İnsanların biyolojik olarak zaruri ihtiyaçlar listesinde nefes almak, yemek yemek, boşaltım sistemini çalıştırmak, uyumak ve ÜREMEK gelir. Hepsi hayatta kalmak ve sürdürmek içindir.
Ya üremek? O da ilk sıradadır. Ve aşkın varoluş sebebidir üremek.
*
Shakespeare’a da o tutkulu piyesleri yazdıran, çoğalma üreme ihtiyacının ortaya çıkardığı cinsel dürtüleridir, yani adına aşk denilen şey.
Aşk insanın kimyasını değiştiren bir olgu, insanı allak bullak eden bir hastalıktır.
Aşk beynin kimyasal aktivitesidir.
*
Aşık insanlar zamanlarının çoğunu aşık oldukları kişiyi düşünerek geçirir. Herkesin bir şekilde başına gelen bir durum. Ve Kimya burda devreye girer. Aşık olan insanlarda extra hormonlar gözlenir.
Örneğin aşık insanlar “depominin” salgısı etkisiyle genellikle iştah azalması, uykusuzluk, tansiyon ve nabız yükselmesi yaşarlar.
Aşık olmaya başladığımızda , kendimizi özellikle duygusal olarak normalin dışında, daha farklı hissederiz. Buda “feniletilomin ve norepinefrin” hormonlarının artışıyla gözlemlenir.
*
Aşkta bağlılığın sebebi vücudumuzda salgılanan endorfin hormonunun artışından doğan huzur, sıcaklık, şefkat ve güven duygusundandır.
Hormonlarımızın tutsağıyız.
El ele tutuşurken, sarılırken, öpüşürken, ilişkiye girerken oksitosin hormonu devreye girer ve kendimizi çok mutlu hissederiz o andan ciddi zevk alırız.
Ama aşkta en çok aktifleşen hormonlar “östrojen, testesteron” ve özellikle erkeklerde daha fazla devreye giren “vasopressin”dir. Bağlılık, ilişkiyi koruma, kollama, ona sahip çıkma duygusu veren hormondur.
*
Son olarak “norepinefrin” aşkı sindirmeye başladıktan sonra “kaç ya da dövüş!” der.
Eğer gerçek aşksa dövüşürsün.
Bunun etkisi genellikle 6 ay ile 2 yıl arasında sürer. 2 yıl sonra “vazopressi” ile birlikte yerini sevginin devamı, bağlılık ve mevcut durumu korumaya bırakır. Eğer gerçek aşk değilse o hormonlar uzun süre tetikte kalmaz ve duygular hızla söner, bu da 2 ayı bulmaz.
*
Yalnız burada bir önemli bir ayrıntı var..Aşkın, yani cinsel dürtülerin, yani üreme içgüdüsünün iki cinse yansıması biraz farklıdır.
Erkekler daha talepkardır çünkü yapıları gereği her gün binlerce sperm üretirler. Erkek kendisini dişilere beğendirmek zorundadır, kendi ürettiğinin sınırı yoktur ama dişinin yumurtası çok kıymetlidir.
Dişi ayda sadece bir kere yumurta verebilir. Bu yüzden erkeklere nazaran daha çekimser daha korumacı kalır. İşte bunların hepsi doğal içgüdülerimizden kaynaklıdır.
Erkek ikna için vardır, güven sağlamalıdır. Kadın ise seçtiği erkek konusunda temkinli olmalıdır.
*
Bütün bu bilimsel gerçeklikle birlikte ben -gerçekten aşık insanları- karıncalara benzetirim. Onları ne kadar yolundan döndürmeye çalışırsanız çalışın gider ortaya bırakılmış davetkar “bal”a yapışır, o bala tutsak olarak kalır ve can verirler.
Sizce aşk o tutsaklığa değer mi?
Selma Hayal/Bandırma/12-12-2020