
mensup her hangi bir proleter-devrimci küçük burjuva milliyetçisi konumuna düĢmüĢtür.” (3)
Ġkinci görüĢ ayrılığı; dünya devriminin baĢarısızlıkla sonuçlanmasından sonra Moskova
BolĢeviklerinin komünizmi, Rus proleterinin hegemonyasında olmak kaydıyla Rusya‟da, daha sonra
SSCB‟de kurma kararına iliĢkindir. Aslında onlar Rus Sovyet Ġmparatorluğu‟nu kurma eylemindeydiler.
Milliyetçi-komünistler ise federasyon Ģeklinde ve eĢit haklara dayanan bir birlik kurmak istiyorlardı. Bu
görüĢ ayrılığı Sultan Galiyev tarafından Ģu Ģekilde açıklanmaktadır: “Bizim (yani BolĢeviklerin-R. M.)
Batı‟da “kuĢatmayı yarmamız” ve Doğu‟da bizimkilerin “savaĢ öncesi gözcülüğü” yönündeki
baĢarısızlığımız Rus Devrimini “içine kapanmaya” ve onun görevlerini Rusya‟yı (bir devlet ve elbette
Sovyet devleti gibi) ihya etme çerçevesiyle sınırlamağa mecbur etmiĢtir. Bu ise ilk dönemlerde,
özellikle NEP (novaya ekonomiçeskaya politika-yeni ekonomik politika) döneminde merkez
dıĢındakiler için tüm olumsuz sonuçlarıyla birlikte koyu ve keskin merkezcilik gibi yankı bulmuĢtur.” (3)
R. F. Hakimov‟un, merkezdeki BolĢeviklerin bu tutumunun “federalizm düĢüncesinin ilk baĢtan
reddedilmesi ve ulusal bağımsızlığın sadece dil ve kültür alanlarına müncer edilmesi sonucunu
doğurduğu”na iliĢkin görüĢüne katılmamak imkansızdır. “Rusya Halklarının Haklar Beyannamesi” ve
federal yapının gerekliliğinin kabul edilmesi halkların tam bağımsızlık taleplerine karĢı zorunlu (daha
çok propagandacı) bir önlem olarak ortaya çıkmıĢtır. (3)
Üçüncü görüĢ ayrılığı, Moskova BolĢevizminin düĢünce temelinde “kurtarıcı”lık unsurunun
bulunduğuna iliĢkindir. Yani Ruslar kendilerini, diğer halklara sosyalizmi götürecek bir halk, Rus
sosyalizmini ise tüm dünyada sosyalizmin kurulmasının örneği gibi görmekteydiler. Böylece, Rus
kültürü ve mantalitesi tüm dünyaya yayılmalıydı. Milliyetçi komünistler ise böyle bir “koruyuculuğun”
aleyhineydiler.
Kaynaklar, “kurtarıcılık” düĢüncesinin BolĢevizmin Lenin ve Stalin gibi iki büyük önderine
yabancı olmadığını belirtmektedirler. Lenin‟in en yakın ve en sadık arkadaĢlarından birisi, 1894‟ten
itibaren RSDĠP‟nin (Rusya Sosyal Demokrat ĠĢçi Partisi) üyesi olan Ukrayna Hükümeti BaĢkanı G. Ġ.
Petrovski 1919 yılında Lenin hakkında Ģöyle diyordu: “Rusya‟da yaĢayan halklar, tarihleri, coğrafyaları
ve ekonomileriyle söz konusu olduklarında onun (Lenin‟in-R. M.) enternasyonalliğinden bahsetmek 
1465
uydurmacılıktan baĢka bir Ģey değildir. Bu konuda o bir Velikorus‟tur. O, komünizmin en kısa
zamanda kurulması için küçük halklar değil, büyük halklara… ve onların Ġmparatorluk geleneklerine
dayanılması gerektiğini düĢünmektedir. Lenin Velikorusların çıkarlarını Büyük Petro‟dan daha çok
savunmaktadır. O, Velikorus halkını kapitalizmden kurtararak, diğer halklar için örnek olacak büyük bir
sosyalist toplumu inĢa etmeyi arzulamaktadır. Bu yüzden onun için Velikorusların çıkarları Rusya‟ya
dahil olan halkların çıkarlarından önde gelmektedir. Yani…. o, Velikorus bir politika yürütmektedir. ĠĢte
biz Ukrayna milliyetçileri, her zaman Ukrayna sorunları tartıĢıldığı vakit Lenin‟le karĢı karĢıya
geliyoruz. Lenin, Rus olmayan halkları hiç bir Ģekilde Rusya egemenliği dıĢında görememektedir.” (1,
s. 252)
Stalin “kurtarıcılık” düĢüncesine daha çok bağlıydı. Onun bu bağlamdaki özelliğini Trotski 1919
yılında Ģöyle belirtiyordu: “O, dünya sosyalizm devrimi düĢüncesini Rus emperyalizmi ve Rus milli
hedefleriyle birleĢtirmenin zorunlu olduğunu düĢünüyor.” (1, s. 230).
Komünizmdeki “kurtarıcılık” düĢüncesi üzerinde ayrıntılı bir Ģekilde durmak gerekir. ġöyle ki,
komünizm “koruyucuları” her zaman bunu öyle bir arındırılmıĢ enternasyonalizm veya tamamen
sosyal bir düĢünce görünümünde göstermeye çalıĢmıĢlar ki, bu hiç bir zaman belli bir etnos veya
milletle özel bir bağlılığa sahip olmamıĢtır.
TanınmıĢ Rus filozofu N. A. Berdyayev (1874-1948) komünizmdeki Rus “kurtarıcılığı” hakkında
Ģöyle yazıyordu: “Rus komünist devriminin enternasyonalliğinin özünde bile Rus milletçiliği vardır. Ben
Ģunu söylemek isterdim ki, hatta Yahudilerin Rus komünizmine aktif katılımları Rusya ve Rus halkına
özgüdür. Rus „kurtarıcılığı‟ Yahudi „kurtarıcılığıyla‟ akrabadır.” (4, s. 94)
BolĢevik partisinin üst düzey yönetimini çoğunlukla Yahudilerin oluĢturduğunu (ilk Sovyet
Hükümeti‟nin de %90‟ını Yahudiler oluĢturuyordu) dikkate alırsak
Rus BolĢevizminde Yahudi ve Rus “kurtarıcılığı”nın sıkı bir kaynaĢmasının olduğu söylenebilir.
Bu “kurtarıcılık” düĢüncelerinden her birinin kendi tarihi ve dini dayanakları bulunmaktadır. Rus
BolĢevizmine kadar Yahudi “kurtarıcı”lığı erken Avrupa Marksizminde mevcuttu. Bilindiği üzere, her
bir öğreti gerek bu öğretiyi öne süren Ģahsın, gerekse de bu Ģahsın mensubu olduğu milletin ve dinin
özelliklerini belli ölçüde taĢımaktadır. “Tipik bir Yahudi olan K. Marks, tarihin sonraki döneminde eski
Kitabî-Mukaddes‟teki “kendi ekmeğini kendi alın terinle kazan” konusunu çözüme kavuĢturmağa
çalıĢmaktadır. Bu dünyada mutluluğa iliĢkin Yahudi inancı da Marks‟ın sosyalizminde yeni bir biçimde
ve yeni bir tarihi ortamda belirmiĢtir. Marks‟ın öğretisi görünüĢte Yahudiliğin dini gelenekleri ile bağları
koparıyor ve her türlü kutsallığa karĢı isyan ediyor. Ama Tanrı tarafından seçilmiĢ bir halk olarak
Yahudi halkına Ģamil edilen “kurtarıcılık” fikrini K. Marks bir sınıfa, yani proleter sınıfına aktarıyor.
Nasıl ki, Ġsrailoğulları seçilmiĢ bir halk idi, Ģimdi de yeni Ġsrailoğulları iĢçi sınıfıydı. Bunlar dünyayı
kurtarmak için Tanrı tarafından seçilmiĢ halktır. Tüm seçilmiĢlik ve „kurtarıcılık‟ vasıfları bu sınıfa
aktarılmıĢtır.” (5, s. 70)
1466
ġöyle ki, Rus devriminde Tanrı tarafından seçilmiĢ ve bu devrimi fiilen gerçekleĢtirmiĢ halk Rus
proleterleri ve fakir köylüler idi. Bu halkın fikrin kaynağı ise çoğunluğu Yahudilerden oluĢan Sovyet
hükümetiydi. Dolayısıyla, bir seçilmiĢ halkın diğer seçilmiĢ halkı yönetmesi sonucu ortaya çıkıyordu.
Bu, yeni Sovyet Devleti‟nin yönetim sistemindeki açık bir çeliĢkiydi. Bu çeliĢki daha sonra, özellikle de
30‟lu yıllarda eski Lenin takımına karĢı uygulanan tasfiye ve terörle çözümlenmiĢtir. Sonuçta, politik
olarak bir tek seçilmiĢ halk-Rus halkı kalmıĢtır.
BolĢevizmdeki Rus “kurtarıcılığı” düĢüncesinin de kendi dini ve tarihi dayanakları vardır.
“Dünyadaki en büyük Ortodoks Çarlığı olan Bizans Ġmparatorluğu‟nun (Ġkinci Roma‟nın) çöküĢünden
sonra Rus halkında, Rus Çarlığı‟nın, yani Moskova Çarlığı‟nın dünyadaki tek Ortodoks Çarlık ve Rus
halkının Ortodoks inancın tek taĢıyıcısı olduğuna iliĢkin kanı oluĢmuĢtur… Moskova‟nın Üçüncü
Roma olduğuna iliĢkin öğreti Moskova Çarlığı‟nın oluĢumunda ideolojik dayanak oldu. Çarlık,
“kurtarıcılık” simgesi olarak meydana çıktı ve Ģekillendi. Gerçek Çarlık arayıĢı tüm tarihi boyunca Rus
halkı için özgün bir Ģey olmuĢtur. Rus Çarlığı‟na mensupluk gerçek Ortodoks inanca iman getirmekle
belirleniyordu. Aynen bu Ģekilde Sovyet Rusya‟ya, yani Rusya komünist çarlığına mensupluk da
Ortodoks-Komünist inanca iman etmekle belirlenecektir. Moskova‟nın, yani Üçüncü Roma‟nın
“kurtarıcılık” simgesi altında kilisenin de ciddi bir biçimde millileĢtirilmesi gerçekleĢtirilmiĢtir. Moskova
Çarlığı‟nda da dini ve milli olan her Ģey tıpkı eski Yahudi halkının bilincinde oluğu gibi iç içe
geçmiĢtir… „Kurtarıcılık‟ bilinci Rus Ortodoksluğuna özgüydü.” (4, s. 9-10.)
Bilindiği gibi “Üçüncü Roma” düĢüncesi ilk kez Ġnok (Ortodoks papazı-A. A.) Filofey tarafından
III. Ġvan‟a söylenilmiĢ, daha sonra IV. Ġvan bu düĢünceyi geliĢtirmiĢtir.
Daha sonra bu düĢünce XIX. yüzyılda F. M. Dostoyevski tarafından geliĢtirilmiĢtir. F. M.
Dostoyevski evrensel adaletin ve evrensel kardeĢliğin taĢıyıcısı olarak sadece Rus halkını görüyordu.
“O, herkesin herkes için sorumlu olduğunu, yani inançsal komünizmi vaaz ediyordu. O, Rus kilise
düĢüncesini bu Ģekilde algılıyordu. Onun Rus Mesih‟i burjuva toplumunun normlarına uyarlanmıĢ
olamazdı… F. M. Dostoyevski evrenselliği vaaz etmektedir ve bu da bir Rusçuluk düĢüncesidir.
Enternasyonalizm, sadece Rus evrensellik düĢüncesinden ve Hıristiyan evrenselliğinden bir
sapmadır. Dostoyevski‟ye göre Rus halkı evrensel düĢüncenin ve evrensel kardeĢliğin taĢıyıcısı
olduğu için Tanrının tecellisi olan bir halktır.” (4, s. 72-73)
Peki, bu “kurtarıcılık” düĢüncesi daha sonralar Rus BolĢevizmine nasıl girmiĢtir? N. A.
Berdyayev bu süreci Ģöyle anlatıyor: “BolĢevizm Rusya için önemli konularda seküler burjuva
toplumuna tamamen zıt olan Rus ruhunun özelliklerini, onun dindarlığını, ahkamcılığını ve aĢırıcılığını,
sosyal adalet ve yeryüzünde Tanrı hakimiyeti arayıĢlarını, her türlü fedakarlığa ve acılara sabırla
katlanmaya, aynı zamanda kabalık ve gaddarlık göstermeğe hazır olmasını, her zaman bilinçsiz
Ģekilde de olsa mevcut olan Rus “kurtarıcılığını” ve Rus inancını kullanmıĢtır… Rus komünizmi
Slavofillerin ve Dostoyevski‟nin eski “ex Oriente lux (GüneĢ Doğudan doğar)” fikrini yeniden ortaya
atmıĢtır. Batı‟nın burjuva karanlıklarını aydınlatacak ıĢık Moskova‟dan, Kremlin‟den doğuyor. Bunun
yanı sıra komünizm, IV. Ġvan‟ın ve Çar yönetiminin gelenekleri doğrultusunda halkın tüm yaĢamı 
1467
(sadece cismi değil, aynı zamanda ruhu) üzerinde egemen olacak despot ve bürokratik bir devlet
kuruyor.” (4, s. 115, 116)
XX. yüzyılda Rus “kurtarıcılık” düĢüncesi, kağıt üzerinde enternasyonal bir devlet olarak ilan
edilen SSCB‟nin özünde dünya egemenliğini iddia eden bir Rus Ġmparatorluğu Ģeklinde kurulmasında
ifade olunmuĢtur.
SSCB‟nin tüm halklarının komünizme Rus diliyle girmesi gerektiği ve gelecekte dünyada iki
dilin, Rusça ve Ġngilizcenin kendi aralarında rekabet edeceği söyleniyordu. Her bir federe
cumhuriyette Komünist Partisi Merkez Komitesi‟nin ikinci sekreteri Rus olmalıydı (bu, yerli
komünistlerin denetimi için yapılıyordu). Sovyet ordularının Çekoslovakya‟ya ve daha sonra
Afganistan‟a girmesi; tüm bunları XX. yüzyıldaki Rus “kurtarıcılığının” belirtileri gibi adlandırabiliriz.
Avrupalıların çoğu, hatta Rusların bir kısmı da, Rus halkının asırlar boyunca gerek fiziksel,
gerekse de kültürel olarak Asya unsuru, bunun içinde de daha çok Türk unsuru ile etkileĢim içinde
Ģekillendiğini dikkate alarak, Rusya‟yı bir Asya ülkesi, Rusları ise Asyalı olarak görüyorlardı. Tesadüfi
değil ki, BolĢevizmin iki büyük önderi Lenin ve Stalin‟in etnik köken açısından Asya ile direk bağları
bulunmaktaydı. Lenin‟in selefleri içinde Kalmuklar olmuĢtur. Stalin ise bir Doğu ve Asya ülkesi olan
Gürcistan doğumludur.
SSCB‟nin Slav olmayan halklarından en çok nüfusa sahip olanının Türk halkları olduğunu ve
Tatar komünistlerin Asya‟da BolĢevik düĢüncelerinin yayılmasında önemli rol oynadıklarını da dikkate
alırsak, Moskova BolĢevizminin Avrupa‟da bazen “Tatar-BolĢevik dağıtıcı merkezi” adlandırılması hiç
de ĢaĢırtıcı değildir (6, s. 158). Bu bağlamda “Hitler‟in henüz 1930 yılında Otto Strasser‟le yaptığı
konuĢmasında, Sovyetler Birliği‟nin Slavyan-Tatar vücuduyla Yahudi baĢından oluĢtuğunu” söylemesi
de ilgi çekicidir. (7, s. 12)
Ancak, Moskova BolĢevizminin açık Ģekilde ifade olunan bu “Tatar” benzetmelerine, Ġç SavaĢ
döneminde Tatar komünistlerin ve askerlerin Sovyet hakimiyetinin Kolçak‟ın ordularından
korunmasında önemli rol oynamalarına, komünizmin Doğu‟da yayılmasında en büyük kuramcı ve
ideoloğun Tatar komünist Mirsaid Sultan Galiyev olmasına rağmen, Moskova BolĢevizminde her
hangi Tatar “kurtarıcılığı” bulunmamaktadır. Aslında, Tatarların Yahudilerde olduğu gibi, onları Tanrı
tarafından seçilmiĢ halk olarak tanımlayan milli dinleri (örneğin, Yahudilerde Musevilik gibi)
olmamıĢtır. Diğer taraftan Ekim Devrimi‟ne gelindiğinde Tatarların kendi devletlerini kaybettiği tarihten
üç buçuk asır geçmekteydi. Buna göre de, onlarda tüm insanlığı kendi “evrensel” adalet ve “evrensel
fazilet”leriyle kurtarma fikri de ortaya çıkamazdı. “Kurtarıcılık” Ģeklindeki söz konusu büyük iddialar
Ġmparatorlukla olan iliĢkiler bağlamında Ruslar tarafından ortaya atılmıĢtır.
O zaman, “kurtarıcılık” düĢüncesinin yerini Tatarlarda hangi düĢünce almıĢtır? Kanımızca,
Tatarlarda eğitim, bilim ve politika alanlarında kültür elçiliği ideası her zaman üst düzeyde olmuĢtur.
Onlar devamlı olarak Doğu‟daki ve Batı‟daki bilgileri bir araya topluyor ve daha sonra bunları diğer 
1468
Müslüman, özellikle de Türk halkları arasında yayıyorlardı. Bu kültür elçiliği geleneği tarih boyunca
oluĢmuĢtur. Tatar halkının jeopolitik konumu buna yardımcı olmuĢtur. Tatar halkının yaĢadığı bölge
Ġslam‟ın kuzeydeki “sınır kalesiydi”. BaĢka bir deyiĢle, Tatarlar Doğu‟yla Batı, Ġslam dünyasıyla
Hıristiyan dünyası, ormanla bozkır, Türk dünyasıyla Slav dünyası arasında orta bir konumda
bulunuyorlar. O zaman, Tatarların kültür elçisi, yani “entelektüel ürün taciri” olmalarının sebebi nedir?
Kanımızca, bunda iki etken önemli rol oynamıĢtır. Birincisi, Tatar topraklarının coğrafi konumu
Tatarlar arasında ticaretin hızla geliĢmesine yardımcı olmuĢtur. Bilindiği gibi, ticaretle uğraĢan adam
çeĢitli ülkelere gidiyor, farklı kültürlerden olan insanlarla bir araya geliyor ve kendi iradesi dıĢında bu
kültürlerin öğelerini bünyesine alıyor. Diğer taraftan, ticaretle uğraĢmanın kendisi bile insanın zihinsel
yeteneklerinin geliĢmesi sonucunu doğurur.
Ġkincisi, kuzeyde tamamen Hıristiyan ve çoktanrılı dine mensup halklarla çevrili bir bölgede
yaĢayan Tatarlar devamlı maddi ve manevi varolma mücadelesi vermiĢler. Bu sürekli varolma
mücadelesi onları fiziki olarak daha dayanıklı kılmıĢ, zekalarını geliĢtirmiĢ ve Ġslam aracılığıyla onların
ahlakını pekiĢtirmiĢtir. Ġslam, daha sonraki dönemde ise milliyetçilik de kendi milli kimliklerini koruyup
saklama mücadelesinde Tatarların en önemli entelektüel silahları olmuĢlar.
Tatar halkının bu kültür elçiliği misyonunu XX. yüzyılın baĢlarında Tatar aydınları da açıkça
anlıyorlardı. Örneğin, Tatar tarihçisi Gaziz Gubaydullin kültür elçiliğini Tatar milletinin temel belirleyici
özelliği olarak göstermiĢtir: “Ġdil Türkleri, daha Hazar ve Bulgar devletleri döneminde baĢladıkları bu iĢi
(kültür elçisi misyonunu-R. M.) günümüzde de devam ettirmektedirler. Tarihin Ġdil Türklerine yüklediği
bu Ģerefli rol Ġç Rusya‟da yaĢayan bu Türkleri kültür elçisi olan bir halka dönüĢtürmüĢtür” (8, s. 30).
Dahası, bu tarihçi Tatarların doğu halklarının uyanıĢ ve yenilenme sürecine önderlik etmesi,
Doğulu Türkleri Avrupa‟ya tanıtması, Avrupa‟yla Doğu‟yu yaklaĢtırması gerektiğini düĢünmektedir. O,
Ģöyle yazıyordu: “Ancak Tatarların tarihi rolü sadece bu temel misyonla sınırlı değildir. Yakın
gelecekte onlar kültürel alanda daha büyük iĢler yapmalı, daha büyük kültürel görevler yerine
getirmeli” olacaklar.
Ġdil Türklerinin coğrafi ve dini açıdan Doğu‟nun Türk-Müslüman dünyasına yakınlığını ve kültür
alanında Ġdil Türklerinin bu dünyanın diğer halklarının ilerisinde olmasını dikkate alırsak, onlar bu
dünyanın dini, seküler, maddi ve manevi uyanıĢının öncüsü olmalıdırlar.
Ġdil Türkleri sadece bununla yetinmeyerek gelecekte, büyük Türk milletinin bir parçası olan Doğu
Türklerini tanımasında Avrupa‟ya yardımcı olacak, Avrupa‟yı bu dünyayla yalınlaĢtıran bir halk rolünü
üstlenecektir. Öyle görülüyor ki, ġihab hazretlerinin (ġ. Mercani-R.M.) döneminden baĢlayarak Ġdil
Türkleri, bu tarihi görevlerini yerine getirmeye baĢlamıĢlar.
Hatta bu yüzeysel düĢüncelerden de görüldüğü gibi, kültürel açıdan kuzey Türk-Tatar milletinin
serbest bir millet olduklarını söylemeye tam hakkı vardır. Bunun ötesinde evrensel mutluluk adına
kendilerini bir millet gibi koruyup sağlamakla görevlidirler.” (8, s. 30)
1469
Tatarların politik alanda, özellikle devrim ve Ġç SavaĢ yıllarında sosyalist düĢüncelerinin Doğu‟da
yayılması alanındaki kültür elçiliğinden Mirsaid Sultan Galiyev‟in eserlerinde bahsedilmektedir. O,
özellikle Tatar-BaĢkurtların kültürel politik açıdan Doğu‟nun Müslüman halklarının öncüsü olduğunu
söylemektedir. (9, s. 250).
O Ģöyle yazıyordu: “Tatar iĢçi kitleleri ve Tatar yoksulları devrime katılmamıĢlar. Ama onun
Doğu‟da yayılmasına yardımcı olmuĢlar.” (9, s. 361). Bu, Kızılordu‟dan olan Tatarların Doğu‟daki
sosyal devrimin öncüsü olmasında, bununla da sınıf mücadelesinin kırmızı sancağını Orta Asya‟nın
uzak kıĢlaklarına ve Sibirya yurtlarına, ayrıca Kafkasya‟nın dağ aullarına götürmelerinde” somut
olarak görülmektedir (9, s. 361). Mirsaid Sultan Galiyev‟in bu sözlerinden, Tatarların ve BaĢkurtların
komünizmi Doğu‟da yayarken ne düĢündüklerine bakılmaksızın, bu Ģekildeki politik “kültür elçiliğinin”
Türk halklarının ortak çıkarları yönünde değil, BolĢevik fikri Ģeklindeki Rus “kurtarıcılığının” çıkarları
yönünde gerçekleĢtirildiği anlaĢılmaktadır.
2. M. Sultan Galiyev‟in Komünizmi ve “Milliyetçiliği”
Mirsaid Sultan Galiyev‟in (1892-1940) kiĢiliği, Tatar halkının Ekim sonrası tarihinde kuĢkusuz,
önemli rol oynamıĢtır. YaĢamın gerçekliği onu mücadelenin ortasına atmıĢtır. Bu mücadele çoğu
zaman onu çözülmez çeliĢkilere, daha sonra ise bu çeliĢkilerin çözüm yollarını aramaya ve sonunda
hazin bir sona götürmüĢtür.
Mirsaid Sultan Galiyev‟in görüĢleri zamanla büyük bir evrim geçirmiĢtir. Onun 1920 yılına kadar
olan devrimcilik faaliyetine baktığımızda, onu muhafazakar bir BolĢevik olarak görmekteyiz. 1920‟li
yılların sonundaki görüĢlerine baktığımızda ise o, karĢımıza biraz daha milliyetçi olarak çıkmaktadır.
Ancak bu, sadece ilk görünüĢte böyledir. Öyle ise Mirsaid Sultan Galiyev kim olmuĢtur: komünist mi,
yoksa maskeli bir milliyetçi mi?
M. Sultan Galiyev‟in görüĢlerine toplu olarak baktığımızda, kanımızca o, hiçbir zaman milliyetçi
olmamıĢ, samimi bir komünist olmuĢtur. Onun görünüĢteki “milliyetçiliği” ise aĢağıdakilerden ileri
gelmiĢtir: M. Sultan Galiyev bizzat bir sosyalist dünya devrimi taraftarı olmasına rağmen, bu devrimin
zaferi için onun oluĢturduğu taktikler BolĢevik partisinin ana hattıyla çeliĢmekte ve objektif olarak
teorik açıdan milliyetçilik ve Türkçülük düĢüncelerinin geliĢimine hizmet etmekteydi.
Bu konuda M. Sultan Galiyev‟in kendi ifadesini örnek verebiliriz: “Ben bir zamanlar milliyetçi mi
olmuĢum? Hayır ve yine de hayır. Eğer ben milliyetçi olsaydım, devrim çıkarlarını milli çıkarların
üstünde tutmazdım” (9, 462).
Bir devrimcinin görüĢlerini açık ve net bir Ģekilde anlayabilmek için, onun yaĢamındaki bazı
detaylar ve hatta karakterindeki bazı özellikler üzerinde durmamız gerekmektedir.
3. M. Sultan Galiyev‟in BolĢevikliğinin ve Radikal Devrimciliğinin Temelleri
1470
Öncelikle M. Sultan Galiyev‟in sol görüĢlerinin ve radikal devrimciliğinin temelleri, onun yokluklar
içinde geçen çocukluğuna dayanmaktadır. O Ģöyle yazmaktadır: “Ailem çok fakirdi… Biz çok yokluk
çekiyorduk (sadece, çavdar ekmeği ve çayla geçiniyorduk). Bu dönem hayatımın 11-16 yaĢ arası
kesitini, yani çocukluk ruhumun Ģekillendiği kesiti kapsıyor. Evet, ayrıca giyimim de çok kötüydü. Ġç
çamaĢırım yoktu ve her zaman Ģalvarla gezerdim. Yalın vücudumda sadece bir tek gömleğim vardı.”
(9, s. 475, 476)
Ġkincisi, onun devrimciliği fiziksel yetersizliğinden etkilenmiĢtir. Annesinin zengin akrabalarının
babasının fakirliği ile dalga geçmeleri azmıĢ gibi, M. Sultan Galiyev‟in sözleriyle “buna, benim fiziksel
yetersizliğim üzerindeki alayları da eklenmekteydi (DoğuĢtan bir testisim içeride kalmıĢtı, bundan
baĢka kasık fıtığım da vardı.)” (9, s. 476).
Üçüncüsü, onun görüĢlerinin devrimcileĢmesinde, çevresi de etkili olmuĢtur. 1913 yılında o,
BaĢkurt öğretmen Girey Kadraçev‟le tanıĢıyor. Bu aĢırı sol görüĢlü kiĢi Ģu görüĢleri savunmaktaydı:
“Ġnsanlığı tedavi etmek gerekiyor. Bunun için ise, tüm hastaları, sakatları, çirkinleri ve bunun dıĢında
dünyadaki tüm insanların %99‟unu mahvetmek gerekiyor. Gebersinler ve toprağı gübrelesinler.
Sadece en sağlıklıları, güzel olanları ve yeteneklileri sağ bırakmak gerekiyor. O zaman doğa kendi
güzelliğine kavuĢacak insan ilkel, sağlam ve mutlu olacak” (9, s. 488). M. Sultan Galiyev ona belli
ölçüde sempati duymuĢtur. Galiyev, Ģöyle yazıyordu: “Onun „temel‟ görüĢlerine katılmıyordum. Ancak
ondaki sadelik, azimlilik ve fikirlerinin devrimciliği hoĢuma gidiyordu.” (9, s. 488).
4. BolĢeviklerle Aynı Kulvarda
Bilindiği gibi, Sovyet dönemindeki çalıĢmalarda Tatarların BolĢevik devrimi karĢısındaki
tutumları konusunda belli kalıplar oluĢmuĢtur. Bu kalıplara göre Tatar toplumunda da Ruslarda olduğu
gibi güçlü sınıf karĢıtlığı mevcuttu. Tatarların, Rus BolĢevikleriyle birlikte Tatar burjuva milliyetçilerine
karĢı çıkan kendi proleterleri ve BolĢevikleri olmuĢtur.
Gerçekten böyle mi olmuĢtur? M. Sultan Galiyev‟in kendi mirasına göz atalım. Bakın O,
Tatarlarda proleter ve BolĢeviklerin mevcutluğuyla ilgili ne yazıyor: “Kelimenin Batı Avrupa anlamında
proleterler, yani milli örgütlenmiĢ iĢçi gücü olarak kalifiye iĢçi sınıfı yoktu… Türk-Tatar komünistleri
sadece devrim sırasında ortaya çıktılar. Bunların çoğunluğu emekçi aydınlar arasından çıkmıĢ
tesadüfi insanlardır. Bunlar komünist partisinin arkasından sınıf mücadelesi ve sınıf devrimi
sloganlarına göre değil, daha çok milli bağımsızlık sloganına göre gitmekteydiler. ” (9, s. 519, 520).
1914 yılında Ufa‟daki durumu anlatırken Ģöyle yazıyordu: “Müslümanlar içinde sadece milliyetçi
örgütler vardı.” (9, s. 490). Daha sonra onun ilginç bir itirafına tanık oluyoruz: “… Tatar iĢçi kitleleri ve
Tatar yoksulları devrime katılmamıĢlar…” (9, s. 361). M. Sultan Galiyev “Milli kurtuluĢ sorununun onlar
(Tatar kitleler-R. M.) için daha anlaĢılır, daha yakın ve daha ilgi çekici” olduğunu inkar etmiyor (9, s.
464).
1471-1918 yılının baĢlarında BolĢevikler Tatarlar içinde hiç bir destek bulamadılar. Milli Harbi ġura‟nın
(Askeri Konsey) tarafında Kazan‟da ve Ufa‟da on binlerce Tatar asker bulunuyordu. Küçük bir grup
oluĢturan Tatar-BolĢeviklerin tarafında ise geceleyin Harbi ġura‟nın üyelerini hapsetmek için yetecek
kadar bile Tatar askeri bulunmuyordu. M. Sultan Galiyev bu konuda Ģöyle yazıyor: “Biz, Rus
Kızılordusu‟nun en yakındaki askeri birliğinden on kiĢi çağırdık ve hapsetmek için gittik… ġura‟nın
liderlerinin hapsi kentin Tatarların yaĢadığı bölgesinde isyana neden oldu. Ġsyan etmiĢ Tatarlar silah
deposuna (95. Müslüman Alayının) saldırarak tüm mermileriyle birlikte 20 bin tüfek ele geçirdiler…
Bunun arkasından oturduğum daireye saldırdılar. Fakat daha önce tehlikeyi hissederek ailemi Ģehrin
Rusların yaĢadığı bölgesine taĢıdığım için beni bulamadılar.” (9, s. 496-497)
Tüm yukarıda söylenenler, Tatar halkının sosyal açıdan BolĢevik devrimine hazır olmadığının,
bu devrimin büyük ölçüde Tatarlara Moskova‟dan “ihraç” olunduğunun ve yapay bir nitelik taĢıdığının
kanıtıdır. Bununla birlikte M. Sultan Galiyev fikirlerin mantıklılığına olan ilgisine rağmen, toplumsal
olayların nedenselliği konusundaki meraklılığı ve geliĢmiĢ adalet duygusuyla eline silah alarak
BolĢevikler tarafında kendi halkına karĢı çıkıyor. Bakın o, bunu nasıl anlatıyor: “Tatar milleti Tatar milli
devleti konusunu gündeme getirdiğinde, ben o zaman Tatarların aĢırı milliyetçi çabalarını kesinlikle
reddettim. Zira devrimin çıkarları bunu gerektirmekteydi. Gerektiğinde de, elime silah alarak kendi
milletime karĢı çıktım.” (9, 462)
5. BolĢevizim‟deki Hayal Kırıklığı ve Milliyetçilik Saflarına GeçiĢ
M. Sultan Galiyev‟in görüĢlerinin bu yönde değiĢmesindeki en önemli etken Tatarlarda iĢçi
sınıfının neredeyse hiç bulunmaması ve diğer yandan da bir proleter diktatörlüğün kurulması
gerekliliği idi. Dolayısıyla, bu durumda sadece Rus BolĢevik Partisi sıfatında Rus iĢçi sınıfının
diktatörlülüğü söz konusuydu.
Bu gerçekliğe uygun olarak Moskova Cumhuriyetlerin parti teĢkilatlarında benzer kadro
politikası yürütmekteydi. M. Sultan Galiyev Mayıs 1923‟te mevcut durumla ilgili Stalin ve Trotski‟ye
açık Ģekilde yazıyordu: “Neden Kazan‟daki Rus iĢçilerin neredeyse tamamı Tatar, baĢlangıçta da
Tatar-BaĢkurd Cumhuriyeti‟nin kurulmasına karĢıydı? Tatar Cumhuriyeti kurulduktan sonra ise, neden
bu iĢçiler Kazan‟da tutuldu, Tatar Cumhuriyetinin kurulmasından yana olan Tatar iĢçiler ise oradan
alındı, hem de nasıl? Sadece alınmakla yetinmeyip, üstelik sırtına büyük bir “milletçi” damgası
vurdunuz.” (9, s. 451).
Sonunda bu politikadan Tatar devrimcisi (M. Sultan Galiyev-A. A.) de nasibini aldı. Moskova‟nın
“büyük” devrimcileri onu, Müslüman halklar içinde sosyalist devriminin gerçekleĢtirilmesinde kendi
iradelerinin sıradan bir uygulayıcısı gibi görüyorlardı. O, bunu hissediyor ve bu konuda Ģöyle
yazıyordu: “Ben ezilen bir halkın oğluydum. Evet. Ben devrimciydim, ancak köle bir devrimci… Ben
kendimi sadece Ekim Devrimi sırasında ve devrimin ilk yıllarında „özgür‟ hissettim… Ancak bana sen
kölesin ve sana güvenmiyoruz dedikleri günden beri (bu Ekim Devrimi‟nin üçüncü yılındaydı) tekrar
kendimi köle gibi hissettim.” (9, s. 446, 447).
1472
Bu olaylar giderek devrimci-teorisyeni komünizm mücadelesinde sömürge halklar için milli
sorunun öncelikli olması gerektiği fikrine götürüyor. Onun eserlerinde bunun kanıtlarını bulabiliriz. O
Ģöyle yazıyordu: “Örneğin, insanlığın sosyal yaĢamının yeniden oluĢturulmasının, birincisi milli
sömürgecilik sorunu, ikincisi ise komünizmin gerçekleĢtirilmesi yöntemlerine iliĢkin sorun gibi temel
sorunlarına baktığımızda görüyoruz ki,…” (9, s. 526.)
Komünizmin bu Ģekildeki fikir kurgusu ve algılanması M. Sultan Galiyev‟in Tataristan‟ın “sağ”
komünistlerinin fikir lideri ve teorisyenine dönüĢmesine neden oluyor. O bu konuda Ģöyle yazıyor:
“Hangi sosyal-ekonomik ve politik olayların „sağcı‟ Tatar komünistleri grubunun oluĢumu, örgütlenmesi
ve geliĢmesine yardım ettiğini genel çerçevede söylemiĢtim. Kısacası, „sağcılar‟ grubunun temel
politik felsefesini Rusya‟daki milli sorunun sosyalist devrimi çerçevesinde ve ona dayanarak radikal
çözümüne kavuĢturulması çabası Ģeklinde özetleyebiliriz. „Sağcı‟lar kendilerini milliyetçi değil,
sosyalist olarak görmektedirler. Bu temel kuraldır. Bizim… yazılı programımız yoktu… Kurultayın (X.
Sovyetler Kurultayı-R. M.) Tatar delegelerinin benim dairemdeki grup toplantısında bu programın
hazırlanmasına baĢlanılması karalaĢtırıldı… Bu iĢ bana havale edildi.” (9, s. 561).
M. Sultan Galiyev‟in görüĢlerinin ve Tatar komünistleri arasında oynadığı rolün daha iyi
anlaĢılması için onun milli kültür konusunda Alimcan Ġbrahimov ve yandaĢlarıyla olan ünlü polemiğine
bakmamız gerekir. A. Ġbrahimov‟un yandaĢları “Kültürü dil belirler” tezini ortaya atmıĢlardır.
AraĢtırmacı R. S. Hakimov bu polemiğin özünü aĢağıdaki gibi vermiĢtir: „M. Sultan Galiyev diğer
bir tezle yanıt verdi: „Kültürü ekonomi belirler. Dil ise ekonomik altyapının sadece bir üstkurumudur.‟ O
buradan; „eğer milli kültüre sahip olmak istiyor isen, mevcut sistemde milli ekonomiye ulaĢmaya çalıĢ.
Bu ekonominin durumu, milletin hangi devlet sisteminde (burjuva-kapitalist veya Sovyet) geliĢtiğine
bakılmaksızın tüm üstkurumlarıyla birlikte milli kültürün kendisinin durumunu belirlemektedir‟ diye
sonuç çıkarıyor.” (3).
M. Sultan Galiyev‟in görüĢlerinin evrimi kendisi tarafından aĢağıdaki satırlarda daha kapsamlı ve
özet olarak ifade edilmiĢtir: “Burada belirtmek gerekiyor ki, devrimdeki milli sorunla, Ekim
Devrimi‟nden sonra da karĢılaĢtım. Ekim Devrimi‟ne ben bizzat milli değil, sosyal, sınıfsal düzeyde
katıldım. Bu sorunla yakından temas etmeden önce ise kendimi üniterci olarak görüyordum ve ülke
özerkliğinden daha çok, milli-kültürel özerklik taraftarıydım. Ancak hayat bana aksini ispatladı.” (9, c.
462-463).
6. M. Sultan Galiyev‟in Taktik DüĢüncelerinde Türkçülük Ġdeası
Türk halklarının birleĢmesinin gerekliliğine iliĢkin temel görüĢlerini M. Sultan Galiyev, “Asya ve
Avrupa‟nın Türk Halklarının Sosyo-Politik, Ekonomik ve Kültürel GeliĢiminin Temelleri” isimli
çalıĢmasında (1924-1925) ve “Turan Cumhuriyeti‟nin OluĢturulması Sorunu Üzerine” isimli
makalesinde (1929) ortaya koymuĢtur.
1473
O, henüz 1923 yılında Pantürkizmi, sömürge halkların milli kurtuluĢ harekatının ideolojisi olarak
görüyor ve Kremlin‟in bu ideolojiye karĢı mücadelesini eleĢtiriyordu. M. Sultan Galiyev Ģöyle
yazıyordu: “Biz, sömürge ve yarı sömürgelerin milli kurtuluĢ harekatının devrim açısından uluslararası
çaptaki önemini kabul ediyorduk. Ancak aynı zamanda Panislamizm, Pantürkizm, Panasyacılık ve
benzerleriyle mücadelenin gerekliliğini de söylüyorduk. Bu, Avrupa proleterinin sınıf mücadelesinin
desteklenmesi, ancak komünizmle mücadele edilmesi gerektiğini söylemek anlamına geliyordu.” (9, s.
449).
Birincisi o, Türk halklarının ve cumhuriyetlerinin birleĢme sürecini doğal bir süreç olarak
görüyordu. Onun düĢüncesine göre, “SSCB‟nin Türk halklarının birleĢmesinin tarihi kaçınılmazlığı…,
Türklerin yaĢadıkları bölgelerde kapitalizmin ortaya çıkmasının sonucu olarak feodal-serflik düzeninin
dağılmasından kaynaklanmaktadır.” (9, s. 611). Yeni ortaya çıkmıĢ Türk burjuvazisinin, bu süreci
Sovyet hakimiyeti ve sosyalizmle mücadele için kullanmağa kalkıĢmasına rağmen M. Sultan Galiyev
bu noktada Pantürkizm hareketinin özünü bir milliyetçi-burjuva hareket olarak görüyordu. O, “bu
birleĢme sürecinin sosyalist devrim tarafından Doğu‟daki konumunun pekiĢtirilmesi amacıyla
kullanılabileceğini” öngörmekteydi. (9, s. 611-612).
Ġkincisi, o, Türk halklarının birleĢmesi gerekliliğini onların kültürlerinin geliĢmesi açısından ve
onların varolması açısından da sağlam temele oturtuyordu. O, Ģöyle yazıyordu:
“Ben „küçük‟ etnik kültürlerin geniĢ ve çok yönlü geliĢmesi olanağını reddediyor ve daha güçlü
komĢu kabile ve halkların kültürü içinde asimile olacaklarına iliĢkin tahmin yürütüyordum. Bu ortamda
somut olarak
Tatar, BaĢkurt, Kazak, Özbek ve benzeri milli kültürler söz konusuydular. Ben, bu „kültürlerin‟ bir
ortak bünyede toplanmaması ve birbirini karĢılıklı olarak asimile etmemesi durumunda, bunların
Batı‟da (Tatarlar ve BaĢkurdların) Ruslar ve Doğu‟da Çinliler ile Hintliler tarafından tedricen „yutulması‟
sürecinin kaçınılmaz olduğunu kanıtladım. Buradan da, SSCB içinde Turan Federal Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti‟nin kurulması ve devrimin baĢarısızlıkla sonuçlanması durumunda bağımsız bir devlet
olarak Rusya‟dan ayrılması gerektiği sonucuna vardım.” (9, s. 630).
M. Sultan Galiyev‟in bu birleĢtirme eğilimleri, onun Tatar-BaĢkurd sorununa iliĢkin 1918 yılındaki
görüĢlerinde ortaya çıkmıĢtır. Örneğin, o, devrimden önce Tatarların ve BaĢkurdların tek bir TatarBaĢkurt milletini oluĢturduğunu düĢünüyordu (bkz. 10, s. 145).
Üçüncüsü, O, Türk Cumhuriyetlerinin birleĢmesini Hindistan ve Çin tarafından SSCB için
oluĢabilecek tehditler açısından da zorunlu görüyordu. O, “uluslararası gerici güçlerin Çin ve
Hindistan‟dan Sovyet Devleti‟ne muhtemel ve beklenen saldırısına karĢı güçlü ve dayanıklı bir tampon
devletin Ukrayna‟yla eĢit haklara sahip, doğrudan SSCB‟ye dahil olan bir Türk Sovyet Cumhuriyetleri
Federasyonu‟nun oluĢturulması gerektiğini” düĢünüyordu (9, s. 612).
1474
Ancak Turan Cumhuriyeti‟nin kurulması M. Sultan Galiyev için stratejik bir mesele veya tabir
yerindeyse bir amaç değildi. O, Turan Cumhuriyeti‟ni bir ara halka, Doğu‟daki, daha sonra tüm
dünyadaki “yangın”ın sosyalist devrimle söndürülebileceği bir araç olarak görüyordu. Onun bu
konudaki bazı görüĢleri Ģunlardır: “Türkistan‟ın bir Sovyet Devleti olarak kendi kaderini belirlemesi,
Türkistan‟ın yerli halk emekçilerinin geniĢ katılımıyla belli ölçüde bağımsız Sovyet Devleti‟ne
dönüĢtürülmesi bizim gözümüzde Doğu‟da güçlenmemizin, dolayısıyla da Türkistan‟ın, baĢlatmıĢ
olduğumuz uluslararası sosyal devrimin kapsamına sokulmasının reel ve somut bir aracıydı.” (9, s.
457)
Turan Cumhuriyeti bu ateĢli devrimci için gelecekte kapitalizm dünyasının Rusya‟ya muhtemel
saldırısının önlenmesi ve dünya devriminin sonraki aĢamada körüklenmesi için sadece bir taktik
manevraydı. Turan Federasyonu onun için, “geçici olarak oluĢmuĢ burjuva-kapitalist veya devrimin
baĢarısızlıkla sonuçlanması durumunda kara gömlekli monarĢist irtica ile mücadelenin yeni ve
kendine özgü aracı olan Turanizm hareketinin ana hedefinin maskelenmesi amacıyla, geçici olarak
yerli milletçilik konumuna çekilme Ģeklindeki bir taktik manevraydı.” (9, 631).
Burada, milli olan her Ģeyi nihai amacın, yani sosyalist devrimin gerçekleĢtirilmesi yolunda
sadece bir araç olarak gören samimi bir komünist karĢımıza çıkmaktadır. Ancak, M. Sultan Galiyev
sıra dıĢı bir komünist lider ve eĢsiz bir düĢünür idi. O, artık 1924 yılında Kremlin‟in, Rus BolĢevizmini
ve SSCB‟yi, Rusya Ġmparatorluğu‟nu yeni biçimde devam ettirmenin bir ideolojisi ve özgün bir
mekanizması olarak gördüğünü anlamıĢtı. Bu yetenekli teorisyen kendi dahiyane önsezisiyle daha o
zaman bu yeni Ġmparatorluğun acı bir sona mahkum olduğunu haber vermiĢtir: “SSCB‟nin
oluĢturulmasıyla Panrusçular fiilen tek ve bölünmez Rusya‟yı, yani Velikorusların diğer halklar
üzerindeki hegemonyasını ihya etmeyi düĢünüyorlardı. Ancak daha bir yıl geçmeden tüm halklar itiraz
seslerini yükselttiler…
Türkistan‟ı ekonomik ve politik yönden zayıflatmaya çalıĢan Moskova bugün Turan halklarını
küçük kabilelere parçalamaktadır. Ancak iki yıl geçmez ki, Turan‟ın bu ayrılmıĢ parçaları, birliğin
ihyasını ve daha güçlü, daha büyük ve örgütlenmiĢ bir devlette birleĢmeyi gündeme getirirler… Biz,
Rusya‟daki son devrimin deneyiminden, hangi sınıf iktidara gelirse gelsin, onlardan hiç birisinin bu
ülkenin eski „büyüklüğünü‟ ve gücünü bir daha geri getiremeyeceği sonucuna vardık. Rusya çokuluslu
devlet ve Rusların devleti olarak kaçınılmaz bir Ģekilde dağılmaya ve bölünmeye doğru gidiyor.
Ġkisinden birisi; ya o (Rusya) kendi milli bileĢenlerine parçalanacak ve bir kaç yeni bağımsız devlet
oluĢturacak, ya da Rusya‟da Rusların iktidarı „milletlerin‟ kolektif iktidarına dönüĢecek. Yani Rus
halkının diğer tüm halkalar üzerindeki hegemonyası sonuncuların Rus halkı üzerindeki diktatörlüğüne
dönüĢecek…ġu anki SSCB Ģeklinde tekrar ortaya çıkmıĢ eski Rusya, uzun ömürlü değildir. O,
geçicidir.” (9, s. 538).
Doğaldır ki, bu ortamda milliyetler sorununu SSCB içinde adil bir Ģekilde çözümlemek M. Sultan
Galiyev gibi yetenekli bir komünist lider için bile pratikte imkansızdı. Daha sonra bu konuyla uğraĢmak
birçokları için hatta tehlikeli olmaya baĢlamıĢtı.
1475
7. Devrimcinin ÇeliĢkili ve Trajik Kaderi
M. Sultan Galiyev‟in trajik kaderi sadece onun haksız iĢkencelere maruz bırakılması ve nihayet
1940‟ta NKVD (Ġç ĠĢleri Halk Komiserliği) duvarları arkasında kurĢuna dizilmesi değil, aynı zamanda
onun tüm hayatı yaĢadığı değiĢim döneminden doğan ve onun ruhunu yaralayan çeliĢkilerle doluydu.
Onun hayatındaki üç temel çeliĢki üzerinde duralım.
Birinci ÇeliĢki: Bu, okuduğu Rus edebiyatından etkilenerek Rus toplumuna (özellikle de onun
yukarı tabakasına) iliĢkin kendisinde oluĢan idealist düĢünceyle, Ekim Devrimi‟nden sonra karĢılaĢtığı
Rus yöneticilerinin gerçek Ģovenizmi arasındaki çeliĢkidir.
Ailevi ve sosyal Ģartlar gereği gelecek devrim teorisyeni, Tatar kültürünün değil, büyük ölçüde
Rus kültürünün, Rus ve Batı edebiyatının etki alanında eğitildi. Bakın o, bu dönemi nasıl anlatıyor:
“Ben, ünlü Rus ve Avrupa yazarlarının eserlerinden etkilenerek eğitildim ve yetiĢtim. Benim kalbim
Ġnsan sevgisiyle doludur. Onların eserleri bana ta çocukluğumdan bu yana tüm dünyayı sevmeyi
öğretmiĢtir… Benim için Rus, Tatar…, Fransız yoktu. Benim için onların hepsi aynı idi.” (9, s. 105).
Bunun dıĢında, M Sultan Galiyev 1917 yılına kadar Rus toplumunun yüksek tabakasından olan
kiĢilerle ve RSDĠP‟nin (Rusya Sosyal Demokrat ĠĢçi Partisi) üst kademe yöneticileriyle bizzat
tanıĢmamıĢtı. Dolayısıyla da, onların gerçek hayattaki Ģovenist görüĢlerini anlayamazdı. O, bu
çevreleri genelde Rus edebiyatı aracılığıyla tanımıĢtır. Bilindiği gibi, emperyalistler ve sömürgeciler
edebiyatta kendilerini açık Ģeklide yamyam ve yabancı kültürleri mahveden tip olarak göstermeyi
sevmezler. Onların edebiyatında yamyamlar, büyük coğrafyacılar ve “boĢ” toprakların kaĢifleri, diğer
kültürleri mahvedenler ise Hıristiyanlık düĢüncesinin nurunu vahĢilere götüren kültür elçileri olarak
adlandırılmaktadırlar.
M. Sultan Galiyev‟den farklı olarak, Tatar milletçilerinin Yusuf Akçura, Sadri Maksudi ve Ayaz
Ġshaki gibi liderleri Rusya‟daki yüksek çevrelerin temsilcileri ile bizzat tanıĢmıĢlardırlar. Onlar, Rus
toplumunun tepesinde duranların (“beyaz” veya “kızıl” olmasına bakılmaksızın) Rus olmayan halklar
konusunda ne düĢündüklerini çok iyi biliyor ve bu yüzden de BolĢevikleri desteklemiyorlardı. Onlar M.
Sultan Galiyev gibi hayaller kurmuyorlardı. Çünkü onlar Rusya‟nın iktidardaki çevresini edebiyattan
değil, gerçek hayattan tanıyorlardı. M. Sultan Galiyev ise Ekim Devrimi‟ne kadar milli sorunla
yakından ilgilenmemiĢtir. (9, s. 462)
Moskova BolĢevizminin tamamen Rus Ģovenizmine bulaĢması (özellikle 1920 yılından sonra),
Rus edebiyatından esinlenmiĢ ve Lenin‟le onun yandaĢlarını idealleĢtiren M. Sultan Galiyev gibi bir
Tatar BolĢeviki için büyük bir darbeydi.
Biz burada, çocukluğunda ve gençliğinde Rus kültürel asimilasyonun kurbanı olan, Rus
BolĢeviklerine hizmet ettiği için önceleri halkı tarafından reddedilen, daha sonra ise sonuna kadar
asimile olmadığı, bir Rusa dönüĢmediği ve sömürge halklar için dünya devriminde özel bir rol talep 
1476
ettiği için bu BolĢevikler tarafından kurĢuna dizilen bir marjinalin trajedisinin çok açık bir örneğini
görmekteyiz.
Ġkinci ÇeliĢki: Bu, devrimdeki kendi rolüne iliĢkin görüĢleriyle devrimdeki gerçek rolü arasındaki
çeliĢkidir. Açıkça söylememiz gerekir ki, M. Sultan Galiyev (çoğu zaman yetenekli insanlarda oluğu
gibi) aĢırı baĢarı tutkusu ve hatta belli ölçüde hırsla dolu biriydi.
Buradan onun iki; baĢlangıçta kendisine Tatarlar içinde yeterince “ünlü” birisi olarak değer
vermedikleri için milliyetçilere, daha sonra ise onun Tatar milletçi örgütlerinin mahvedilmesindeki
rolüne önem vermediği için Lenin‟e küskünlüğü ortaya çıkmaktadır.
Gerçekten, olayların inanılmaz bir hızla geliĢtiği 1917 yılında M. Sultan Galiyev önce Milli
ġura‟nın çalıĢmalarına Sekreter sıfatıyla katılıyordu. Daha sonra o, Sosyalist BolĢevik Komitesi‟ni
ziyaret etmeye baĢlıyor. Burada o, Milli Meclis‟ten devrim karĢıtı olmayan bir kurum gibi bahsediyor ve
Tatarlarla BolĢevikleri birleĢtirmeğe gayret ediyor. Ancak daha sonra Tatar gazetelerinden birisi onu,
BolĢevikler lehine casuslukla suçladığında kesin olarak BolĢeviklerin saflarına geçiyor. (9, 109).
Onun, basit bir Milli ġura Sekreterliği görevinden daha fazlasını hak ettiği kanaatinde olduğu için
BolĢeviklere uğramağa baĢladığı düĢünülmektedir. O, Tatar halkının hayatındaki rolünün ve öneminin
milliyetçilerce küçümsendiğini düĢünüyordu. Bu, onun aĢağıdaki satırlarından da görülmektedir:
“Fakat ben devamlı olarak aynı yerde yaĢıyorum. Ancak benim yaktığım ateĢ farklı ülkelere
uçuĢmakta, uçuĢurken de küçük parçalara bölünmekte, bu yüzden de görülememektedir. Onun için
de ben, „acımasız bir BolĢevik‟ olduktan sonra tanınmaya baĢladım. Ama beni tanıdıklarını
sanmayın…” (9, s. 105-106). Burada “yaktığım ateĢ” ifadesi onun değiĢik yıllarda ve Rusya‟nın
değiĢik Ģehirlerinde çıkan Tatar gazetelerindeki çok sayıda makalelerini kastetmektedir. Yukarıda
söylenen örneklerde M. Sultan Galiyev için Tatarlar içinde “ünlü olmanın” büyük önem taĢıdığı
hissedilmektedir.
27 Ağustos 1919 tarihli “V. Ġ. Lenin‟e randevu ricası ile ilgili mektubu”nda M. Sultan Galiyev,
kendisinin Devrim için en büyük hizmetini, yani Tatar halkının tüm milli örgütlerinin mahvedilmesini
Lenin‟e hatırlatıyor. Mektup Ģu satırlarla bitiyor: “Müslüman milliyetçiler (Zeki Velidî, Barakatulla, Musa
Bigiyev ve diğerleri) Size kolayca ulaĢabildikleri halde, Mollanur Vahitov‟un ölümünden sonra Ġç
Rusya Müslümanlarının devrimci hareket liderlerinin tarafınızdan kabul edilmemesi bana ve birlikte
çalıĢtığım komünist Tatar arkadaĢlarıma büyük bir üzüntü veriyor.
Bu mektubumdan sonra beni kabul edeceğinizi ve dinleyeceğinizi umuyorum. Benim buna Zeki
Velidî, M. Bigiyev ve diğerlerinden daha çok hakkım vardır. En azından ona göre ki, Siz beni daha bir
kez de olsa kabul etmemiĢsiniz. Beni ilk ve son kez olarak kabul edin. Ben Sizi bir daha rahatsız
etmem.” (9, s. 127).
ġüphesiz ki, Moskova BolĢeviklerinin üst kademesinde onun gerçek rolü, zannettiğinden çok
daha önemsiz idi. Onlar için Galiyev iĢlenmiĢ bir hammadde idi. O artık kendi iĢini yapmıĢtı, o artık 
1477
kimseye gerekmiyordu. Devrim kariyerindeki ilk sıçrayıĢını M. Sultan Galiyev Rus süngüleri ile
gerçekleĢtirmiĢti ve bunu her kes biliyordu. O, Tatar halkının çoğunluğunun mantalitesini
yansıtmıyordu. O, Kremlin için, M. Sultan Galiyev‟in kendi ifadesiyle “köle devrimci” idi. Mektubun
yazılıĢ biçimi de köle zihniyetli ve aĢağılayıcıdır.
Zeki Velidi ve Musa Bigiyev ise kendi halklarının gerçek mantalitesini yansıttıkları için Lenin
onlarla görüĢmüĢtü. Onların arkasında Rus süngüleri değil, BaĢkurd alayı vardı.
1923 yılının Mayısı‟nda Stalin ve Trotski‟ye yazdığı diğer bir mektubunda Sultan Galiyev kendi
hayatına iliĢkin diğer bilgilerin yanı sıra ortaya attığı konu açısından çok önem taĢıyan bir olayı da
hatırlatıyor. Yazar bir daha parti yönetiminin, onun rolünü ve önemini, devrime olan sonsuz sadakatini
küçümsediğini yoğun bir Ģekilde gündeme getiriyordu.
Sadakatinin kanıtı olarak o, kendi faaliyetindeki Ģu kesiti örnek gösteriyor: “Polonya savaĢı
baĢladığında ben Polonya cephesine Belebe‟deki müstakil Tatar tugayının gönderilmesini önermiĢtim.
Eğer ben milliyetçi olsaydım, bunu yapmazdım. Ben bu öneriyi Polonya savaĢı ilan olunduğu
dönemde Moskova Sovyeti‟nin açık toplantısında ortaya atmıĢtım (YoldaĢ Kamenev ve yoldaĢ
Trotski‟nin bunu hatırlamaları gerekir).” (9, 463).
ġimdi o dönemdeki ortamı gözlerinizde canlandırmaya çalıĢın. 20‟li yıllardır ve Ġç SavaĢ devam
etmektedir. BolĢevikler VarĢova‟ya ani bir saldırı yaparak Polonya‟yı bir anda “kızıllaĢtırma”yı
kararlaĢtırmıĢlar. Bu döneme kadar yüz binlerce olmasa bile, onlarca Kızılordu‟nun Tatar askerleri
Kolçak‟a, Denikin‟e, Vrangel‟e karĢı savaĢlarda ve Orta Asya‟daki operasyonlarda yaĢamını
kaybetmiĢtir.
Ġnsanın, “yeter, acı kaderinden bu kadar dem vurduğun halkına biraz da acı, hiç olmazsa burada
otur ve sus” diyesi geliyor. Hayır, bu adam çıkıyor ve ülkenin üst yönetimine iyi gözükmek için Tatar
tugayını bu kıyım makinesine atıyor (tabii ki, gür alkıĢlar eĢliğinde).
Bu somut olayda M. Sultan Galiyev sadece kendi rolünü yükseltmeye ve Moskova‟ya olan
sadakatini göstermeğe çalıĢmamıĢ, üstelik bunu Tatar askerlerinin kanı pahasına yapmıĢtır.
Bu olayın ıĢığında ben, onun ezilen Müslüman proleterine olan sevgisi beyanındaki
samimiliğinden kuĢku duymaktayım. Bazen onun kendi içindeki devrimi değil, devrimin içinde
kendisini sevdiği izlenimi oluĢmaktadır. Her bir Ģahsiyetin faaliyetini analiz ederken, onun teorik Ģema
ve düĢünceleriyle birlikte davranıĢlarını da, somut politik adımlarını da araĢtırmak gerekmektedir.
ġöyle ki, insan gerçekte sözlerine göre değil, daha çok yaptıklarına göre değerlendirilebilir.
Üçüncü ÇeliĢki: Bu, M. Sultan Galiyev‟in dünya sosyalist devriminin zaferi ideali ile onun
stratejisi ve bu idealin dağılmasında etkili olan taktikleri öne sürmeye zorlayan gerçek yaĢamı
arasındaki en önemli çeliĢkidir.
1478
Zira, onun milli Müslüman devletlerinin kurulmasına iliĢkin tüm taktik önerileri, ayrıca Turan
düĢüncesi, gelecekte bu sosyalizm merkezlerinin bütün Doğu‟da devrim ateĢini körükleyeceği, daha
sonra ise sömürge halkların proleterlerinin diktatörlüğünün sömürgecileri yenerek dünya devrimini
gerçekleĢtireceği konusundaki varsayımına dayanmaktaydı.
Ancak daha sonraki deneyimin de gösterdiği gibi, sömürge halklar ve onların milli elit zümresi
bağımsızlık elde ettikten sonra dünya devrimini gerçekleĢtirmeye çalıĢmamaktadırlar. Onlar kendi
devletlerini ve kendi iktidarlarını güçlendirmeye ve bu iktidarı kimse ile paylaĢmamaya
çalıĢmaktadırlar. Yani doğal olarak M. Sultan Galiyev‟in taktiği halkları bağımsızlığa götürüyor, fakat
onun stratejisine (dünya sosyalist devrimi) bu halkların hiç ihtiyacı yoktu. Onun temel çeliĢkisi de
buydu.
Yukarıda bahsettiğim çeliĢki üzerinde düĢünmeye beni, ünlü Tatar tarihçisi B. F. Sultanbekov‟un
bir makalesi itmiĢtir. Bu makalesinde yazar, M. Sultan Galiyev‟in trajedisine kendi yorumunu getiriyor:
“O, (Ġç SavaĢ-R. M.) düĢüncenin ikiye ayrılmasına götüren bir trajediydi. M. Sultan Galiyev de… bu
dramı yaĢamıĢtır. Dünya devrimi ideallerine ve Lenin‟e olan samimi bağlılığı politik yaĢamdaki
deneyimiyle çeliĢkiye düĢmektedir.” (11).
Bölümün sonunda Ģunu belirtmek gerekir ki, M. Sultan Galiyev‟in kaderinde baĢ göstermiĢ tüm
çatıĢmalarda, halkı ve Moskova yönetimi vs. konusundaki tutumunda iki ana sorun: sosyal ve milli
olanın bir araya getirilmesi ve siyasi ahlak sorunu öne çıkmaktadır.
Bu bölümde sunulan bilgiler, çocukluğunda Rus edebiyatı ile eğitilmiĢ M. Sultan Galiyev‟in
yaĢamının baĢlangıç döneminde kesinlikle sosyal yöne ağırlık verdiğini açık Ģekilde göstermektedir.
Ancak daha sonra ezilen bir halkın temsilcisi olarak ona bir “köle” gibi haddini bildiriyorlar. Bunun
sonucunda o, kendisi gibi “köle”lerin yalnız bir millet halinde birleĢerek hür olabileceklerini anlamaya,
yani milli yöne ağırlık vermeye baĢlıyor.
Siyasi ahlak sorunundan bahsederken, herhangi bir politik güçle bir araya gelmeden önce onun
açıklamalarındaki ve programlarındaki konjonktürel ve günübirlik motifleri (daha açık söylersek,
yalanları) asıl hedeflerden ayırabilmenin gerektiği sonucu akla geliyor. Ancak iĢin özünün belirlenmesi
için pratikte denenmesi gerekir ki, bu da belli bir zaman gerektirir.
Politikacılar çoğu defa zaman sıkıĢıklığı ile karĢı karĢıyadır. M. Sultan Galiyev‟in analiz yapmak
için zamanı yoktu ve henüz çok gençti. Devrim ve onun yalancı ve ikiyüzlü liderleri ise (Lenin, Stalin)
“burada ve hemen” karar vermeyi talep ediyorlardı.
Sonuç
ġovenist BolĢeviklerle, Milliyetçi Komünistler arasındaki üç farklı konuda görüĢ ayrılığı
bulunmaktaydı.
1479
Birinci görüĢ ayrılığı; “Lenin ve Trotski dünya devrimine Rusya‟daki sosyalist devriminin
baĢarısının ve Avrupa‟nın teknolojik yardımıyla üretim güçlerinin artırılmasının temel Ģartı gibi
baktıkları halde, Sultan Galiyev‟in dünya devrimi sürecinin baĢarılarını milli politikaya dayandırdığına ”
iliĢkindir. (3)
Ġkinci görüĢ ayrılığı; dünya devriminin baĢarısızlıkla sonuçlanmasından sonra Moskova
BolĢeviklerinin komünizmi, Rus proleterinin hegemonyasında olmak kaydıyla Rusya‟da, daha sonra
SSCB‟de kurma kararına iliĢkindir. Aslında onlar Rus Sovyet Ġmparatorluğu‟nu kurma eylemindeydiler.
Milliyetçi-komünistler ise federasyon Ģeklinde ve eĢit haklara dayanan bir birlik kurmak istiyorlardı.
Üçüncü görüĢ ayrılığı, Moskova BolĢevizminin düĢünce temelinde “kurtarıcı”lık unsurunun
bulunduğuna iliĢkindir. Yani Ruslar kendilerini sosyalizmi diğer halklara götürecek bir halk, Rus
sosyalizmini ise tüm dünyada sosyalizmin kurulmasının örneği gibi görmekteydiler. Böylece, Rus
kültürü ve mantalitesi tüm dünyaya yayılmalıydı. Milliyetçi komünistler ise böyle bir “koruyuculuğun”
aleyhineydiler.
Milliyetçi komünistler içinden kendi milletinin kaderine kayıtsız olmayan çok sayıda devrimci lider
çıkmıĢtır. Bunların arasında en ünlüsü Mirsaid Sultan Galiyev olmuĢtur. Onun devrim analizleri ve
teorik çalıĢmaları çok yönlü ve evrensel nitelik taĢıyordu.
O, çalıĢmalarında bir çok tarihi olayları (örneğin, SSCB‟nin dağılması ve bağımsız Türk
devletlerinin kurulması) önceden sezmiĢ ve geleceğe yönelik düĢüncelerini sağlam temellere
oturtmuĢtu.
Onun Doğu‟daki devrime iliĢkin bir çok teorik düĢünceleri (örneğin, devrimin Doğu‟da ilk
aĢamada bir milli demokratik devrim olarak ortaya çıkması, daha sonra ise sömürge halkların
birleĢerek sömürgecilerin iktidarını devirmesi gerektiği düĢüncesi) uluslararası düzeyde kabul görmüĢ
ve XX. yüzyılın ortalarında Asya ve Afrika‟daki milli kurtuluĢ hareketleri liderlerinin büyük çoğunluğu
tarafından kullanılmıĢtır.
Fakat 1929 yılından sonra milliyetçilik düĢüncesini komünist ideoloji çerçevesinde bile
geliĢtirmek imkansızdı. Milliyetçilik konusundaki son liberalizm belirtileri bu ideolojiden çelik bir
süpürge ile süpürülüp atılmıĢtı.
Milliyetçilik düĢüncesinin yerini RuslaĢtırmanın bir aracı olan “enternasyonalizm” almıĢtır. Bu
ortamda milliyetçilik konusunu araĢtırmaya devam edenleri ise, mahvedilmeye mahkum olan “halk
düĢmanı” kaderi bekliyordu.
1 Validi (Tagan) Zaki. Vospominaniya., M., 1997.
2 Sultanbekov B. F., Harisova L. A., Galyamova A.G. Ġstoriya Tataristana, XX vek 1917-
1995 godı. Kazan, 1998.
1480
3 Hakimov R.S., Politik s planetarnım mıĢleniem / Komsomolets Tatarîî, 1990.8 i 22 iyulya.
4 Berdyaev N.A., Ġstoki i smısl russkogo kommunizma. M., 1990
5 Berdyaev N.A., Smısl istorii, M. 1990
6 Rozaberg, Alıfred, Mif XX veka, Tallin, 1998.
7 Gilyazov Ġskander, Na drugoy storone, Kazan, 1998
8 Gubaydullin G., Milletcilikning begzi esasları.
9 Sultan-Galiev Mirsaid, Ġzbrannıe trudi (Sostavileli: Gizatullin Ġ.G. ġarafutdinov D.R.),
Kazan, 1998.
10 Tatar Tarihi Tatarca Yazılır, Ġdele, 1997, No 1.
11 Sultanbekov B.F., “Most” çerez kotorıy mı vse perehodim/Republika Tatarstan, 1993, 17
Aprelya, no 74-75 (22289-22290)