Bu Çağda Zehirli Meyve – Sebze Üretimi ve Tüketimi

İnsanlık günümüzden yaklaşık on iki bin yıl kadar önce avcılık ve toplayıcılıkla beslenip yaşama düzenini geride bırakarak uygun topraklarda tahıl, meyve ve sebze ekmekle, ehlileştirebildiği hayvan türlerini çevredeki otlaklarda besleyip uygarlığa adım atmakla gelecekteki kaderine el koydu. İnsan, böylece geçmişe göre daha kolay, daha rahat, daha tok bir yaşama kavuştu. Nüfus artışı ile birlikte yerleşkelerdeki kulübeler, evler çoğaldı; konumlarına göre kimi birkaç ya da daha çok barınaklı köylere dönüştü. Köyler zamanla büyüdü.

Birbirlerine yakın kimi köyler ve kasabalar yüzlerce, binlerce yıllar içinde gelişip zamanla birleşerek kasabalara, sonra küçük kentlere dönüştü. Tabii, bu süreçte insanların bir kısmı tarım ve hayvancılıktan başka meslekler edinerek tarım ve hayvancılık ürünlerini satın alıp yaşamaya başladılar. Tarım ve hayvancılıkla geçinenler ise kendi ihtiyaç fazlası ürünlerini pazarlara götürerek ya da köylerine, tarlalarına gelen başka meslek sahiplerinin getirdikleri ürünlerle takas ederek yaşamlarını zenginleştirdiler, kolaylaştırdılar, güzelleştirdiler. Eski zamanların çalı çırpıdan, sazdan samandan barınaklarının yerini kerpiçten, taştan yapılan duvarlardan oluşan evlere yükselttiler.

Bu arada besin üreticiliğinden başka meslekler de çıktı ortaya. Çünkü insanlar ürettikleri, satın alabildikleri nesnelerden başka çeşitli hizmetlerden de yararlanmaya başlamışlardı. Böylece toplumlarda çok çeşitli nesne, hizmet ve düşüncelerin, bilgi ve inançların karşılanmasına yönelik çalışmalar, örgütlenmeler ortaya çıktı…

Zamanla ve nüfus artışıyla birlikte her şey yeni ihtiyaçların, her sorun yeni çözümlerin gerektirdiği araç ve gereçlerin, yeni bilgi ve tekniklerin, yeni yol ve yöntemlerin bulunmasını sağladı. Kısacası dünya, toplumsal yaşam, bilgi birikimi ve teknoloji, pek çok yöneten ve yönetilen farkına varamasalar bile hayatın akışını gerektiği gibi sürdürüp günümüze kadar getirdi.

Pekiyi, bu akış, yani doğanın var oluş süreci “Benden bu kadar; ben artık işi bırakıyorum. Bundan sonrası size kalmış. Ne haliniz varsa görün!” der mi? Asla! Yaşamın kitabında bu yok! Yaşam ya da varoluş süreci yalnızca doğa yasalarınca yönetilir. Siz onlara uymayabilirsiniz ama o sizi kendine uydurur, yani “Bir varmış, bir yokmuş.” olursunuz. Evet, doğal ve toplumsal yaşam evrimsel varoluşunu böylece sürdürüp gelirken, bir de görülmüş ki, dünyada yaşamakta olan insan sayısı ile dünyada üretilen besin miktarı arasındaki denge yavaş yavaş bozulmuş. E, olur mu böyle şeyler? Olur, olur. Neden olmasın? Hoca efendiler “Allah dilediği kulunu varlıkla, dilediğini de yoklukla sınar!” demiyor mu? Bu sınav da böyle oluyor her halde. Devletlerin zengin sınıfları besin kıtlığının ne anlama geldiğini bilmez ve merak etmezken, yoksul kesimi pazar yerlerindeki bayat ve çürük meyve sebze atıklarından çöplenme seferlerinde daha sıkı saflar oluşturma yarışına girerler; erken ve çabuk davrananlar o akşam muzaffer olurken akşam pazarından eli boş dönenler için ise yarına “Allah kerimdir.”

Besin kıtlığı yalnızca yoksulları etkilemez, sanıldığı gibi. Besin üreticisi ülkelerin insanlarından da etkilenen olur, kıtlık dönemlerinde. Ama bunların etkilenmesi yoksulların etkilenmesi gibi yürek paralayıcı değildir. Bu dönemlerde bol besin üretebilenler çok, pazarlayıcıları ise çok, daha çok … kazanırlar genellikle. Böylece, hacıya ,hocaya göre insanların zengin ve fakirlerin bu dünyadaki imtihanları çok daha kitabına uygun olurmuş; bilenler öyle söylüyormuş… Üreticiler, böyle zamanlarda daha çok kazanabilmek için toprağa daha çok hormonlu gübreler atıyormuş, çok zengin bazı ülkelerin özel olarak ve özenle ürettikleri genetiğiyle oynanmış (GDO) (genetiği değiştirilmiş) tohumları çiftçilere kullandırıyorlarmış. Çiftçiler bu GDO’lu tohumları ekerek bol ürün alıyor, ancak ürünlerden alınacak tohumları ekerlerse düpedüz hava alıyorlarmış. Böylece çiftçiler çok pahalı olan GDO’lu tohumlarla özel olarak sömürülüyorlarmış. Bu iddialar güvenilir kaynaklarca ortaya atılıyor.

Besin ürünlerinin yetiştirilmesinde yaşanan en büyük sorun, sebze ve meyvelere musallat olan zararlı böcekler ve bulaşıcı hastalıklardır. Bu zararlılarla mücadele doğru yöntemler ve dozları doğru ayarlanmış ilaçlarla yapılmalıdır. Ne yazık ki üreticilerimiz böyle bilgi ve becerilerden yoksundur. Üstelik bu konularda gerekli eğitimi almak gibi bir niyetleri de yoktur. Bilgisiz ve beceriksiz insanların yaptığı ilaçlamalar ise ürüne zarar vermekten başka bir sonuç doğurmuyor. Masraf ve emek boşa gittiği gibi gerektiğinden çok ilaç yüklenen meyve ve sebzeler tüketiciler üzerinde zehirleyici ve kanserojen etkiler yapmaktadır.

Döviz kazanma beklentisiyle komşu ülkelere satmaya çalıştığımız tırlar dolusu sebze ve meyvemiz alıcı ülkelerce bilimsel kontrollerden geçirilip sağlığa zararlı oldukları saptandığında anında sınır dışı edilmekte ve döviz beklentilerimiz suya düşmektedir.

Sonrası mı? Sonra bu zehirli meyve ve sebzeler yurt içinde pazar yerlerinde saf, temiz ve Allah tarafından korunmakta olan halkımızın tüketimine büyük bir güven ve rahatlıkla sunulmaktadır. Yöneticilerimiz bu konuda herkesin halkı koruyuculuk görevlerini kusursuzca yapacaklarından emindir. İnanmıyor musunuz? YÖNETİCİLERİMİZİN KONUT İNŞAATLARINDA DEPREME DAYANIKLILIK KONTROLLERİNİ ZAMANINDA EKSİKSİZCE YAPTIRMIŞ VE BUNDAN SONRA DA YAPTIRMAKTA OLDUKLARINA İNANMIYOR MUSUNUZ YOKSA? AYIP, AYIP… Hem siz zaten çok şüphecisiniz. Sınırlardan geri çevrilip zehirli ve zararlı diye yurt içinde satılan ürünlerimizin halk sağlığına çok zarar vereceklerini sanmanız da ne kadar fesat olduğunuzun açık delilidir. Neymiş efendim? Aflatoksin’miş de, aflatoksin acımasız bir kanserojenmiş, şuymuş da buymuş da… Hem ben şunu yüzünüze karşı apaçık söyleyebilirim: Siz şimdi tutup “ÜLKEMİZDE İŞSİŞ GÜÇSÜZ BİRÇOK ZİRAAT MÜHENDİSİ GENCİMİZ VAR. TARIM VE HAYVANCILIK BÖLGELERİMİZDE İLAÇLAMA VE DİĞER MÜCADELELERİ ONLARA YAPTIRALIM; BÖYLECE HEM ONLARI AÇLIKTAN, İŞSİZLİKTEN KURTARIR, HEM ÜLKEMİZE BÜYÜK DÖVİZ AKIŞI SAĞLAR, HEM DE PEKÇOK İSNANI KANSERDEN VE BİRÇOK ZEHİRDEN KURTARMIŞ OLURSUNUZ.” diyerek yerli ve milli iktidarımızın işlerine karışacağımı mı sanıyorsunuz? Olur mu hiç öyle şey? Tövbe tövbe…

Bakın, siz bu karışık aklınızla, 6 şubat büyük depreminin de kimi sayın büyüklerimizin, yine çok sayın ve çok muteber inşaat şirketlerinin istekleri doğrultusunda, çok bilinen deprem bölgelerinde binaların depreme dayanıklılık kurallarına uyulmadan yapılmasına göz yumduklarını falan hatırlatmaya kalkışacak gibi görünüyorsunuz. İmar Affı, İmar Barışı gibi çok masum, çok sempatik makyajlarla yasalaştıran yerli ve milli büyüklerimizin büyük hizmet aşklarına dil uzatmamı bekliyor gibisiniz. Allah Allah…

Siz beni ne sanıyorsunuz?

01-02-2025/Av.Remzi Kısa/Bandırma

51
A+
A-
REKLAM ALANI