1882-1913 Arası Dönem
Osmanlı Aydınları:
Aydın Bulucu ve İdeolojik Kaynakları
Dünya tarihi gibi Osmanlı tarihinde de siyasal ideolojiler ve kimlikler; dönemin ve toplamkendi içlerinden çıkan aydınlar tarafından teslim edilmiştir. Doğal olarak “Aydın” Aynı zamanda siyasal bir kişiliktir. Buna karşılık “havas” ve “avam” terimleri, bahsettiğimiz siyasalve sosyal grubun yönetim “güruh”, “madun”, “ne istediğini bilmeyen” kimseleritarif etmek için kullanılırdı.
Bu bağlamda bir Osmanlı değeri yaratılması 1839 tekabül etse de asıl olarak 1856dan sonra hız kazanmış ve bu sonra oluşacak bu yeni ipucu mesaj tartışması tartışmakonusu olmuştur. Aydın ya da entelektüel olarak toplumdaki rolu; “Avam” veya “güruh”
olarak bilinen halk kitlelerini, millet olarak bilinçlendirmesi ve siyasal bir kimlik kazandırmak yoluyla yeni bir toplum yaratmasıdır.1856 ile ilgili ve sonrasında Cumhuriyet’in izleme ile takip eden süreçte, Osmanlı veTürk aydınları, “avam” olanın bilinçlendirilmesi ve topluma dönüştürülmesi üzerineayrılanun farkına varabilmiş ve bu sorumluluğu kabul edilmiştir. Tanzimat dönemiaydınları, Avrupa’yı ve Avrupa’yı tanımaya başlamış, öğrenmiş ancak bu süreçte
kendi özünden ğinden uzaklaşmamıştır. Uzaklaşanlar, Ahmet MithatEfendi gibi yazarların hikâye ve romanlarına hiciv konusu olmuşlardır.
Osmanlı Aydınları’nın Ortaya Çıkması
Osmanlı’yı düştüğü bu zor durumdan kurtarmaya çalışan Osmanlı aydınları, tek bir siyasaldoktrine bağlı kalmamışlardır. Bu dönem entelektüelleri arasında Liberalizm, ırkçı-milliyetçi
Düşünceler, sosyalizm gibi birbirinden farklı, taban tabana zıt zıt kabul görmüştür.1870’lerden başlayarak Birinci Cihan Harbi’ne kadar geçen sürede İstanbul, Selanik, Paris,Cenevre, Kahire’de çıkan dergiler tartışan Osmanlı aydınları farklı siyasal doktrinlerbirleşerek yeni ortaya ortaya çıkardılar hem de bu teorik siyasal görüşlerinpratiğe dökülebileceği örgütlenmeleri inşa ettiler.
Örneğin; Namık Kemal kendi yapımında John Locke ve Rousseau’nun görüşleri ile İslam’ınbir sentezini oluşturmaya çalışıyor, parlamentolu bir hükümet kurulmasını, Osmanlılarasiyasal haklar hak talebinde bulunurken, kendi ideolojisine doğrudan Kuran’dan bir meşruiyetsağlamaya çalışıyordu.
Prens Sabahattin ise görüşlerini Fransa’da ortaya Le Play okuluna ve o ekolden EdmondDemolins’e bağlıyor, kendi fikirlerini sosyolojik olarak temellendirmeye çalışıyordu.
Hem Osmanlı son döneminin hem de yeni kurulan Cumhuriyet’in önemli ideologlarındanOlan Yusuf Akçura ise Adam Smith, JS Mill, Charles Darwin, Herbert Spencer gibi iktisatçı filozoflardan etkilenmiş, olası felsefesi üzerinden bir meşruiyet kendi aralarındagörüşlerini oluşturmuştu.
Görüldüğü üzere dönemin önde gelen üç entelektüeli de kendi fikirlerini ortaya koymuş,farklı kaynaklardan beslenmişlerdir.
Ancak unutulmamalıdır ki bu dönem entelektüellerinin
Düşünce dünyası çok daha geniştir ve yalnızca bahsettiğimiz kişi veya görüşlerlesınırlandırılamaz. Farklı yazarlarca farklı fikirler, öneriler sunulmuştur. Buradamühim olan asıl nokta; “Öneri sahiplerinin ortak paydası, feodal / otokratik bir devleti içindedebel’de buhrandan kurtarmaktı. Öneriler, sınıflı bir toplumda ezenlerle ezilenlerarasındaki antagonizmayı, ezilenlerin lehine çözmekten ziyade ezenleri daha modern gereçlerle donatarak iktidarlarının devam etmesinden yanaydı. “
Bunlar genel itibari ile “19. Ortasından itibaren, Avrupa’da oldukça yaygın olan ve Şerif Mardin ‘in tanımlamasıyla’ genel ve popülerleştirilmiş anlamıyla maddi vakalaraehemmiyet verme ‘şeklinde anlaşılan’ pozitivizm ‘düşüncenin dikkat çekmekteydi.Avrupa’da bulunan Osmanlı aydınlan kendi sınıfsal köken, yetişme tarzı, entelektüel arayış vekaynatma Avrupa’lara savuran devleti kurtarma dolayısıyla ‘pozitivizm’, en çokilgilendikleri akıntısı oldu. “
Pozitivizm; bireyi, adeta adeta adeta menfaatleri yok sayıyordu. Bu yüzden ümmetikurtarmak çabasında olan bu düşünürler için en uygun batı düşünesi pozitivist görüşdi.
Bu anlamda Osmanlı entelektüeli; devletin kurtarılmasında, şahsi hakların ve özgürlüklerinyok sayılabilir olmasını kabul etmekteydi. Hatta özgürlük düşüncesinin ayrıştırıcı ve devletin dağılmasını hızlandıracak bir şey anlayışı hakimdi. 1871 yılında Paris’te ortaya çıkanParis Komünü Avrupalı burjuvaziyi ve bu burjuvazinin söz sahibi olduğu hükümetleri bir haylikorkutmuştu. Komün’ün içeriğinin içinde bulunan Kıta Avrupası daha totaliterrejimler kurulmuştu. Avrupa ile ilişkileri oldukça kuvvetli olan Osmanlı aydınları; ParisKomünü sonrasında, gittikçe totaliter bir anlayışı benimseyen hükümetlerdenetkilenmişlerdir.
Osmanlı Sosyalist Hareketine Kısa Bir Bakış
Osmanlı entelektüelinin ekranı çizdiğimiz genel profil itibari ile birçok Avrupa düşüncesiniokuduğunu, benimsediğini belirttik. Bunlardan biri de şüphesiz ki Endüstri Devrimiortaya çıkan mücadelesi ekseninde savaş sosyalist görüştür. Aydınlarınekseriyeti sosyalist görüş ile arasına mesafe koymuş olsa da, bu konu üzerine de yazılaryazarak, tartışmalar yürüttükleri …1871 yılında Karl Marks’ın, Paris Komünü için kaleme yazı bir makale Hakayik-ul Vakayigazetesinde yayımlanmıştır. Ancak yayımlanan yazılarda Marks’tan ‘haydut ve eşkıya’,” Enternasyonal adındaki asiler başkanı ‘şeklinde takdim ederek, yazarlar aslında kendi Görüşlerini de belirtmişlerdir.
Bunun dışında Namık Kemal’in, Reşat ve Nuri Bey lerin,Paris Komünü’nü eden yazılar yazdığı da bilinmektedir.
Ayrıca 1894’te KomünistManifesto, Osmanlı Ermenilerince tercüme edilmiş, gizli olarak Osmanlı topraklarındadolaştırılmaya başlanmıştı.
Osmanlı entelektüelleri kaleme aldıkları anti komünist yazılarda ‘tesavii emval ve iştirak-ben evlad ve ıyâl ‘, yani’ mallarda eşitlik, Çocuklar ve kadınlarda ortaklık ‘argümanlarını kullanarakbir karalama kampanyası gütmüşlerdir. Bu argümanlar, bugün halen komünist karşıtıkimselerce kullanılmaktadır. Ne yazık ki bu durum Komünist görüşe muhalif olan kimselerinargüman üretmekteki başarısızlığını göstermekte dir
Bunun dışında karşı bir grup
ise; “İslamiyet’in, haramı vetefeciliği yasaklayan, yardımlaşmayı,dayanışmayı ve kardeşliği temel aldı savunan bir kesim de aynı tartışmayı savunankomünizmin İslam ile uyuşabileceğini iddia etti . “
1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanına müteakip memlekette bir özgürlük havası esmeyeBaşlangıçış, bu özgürlük havası işçileri de altına almıştı. 1908 yılının son altıda 100’eyakın grev işçi sınıfı, daha geniş sosyal ve siyasal hak talep başvurmaya başlamıştı.İmparatorluğun en önemli ticaret ve sanayi şehirlerinden olan Selanik, bu grevlerin veayaklanmada yer alıyordu. Selanik’te özellikle gayrimüslim vatandaşlararasında yayılan sosyalist görüş, 1909 Yahudi ve Bulgar işçi ve aydınları’nıngayretleri ile ‘Sosyalist İşçi Federasyonu’ ile vücuda gelmiş bulunuyordu. Federasyon; Yahudiİspanyolcası, Bulgarca, Rumca ve Türkçe olmak üzere dört dilde ‘Amele’ gazetesi çıkarmayabaşlamıştı. Ancak takip eden süreçte İttihat ve Terakki yeni ortaya çıkan bu işçi hareketini
Tatil-
i Eşgal Kanunu bastırdı.1910 Eylül ayında İstanbul’da Nuruosmaniye’de Hürriyet matbaası kurucuları yineaynı günlerde Osmanlı Sosyalist Fırkasını’da kurdular. Bu Osmanlı’daki ilk büyük sosyalistörgütlenmedir. Hiçbir genel ve ara seçime katılmayan Sosyalist Fırka, Meclis ben Mebusan’ınBulgar ve Ermeni mebuslarından da destek g
ördü. Osmanlı Sosyalist Fırkası’nda asıl olan isim, ‘İştirakçi ya da Sosyalist’ lakaplı, başkanıHüseyin Hilmi olacaktır. Gazeteci Hüseyin Hilmi ‘iştirak’ gazetesini 9 Şubat 1909 tarihindeyayımlanmaya başlandı. Tarık Zafer Tunaya’ya göre bu dergi; “İhtilalcıdır, sütunlarındaişçileri ayaklanmaya teşvik eden, muhtelif fabrika amelelerinin birleşmelerini isteyen yazılarageniş metin yer vermektedir. “
Muhtemeldir ki gazetenin bu radikal tutumu neticesinde Hüseyin Hilmi tutuklanmış, Bilecik’e
sürgüne gönderilmiştir.Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın, Paris’te Dr.Refik Nevzat tarafından yönetilen bir yurt dışı şubeside bulunmaktadır. Meşrutiyet’in ardından kurulan sol siyasi partilerden biri de ‘SosyalDemokrat Fırkası’dır. 4 Ocak 1909 tarihinde kurulan partinin başında Doktor Hasan Rıza Beyvar. Merkezi Sirkeci, Hamidiye Caddesinde, İsmail Paşa Hanı’ndadır. Parti yöneticileriarasında, dört Rum, iki Türk, iki Ermeni, iki Bulgar ve bir Musevi bulunmaktadır. Parti, ‘Irgat
Ergatis’in adlı Türkçe, Rumca bir gazete de çıkarmıştır.
Mahmut Şevket Paşa’ya düzenlenen suikast sonrasında ise siyaset arenasında ciddi bir Sansürve baskı uygulanmıştır. Bu yasak dönemi 30 Ekim 1918 yılında imzalanan Mondrosateşkesine kadar yapabiliriz. Ancak bu ekran sonra Türkiye Sosyalist Fırkası ve Sosyal Demokrat Fırkası yeniden açılma fırsatı bulmuşlar, bunlara ek olarak bir de Türkiye İşçi ÇiftçiSosyalist Fırkası faaliyete başladı. Henüz yeni doğma karşı olan Osmanlı’daki sosyalistler bile birkaç yıl farklı fraksiyonlara bölünmüşlerdir.
Bu bakımdan Cumhuriyet dönemindeki sol hareket, Osmanlı İmparatorluğu ile büyük oranbenzeşmektedir.
Mustafa Suphi: Çocukluğu, Gençlik ve Sürgün Yılları (1882-1913)
Mustafa Suphi’nin hayatını ve fikirlerini genel olarak iki incelemede inceleyebiliriz. “Birincisi,İttihat ve Terakki karşıtı bir aydın olarak etkisiz hale getirilmek için sürüldüğü Sinop’tan,Kırım’a kaçtığı 1914’e kadarki dönemdir. Diğeri ise Sinop’tan Kırım’a kaçtıktan sonra BirinciDünya Savaşı sıralanış ve Mustafa Suphi’nin yine sürgün olarak yaşadığı dönem ve sonrasıdır. “
Mustafa Suphi 1883 yılında Trabzon vilayetine bağlı Giresun kazasında doğmuştur. Babası AliRıza Bey’in memuriyeti ilk eğitimini Kudüs ve Şam’da, ortaöğretimini Erzurum’da almasınasebep olmuştur. İstanbul ‘da Galatasaray Lisesi’ ni bitirdikten sonra hukuk öğreniminebaşlamış, ardından yükseköğrenimini İstanbul’daki Mekteb-i Hukuk-i Şahane’detamamlamıştır. Suphi, Paris Ulumuı Siyasiye Mektebi’nde de “Memaliki Osmaniye’de İtibarı Zirai Teşkilatı’nın Hal ve İstikbali ”kitabı tezi ile yüksek eğitimini tamamlamıştır.
Tanin, Servet-
i Fünun ve Hak gibi gazetelerde yazılar yazmış, İstanbul’da Ticaret Mekteb -ben Aliyesi’nde hukuk; Darulmuallimin ve Mekteb-i Sultani’de ise iktisat öğretmenliği göreviniüstlenmiştir. Çok hareketli bir hayata sahip olan Suphi’nin şüphesiz yurtdışı görmüş olması vefarklı coğrafyalarda eğitim almış olması, onun düşünce hayatını etkilememiştir. Ayrıca kendisisosyoloji ile ilgili “İlmi içtimai nedir? ” kitabını tercüme etmiş veVazife -i Temdin isimli bir telif kitabı yayımladı. 1912-1913 yıllarında ise vekil, öğretmen ve gazeteciler tarafından kurulan, Türkçülük fikirlerine sahip olan Milli Meşrutiyetperver Fırkası’nın yayın organı olanİFHAM gazetesinde müdürlük yapmış ve yazılar yazmıştır. Fırka’nın kurucuları arasındaKütahya Mebusu Ahmed Ferit Bey, Yusuf Akçura ve Maliye ve İktisat müderrisi Zühdi Beylervardı.Mustafa Suphi ve bahsi geçen kişiler İttihatçılara muhalefet ediyorlardı fırka lakin kendine taraftar bulamayıp şubeler açamayınca ve maddi zorluklar yaşayınca kapatıldı.
Mütareke yıllarında ise Milli Meşrutiyerperver Fırkası, Milli Türk Fırkası olarak siyasalsahneye tekrar girmiştir. İfham gazetesi ise 1913 Haziranı’nda Mahmud Şevket Paşa’yıöldüren kişileri yayımladığı bir haber üzerine kapatıldı. Gazete sahibi Ahmed Ferit Bey vemüdürü Mustafa Suphi tutuklanarak Sinop’a sürgüne gönderildiler. Sinop Sürgünü, Suphi’ninhayatında bir dönüm noktasıdır ve dolaylı olarak ileride radikal bir sosyalist kurtarma vesileolacaktır. İttihatçılar tarafından dokuz arkadaşıyla gönderildiği Sinop kalesinden 24 Mayıs1914’te, Rusya’ya kaçacaktır. Oldukça zor şartlar altında Rusya’ya ulaşmış olan MustafaSuphi, Bolşevikler ve diğer devrimci incelemelerdeki, Devrimci Marksizm ile tanışmıştır. Bu durum şüphesiz onun düşüncesinde hayatını etkilememiştir. Burada katıldığı işçidolaş ve kongreleri, sosyalizmi Türkiye için tahayyül etmesine sebep olacaktır.
1914-1920 Arası
Dönem Özgür, Mustafa Suphi 1914 yılının yazı Sinop cezaevinden kaçıp Sivastopol Kıyılarına ulaştı. Bölgehalkı Mustafa Suphi’yi polise teslim ettiler. “Burada Kendin, İstanbul Üniversitesi
profesörlerinden, politik tutuklu, Sinop cezaevinden kaçan Mustafa Suphi diye ta
nıttı. “
3 gün akış dalgalar içinde ki yolculuktan sonra Mustafa Suphi politik sığınma hakkı eldeiçin başvuruda bulundu. Birkaç gün sonra politik sığınmahakkı tarafına tanındı.
Birinci dünya savaşı başlamak üzereydi. Çarlık Rusya’sı, Osmanlının Çarlık Rusya’nınavcıları olan Avusturya-Macaristan ve Almanya’nın yanında savaşa katılacağını biliyordu.Bu sebeple Mustafa Suphi’nin politikalarında sayfalarında düşünüyordu.
Mustafa Suphi ise Çarlık Rusya’sına ayak basar basmaz Bolşeviklerle ve yerli emekçi ile ilişkilerkurmaya başladı. Geliştirdiği reklamlar tarafından Kırım’dan uzaklaştırıldı.Çarlık Hükümeti’nin Kasım 1914’de Emirle Kırım bölgesinde bulunan Türklerlesınırdışı
ilan edilen K aluga’ya sürgün ediliyorlardı. Mustafa SuphiKaluga’da yoksulluk ‘hayatını sürdürdü. Geçim parasını kazanmak için zenginlerin çocuklarına Fransızca dersleriverdi. Ocak 1915’de il kurulu yerel yönetimin den yardım istedi. Yerel yönetimi eğer hiçbirkazancı olmadığını kanıtlayabilirse günlük yardım alabileceğini iletti. Mustafa Suphi 1915yazan yazına kadar bu ihtiyar yaşadı. 1915 yazından sonra Ural’a gönderildi. Burada Türksavaş tutsakları ile birlikte metalürji fabrikasında çalıştı. Birçok politik literatür kitabı okumafırsatı buldu. Komünistlerle ilişkiler kurdu. Burada bulunan tutsaklara konuşmalar yaptı.Tutsaklara emperyalizmin politikasını ve Bolşevizm ilkelerini, anlatıyordu. Burada MustafaSuphi Bolşevik partisine katıldı. Aynı yazı Mustafa S uphi Rusya’daki sol muhalif ile Kurduğu görülüyor., Marksizm hakkında araştırmalar yaptı. Mustafa Suphi’ningeldiği yerde Kırım ve Bakü’de Müslüman Türk ve Tatarlar örgütlenmişlerdir. Bu konuyadaha ileriki hakkında değineceğiz.
Mustafa Suphi, İsmail Gasprinski aracılığı ile Müslüman, liberal, milliyetçi, burjuva ‘Türk veTatar meclisleri ile ilişkiler ‘oldu. Neden Paris’e gitmeyip Kırım’da kaldığı sorusuburada karşımıza çıkmıştır. Bu sorunun cevabı bu merkezinde bulunan Türk hareketi
nden iddiaları yer almaktadır. Mustafa Suphi burada bulunan yapının Türkiye’ye olanbenzerliği nedeniyle kalmış olabileceği göz ardı edilmemesi gereken bir iddiadır.
“Ural’da Suphi’nin fikirlerinden devrimci Marksizm doğru başlamaya başlamıştı. Savaş esiri vasıfsızUral Bolşevikler İle temas kurdu, eylem yapma eylemi gerçekleştirdi, Rusça öğrendi,savaş esirleri arasında devrimci propaganda yaptı, 1915 yılı içinde Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi saflarına katıldı. “
Suphi sivil esiri arp sıfatıyla Ural’da çalıştı. Ekim Devriminden sonra, o da Rusya’daki bütünesirler gibi özgürlüğü k avuşmuştur.Devrim için çalışma amac ıyla Moskova’ya gitti.Mustafa Suphi, Moskova’ya geldiğinde burada yeni bir gazete çıkarmak istemiştir. Bu
gazetenin Türkçe ve Marksist bir kimlikle çıkmasını istemektedir. Bu nedenle Moskova’daBulunan Rusya Komünist Partisi’ne bağlı olan Müslüman Komiserliği ile görüşmelersağlamıştı. Kendisini ve fikirlerine sütgörüşmelerde bulunmuştu. Mustafa Suphi ‘nin 1914 ile 1918 Sosyalist Devrimcilerin (Es-Er) Rusya’da faaliyet gösteren sol ve komünist dolaşımı yoğun ve örgütlü olduğu yerlerdir.
1914-1918 yıllarında Mustafa Suphi’nin bulunduğu bölgede birçok parti faaliyet göstermektedi. Bu sözler arasında başı çeken Sosyalist Devrimcilerin (Es-Er) ‘di.Bölgeye nufuzetmişlerdi.Sosyalist Devrimciler yoğun sanayi kentleri yanı sıra sıra örgütlülerdi.
Mustafa suphi’nin yardım talebinde Müslüman Komiserliğikurucularından Mollanur Vahidov Bolşevik parti üyesi iken Galimcan İbrahimov SosyalistDevrimciler arasında önder konumundaydı. Tatar müslümanlar arasında SosyalistDevrim’in popüler olmasının sebebi örgütlenenlerin istediği eklerine ve taleplerine yatkınlık göstermeseydi. Mustafa suphi bu emeklilik önce 1914’de Rus Sosyal Demokrat İşçiPartisine katıldı. Müslüman Komiserliğinden yardım istediği zaman Bolşeviklerleolduğu gibi Sosyalist Devrimciler İle de yakın ilişkiler’le olmuştu.
Hamit Erdem’in Mustafa Suphi hakkında kitabında hadise şöyle geçmektedir:
Mustafa Suphi, Oktobr Devrimini büyük bir coşkuyla karşılıyor. Oktobr Devrimi ‘nin Türkiyehalkının yazgısını büyük boyut etkileyeceğini iyi görüyordu. Büyük engelleri aşarakPetersburg’a gelen Mustafa Suphi, Türk tutsakları, işçileri arasında partinin seçkin birajitatörü ve propagandacısı olmuştu. O, başında seçkin Lenincilerden Molla Nur Vahidovyoldaşın bulunduğu yerin Müslümanlar Komiserliğinin oluşmasına dayanmaktadır. KomiserlikMoskova’ya yerleştikten sonra, Mustafa Suphi Yeni Dünya gazetesini çıkarmaya başlıyor. Bugazete, Sovyet Rusya’da bulunan enternasyonalist Türk göçmenleri ve savaş tutsaklarınınoluşturduğu komünist grubun organı idi. Bu grubun yüreği ve örgütleyicisi Mustafa Suphi idi.O, Lenin’in birçok yapıtını Türkçeye çeviriyordu. Doğu Halkları Komünist Örgütleri MerkezBürosunda verimli bir çalışma yürüten Mustafa Suphi, Kızıl Ordu’da enternasyonalist alayları nkurulmasına yardım etti. “
Bir örgütlenme amacı ile yayınlanan gazete Türk grubu ile geniş çaplı bir çalışma ileortaya çıkarılıyor. Yeni dünya gazetesi için çağrı bildiri web yayınlanıyor. Kırımbölgesinde gönüllü savaşçılar ile Enternasyonalistsafı güçlendirmeye çalışıyor. Mustafa suphigittiği onun gazeteyi çıkartmak için büyük çabalar sarf etti.Gazete’nin üstte başlığında ‘Moskova’da Merkez Müslüman Sosyalistler Komite Naşir-benEfkanifadesi göze çarpıyor. Osmanlı alfabesi yazılmıştır.
Fiyatı: 30 kopek vebasım adresiKremlevskaya Naberejnaya Dom, no. 9’dur. 27 Nisan 1918’den 7 Şubat 1921’ekadar 3 yıl yazılmıştır 67 sayı basılmıştır. Gazete Mustafa Suphi yönetiminde çıkarılmıştı.
Gazete sıraları Moskova, Kırım,Taşkentve Bakü taşınmıştır. Mustafa Suphiöldürüldükten sonra gazete Bakü’de kalan Türkiye Komünist Partisi Dış Bürosu tarafından 2sayı daha çıkarılmıştır. Yeni Dünya özellikle Rus ordusu tarafından esir alınmış Türk askerleriarasında büyük destek bulmuştu.Yeni Dünya’nın İlk SayısıYeni Dünya hayatına yayınında Birinci Dünya Savaşı’nın son vakitleridir. Osmanlı’daiktidarda İttihat ve Terakki vardı. Mustafa Suphi ilk yazısında hürriyetin öneminive Anadolu halkının kullanımı hürriyete sahip çıkması anlatmaktadır.
“Cenuptaki Türk Yoldaşlarına, Türk Kardaşlarına, Temmuz’un üzerinden yıl geçti.ay sonra onuncu varsayılan olarak inkılap şenliklerini resmen tekrarlanacaktır. Fakat hangi inkılap,nasıl hürriyet? Nerede bülten, halkın icat ettiği o yeni hayat? Nerede o hürriyetler; fikir ve vicdan hürriyetleri, matbuat hürriyetleri? Nerede o millihükümet?
Millet içinde azıcık düşünüp fikrini söyleyenlerin dimağı İstanbul sokaklarında karakuvvetlerin tabancasına feda edildi. Hürriyet aşıkları, hürriyet fedaileri darağaçlarına çekildi.Bunları kimse unutamıyor.
Ya milli hükümet? Karanlıkta silah ve Kuran hakkında konuşun kadar darıhizmetkarlarına ant içen İttihatçı yoldaşlar elinde, şimdi bir satır, kıran, yakan, milletleribirbirine vuruşturan bir istibdat silahı oldu. İttihatçılar, servet, nüfus ve hakimiyet karşısındavicdan ve millete verilen daha dünkü antlan öyle çabuk unutarak Abdülhamit’in mirasımakondular. Halk henüz aç ve çıplak feryad ü figan da, onlar altın sırmalı kaputlar giyerek,imparatorlar sofrasına oturttular.
Ey fedakarTalatlar, o kahraman Enverler ruhları gibi adlarını da değiştirdiler, paşa oldular.İnkılapçı Türkiye için bir (paşalar hükümeti) temsil ettiler. Nihayet! Bu hal millet hesabına birhıyanet, inkılap namına ise büyük bir rezalet idi.
İttihatçı siyasiler İttihatçı muktesid için Talatlar, Cavitler, Emrullahlar için halkın reyi, halkınnüfuzu ehemmiyetsiz şey, heyet-i içtimayedekiefradın yüzde doksan beşini eden teşkilarnele ve köylü halklarının refahı, rahatı, saadeti bunlar demokrasi ya ve sosyalizm, zararlıişler. Onlar için mühim olanmesele hükümetin nasıl olursa olsun kendi ellerinde kalmasıdır.
Şimdi Alman silahının şarkta zafer bulmasıyla Küçük Asya milletlerinin, özellikle Türklerinhayatı daha başka tehditler, daha başka tehlikeler altında bulunuyor. imdi hükümet yalnız ferdin mi yoksa bütün fertlerin mi menfaatini, menfaat-i şahsiyeyi mi, yoksa menfaat-i
umumiyeyi mi temin edecek? Hükümetler fertler arasında şu içtima ve ittihadı vücudagetiren müesseselerdir. İnsanların marifet ve medeniyet kuvvetlerini kuvveden fiile çıkartıpiçtimai ve iktisadi hürriyetin tekemmülüne çalışmak ise bu müessesenin kazan vazifesiniteşkil eder. IO Temmuz inkılabında Türkiye’nin mukadderatı, bu hüküm bir hükümetineline geçse idi üzerinde beri başında gelen felaketlerden çoğunun önü açık olurdu.İttihatçılar o mana ve felsefeden mahrum, (o) katılık, o (şovenizm) olmasa Osmanlı ülkesinde siyasi, içtimai ve iktisadi, mutedil bir iklim- Küçük Asya’daki Türk hazırlansa terakki ve refah
halkına da rahat bir nefes aldırmak kullanımı hasıl olur. Ondokuzuncu asrın nısf -ben ahirindeAvrupa mamulatının, Türkiye pazarına hücumu en küçük el işçiliğine varıncaya kadar millisanayiyi mahvetmişti. Milli sanatkarımızdan, milli tarihimizden değil, bugün birer tarlaya sahip olan köylü haklarından safra (geriye hiçbir şey) kalmayacaktır. Türk milleti Almansanayiinin esiri, Türk halkı Alman kapitalinin hizmetçisi olacaktır. Türkiye’yi halihazırda şukadar dehşetli bir tehlike bekliyor. Bu korkunç vaziyetten Türkiye’yi, Türk milletini kuRtaracak yol, yine hürriyet, yine inkılap. Ama bu sefer bir güzel paşanın apo I etinden parlayan birinkılap değil, halkın ruhundan kopan, gönüllerde yangınlar çıkaran hakiki inkılap,hakiki hürriyet. Küçük Asya halkları, mazlum Türkler, fakir köylüler! !! Artık uyanınız. Kanun-u Esasi’nin size veri içtima haklarını talep edin. Birleşip söyleşiniz. Karşınızda ufuktakarabulutlar gibi görünen, şimşek ve yıldırımlarla gösteren zulüm ve istibdatkuvvetlerine karşı, gözünüzün, ailenizin, evlatlarınızın hürriyetlerini müdafa hazırlanın. Buezici harap edici zulumkar kuvvet: Alman sanayii, Alman kapitali, Alman altını sizi ortaçağesirleri gibi satın alacak, evinizi, ocağınızı, toprağınızı ve nihayet sermayeniz olan kolgüçzü mezarda çıkaracak, bugün, ne kadar zayıf, ne kadar fakir olsanız, hayatınızıaydınlatan ümit ve teselli güneşini büsbütün söndürecektir. Düşününüz karanlık günlerihatırla, o evsiz barksız, topraksız, sermayesiz, umutsuz, tesellisiz Alman, İngiliz, Fransız,Rus arnelesini düşününüz. Düşününüz detoplanınıziçtimalar, ittihatlar icat lütfen. Şimdiyekadar mahkûmyerel siyasi esaretin, iktisadi esaretle bir daha kuvvetlendirme, Alman poladıyla zırhlanmasına çok kalmadı. Yoldaşlar, garipTürkler … “
Yeni Dünya’nın I. sayısındaki diğer yazılar şöyledir;
İbrahimov, Dirnanşin imzalı ve 22 Mart 1918 tarihli, Tatarca Başkırt Cumhuriyeti (kuruluşu) Hakkında Resmi Kararlar,
Yeni Dünya’nın 1918 Kasım’da 10. sayısı ağırlıklı olarak, 4 Kasım’da “ve”10 Kasım’da tamamlanan Müslüman Komünistler Kurultayı’na ayrılmıştır
22 Temmuz 1918, Türk Sosyalistleri Kongresi
Türk Sosyalistleri Kongresi Rusya’nın çeşitli yerlerinde, dağınık halde bulunan ve birbirinden farklıhabersiz Türk Sosyalistlerinin örgütlenmesi olarak anılmıştır.Bu konuyu Mustafa Suphi’nin Kazan’da hazırlık çalışmaları ve konferansındüzenlenmesi için görev üstlenen beş kişilik heyetin çabaları, ‘Türk Sol SosyalistleriKonferansı ‘diye de anılan konferansın toplanmasıyla sonuçlanmıştı. Yeni Dünya’nın 6. sayısıağırlıklı olarak Konferansa ayrılmıştır.
Yeni Dünya Sayı 6, (3 Ağustos 1918) Merkez Müslüman Sosyalistler Komite English Naşir -i Efkarı davetlilere katılan, konular, konular gibi konular Yeni Dünya’nın 6.Sayısında belirtildi.Kongre’yi açış konuşmasında Mustafa Suphi’nin üzerinde
durduğu konular Türkiye’deSosyalizmin Ütopizm devrini geçtiği, işçi ve köylüler, Tanzimat, Islahatçılık veMeşrutiyetçiliğin Türkiye’yi etkileyen konular üzerinde durarak Mustafa Suphi 3 konununaltını çizmektedir.”Bu konferans, sosyalizmin Türk işçi ve köylüsü tarafından temsil edilen ilk oluşumdur vesosyalizm ütopyadan örgüte dönüşmektedir. Burjuvazinin parlamenter yolla devrilmesininyolu kapalıdır. Her koşulda sosyalistlerin bağımsız teşkilatları esastır. “
4 Kasım 1918, Müslüman Komünistler Kurultayı ve Kurultay’da Türk Heyetine Suçlamave ‘Sosyal Şoven’ TartışmasıMustafa Suphi’yi sosyal şovenlikle ve Türk teşkilatında Osmanlı ajanları buluşunusöylenmiş ve tartışmalar başlayabilir.Bu sözlerin ardından Mustafa Suphi söz almış ve uzun bir konuşma yapmıştır.
Yarım saatten beri Türk Sosyal-Komünistleri hakkında bir türlü netice verilemiyor, kimi buteşkilat halis komünist teşkilatı değil diyor, bir başka ise Türk sosyalistlerinin sosyalistlerininşovenistler olduğu haber verildiğini söylüyor. Biz, hakkımızda açılan bu bahsi büyük birfırsat, fikrimizi, vicdanımızı ilan için ele geçmez bir nimet olarak görüyoruz, çünkü şimdiyekadar Türk Sosyal-Komünistlerine karşı, onların aleyhinde birçok entrikalar çevrildi ve şuRusya inkılabı-ı azimi içinde türemiş olan bir avuç Türk ihtilalcılarının (yaptıkları) iştemuvaffak olamamaları için çok çalışıldı; ancak bu sözler, bu entrikalar matbuat sayfalarına safra çıkarılamadı. Kulaktankulağa nakl olunan benftiralar koldan kola gizlice verilen günlük
ler(hafiyelere mahsus raporlar) mahiyetinde deveran etti durdu. Şimdi de MüslümanKomünistlerinin Birinci Kurultayı’nda karışık, bulanık bir iki sözle uyan bulandırılmakisteniyor, yoldaşlar, biz buna müsaade etmeyeceğiz ve şu hitabet minberinin üstün
den o hain,müfteri, alçak entrikalara cevabımızı verip Türk inkılapçıları gerektiren oynanmakcinayetin o hilekar perdelerini yırtıp alacağız, o vakit siz yoldaşlar, yalnız Türk sosyalistlerini değil, belki, Rusya inkılabı mukadderatını alakadar eden bu işin derece
-i fecaatini anlamışolacaksınız …
Yeni Dünya’nın Moskova’daki Son Sayıları ve Beynelmilel Büyük MitingYeni Dünya gazetesinin Moskova’da basılan son iki sayısında (11 ve 12) gazetenin adınınüstünde yer alan (Türk Sosyalist Komünistlerinin Naşir -Efkarı) ibaresi kaldırılmış ve(Birleşiniz Bütün Bütün Mazlum ve Fakir Halkları) konulmuştur.
Yeni Dünya Sayı 11, (24 Aralık 1918) Birleşiniz Bütün Dünyanın Mazlum ve Fakir Halkları
Mustafa Suphi’nin, 11. sayı ‘Türkiye’de Neler oluyor bir makalesi bulunmaktadır.Mustafa Suphi, bu güzel Türk-Ermeni ilişkilerindeki trajediyi anlattıktan sonra; Gelineniki halk arasında yeniden kardeşliği kurmak için Türk komünistlerinin çok olumsuzSürdükleri üzerlerine düşeni yaptıklarını ve devam edeceklerini, diğer aynıBritanyaun Ermeni komünistlerine düştüğünü belirtmektedir. Mustafa Suphi’ninmakalesi özetle şöyledir.
“Türkler ve Ermeniler, yalnız Türkler değil Kürtler, Çerkezler, Türkmenler ve hatta Rusya’daki Kafkasyalılar, Dağıstanlılar, Türkistanlılar arasında bu nefret ve düşmanlığa nezaman nihayet gelecek! .. Bugünkü nüshamızda zalim Enver ve Talat ordularının Bakü ‘dençıkması Urallardan Rusça ‘Pravda’ gazetesine gönderilmiş bir Mektubun ter Cümesi var; diğer bir yoldaşın yazısı da Ermeni burjuvazisinin idaresindeki eski Rus ordularınınAnadolu’daki vahşe tleri de acıklıbir gömlek takılıyor … Gözleri kan ağlayan kesik başlar,yavrusu memesinde doğran mış kadınlar, canlı canlıyakılan insanlar … Bu feci manzaraları birmuharririn kalemi ve bir ressamın fırçası için resmetmek imkân haricinde, bu manzarakarşısında insan hayali ve hisleri, elim heyecan ve buhranlar içinde kudretini, iradesini kaybediyor. Türk ve Kürtlerin Ermenileri, Ermenilerin Kürtleri ve Türkleri takibe, mahva,yokmuş koşmaları; bu fetihlik davasında medeniyetleri vahşetle yoğrulmuş Avrupalıemperyalistlerin insan ruhuna ektikleri, akıttıkları zehir; bu masum milletler arasına kasd ilesokulan, din ve millet hırslarıyla yakılan bir düşmanlık; Ermenilere Anadolu’nun yarısını vaatedip sonra Türk ve Ermeni milletleri arasında katliamlar ve yağma ateşleri yakıp, daha sonrada tutuşturdukları bu yangını söndürmek için Küçük Asya’nın işlerine karışmak … Anadolu’yune Türklere, ne Kürtlere, ne de Ermenilere değil, ancak yeniden ele almak … Bu hakikati Türkve Ermeni işçi ve köylüsünden bilmedik anlamadık hiç kimse artık kalmamış olmalı; buhakikati halka anlatmak ve o feci cinayetlerin önünü almak Türk ve Ermeni inkılapçılarının ve bu inkılapçılardan özellikle komünist enternasyonalistlerin vazifesidir.
22 Temmuz’da Moskova’da toplanan Türk konferansı bu hususta düşen vazifeyi pek güzel tayin etti;’Türk emperyalistleriyle Ermeni burjuvaziyasın ın bu iki halkın mahvına yürüyen hareketlerinitakip ve bu hususta bütün dünyayı aydınlatma Türk komünistlerine düştü; bizler üstümüzedüşen bu işi bütün imkânsızlıklara bakmadan geldiği kadar işlemeye çalıştık; bundansonra da çalışacağız, fakat bu husustaki uğraşın bir kısmı da Ermeni yoldaşlara kalıyor. EnverPaşadan fukara halka bir fayda gelirse, Taşnaksutyunlardan iyilik beklenebilir, fakat Ermenienternasyonalist dostlarımız bizim en büyük ümitlerimiz temsil etmektedirler … ‘Türk Ermeni, Şarkta hayat ve hareketleri bir dereceye kadar muayyen ve müteşahhıs olan bu ikiunsurun birleşmesi içtimai inkılap için pek lazım ve zaruridir … “
1919 Kırım ve Odesa 1919 ‘un başlarında Beyaz Ordu’nun direnişi kırıl sonra, Kırım Türkleri arasında,temelini Moskova’da önceden esir düşmüş Türklerden attığı Türk komünist teşkilatınıgenişletmek ve Anadolu’ya daha yakın olmak, Mustafa Suphi yakın arkadaşlarıylaKırım’a gelmişti. Kırım’da o zaman hala büyük bir kargaşa hakimdi. İngiliz ve Fransızdonanmaları tüm Karadeniz sahillerini ablukaya almış, Bolşevik devrimi ne pahasına olursaolsun yok etmek etmek emperyalist donanıma desteğini alan Beyaz Ordu ve Çargeneralleri savaşa devam etmekteydiler. Kırım ‘da İngiliz ve Fransızlar tarafın
dan baskı, Kırım’daki burjuva çevrelerin örgütü ‘Milli Fırka’ etkili bir örgütlenme faaliyetinegirişmiş ve bir konferans düzenlemişti. Bu Sipariş Kırım’a taşınan Türk komünist teşkilatıile beraber Yeni Dünya da yayınına Kırım’da devam etmişti.
Üçüncü Enternasyonal Birinci Kongresi
Rusya’da gerçekleşen devrimin ardından geçmişten nereye geldiği ve şimdi neleryapılacağı şekilde Mustafa Suphi’nin III. Enternasyonal 1. Kongresinde Yaptığı Konuşma
“Burada Moskova’da, tüm dünyanın Geleceğini değiştirecek 3. Enternasyonal ‘in merkezinde,proletarya, mazlum Türk köylüsü ve emekçi sınıfı adına, kapitalizmin, batının hırçınuygarlığının yırtıcı pençesinde can çekişen, birçok benzerleri gibi emperyalizmin zulmündeinleyen bu mazlum halk adına, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik adına konuşmak ne mutluluk …Gerçekten, diğer ülkelerdeki gibi Türkiye ‘de padişahların barbarlıklarına, kalleşliklerine,işledikleri cinayetlere oğul verilmelidir. Dökülen kanlar yalnız Ermenilerin değil, Türkfıkarasının, emekçisinin, köylünün de kanıdır. Bu barbarlıklara başvuran, mazlum halk Kitlelerideğil, Türk Paşa ve padişahlarıdır. Yoldaşlar, Rusya’da bulunan Türk emekçi ve köylüProjeksiyon, Ekim Devrimi medenieye karşı çıkmaya ve şeyden önce
yönetici ilerin başvurdukları barbarlıkları sona erdirmeye karar verdiler.
1920 Yılı-1920 Taşkent 1919 ilk yansında Türk komünist teşkilatı ve Mustafa Suphi’nin, Odesa ‘da Anadolu’ yadönüş için yaptıkları hazırlıklar tamamlanamamıştı. Bu saldırı saldırıya geçen ve Kırım’ıaleBeyaz Ordu, Kırım’da yaşamayısız kılmıştı.
Odesa’dan çekilen ve Moskova’ya dönen Mustafa Suphi Anadolu’ya, Türkistan-Azerbaycan
üzerinden geçmeyi denemek üzere 1920 yılı başlarda Taşkent’e geldi. Taşkent’te RusyaKomünist Partisi Türkistan Bölge Komite organı olan İzvestiya gazetesindeki demecindeTürkistan’da yapılacak çalışmalar hakkında bilgi yapıyor
“Biz Türkiye komünistleri yalnız Türkiye’nin müstakilliği uğrunda değil,aynı zamanda bütünŞark’ın istismar olunan halklarının azatlığı uğrunda mücadele ediyoruz. Biz Rusyaproletaryatıile el ele verip, Avrupa kinci emperyalizmine karşı çıkıyoruz. “
1918’in Temmuz’unda Moskova’da esir düşen Türklerle Türk komünist teşkilatımeydana getirme projesi, geçen zaman içinde olgunlaşmış, Türkistan’da bulundude Türk komünist teşkilatına üye olanlar sayıca artmışlar, Azerbaycan ‘da Bolşevikleri niktidarı kazanından hemen sonra 1920’nin mayıs ayında Mustafa Suphi ve arkadaşları,faaliyete Bakü’de devam eden karar vermişlerdir.
Türkiye Komünist Teşkilatı Bakü Komitesi’nin Kuruluşu
Mustafa Suphi ilk olarak 1914 yılında Bakü’ye gitmeyi ve orada fikirlerini beyan edebileceğibir gazete çıkararak yayın hayatına başlamak istediğini belirtmiştir.Dönemim karışık ortamda Enver,Talat ve cemal paşaların yönlendirilmesi veAlmanların da desteğiyle
sürükletilen savaş Suphi, yazılarını yayınladığı ikbalgazetesinde, barışın mümkün mertebe derin kalınmasıbelirtmiştir.
Şartlar bu şekilde gelişmemiş, geçen 6 yıl yazın girilen savaşta yenilgiler peş peşe gelmişve ülke olası bir işgalin arifesine girmiştir. İttihat ve Terakki kapatılmış, yöneticileri yurt dışına kaçmıştı, diğer tarafta eski ittihatçılar veyeni temsil heyetinden oluşan bir grup Bakü’ye Bolşeviklerle görüşecek ve Anadolu ‘daki destek hareketi arayacaklardı.
Bakü’de Türk Komünist Fırkası bu sıralarda kurulmuş ve Yeni yol isimli bir gazete çıkarmayaYazışmalara başlamışlardı Mustafa Suphi Bakü’ye geldikten sonra bu gazetede yazılarBaşlangıçışdır, zamanla bu gazete kapatılacak ve yerini Yeni Dünya isimli gazete alacaktır.
Mustafa Suphi zamanla oluşum formu ön plana çıkmış ve üstlendiği rol neticesindeİttihatçıların etkisinde ki TKF’yi feshedip Türkiye Komünist Teşkilatı Bakü Komitesi’nikurmuştur.
Mustafa Suphi liderliğinde toplantılarda yapılan iş bölümü neticesinde teşkilatBeş şubeye ayrılmıştır bunlar askeri, tebligat vebarat, kitabet ve maliye, kayıt ve tevziyeve matbuat şubeleridir.
Türkiye Komünist Teşkilatı’nın Örgütlenme
Çabaları Yayımlanan raporlarda teşkilatın artık fiili olarak örgütlenmeye başladığı belirtilmiş veİstanbul, Ankara gibi bölgelere temsilciler yollanacağı duyurulmuş ve bu doğruçalışmalara başlanmıştır.
Örgütün bir diğer programı ise İran ve başka yerde bulunan Türk esirler arasındaörgütlenme yetkisi adamlar gönderilmesidir.Diğer diğer Anadolu ‘daki direniş hareketleriyle de temas kurulmaya çalışılmış ve kuvayı Milliye
‘nin Komünizme olan tepki ve bakış açısı ölçülmeye çalışılmıştır 1920 yılı Anadolu’dasol örgütlenmelerin yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir, Yeşil ordu Cemiyeti veTKP (Hafiye) teşkilatı sınır en önemlilerindendir bu tarz siyasi örgütlen devam pek sıcakbakmayan Ankara Hükumeti’nin Yeşil Ordu’yu kapatma çabaları sonucu eski ittihatçı ve yenikemalistlerde n oluşan bir grup 1920 Auğus tos’unda Bak ü’deTürkiye K omünist Fırkas ınıkurmuştur.
Süleyman Sami, Teşkilat içerisinden, Mustafa Kemal ile görüşmek, Ankara’da bir teşkilat kurmak ve Ana dolu’nun çeşitli yerlerinde görüşmeler yapıp proloter olarak tabir edilenkesimden insanları Doğu Halkları Kurultayına davet etmek üzere Türkiye’ye yollanmıştır.
Süleyman Sami gezdiği il ve kasabalarda uygun ve çevrelerle görüşmeler yapmış,Bolşeviklilik hakkında toplantılar düzenlemiş, Mustafa Kemal ve bir grup komünistmilletvekiliyle görüşmeler gerçekleştirmiştir.
Diğer farklı isimleri de TeşkilatınGörüşmeler yapmıştır sözlü Salih Bey Karabekir paşayla yaptı görüşmede, Doğu
Anadolu bölgesinde örgütlenmek için istediği izni meselesi dışı alamamıştır.
Örgütlenme çalışmalarıyla ilgilenen bir başka isim Şerif Maratov 1920 sonbaharındatutuklanıp sınır dışı edilmiştir.
Bı sıralarında Türk esirlerden alıntı planlanan askeri kuvvet Türk Kızıl Alayı adıylave kurulmuş Mustafa Suphi yayımladığı raporda bu alayın işgallere karşı savaşmaya hazırolduğunu belirtmiştir
Diğer tarafdan olaya müdahil olan Karabekir Paşa, asker ihtiyacının bulunmadığını ve örgütün teç hizat yardımı yapmasının daha iyi Düşünme belirtmiş bu doğrultuda Birinci NişancıAlayına asker alımı durdurulmuştur .
Askeri faaliyetlerini durduran örgüt Rusya’dan gelen Türk esirlerin Türkiye’ye geçmesini sağlamak ve sağlamak bir okul açılması gibi çalışmalarda .
Bakü’de artık somut bir örgüt haline gelen Türkiye Komünist Teşkilatı Bakü Komitesi’nin 2hedefi vardı biri Kuvayi Milliye ile temasa geçip Anadolu’daki direniş hareketleriylesenkronize hareket etmek, diğeri ise Anadolu ve Azerbaycan’daki esirleri birleştirmekçatı örgütü kurmak, bu örnek Anadolu’ya propagandacılar yollanmış ve dağınık
Burada sol örgütler birleştirilmeye çalışılmıştır.
Tüm yanı yanı sırbir düzenlenmesi planlanan kongreye davetler gerçekleştirilmiş.
Yeni Dünya’nın Yeniden Yayınlanması
Bu hedefler çerçevesinde Yeni Dünya gazetesi yeniden yayımlanmaya başlamış ve
20.06.1920-17.02.1921 tarihleri arasında toplam 19 sayı yayınlanmıştır.2-50sayısında Saltanattan sonra isimli bir dergide Suphi, Osmanlı’nınyıkılmasından sonra Anadolu’da oluşacak hükumet şeklini tartışmıştır.
Yeni yönetimin proleter halk çerçevesinde kurulmasını tavsiye eden Suphi bu kesimin sadık ve liyakat içerisind en olacağından bahseder.
Bir diğer önemli makalesi Tarihi Vazifedir, bu makalesinde değişen Dünya düzeninden veTürkiye’nin içinde meşakkatli süreçten bahseden Suphi yeni yönetiminEmperyalizm yerine halktan güç alması ve
topyekûn bir mücadele beyni işgallere karşı çıkılması Gerektiği vurgulamıştır.
Üçüncü Enternasyonalİkinci Kongresi
19 Temmuz 1920 tarihinde Petrograt ‘bir üçüncü Enternasyonal İkinci Kongresi toplandı, bu Kongrenin önemli gündem maddelerinden biri Komünist Enternasyonel’e katılmak isteyenpartilerin uymak zorunlu kriterleri belirtmekti bu doğrultuda ünlü 21 koşulaçıklandı, bu soru Komintern’in katı, disiplinli, merkeziyetçi ve inisiyatif tanımaz biryapıda olduğu ortaya çıkmaktadır, bu kurallard bir hareketle Dünya devrim partisi olma yolunda oldugunu. Komintern’in fikirsel alt yapısını Lenin’in fikir oluşturmaktaydı. Lenin yanı sıra Roy ve Serati fikirleriyle bir çıkmakta ve Lenin’in fikirleriyle çatışma içerisine girmekteydi.
Ters düştükleri ana konu ulusal kurtuluş hareketlerine Burjuvazinin bakılmaksızın niteliğine anti emperyalist mücadelesine destek verilmeli mi, verilmemeli mi,
Suphi’yi yayımladığıyazılarında Lenin’in görüşüne destek vermek olayı Türkiye boyutu değerlendirme ve sınıffarkı gözetmeksizin mücadeleye girilmesi belirtmiştir.
Birinci Doğu Halkları Kurultayı
Birinci Doğu halkları kurultayı 1-8 Eylül 1920 tarihinde Bakü’de düzenlenmiştir kurultayda BaküYakındoğu, Kafkasya, Türkiye, Ermenistanve İran’dan inkılapçı teşkilatların katılacağı birkongrenin toplanmasına karar verilmiştir.
Hamit ERDEM, Mustafa Suphi , İstanbul: Sel Yayıncılık, 2010 sf. 118
Kurultayın hedefi Doğu’da yalnızca komünist ve sol siyaset içinde bulunan grup ve partilerideğil Emperyalizme karşı mücadele veren bütün halkların katılımını sağlamaktır. Diğeryandan Ankara hükumeti yapmak bu girişimleri engellemek adına çalışmalar yürütmüş veTürkiye’de bulunan sol gruplar kurultaya katılamamışlardır fakat yasakları delerek kurultayakatılan
münferit oldugunu da söyleyebiliriz.
Türkiye KomünistTeşkilatı,
Mustafa Suphi’yi kendi adına Birinci Doğu Halkları Kurultayı’na1 Eylül 1 920’de 1891 delegenin katılımıyla açıldı ve Kurultay teslim aldı veKonuşmalar Rusça, Türkçe, Azerice, Özbekçe ve Farsça yapılmıştır.
7 gün 7oturum olarak düzenlenen kurultayda 1891 delege büyük bir coşku ve heyecanBT çökertilen Emperyalist sömürge sistemi karşısında kazanılan zaferikutlamaktaydı.
Kurultay başkanı Zinovgev’de konuşmada kurultayın artık sadece komünistlerden ibaretdeğil bütünsel bir köylü ve halk hareketine dönüştüğünü belirtmiştir .Kurultay tamamladıktan sonra bir sesleniş niteliğinde “Doğu Halklarına”başlığıyla bir bildiri yayımlamıştır.
Türkiye Komünist Teşkilatları 1.Kongresi
1920’de toplanan Türkiye Komünist Teşkilatları 1.Kongresi’nin aslında 1918’de toplanılmasıöngörülmüştü. Fakat Rusya’daki iç savaş ve devrimin henüz yerleşmemesi ve daha daönemlisi Anadolu’daki işgal edilmiş müm kün k ılmamıştı.Şartların uygun ha le ge lmesi Eylül1920’yi buldu ve kongre 1.Doğu Halkları Kongresi’nden hemen iki gün sonra toplandı. İkikongrenin peş peşe toplanması komünist kongrenin engellemelere maruz kalacağıdüşüncesiyle özellikle düşünülmüştü. Böylelikle ilk kongreye gelecek delegelerin en azındanbir kısmının diğer Kongreye de sorunsuz katılması sağlanacaktı.
Birinci OturumKongre 10 Eylül 1920’de saat beşte 32’si oy sahibi 74 delege ile Bakü Kızıl Ordu Kulübü’ndetoplandı. Azerbaycan İnkılap komitesi Üyesi Neriman Nerimanov, Azerbaycan Halk komiseri
Ali Haydar Karayev, Dağıstan komünistleri adına Celal Korkmazov ve Tatar komünistleri adınaMaksud gibi tanınmış doğulu komünistlerin yanı sıra Üçüncü Enternasyonal merkez komiteÜyesi Pavlovic ve Elena Stasova gibi rus komünistler de katılmıştı. Azerbaycan Komünist Partisi adına Nerimanov’un kongrenin tüm maddi hazırlıklarını üstlenmesi ve Pavlovic ileStasova’nın katılım katılımı, Komintern’in önemi gösteriyordu.
Kongrenin açılışında Mustafa Suphi, geçmişte bir hayal olan komünizmin Rus devrimciler söyle esinde yükseldiğini ve Türk devrimcilerin doğuda bu sancağı taşıyacaklarıyla ilgiliromantik bir konuşma yaptı. Ev sahibi sıfatıyla ikinci konuşmayı yapan Neriman Nerimanovise tüm proleterlerin üçüncü enternasyonal çatısı altında toplanılmasının gerekliliğinibelirtiyor ve kongrenin şark komünistleri için ebedi bir nişan olmasını temenni ederek konuşmasını bitiriyordu. İlk oturumda söz alan diğer konuşmacılar Pavlovic, Stasova ve AliHaydar Karayev de Doğu’daki komünist hareketlere her türlü desteğin verileceğinden sözettiler.
Diğerlerinden ayrı olarak Rusya Komünist Partisi adına Elena Stasova üstü kapalı bir şekildeajanlara dikkat etmelerini tavsiye etmişti. İlkoturum açılış konuşmaları ve tebriklerden sonra
Kongre Fahri Riyaseti seçimi ile sonra erdi. Lenin, Stalin, Troçki ve Zinoviyev oy birliği ileKongre Fahri Riyaseti’ne seçildiler.
İkinci Oturum 11 Eylül günü toplanan ikinci oturumun ana gündem maddesi başkanlık divanınınalıştıydı. Vakit kaybedilmeden yapılan seçimde Mustafa Suphi,
Mehmet Emin, Abid Alim, Cevat Bey, Süleyman Nuri, Nazmi ve İsmail Hakkı başkanlık divanına seçildiler.Ayrıca bu oturumda Anadolu’daki eylem karşı nasıl bir yol izleneceği hususunda çeşitlikonuşmalar yapıldı. Cevat Bey’in tesirlikonuşmaları
ile alınan kararlar şu şekildedir:” Anadolu’daki devam eden Milli İnkılap Hareketi’nin umum dünya emperyalizmine karşıKarşılaştığı bütün dünya proletarya hareketine yardım ettiğine kaniyiz. Bumilli hareketin,memleket dahilinde inkişaf bulması ve derinleşmesiyle sınıf şuurunun meydana gelmesinehizmet verdiği ve böylece yarınki ictimai inkılaba müsait bir muhit hazırladığı muhakkaktı r. ”
” Türkiye Komünist Fırkası bir mahallinde Türkiye’de emperyalizme karşı olan bu hareketinderinleşmesine yardım etmekle beraber, diğer rençber, işçi halkın asıl maksadı veson emeli olan çalışanlar hakimiyetini elde etmek esaslarını hazırlamak için bezm
-i mesai rekor. ”
Bu kararlar gösteriyor ki, Kongre Anadolu’daki hareketi desteklemekle beraber komünizme giden onu yolda bir basamak görüyor ve bu sekilde kullanmak istiyordu.
Üçüncü Oturum Kongrenin üçüncü konu konu ağırlıklı olarak sömürgeler ve milliyetler üzerineydi. Türk,Kürt, Arap ve Ermeni milletlerinin vaziyetleri ile ilgili Nazmi söz aldı. Konuşmasında darıarası ihtilaflar ve çatışmalar için yöneticileri ve emperyalist ülkeleri suçluyordu. Ona göremazlum Türk ve Ermeni halklarını birbirlerine düşürenler de Almancı İTC ve İngiliz yanlısıTaşnak’tı.
Oturumun son kısmında ise Cevat, kooperatifçilik ile ilgili söz aldı. Bitiş cümlesini aynen vermeyi yeterli görüyorum:” TKF memlekette idareyi eline alana kadar komünizm ruhunda bir kooperasyon hareketiuyandırmaya çalışmalıdır. ”Kooperatifçiliğe dair dört maddelik kararın kabul verilmesiyle üçüncü oturum kapandı.İlk üç oturum üyelerin fikirlerini açıklaması, uzlaşım ve partinin fikirsel teknolojisine dair birhazırlık hüviyetinde idi. Dördüncü, beşinci ve altıncı oturumlar ise TKF’nin sesi vetüzünün görüşülmesi, kabulü ve TKF Merkez Heyeti’nin seçimi ile geçti. Mustafa Suphiparti program delegelere tek sunmuş ve onun maddesi üzerinde açıklamalardair.
1920-1921 Arası Dönem
Görüşme ve Dönüşten önce Büyük bir mücadele içinde komünist yapılanma neredeyse tamamdı artık. Baküde açılanteşkilatlanma veörgütlenme çabalarının sonuç vermesiyle de Yeni Yeniden Dünyabaşlamaya başlamıştı, bu süreci Üçüncü
Enternasyonal İkinci Kongresi ve Birinci DoğuHalkları Kurultayı takipetti. En nihayetinde Türkiye Komünist Fırkasının kuruluş gerç ekleştiburadan sonra bu yeni oluşumun oturumları, kongreleri yapıldı ve parti programları nasılolacağına karar verildi. Konuşmalar ve tartışmalar esnasın da elbette Türkiye’deki komünizmşarkı sözleri var olan teşkilatların birleştirilmesi konusu birçıldı. Yani sıra Türkiye ‘deyürütülecek yola geldi bunlar için yeni kongreler ve heyetler seçildi.
Anadolu ile GörüŞmelerve Dönüş Yolu 1920 oğullarına doğru doğru Mustafa Suphi ve Türkiye Komünist Fırkası mücadeleyi,Anadolu’da, yıllar önce koparıldıkları topraklarda sürdürmeyi tartışmaktaydılar. Bu BaskıMustafa Suphi Anadolu ile irtibatını koparmamış, özellikle I. Dünya Savaşının fiilen sonaerdiği ve Ural’daki savaş tutsaklarıyla birlikte bırakıl sonra, Moskova ve Kırım’dakiçalışmalarında dağılan Osmanlı Devleti ile Anadolu’daki filizlenen direnişi yakından izliyor,Yapmayı ve ona katılmayı ümit etmekteydi.
Arkadaşlarının küçük bir bölümüAnadolu’ya gelmeye başlamıştı ancak kendisi Kırım’ın İşin bitiminde kalmıştı.
Mustafa Suphi, Anadolu’daki ulusal hareket ile kurulduğu söylediği ilk ilişki için ‘TariheVazife ‘sitesinde yazmaktadır:
Geçen Balkan ve son Avrupa kasaplıklarındabahtsız Anadolu rençperlerinin kanının dökülmesine; çılgınca, merhametsizce o sekildemuharebeye karşı durmuş iken, Mustafa Kemal Paşa’nın yaklaşık bir yıl önce bize, Odesa’dabildirdiği isyana razı ve taraftar
olduk ve bugün Antanta yağmacılığı karşısında büyük bir Cephe Karşılaşma Kuvayı Milliye ordularının başarısına yardımcı oluyoruz… ”Mustafa Suphi’nin sözünü ettiği Mustafa Kemal Paşa ile görüşmenin kimler tarafından ve neGerçekleştirildiği bilinmemektedir. S. Yerasimos’un bu konudaki yorumu akla yakındır.
Yerasimos, 19 Mayıs’ta Samsun’a, 25 Mayıs 191 9 ‘da Havza’ya gelen Mustafa KemalPaşa’nın, Kırım’dan kalkıp İstanbul ve Samsun’a gelebilen Türkiye Komünist Teşkilatı temsilcilerinden -Samsun’a gelen grubuyla- Haziran’ın ilk günlerinde Havza’da görüşmüş
doldurmalarıni yazmaktadır. Yerasimos, aynı günlerde İstanbul ‘da Sadrazam Damat FeritPaşa’nın, Trabzon Valisi’ni ‘birtakım Bolşeviklerin Osmanlı kıyılannı geçerek Samsun veTrabzon yoluyla Anadolu ‘ya girdikleri’ konusunda uyardığım, Havza ‘da bu görüşmeyiyapanların tekrar Kırım ‘a döndük! erini, ancak Denikin Ordusu’nun Kırım ‘ı işgaliyle builişkinin sonuçsuz kaldığını ilave etmektedi r.
Bolşeviklerin durumu kontrol altına almasıyla birlikte yine Mustafa Suphi Anadolu’ylatemas kuracak.Talipzade Yusuf Ziya, Salih Zeki, Süleyman Sami Beylerin Anadolu Temasları
Mustafa Suphi’nin hayatının belli döneminde özellikle de Türkiye Komünist TeşkilatınınKurulduğu onu bazı arkadaşlarının üzerinden anlatmak daha doğru olacaktır buisimlerden ilki Talipzade Yusuf Ziya ve onun Oltu temaslarıdır. Mustafa Suphi Anadolu’daki
hareketin güçlenmesi ve kendi ideolojilerini yaymak faaliyetlerine girişmiştir bu vesileTalipzade Yusuf Ziya’yı Kazım Karabekir Paşa’nın yanına göndermiştir.
Kazım Karabekir şöyle yazmaktadır:”17 Temmuz’da Bakü’den Talipzade Yusuf Ziya Bey geldi. Bu kişi Umumi Harb ‘de TürkBinbaşısı rütbesiyle İran ‘da İslam Birliği propagandası yapardı ve doğruca Grup KumandanıHalil Paşa’ya bağlıydı. O zaman Tebeşirriz’de görmüş hareketini sınırlandırmış ve tespityapmıştim. Bu kişi birkaç zaman önce yanımda Müsavat hükümeti adamı idi. Simdide Bolşevikoluyor. Kafkas durumu hakkında bilgi getirmesi için Bakü’ye ben göndermiştim. Vaziyethakkında hayli bilgi aldım. Bakü’de Türk Komünist Fırkası teşkil etmiş. Reis: Suphi, Üye: AsımHalim, Ahmet Yakup, Mehmet Emin imzalarıyla bana bir mektup göndermişler … “
Talipzade’nin İttihatçı komünistlerin tarafından Mustafa Suphi’nin teşkilatına katıldığınıgörüyoruz. Bu sürecin en önemli olaylarından birinin Kazım Karabekir’in Komünizme hepyakın görünmesi ya da görünmüş olması. Süreç boyunca Ankara’dan gelenleri ayrı birdiplomasi ile komünistleri ise ayrı bir diplomasi ile yönlendirmiştir. BunuGörüşmelerle sınırlı bırakılmamış kanunlar da yapılan oynamalarla birlikte.
‘Arazi hakkında bir kanun çıkarılarak bütün arazinin köylüye verileceğini, ahalinin ekserisiasker ve rençper dahil hakimiyetin bu zümre eline geçmesiyle memleketin müteessirvilayet olmayacağını-i Sitte ‘de yapılacak inkılabı üzerine alacağını ‘söylediğini aktarmıştır.
Talipzade, Kazım Karabekir ve Mustafa Suphi arasında adeta bir köprü kurmuşturarasında mektuplaşmalar onun üzerinden sağlanmıştır.
Bir diğer arkadaşı Salih Zeki ise Erzurum ile temas kurmuştur. Salih Zeki’nin Erzurum ile Trabzon vilayetlerindedönemleri raporlar her her şeyi açıklamaktadır.
Rapora göre: Doğu’da Kazım Karabekir’in egemenliği, Trabzon’da İttihatçıların için onun içinyerde tıslanmaktadır. Kuvayı Milliye teşkilatlan oBölgelerin eşraf ve zenginlerinin elindedir.Bu ekonomik zenginliği elinde tutan sınıflar aynı zamanda önce İttihatçı sonra Kuvayı Milliyetemsilcisi olarak siyasi iktidara eklemlenmiş durumdadır. Burjuvalaşan eski düzenin muktedirleri yeni devleti kurmanın eşiğindedirler.
Süleyman Sami ve onun değeri tam bir muamma çünkü o Eşref Paşa’nın (Kuşçubaşı)Selim Sami ile karıştırılmıştır. Bu karışıklık; Süleyman Sami’nin, (Hacı) Selim Sami’nin sanılması,(Hacı) Selim Sami’nin İttihatçı fedailerden oluşu,-bilerek veya bilmeyerek- Mustafa Suphi ve Arkadaşlarının katledilmelerinde genel olarak İttihatçılara yıkılmasına vegerçek sorumluların yıllarca gözden kaçırılmasına neden olmuştur.
Ancak Philip H.Stoddart’ın karşında şu kesin ki Süleyman Sami ve Selim Sami aynı kişi değiller.Süleyman Sami direk Mustafa Kemal ile ilgili yayınlanmıştır hakkın da çıkan casuslukmeselesinin bir diğer noktası işte bu mektuplaşmanın cevaplarının Azerbaycan’adöndüğünde Azerbaycan’a ulaşmamış olması, bunun sebebi ise cevapları kendi taşımamışolmasından kaynaklanır.
Süleyman Sami’nin Raporu:
Süleyman Sami göreve geldiği ilk ve öncelikle Türkiye’ye nasıl dönüşüyoraçıklamaya başladı ardından Trabzon’dan giriş yapmasıyla birlikten oradan memleketiSivas’a geldiğinde neler yaşadığını öğreniyoruz kendi ağzından görevini ise şu şekildesöylemekte; Vazifemin biri Mustafa Kemal Paşa’ya mektup göndermek, 2 teşkilat (kurmak), 3 sosyalistlerle münasebat.
Ardından raporuna tüm bu gelişmeleri anlattıktan sonra TürkiyeGörüşlerini dile getirerek sonlandırmıştır. Halkın beklediğini söylüyor.Cepheler Dünyaları hakkında kısa bilgiler Türkiye’de gerçekleşen inkılabıdeğişimi anlatmaktan da ger
durmuyor. Rapordan çıkan sonuç . Süleyman Sami neredeyse tüm Anadolu’yu dolaşmış ve kendisinin vazifesi olduğunu söylediğio 3 görevi yerine getirmeye çalışmıştır bu mesaj Ankara’da örgütlenen yeni gruplarla dagörüşmüştür (Yeşil Ordu, Hafi, vb.). Bütün bu çalışmalarda Süleyman Sami’yi, ajan ortaya çıkmasın diye bu detaylı parti yazarı, mecburen yapan bir kişi olarak mı kabul etme li? Süleyman Sami, Bakü’ye döndükten sonra Merkez-i Heyet’in kim toplantılarına katılmış, doğal bir şekilde görüşlerini açıklamaya devam etmiş, parti faaliyetinisürdürmüştür.
Komünist Fırka’nın Türkiye Dönüşü
Mustafa Suphi, Anadolu’ya dönüşme faaliyetin ağırlığını kazandı-Anadolu’da-fiili iktidarıelinde tutan burjuva unsurlarla bir zemin oluşturmaya verirken diğer diğer, Türkiye
Komünist Fırkası’nın doğu seksiyonu ‘Doğu Halkları Propaganda ve Hareket
Sovyet’iile dönüşle ilgili görüşmelerini sürdürmektedir.
Bunlarla birlikte Mustafa Suphi dusunduğunu dusunduğu yerden Koparmamıştır, Rusya Komünist Partisi ilk başında gelir.
Türkiye’ye gidecek heyet Mustafa Suphi, Mehmet Emin, Ethem Nejat olarak görevdeMustafa Kemal Paşa’nın beyanına uygun olarak Anadolu Büyük Millet Meclisi ile temaskurmaları kararlaştırılmış tır.
Mustafa Suphi başlattığı başka bir toplantı da Mustafa Kemal’in onları Meclisteki solkoltukları bundan ziyade çiftçi ve köylü halkın haklarını savunması için beklediğini söyleyenyazısını okudu bunu destekleyen başka mektuplar da bu toplantı da gündemdeydi.
Partinin tüm hayran gitme ve gitme hususunda ise sadece bir tek muhalefete karşıgidilmesi gerekliliği edildi.
Dönüş kararının alınmasının arifesindeki günlerde Türkiye’den komünist propagandası yapıldıiçin sınır dışı edilen Şerif Manatov’da yazmaktadır: “1920 senesi güz ayağında Suphi’ye Bakü’ de tesadüf ettim. O pek az değişmişti. Teşkilatı büyümüş, arkadaşları çoğalmıştı.Suphi Türkiye’ye gitmekyle hastalanmış, fakat bir parça tereddüt ediyordu.
MustafaSuphi bir yandan Mustaf a Kemal ve Kazım Karabekir Paşalarla Azerbaycan’da görüşürkentemsilcisi Memduh Şevket Bey’le de kayıt koparmamıştı. Tüm bunlara rağmenAnadolu’dan Komünistlerin tutuklanacağı üzerine haberlergeliyor, suikastlar ve yok etmelerkonuşuluyordu, gözden geçiriliyor ve tartışılıyordu. Tam bu sefer Mustafa Suphimücadele de yer almazlarsa Türk burjuvazisinin, köylü ve ezilmişlerin karşısında muhalefetsizhareket edeceği algısını uyandırmış olmalıydı karar ona şeye rağmen Anadolu’ya
dönme kararı olmuştur.
Süleyman Nuri ise Anadolu’daki sorun kendi lehlerine değil ve farklı bir yolizlenmesi gerekenler belirtmiş de tüm bu coğrafya da artık yeni dengeler kurulacakiktidarlar değişmiş, değiştirilmişti.
Türkiye’ye gitmek, Türkiye’de örgütlenmek ve ülkeyi bir sosyal devrime hedefinebağlayan bir parti için hareket alanlarının kaybolacağı yolun başlangıcı demekti.
Anadolu’da Değişmekte Olan Siyasi Durum
1919-21 ” Anadolu hem işgal kuvvetlerinin işgaliyle çalkalanıyordu hem dedireniş merkezinde önemli sol örgütlenme tanık oluyordu. Bunlardan önemlilerinden biriYeşil Ordu Mustafa Suphi tarafından dini bir sol örgütlenme olarak görmüştür.
21 Şubat Londra Konferansına Alındığında Ankara Hükümeti meclis dışındaki sol gruplarıntasfiyesine başlamıştı.
Anadolu’da solun tasfiyesine başlanması üzerine Mustafa Suphi ve arkadaşları hareketegeçerek Gümrü’ye geçtiler. Bunun üzerine Kazım Karabekir Paşa 26 Aralık’ta Ankara’ya birtelgrafla durumu bildirmişti.
Mustafa Suphi ve heyeti bu ters esen siyasi rüzgâra karşı bir politika belirlemek içinçabalıyordu. Bu çalışmalardan önemlisi; Mustafa Suphi bu kapıda solörgütleri bir çatı altında toplamaya ve Komünizm ideolojisini inkılapçılar arasında yayma
f ikriydi. Ayrıca Mustafa SuphiAnadolu’ya dönme hazırlıkları sırasında Yeni Dünya’da köylü veemekçi kitlenin örgütlenmesini ve bilinçlenmesi için mücadeleye hazırlanıyordu.
Büyük Millet Meclisi ve Komünist FıkrasıTemel Sorunlar
Emekçi ve işçi sınıfının bilinçlenme ve örgütlenme haberde emperyalist işgalcikuvvetlere karşı milli mücadeleye tam destek verilmeli.
İşçi ve köylüleri komünist fırkasının çıkarları örgütlenmek Parti Gücü ve örgütlülük iktidarı devralamayacak güçte olduğundan mücadele için güçtoplamak-
Devrimci halkın çoğunluğunun katılımını sağlamanın esas oldugunu unutmamakçabuk kolaycı devrim ve darbecilikten kaçınılmalı belirtiyordu.
Yazının Değerlendirm esi-6 Maddelik bildirgeyle yanlış Oğlum anlaşılmalara istenmiştir.-
Sol hareketin suni bir hareket olduğu anlayışını yıkmaya çalışılmıştır.-Rusya’dan başlayıp tüm dünyaya sirayet eden bu hareketin Küçük Asya’yıetkilememesi mümkün müdür diye sorulmuştur.
-Büyük darı meclisinin asyalı işçi ve köylü kesimden oluştuğunu belirtmiştir.
Beyaz yakalı Frenk gömleklilerin samimi bir sekilde amele ve rençper kesimineyaklaşmadıkça ilerleme kaydedilemeyece ği görüldüğündesavun.
Anılarda Türkiye Halk İştirakiyen Fırkasın Mustafa Suphiye Mektubu
Anadolu temsilcisi olarak gönderilen Süleyman Sami’nin mektuplarında; Ankarahükümetininkomünistler üstünde baskısı fazladır. Bakü’den gelecek kafile ertelenmelidir. Fakatbu uyarıya rağmen dönüş ertelenmemiştir.
Mustafa Suphi’nin Anadolu’da ki Solu Değerlendirmesi1 Ocak 1921’de Kars’a varıldı. Bakü’de İsmail Hakkı kalmıştı. Mustafa Suphi, İsmail Hakkı’yadüşüncelerini mektupla anlatır.
Rus dış işleri bakanı olarak Çiçeri’nin Van ve Bitlisin Ermenilere bırakılmasını istemesi AnkaraHükümetinin politikasını Bolşeviklere karşı bir tutuma geçmesinde etkin rol izleyeceğininaltını çizmiştir. Ayrıca Ankara’da moda olan komünistlik Rusya’dan yardım almak için biroyundur diye anlatır. Ankara’da azınlıkta kalabiliriz buyani yeni bir örgütlenmeye ihtiyacınduyulabileceğini belirtiyor. Türkiye’nin işçi dünyasıdevrimlerinden habersiz oldugunudüşünmektedir.
Dönüş Hazırlıkları
15 Eylül 1920 yılında kongre inşaat başlamış ve başkan olarak 17 Eylül’de Mustafa Suphiseçildi. Aynı toplantıda Merkezi Heyetin Anadolu’ya geçmesi ve Bakü’nün dış büro olarak
Kalmaskararlaştırıldı. Fakat Anadolu’da ki komünistlere baskı nedeniyle sağlam hareketMustafa Suphi’yi özellikle vurgulamıştı. Yapılan toplantıda Merkezi HeyetinAnadolu’ya geçip Kazım Karabekir Paşa ile Ankara’ya gitmek kararlaştırıldı. Ankara’da yasalyollarla faaliyetlere başlamanın elzem olduğu kabuldü. Eğer heyetin akşam yemeğiengelleyecek herhangi bir durum söz konusu olursa gizli yollarla hareket edileceği görüşüldü.Ethem Nejat bu gizli yapılanmanın planını yapacak kişi seçildi. Tam bu toplantı sırasındaAnadolu’da ki Komünistlere projelendirme heyeti tedirgin etmekteydi. Ama onuşeyden önemlisi Anadolu’ya gidilip
benşçi veköylü taifesiyle iyi ilişkiler kurulup örgütlenmesinisağlamak en temel öncelikti. Bu yüzden tüm olanlara rağmen Anadolu’ya dönme fikri genel kabul gördü.
Toplantıdan Mustafa Suphi’nin Çıkarımları
-Anadolu’da ki Kuvayı Milliye ordusunun Rusya’ya karşı bir tavır beslediği tısladı.
-Kanunlar çerçevesinde bir teşkilatlanmanın Ankara’da kesin bir sekilde oluşturmanıngerekliliği görüldü.
-Kars’ın Ermenilerce istenmesi Bolşeviklere karşı olan tavrın en temel sebebiydi.
-Ankara’ya gidip çalışmalara başlamak bir önce lazım gelir.
Komitern ile Tartışma: TKP’ye Nakliye Yardım
TKP ile Komitern arasındaki sorunlar tam olarak çözülemediğinden dönüş hazırlıklarıgecikmiştir. Bütçe konusu en önemli sorun olmuştur. Mustafa Suphi verilecek parayı azbulmuştur. Bu meselenin Moskova’ya bildirilmesi istenilmiş bu yüzden Anadolu’ya geçişteaksaklıklar yaşanmıştır.
Merkezi Heyetin Bakü’den Hareketi
Mustafa Suphi ve Arkadaşları -25 Aralık 1920 tarihlerinde Kars’a doğru hareket sırasında.Kazım Karabekir Paşa bu durum üzerine Ankara’ya bu heyetin uygun bir şekildegönderebileceğini yazmıştır. Fakat Mustafa Kemal Paşa Anadolu’da ki Komünist hareketlerinkörüklenebileceğini düşünüp heyetin bekletilip görüşüldükten sonra sonucu bildirmesiniKazım Paşa’ya iletmiştir (29 Aralık 1920). 2 Ocaktan itibaren Mustafa Suphi ve arkadaşlarınınAnkara’ya gidişinin engellemesi hususu Kazım Karabekir’in telgraflarına yansımıştır. MustafaSuphi ise bu gelişmelerde n habersizdi.
Merkezi Heyetin Kars’ta Karşılanması
28 Aralık’ta Mustafa Suphi ve heyeti Kars’a geldi ve törenle karşılandı. Kars’ta yaklaşık 3 haftakalındı. Ankara’ya gitmekte olan Ankara hükümetinin elçisi Ali Fuat Paşa ile görüşülmüştü.Mustafa Suphi Komünist Partinin gerekliliğinden bahsettimıştır. Ali Fuat Paşa bugörüşmeyi Ankara’ya bildirmiş, Mustafa Suphi’nin iç politikada siyaset Tariflerbir lider olarak görmüştür. Ayrıca uzlaşmacı olduğunu belirtmiştir.
28 Aralık’ta Kars’a gelen heyetin burada 3 hafta kalmasını açıklayacak herhangi bir nedenyoktur. Bu twitter Ankara’da ciddi tavsiye yaşanması heyeti ve Mustafa Suphi’yi tedirginyapmışti.
Ona ne kadar gitmek isteseler de buna engel olunuyordu. Mustafa SuphiKomünistlere karşı burada samimi bir şekilde yaklaşıyorlar fakat Çiçeri’nin istekleri ilişkileribaltalıyor demiştir. Sorunların sebebini buraya bağlamıştır. Ayrıca İttihatçıların Komünist bir
grupla Ankara’da grup kurmasını tepkiyle karşılamıştır.
Kars’ın Mustafa Kemal Paşaya Son Telgraf
Mustafa Suphi Millî Mücadeleyi destekleyici bir telgraf çekmiştir. Yapacakları faaliyetlerlekurtuluşu destekleyici bir tutum içinde olacaklarını belirtmiştir. Ayrıca kendi fikri ideolojisisatın almak Ankara’da hizmet vermek istediğini söylemedim.
Yoğun Telgraf Trafiği
29 Aralık’ta Kazım Paşa’ya gelen telgraf ne cevap verilmedi. Fakat 2 Ocak’tanitibaren Erzurum valisi Hamit Bey ve Kazım Paşa arasındaki telgraflaşma heyetin
Ankara’ya gitmesini engelleme hususunda olmuştur. Kazım bu durumu Mustafa Suphi vearkadaşlarına bildirmemiştir. Mustafa Suphi debir terslik beklememekteydi.Kazım Karabekir, Erzurum Valisine bu heyeti sınır dışı mı yoksa gözetim altında tutmak mıhususunda tavsiyelerini istedi. Vali Hamit Bey; Halk komünizme karşıdır sınır dışı edilmeleri gerekir
.Fakat dikkatli davranmanın elzem olduğunu belirtir. Halka karşı sanık halinde sınırreddedilirse tepkilerin elde edilmesi düşüncesi kabul etti.
Bu süreç devam ederken 11 Ocak’ta suikast söylentileri Mustafa Suphi ve heyetini artıktedirgin başlamıştı. Bu durumdan dan Kazım Karabekir Paşaya Tiflis üzerindenAnkara’ya gitme teklifiyle gittiler. Ancak Paşa sadece Erzurum uzağa gitmek istersenizgidebilirsiniz diye yanıt vermiştir. Kazım Paşa bu durum üzerine Erzurum valisine durumuaktarıp Erzurum üzerinde herhangi bir fiili bir saldırının milli çıkarlara ters düşeceğinden çok dikkatliolunmasını istiyor.
Erzurum valisi de Ankara’ya durumu bildirip Mustafa Suphi ve heyetininburaya vardıklarında Trabzon’a gönderilip sınır dışı edileceğini bildirir. Mustafa Kemal Paşatedbirleri yerinde bulur ve uygun görür. 18Ocak’takafile yola çıkmıştır. 22 Ocak’ta Muştafa Suphi ve heyetinin halk tarafından hakarete uğradığını ve Trabzon yönüne gittiklerini bildirir.Aynı zamanda Vali Hamit Bey hakkında idarecilere haber vermek kafileye karşıyapılan halkın eylemlerine karşı müdahale edilmemesini buyurur. Bu telgrafla ilgili trafiği bu kadar olmuştur. 28 Aralık günü dönüş, 22 Ocak Erzurum’da kaygılarlasonu belli olmayan bir dönüşmüştür.
Mustafa Suphi ve Nazım Hikmet
Nasıl ve kimler tarafından öldürüldüğü bilinen ancak el altından Kayıkçı Yahya Kahya’yakimin bu emri hala gizemini korumakta olan, Mustafa Suphi, karısı ve 14 arkadaşınınölümü Türkiye’de komünizme karşı olan ilk büyük tepkidir. Bu mesaj Mustafa
Kemal Cephesine edilmiş olan Çerkes Ethem’e ve Yunan işgali altında olan Ege BölgesineMeclisin açılmasının ardından taarruza geçen Yunan askerlerine karşı Eskişehir İnönü’de MillîMücadelenin en önemli zaferlerinden birini kazanmış ve Çerkes Ethem tehdidini de ortadan kaldırmak kaldırmıştı. Millî Mücadele hareketini çok yönlü ilerleten Mustafa Kemal Çerkes Ethem ileiş birliği yapan yeşil veya duyu da dağıtmış tır.Bilindiği üzere Mustafa Kema l milliŞaşırmanın ilk günlerinden itibaren Rusya ile yakın temaslar kurmuş hatta bu süreçte EnverPaşa ile mektuplaşma ları olmuştu.Mustafa Suphi ise meclis açılmasının ardından T ürkiyeKomünist Partisini kurmuş ancak Türkiye’nin tam olarak Sosyalist bir devlet olması adına mıyoksa Millî Mücadeleye destek amaçlı Sovyet ve Türk ilişkilerini geliştirmek adına mı buYaklaşık Ankara’ya geçme çalışıyordu tam olarak bilinmemektedir.Mustafa Suphi Moskovada İttihatçılar ile iyi ilişki kurmamasından belirli bir kesim ölümüyle ilgili ittihatçılarısuçlar iken bir bölüm kiminde kesininde bir yargıda bulunmamıştır. Ancak budönem de içinde dönemin memleket şairi sıfatıyla anılan Nazım Hikmet Mustafa Suphi veKalan Trabzon kalkan gemide öldüren kimselere emrin merkezden yani meclisten Düşünüyorlardı. Heyet-i Temsiliye olan Mustafa Kemal’in bu emri verdiğini ya da buemri verenlerden haberi olduğunu iddia ediyordu. Söz konusu üzere Mustafa Kemalbu esnada çok yönlü bir alanda hem askeri hem siyasi hem de toplumsal bir millimücade
lenin başkahram anıydı.Ülke dışı siyaseti ni cumhuriyeti ilan ettik ten sonra belirttiğiYurtta barış cihan da barış politikasıyla yürütüyor ve mücadele için dışarıdan gelecek
yanlışı milli kararlarına aykırı olmayan her türlü yardıma ihtiyacı olduğunu biliyordu. SovyetRusya ile arasının açılmasına sebep olacak bariz gerçekleştirmek bir hatası çok büyük olasılıklagörünmez. Bölge asayişini kontrol etmede birtakım sıkıntıların var olduğugörülüyor. Ancak bu eksiklikler cinayetin MustafaKemal tarafından emredildiğininbir kanıtı olmamakla beraber Yahya Kahya’nın Enver Paşa’ya yardım ederek Mustafa Kemal’idevirmeye teşebbüs suçundan Sivas’ta yargılanmış, mahkemede “Sanki bütün işlerde ben tekbaşına mı idim. Daha üstüme varırlarsa, her şeyiOlduğu gibi ortaya dökerim “demekle suçlarında başkalarının da ilgili olduğunu belirtmiştir.
Buradan da doğrudan doğruya anlaşıldı üzere bu işin arkasında kilit rol oynayan birisimtaydı ancak bu konuşmanın ardın kısa bir süre sonra Kâhya Yahya’daöldürülmüş ve cinayetin sorumluları bulunmamıştır.Dünya da devletleşme yolunda önemli bir yol kat eden sosyalizm karşısında onudoğrudan tehdit olarak karşılayan burjuva kapitalizmi bulunmaktaydı. Şair Nazım ise sosyalistdüşüncelerin etkisi altında kapitalist bir dünya daima oldugunu ifade eder veedebiyatıyla cevap vermiştir. Nazım Hikmet o tersine doğan Türk genci gibi sefaletve bir kaos ortamında doğmuştu. Savaşlardan yorulmuş bir halk ve yine kendi iradesiniortaya bağımsızlığı için mücadele eden bir halk ile yanı başında doğmuş ve ülkesiniişgal eden emperyalist güçlerin karşısın da olan bir dünya işle yanaydı. Daha 19yaşım 1921 ‘de bir de bahriyeli mezunu olarak milli mücadeleye katılmış ve aynı yıl içindeBatum üzerinden Moskova’ya ulaşarak burada doğduğundan beri üzerinde kötü etkilerbırakmış ve ülkesini işgal eden emperyalist devletlerin tam karşısında olan bir ideoloji ilebütünleşmişti. Devrimin ilk yıllarında bulunduğu Rusya’da komünizmi benimsedi veDüşünmelerini şiirlerine ve romanlarına aktardı. Siyaset bilimi ve iktisat üzerine tekrar okudu.Edebiyattan vazgeçmedi ve 1924 yılında ilk şiir kitabı olan 28 Kanun-i Sani yayınlandı ve Moskova’da sahnelendi. Bu şiir Mustafa Suphi ve arkadaşlarının ölümü üzerine yazılmış vedoğrudan burjuva sınıfına ve Mustafa Kemal’e göndermeler içeren bir şiirdi. Acısı tazeve yeniolan Nazım Hikmet dostlarının ölümü üzerine böyle bir şiir yazmasında birçok taraftarlarcaçok eleştirilse aslında olumsuz eleştiriden ziyade olan bitenler üzerinden birdeğerlendirilme yapılması daha doğru olacaktır. Nazım Hikmet’in sayılı romanlarından olanve bir nevi kendi otobiyografisi niteliğini taşıyan Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanın1962 de yayımlandığı halde o dostlarını unutmamış ve isimlerine bu romanda da yer vererek onları yad etmiş sonunun onlara benzememesini dile getirmiştir. Burjuvazi ile ideolojik olarak zaten çatışma içinde olan Nazım o dönem de Mustafa Kemal’in sosyalizmi devlet modeli olarak benimsememesinden dolayı ve sorumlu, ölümleri emperyalist devletlerin işineçevrilen bilerek ölümüne i zin vermiş ve onlarla iş birliği yapmış olara k gördüğü içinBurjuvaolarak nitelediği bu şiir de olaydan Mustafa Kemal’in haberi oldugunu ve müdahale etmediğiiçin sorumlu olduğu düşüncesi ile kaleme almıştır ve vapurlarda ki kişileri iki sınıfın çatışmasıolarak betimlemiştir. Duygu ve düşüne adamı olan Nazım hiç korkmadan dönemin Türkiyelideri olan Mustafa Kemal ‘karşı bu dizileri yazarken bundan 15 yıl sonra Nutuk’u iki kez okuduktan sonra Kuvay-i Milliye Destanı’nı yazmıştır. Belki de Nazım O dönem Atatürk veDüşünceleri tam olarak kavrayamayan birçok insan biriydi belki de gerçekten MustafaSuphilerin öldürülmesin de Mustafa Kemal’in ya da parmağı vardır ancak tarihsayfalarında kesin vesikalar olman bir yargıya varmak kesinlikle mümkün değildir.
Mustafa Suphi ve Arkadaşları’nın Öldürülmesi
Anadolu’nun fiilen işgal altında 1920’li yıllar, birçok ideolojinin de çatışma ve uzlaşıeve dönüş yapan; Devralınan başka bir uygulamamızsancılı bir sürecin yaşandığı yıllardır. İmparatorluğun dağılması için birçok görüşMevcut iken, Büyük Güçler’in kışkırtması ve teşvikiyle İmparatorluğun dağılmasına veAnadolu’nun işgaline su taşıyan işbirlikçi grup ve görüş de vardı. Ulusal bağımsızlıkçılıktanAmerikan mandaterliğine, İngiliz himayeciliğinden Pax
Osmanlı hayalciliğine kadar tabantabana zıt olan birçok görüş arasında Mustafa Suphi, Türkiye’de örgütlü komünizminbaşlangıç noktasıdır (Cilasun
2008). Sancılı yılların atlatılması, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının bağımsızlıksavaşı seçme yeni bir Cumhuriyet rejimi inşa etmesiyle mümkün olmuş; parlamenter sistemde Türkiye Cumhuriyeti’nin temel hareket noktası olmuştur. Baba
rlamenter sistem bir getirisi olarak uzlaşı kültürü de yıllar içinde gelişmiş, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesikonusunda tarihçiler ve gazetecilerin başını ç cinayeti aydınlatma girişimleri hızkazanmıştır.
Tarihsel poşet ve dönem koşullarının incelenmesine rağmen objektif birdeğerlendirmeni n epey zorolduğu cinayetin zanlıları, şu 4 konulmaktadır:
İttihatçılar Ankara Hükümeti Sovyet Rus Liderler
Yahya Kahya’nın bu işi kimsenin kendi başına emri ve yönlendirmesi emri vedüzenlemeler (Aslan 1997)Mustafa Suphi ve 13 arkadaşının 28 Ocak 1921 gecesi öldürülmesi üzerine birçok muğlak nokta ile beraber, cinayetin olası başarısızlarının / başarısızlarının birden çok olmasıtarla cinayet hala aydınlatılabilmiş değildir. Faili meçhulcinayetlerin zaman içinde komplo teorisi ile aydınlatılmaya çalışılması, konunun aydınlatılması konusunda da birbaşka sorundur.Yavaş kılsa da Mustafa Suphive arkadaşlarının öldürülmesi haberinin TKF Harici Bürosu’na 2 ay sonra ulaşması ve DoğuHalkları Propaganda ve Hareket Sovyet ‘bennin Mustafa Suphi ve arkadaşlarına sahip çıkmaması,örgüt içinde bir hesaplaşma sonucu cereyan verdiği izlenimi kazanmıştır. Ahmet Cevat’ınPavloviç’e yazdığı 2 Nisan 1921 tarihli mektuba
DHPHS’nin tepkisiz kalması, kısmen içihesaplaşma tezini fazlasıyla derlemeiteliktedir.Bir diğer cinayet faili / failleri de İttihatçılar diğer beraber, bu tezin en kuvvetli savunucusu
Hikmet Bayur’dur. Bayur’un, Belleten’de ” ‘Mustafa Suphi ve Millî Mücadeleye ElKoymaya Çalışan Başı Dışarıda Akımlar ”, Milliyet Gazetesinde `’Mustafa Suphi Olayı’ ‘ veSon Havadis gazetesinde ” Mustafa Suphi’nin Öldürülmesi Olayı ” adlı
Makelerinde, cinayetlerin İttihatçılar markalarının işlendiği ve bu cinayetlerin Ankara Hükümetiile hiçbir bağlantısı tezi savunulmaktadır.Gerçekten de dönem özellikleri olan Ankara Hükümeti gayreti içerisindeydi. Üstelik Sovyet Rejimi ile ilişkisinin iyileştirilmesi ve mümkünse desteği içinyazılıyordu. En radikal kararlarda dahi parlamento onayına başvuran Mustafa KemalAtatürk’ün, cinayetler ile muhalefeti sindirmeye çalışması, Atatürk’ün davranış veDüşüncelerine aykırı hareketlerden biri. Nitekim Cumhuriyet’in İlanı’ndan sonraİslamcı veHalifeci Karşı Devrim hareketlerinin Atatürk’ün şahsında birleşmesine, yıllar sonra, failinAtatürk olduğu suçlamaları da eklenecektir. Faşist ve totaliter rejimlerin hızla yükselmesi karşısında Türkiye Cumhuriyeti’nin parlamenter sistemi beslemesi ve kontrollü de olsa çokpartili geçişe uğraşması, öldürülen değil yaşatılan bir muhalefetin yaratılmayaçalışıldığının en bariz kanıtıdır.
Sonuç
Çöken bir İmparatorluğun son günlerinde Devletin kurtarılması için hali hazırdaAnadolu’da mücadele sürmekteyken pek çok ideolojik fikir ortaya çıkmıştı bunlardan birideoğul dönemlerin parlayan yıldızı Komünizm olmuştu. Türkiye de henüz ne olduğuabulsa da aslında ne olmadığı bilinmemektedir. Bu fikrin geliştiği yerRusya’yı da etkisiyle Kafkasya da bir çıkmaktaydı. Türkistan ve Azerbaycan’da gerektoplantılar gerek koalisyonlar gerek kongrelerle birlikte temelleri sağlamlaştırılıyordu bununtemsilcisi ise Mustafa Suphi’ydi.
Mustafa Suphi 1882 ‘de Giresun’da dünya geldi. İlk yıllarını burada geçirdi ve gayet iyibir eğitim aldı. Gazeteci kaydı çıktı, birçok farklı kullanıma sunuldu.Ciddi öğrenim günleri pek çok farklı vilayette devam etti. Sürgünlerle de boğuştu. Tümile yanın da çalışmalarına devam etti dergiler çıkarmaya başladı bir çevreyi etkisi altına aldı. Türk Sol Sosyalistleri Kongresi’ni toplamasıyla “ Sol dünyaya kullanımıMüslüman Komünistler Kurultayı, Enternasyonaller ve Doğu Halkları Kurultayları ile devam ettibunlardan bazılarına katılımcı olsa da bazıların ciddi pozisyonlarda yer aldıTürkiye ile görüşmelerin sıkılaştığı sönümlü arkadaşları ve kendisinin çabaları artıken yüksek noktadaydı Türkiye de gerek Paşalarla gerek Mustafa Kemal ile bizzat kurduklarıiletişimde Türkiye’ye gelme söylemleri iyiden iyiye arttı. Dönüş ve gerçekleşen suikast hala bazı bazı gizemleri birlikte kazımla birlikte Arabekir Paşa tarafından 28 Ocak 1921 günü üzücü bir hadise olarak vuku buldu
Yapılan bu çalışma ile bu süreç tarihi belge gerek bunlar üzerine üzerineçalışmalarla açığa çıkartılmaya çalışılmıştır.
KAYNAKÇA
YILDIRIM, Kadir. «Osmanlı sosyalist hareketi içindeMustafa Suphi: Hayatı ve fikir. » SosyolojiDergisi, 2011.
Kitap ASLAN, Yavuz.Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi . Türk Tarih Kurumu Basım Evi,1997.
Aybars, Ergün. «Mustafa Suphi’nin Anadolu’ya Gelişi Öldürülüşüyle ilgili Görüşler veErzurum’danTrabzon’a Gidişiyle ilgili Belgeler. » 1980.
BERKES, Niyazi.Türkiye’de Çağdaşlaşma
. Yapı KrediYayınları, 2019.
CİLASUN, Emrah.Mustafa Suphi’yle Yoldaşlarını Kim Öldürdü? İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008.
ERDEM, Hamit.Mustafa Suphi . İstanbul: SelYayıncılık, 1999-2010.
HANİOĞLU, M. Şükrü.Bir Siyasal Örgüt Olarak: Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük
.İstanbul: İletişim Yayınları, 1989. KARPAT, Kemal.Kimlikve İdeoloji . Timaş Yayınları, 2019.
Osmanlı’dan Kimlik ve İdeoloji . İstanbul: Timaş Yayınları, 2017.
Subayev, Niyazi. «Mevlevizade ‘Mustafa Suphi’nin 1914 Yazında Kırımdan Bakü’ye Gidişive GüzünRusya İçlerine Sürülüşü. »Tarih ve Toplum (1992).
TUNAKAYA, Tarık Zafer.Türkiye’de Siyasal Partiler-Ben, İstanbul . Hürriyet VakfıYayınları, 1988.
TUNÇAY, Mete.Türkiye’de Sol Akımlar -BEN. (1908-1925) Belgeler 2. İstanbul: BDS Yayınları, 1991
04-12-2020/ 9 EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜ ARAŞTIRMA GRUBU -2010
Osmanlı’da Şarap Kültürü. Bursa Misi Köyü Ve Şarapları 12/05/2020 – 21:08
Osmanlı döneminde de en büyük ihracat kalemlerinden biri olan ve geçmişi binlerce yıl öncesinden gelen Anadolu Şarapçılığı kültürü Cumhuriyet’le birlikte azınlıkların göçü sonrasında duraklama dönemine girmesine rağmen kısmen devam ettirildi şarap dışında alkollü içki üretiminin İnhisar – Tekel-İdaresine alınmasından sonra şarapçılık belli düzeyde devam etmesine rağmen son otuz yılda özellikle uygulanan ağır vergiler nedeniyle bağların giderek kaldırılması ve alternatif ürünlere yönlenimesi nedeniyle şarapçılık ihracat ürünlerimizde hak ettiği yere gelememiştir. MÖ 2000 yıllarında Anadolu’da 600 yıllık büyük bir uygarlık yaratan Hititler için, buğday ve arpa yetiştiriciliği ile birlikte bağcılığın önemini anlatan çok sayıda arkeolojik buluntu günümüze ulaşmıştır.Bu döneme ait kaya resimleri ve heykellerde üzüm ve şaraplı figürlerin yer alması, Hitit kanunlarında bağların ve ürünün korunmasına yönelik özel hükümlere yer verilmesi, Boğazköy metinlerinde kuru üzümden bahsedilmesi sosyal ve ekonomik açıdan Anadolu bağcılığının önemini günümüze taşıyan diğer belgeler olarak karşımıza çıkıyor.
Marmara Bölgesinin önemli kadim kültürlerinden bir olan şarapçılık konusunda Belgesel Tarih kültür sitesinde yer alan makalede bölgemize dair konuyla ilgili ilginç ayrıntılar içeriyor
BURSA MİSİ KÖYÜ VE ŞARAPLARI
Bursa’da şarap tüketimi hakkındaki ilk bilgili bir misyoneri hatıratında buldum.
1840’lı yılların başında Bursa’ya eşiyle gelen Protestan misyoner Eliza Schneider, gözlemlerini mektuplar halinde ABD’de destek aldığı kilise cemaatine iletir.
Madam Schneider, Bursa’daki faaliyetlerini, Bursa’yı, Müslümanları, gayri Müslimleri ve bilhassa üzerinde çalıştıkları Ermenileri anlatır.
Şehirdeki gayri Müslimlerin şaraba olan düşkünlükleri Madam Schneider’i şaşırtır. III: mektubunda bu konuya değinir. “Üzüm bol miktarda bulunuyor. Bazıları çok lezzetli. Aydan aya ve okkası (1 okka=1.282 kg) bir sentten satılıyor… Bu şehirde inanılmaz miktarda şarap üretiliyor. Her yıl binlerce fıçı şarap yapılıyor. Neredeyse tüm Hristiyan aileler bu işle uğraşıyor (Hristiyan kelimesini, Müslümanlardan ayırmak için kullanıyorum). Şehrin 12 veya 13 tane şarap dükkânı var. Sıradan şaraplar (maalesef) okkası bir kuruş gibi çok ucuz bir fiyata satılıyor. Daha kaliteli olanların fiyatı biraz daha yüksek. Şarap burada da diğer her yerde olduğu gibi, toplumun belası, aile huzurunun düşmanı, insanların kaderlerini değiştiren ve maneviyatlarını harap eden bir musibet. Hem üst hem alt tabaka hem garibanlar hem zenginler hem asiller hem de ayak takımı tüm iyiliklerin düşmanı olan bu musibete pek düşkün…Türklerin sarhoş edici içmesi Kuran’da yasaklanmış. Ancak dini vecibelerini ve vicdanlarını bırakıp gizli gizli içenler var. Bazıları (aslında çok azı) sarhoş olacak kadar içiyor. Şehrin Ermeni veya Rum mahallelerine kıyasla Türk mahallesi bu konuda çok daha iyi durumda. En kötüsü de Rum mahallesi.
Bu Ermeni ve Rumların bir oturumda tükettikleri şarap miktarı, ölçülü alışkanlıkları olan insanları şaşırtıyor. Hem erkekler hem kadınlar, normal insanlar nasıl su içiyorsa o kadar rahat bardak bardak şarap içiyor…”
MİSİ KÖYÜ VE ŞARAPLARI
Misi köyü, Osmanlı döneminde önemsiz bir yerleşim yeriymiş. Kanuni döneminde sadece 3 hanelik bir yermiş. Bu tarihte bağ bile yokmuş. Köyün nüfusunun artması çok daha sonraki yıllardadır. 1844 temettuat defterlerine göre, köyün göç alarak büyüdüğü anlaşılmaktadır
Meyhaneciler deyince Misi’yi ve şaraplarını anmadan geçemeyeceğim. Altmışlı yıllarda şarapçılık çok yaygındı. Bağcılık yaygındı. Köylerde pekmez, şıra ve şarap yapılırdı. Çocukluğumda Yenişehir’in Subaşı köyünde bağ bozumuna şahit olmuştum. Toplanan üzümler ayaklarla eziliyordu. Ezilen üzümlerden çıkan üzüm suyu ya taze olarak tüketiliyor ya da şıra yapılıyordu. Az sayıda kişi evlerinde şarap yapıyordu.
Üzümler üzüm teknesine konulurdu. Teknenin bir deliği olurdu. Ezilen üzümler bu delikten aşağı akardı. Toplanan üzüm suyuna pekmez toprağı konulur ve kaynatılır. Toprak alta çöker, pekmez ayrılırdı. Üzümler köfünlerle taşınırdı.
İnegöl’de Doma köyde (Şehitler köyü) şarap yapılırdı. Bu köyde yapılan şaraplardan içmiştim. Epey sert bir şaraptı.
Misi Köyünden Bir Görünüş
Misi Köyü’nün şarapları çok farklıydı. Öncelikle köyde yüzlerce yıldır bağcılık ve şarapçılık yapılıyordu. Anadolu’da binlerce yıldır bağcılık yapılıyordu. Misi’de yapılan pekmez ve şaraplar çok tutuluyordu.
Toprağın bölünmesi, şehirlerin büyümesi sadece Misi’de değil; köyden kente göç ve hava kirliliği de köylerde bağcılığı öldürmüştü. Köyde bazı soyadları o günleri anlatıyor. Bardakçı, Özbağcı…
Bursa’daki çok sayıdaki şaraphanenin sahibi Misili ve satılan şarap Misi köyde üretilendi.
19 Ağustos 1950 tarihli ANT gazetesi, Kayhan’daki Misili Meyhanesindeki bir kavgayı haber yapar.
Şaraba farklı tadı veren, köyün kıraç topraklarında yetişen sarı renkli üzümleri ve siyah küçük taneli misket üzümünün aroması Misi şarabını bölgenin en tanınan şarabı yapmıştı. Mudanya iskelesinden yüklenen şarap ve pekmez Avrupa’ya giderdi. Bu ticaret Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sona erer. Misi’de yapılan şaraplar Bursa’da Kayhan’da Cumhuriyet Caddesi’nde itfaiyenin karşısındaki Üç Köfte’de Arap Şükrü Sokağı girişindeki şarap evinde satılırdı.
Köyde şarap üretimi için 1937 yılında bir kooperatif kurulmuş ve Tekel’in desteği ve kontrolüyle şarap üretilmiş. O yıllarda köyde şarapçılıkta marka olan isimler Emin Deveci, Halit, Bardakçı, Haldun diye anlatılmaktadır.
Tekel’den izinsiz şarap üretilmesi yasaktı. 22 Kasım 1960 tarihli Hakimiyet gazetesinde Bursa’nın 27 Mayıs’tan önce ilçe yapılan, 27 Mayıs’tan sonra köye çevrilen Umurbey’de iki kişinin kaçak şarap üretmekten yakalandığını okuyoruz.
Günümüzdeki yasaklar o dönemde yoktu. Gazetelerde şarap reklamları rahatça yapılıyordu. 5 Aralık 1956 tarihli Hakimiyet gazetesinde Ankara’da üretilen “Hasan Baba Bağları ve Demirhan şarapları”nın reklamları yer alıyordu.
O yıllarda Beşevler’de yaşayan Yahudiler köye gelip şarap alırlarmış. Köydeki 7-8 üretici yılda 100-150 ton şarap üretirmiş. Misi Köyü’nde yetişen üzümün tat derecesi 17 boğmaymış. Diğer üretimlerde bu oran 8-12 arasındaymış. Şarapta tat oranı yükseldikçe alkol oranı yükseliyor ve şarabında kalitesini arttırıyormuş. Köyde yetişen misket üzümü de köyde yapılan şaraplara ayrı bir aroma katıyormuş. Köyde 7 adet şarap imalathanesi ve 3-4 şarap içilen meyhane bulunur.
Köydeki şarapçılık alkollü iş yerlerine gelen kısıtlamalardan sonra Bursa’da şaraphaneler hızla azalmaya başlar. 2000 yılına doğru köydeki şarapçılık biter.
Misi Köyü Girişindeki Köprü ve Misi Deresi
Köye bağ bozumu zamanı Orhaneli’nden, Kastamonu’ndan çalışmaya gelenler olurmuş. Köydeki hamamın arkasındaki handa kalırlarmış. O yıllarda köyde iki tane han varmış. Orhaneli’ne gidenler handa kalırlarmış. Toplanan üzümler İstanbul’a gönderiliyormuş.
Şarap bardakta satıldığı için şarap satılan yerlere ve şaraphanelere bardakçı denilirmiş.
Turan Çalay’ı dinleyelim; “En büyük şarap imalathanesi Bardakçıların (aynı zamanda en son
kapanan) şarap deposudur. Bunların 80 dönüm şaraplık üzüm bağları vardı. Beşevler’de Musevilerin büyük bir şarap depoları vardı. Bunlar deponun yolu daha düzgün olduğu için (arabalarla bile üzümler taşınabilirdi. Misi’ye ancak at, eşek ve katırlarla taşınabilirdi) daha düşük fiyata alsalar da çevre köylüler yetiştirdikleri şaraplık üzümleri buraya satmak zorunda kalırlardı. Bu deponun sahibinin, (şarap imalathanesinin Zafer adında bir oğlu vardı. Bütün işlerle bu ilgilenirdi. O zaman kendilerinden öğrendiğime göre, benden 5 yaş büyük olan (1948 doğumlu) bu çocuğa, 1948 yılında yapılan Arap-İsrail savaşını israil kazanarak bağımsız devlet olunca, bu çocuk o gün doğduğu için kendisine “Zafer” adı verilmiştir.
Orhaneli yolunu açan Bursa Valisi; Ahmet Vefik Paşa, torununu bu yol çalışmaları yapılırken kendisini Misi’ye götürmüş sanırım. 1895 Yılında, kız Hayrünnisa Hanım (İnegöl’e de gitmiş) arkadaşlarıyla Bursa’ya gelince, bunları Misi ‘ye götürmüştür. Kendi hatıralarında bunu anlatmaktadır.”
İkinci dünya Savaşı yıllarda orduyu beslemek için köy ve çevresinden tonlarca üzüm alınmış.
Araştırmacı Raif Kaplanoğlu, “Bursa’da Bağ Bozumu ve Şarap Kültürü” yazısında Bursa’da şarap üretimi konusunda şunları yazar; “Bursa’nın en zengin ürünlerinden biri olan üzüme bağlı olarak şarap, sirke, şıra gibi ürünler açısından Anadolu’nun en zengin bölgesiydi. Osmanlı döneminde de bağcılık ve şarapçılık sürmüştür.
15.-16.yy. belgelerine göre Bithynia bölgesinde bağcılık yapan 20 kadar köy ve kasaba saptanmıştır. Bursa’da en eski belgelerde Demirkapı Hıristiyanlarının şarap ürettikleri konusunda bilgiler vardır.
1647’de yazılan bir fermana göre de Bursa’nın özellikle Filedar/Gündoğdu, Tepecik, Demirtaş, Kelesen köylerinden şarap getirildiği kayıtlıdır. Bu belgelerden Bursa’nın hemen hemen tüm Hıristiyan köylerinde şarap yapım ve satımı olduğu anlaşılmaktadır.
*
Bursa’ya gelen hemen tüm yabancı gezginler Bursa’da şarap içildiğini yazmaktadırlar. 1494-1568 yılında Hans Dernschwam İznik’te şarabı büyük taştan oyulmuş amforalar içinde sakladıklarını yazıyor. Gölün her tarafının ise bağ ve üzümlerle dolu olduğunu belirtiyor. Gezgine göre İznik’te her zaman şarap bulmak olasıdır. 1745 yılında Richard Pockocke Mudanya ve İznik’ten İstanbul’a beyaz şarap ihraç edildiğini yazar.
1855 yılında Bursa’ya gelen Ubicini’ye göre Bursa’nın başlıca üretim maddesi ipek ile şaraptır. Paul Lindau 1897 yılında Bursa’da üretilen şarabın önemli ürünler arasında yer aldığını fakat son yıllarda oldukça gerilediğini, bağların yerini dut ağaçlarının aldığını yazar.
1880 yılında Bursa’ya gelen Mari de Launa Bursa’nın şaraplarını över: ‘Keşiş Dağı’nın beyaz ve kırmızı şarabı çok nefistir. Bu şarap lezzet açısından Fransızların en güzel şaraplarıyla kıyas edilebilecek nitelikte olup, Anadolu’nun diğer yerlerinde üretilen şaraplara benzemez. Bu şarabın en nefisi Keşiş Dağı’nın güney yamaçlarındaki Akçaköy, Dolanca (Doğancı olmalı) ve Kirazlı adlı köylerin sağlarında üretilir. Eskidikçe güzelleştiğinden dolayı kadri artan ve çoğu zaman tam süzülmeksizin saklanabilen bu şarap uzak yerlere dahi götürülebilir. İstanbul ile Rusya’ya, hatta İngiltere’ye bile satılır.
Bursa ovalarının en ünlü olan ürünlerinden biri de Flader üzümüdür. Çok iri, beyaz taneli ve salkımlara inci gibi olan bu üzüm irisi, yılın mayıs ayına kadar taze olarak saklanabilir.’
1926 yılında Bursa’da önemli ölçüde içki sanayi vardı. Bu tarihte Bursa’daki 21 işletmeden 52.098 kilo şarap üretilmekteydi. Uzun yıllar Bursa’nın en önemli şarap üretim merkezi ise Keşiş Dağı/Uludağ şaraplarını üreten Misi Köyü idi.
Avrupalılar, ipekçilikten önce Bursa’da şarapçılık yapmak üzere gelmişti. 1855 Paris Sergisi’nde, Bursa’da ilk fabrikayı kuran Falkheisen’e Olimpos Şarapları için madalya verilmiştir. Daha sonra Bursa’da çok sayıda ipek fabrikasın sahibi olacak Bayan Augustine Brotte’un da ilk işi Hotel Anatolie adlı oteli işletmek ve şarap üretmek olmuştu. Bursa’dan çok sayıda şarap üreticisinin 1906 yılı Bursa Sergisi’ne katıldığını görmekteyiz. Eczacı Kurdikyan Efendi, şişesi 25 kuruştan satışa çıkarılan 25 şişe eski şarap ile sergiye katılmıştır. Gemlik’te Burgurcuoğlu Dimitri, Orhangazi Yeniköy Nahiyesi Belediye Reisi Şarapnatyan Markor Efendi, Yeniköy’den, Monpalya Ziraat Mektebi mezunlarından Karavasyan Efendi de sergiye gönderdikleri şarap şişeleri ile katılmışlardır.”
BURSA’NIN ŞARAPHANELERİ
Bursa’da dokuz şaraphane varmış, Emniyet Sandığı’nın bitişiğindeki Rumlardan kalan şaraphane otuzlu yıllarda da faaliyetini sürdürmüş. Son şaraphanenin sahibi Kaya Ali Bey 2015 yılında vefat etti.
Bize bu bilgiyi veren Kapalıçarşı’nın Şinasi Çelikkol eski esnaflarından antikacı ve karagöz oyunlarının duayeni Şinasi Çelikkol’un ataları Yunanistan’ın Serez bölgesinin Menlik kazasından gelmişler. Kaza Sturuma Vadisi’nde olduğu için üzüm iklim ılıman ve burada bağcılık yapılıyor ve şaraplık üzüm yetiştiriliyormuş.
“Rumlar gidince şaraphaneler ve şarapçılık Misi Köylülerine kaldı. Rumlar Misi Köyü’nde yetişen üzümlerden şarap yapıyorlarmış. Rumlar, giderken şarabın formülünü de yanlarında götürmüşler”. Bursa’da benim bildiğim kadarıyla 9 şaraphane bulunuyordu. Kayhan’da, Cumhuriyet Caddesi’ndeki Perşembe Hamamı’nın sokağında, Zafer Meydanı’ndaki Zafer Oteli’nin arkasındaki ahşap binanın üçüncü katında şaraphane vardı. Ayrıca buradaki üç Köfte Lokantası’nda isteyene şarap veriliyordu. Arap Şükrü Sokağı girişinde ilginç bir şaraphane bulunuyordu, “Misi Şarapçısı”.
Misi’de Bir Bağ
Misi köyü muhtarı 1958 doğumlu Yakup Dülger köydeki şarapçılığı ve nasıl sona erdiğini anlattı (08/05/2017).
Köydeki üzüm yetiştiriciliğinin ve şarapçılığının geçmişinin iki bin yıl öncesine kadar uzandığına ait kayıtların olduğunu, köydeki Rumların mübadeleye kadar şarapçılık yaptığını, ellili yıllara kadar İstanbul’a üzüm gönderildiğini söyledi.
Köyde seksenli yıllara kadar şarapçılığın yapıldığını, köyde yedi imalathane ve 4 şaraphane bulunuyordu.
Köyde yetişen siyah misket üzümünden yapılan şarapların tadına doyulmazmış. Bursa’da Misi üzümlerinden yapılan şarapları satan 7-8 şarapçı vardı.
Köyde o yıllarda çok sayıda insanın şarap içtiğini dört şarapçının yanı sıra şaraphanelerde şarap satarmış.
Bağcıların yetiştirdikleri sofralık üzümleri Bursa dışında Karacabey ve Mustafakemalpaşa’da da satarlarmış. Bursa’ya her gün 5 minibüs üzüm gönderilmiş. Üzümleri satmak için Tahtakale’ye giderlermiş. Üzümler daha ziyade Ağustos-Ekim ayları arasında toplanıp satılırmış. Bağcılar römorklara yükledikleri üzümleri askeri levazım amirliğine götürürlermiş. Ellili yıllarda Köyde yetişen sebze ve meyve Bursa’yı beslermiş.
Yakup Bey, 1965-1967 yıllarında okula giderken şaraphanelerin önündeki küfelerden sızan şıranın dere gibi aktığını, arılardan o sokaklara giremediğini anlattı. O yıllarda üzümlerin konduğu köfünlerin eşeklerle taşındığını anlattı.
Şarapçılığı sona erdiren sebeplerin başında Bursa’da açılan otomobil fabrikaları geliyor. Tarımsal uğraşlar, bağcılık yoğun insan gücü geliyordu. Miras yoluyla bağların bölünmesi, gençlerin çalışmak için fabrikaları tercih etmeleri, şehre göç eden damatların toprakları satması bağcılığı zayıflatmış, en son sanayiden gelen kirli hava akımları bağlardaki üzüm verimini düşürmüş, çiy halinde düşen kirlilik bağları kurutmuş, şarapçılığın sonunu getirmiştir.
Köyde yapılan pekmezin kokusu, pekmezden yapılan cevizli sucuğun ve köftenin tadını unutamadığını söyledi.
Şarapçılığı ve bağcılığı olumsuz etkileyen başka bir faktör de şaraphane sahiplerinin şaraplık üzüm üreticilerine ürün bedellerini çok uzun vadeye yayarak ödemeleri olmuştur.
Köydeki şaraphaneler yetmişli yılların başında kapanmaya başlamış. 2006’da köyün girişindeki şaraphane de kapanmış.
En meşhur şarapçılar Ömer Gümüş ve Kayaali’ymiş.
Yakup Bey, “Önceleri tabiata göre ziraat yapardık. Turnaların uçuşunu gözlerdik. Yakup bey, köyde sekyıkılan değirmende “Ah Bir Zengin Olsam” filminin çekildiğini söyledi. Tanju Okan’ın ünlü şarkısı 1971 yılında filme alınmıştır. Filmde Tanju Okan, Murat Soydan ve Zeynep Aksu başrollerdeydi. Filmin final sahnesi değirmende çekilmiş.
Misi şaraphanelerini Şinasi Çelikkol’dan dinleyelim.
Seksenli yılların sonu ve doksanlı yılların başında Aynalı Çarşı’da turistlere Karagöz oynatıyordum. O zaman henüz peştemal kuşanmamıştım. Ustaları İstanbul ve Ankara’dan getiriyordum. Kent Otel’de ağırlıyordum. Ayrıca turistler tur düzenliyordum. Turistleri Güneybudaklar köyüne götürüyordum. Güneybudaklar’da turistlere folklor gösterisi yapıyor ve köyde kurduğumuz çeyiz odasını gezdiriyorduk. Folklor ekibini Bursa’dan getiriyorduk. Gençler kıyafet değiştirince tanımıyorlardı.
Buraya giderken Misi köyüne uğrardık. O zaman ahşap konaklar, binalar duruyordu.
Misi Köyünde Şinasi Çelikkol’un Kurduğu Karagöz Evi
Bir gün ABD’nin Teksas Eyaleti’nin San Diego şehrinden Charles Ross adında bir turist geldi. Kendisini dolaştırdık, çok memnun kaldı. Turizm şirketi varmış “size tur getireceğim” dedi. Şirketinin adı Neor Hakikar Tour’du. Ertesi yıl önce yalnız geldi. Sonra 18 kişilik bir turla geldi. İstanbul’dan bir rehber alırlar ve o zamanın lüks otobüs markası olan Prenses marka otobüsle Bursa’ya gelirlerdi.
Önce Bursa’yı gezdirirdim. Bursa’da Muradiye’deki Yılmaz Faik İpek fabrikasını gezdirirdim.
Burada ipek ipliği çekilir ve dokunurdu. Burada daha çok Demirkapı ve Muradiye’de yaşayan Roman vatandaşlar çalışıyordu.
Turistlere Aynalıçarşı’da Karagöz oynatırdım. Oyuna turizmcileri, kültür müdürlüğü, kaymakamlık ve belediye bürokratlarını davet ederdim. Ustalar Ankara ve İstanbul’dan geliyorlardı. Sonraki gün Güneybudaklar ve Misi, üçüncü gün İznik’e hacı olmaya götürürdüm.
Güneybudak köyünün rakımı 950 metredir. 2 Haziran günü kar yağdı, şaşırdık. Bir saat sonra kesildi. Folklorcularımız Türkmen oyunlarını oynarken köyde yaşayan birkaç kişi de oyuna katıldı. Harmanyeri yanında Eşref’in evi vardı, o evde mola verirdik. Gelmeden önce haber verirdik.
Misi’de doksanlı yılların başında dört şarap deposu ve bir şaraphane vardı. Köyün girişinde köprüye yakın bir şarapçı vardı. Sahibi Bardakça lakaplı Ömer Gümüştü. Turistleri oraya götürürdüm. Bazıları şarap içerdi. Kimisi satın alırdı. Ömer Bey fıçıdan kola şişelerine şarap doldurup hediye ederdi.
Bursa’da Misi köyünden gelen beş şarapların satıldığı beş şarapçı bulunuyordu. Kayhan’da, Cumhuriyet Caddesi üzerinde İnci Sineması’nın karşısında, cadde çıkışında bugün Çokran Plak’ın olduğu yerde ve yanındaki dükkân şaraphaneydi. Üç Köfte’de şarap içilirdi. Bir başka şarapçı Arap Şükrü Sokağı girişindeydi. Bu sokakta Yahudi Vitali’nin de şaraphanesi bulunuyordu.
Şarap bardakta satıldığı için şarap satılan yerlere ve şaraphanelere bardakçı denilirmiş. Köyden İstanbul’a üzüm satılırdı. Şimdi üzüm de şarapta üretilmiyor. *
Anlatan 1956 doğumlu Hüsnü Usta: “Gülbahçe’de oturuyordum. 16-17 yaşlarındaydım. Yetmişli yıllarda Arkadaşlarımızla Hürriyet’e gider, oradan kız arkadaşlarımızla Çekirge üzerinden Atatürk Ormanı’nın içindeki patikadan Misi’ye inerdik. Ellerimizde plastik bidonlar olurdu. Bir, birbuçuk saat yürürdük.
Burada Yahudi şarapçı Liya’nın şaraphanesine giderdik. Şaraphanenin mahzeninde meşeden yapılma 10-15 büyük fıçı bulunuyordu. Ağaç kupalarla fıçılardaki şarapları tadardık. Kafayı bulunca da ‘hangisinden istersen ver’ derdik. Dönerken elimizdeki bidonlara şarap doldururduk. Sonra şarkı söyleye söyleye yola düşerdik. Önce kızları bırakırdık. Sonra mahalleye dönerdik. 1974 yılından sonra girmedim.
Kaya Dede
Misili şarapçıların en meşhuru Kaya Dede diye anılan 1939 doğumlu Kaya Ali Yeşilkaya’dır. Doğma büyüme Misilidir. 2013 yılında Gastronomi sergisinin mart sayısında kendisiyle yapılan söyleşi de köydeki şarap imalathanelerinin öyküsünü anlatmıştır.
Bundan 30 yıl öncesine kadar köyde 6 meyhane bulunduğunu, sahiplerinin Bardakçı Mustafa, Emin Efe, Emin argın, Emin Deveci ve Halil Çakar olduğunu söylüyor. Köyde meyhane sözcüğü içkinin içildiği yer değil, şarap üretilen yer anlamında kullanıldığını söylüyor. Şarap buralarda üretildikten sonra tüketilmesi için Arap Şükrü Sokağı’na gönderiliyormuş.
Yörenin şarabı M art ayında asmalar patlamadan aşılanan şıralık üzümden yapışıyor. 1 kilosundan 800 gram şıra alınan üzüm fındık iriliğinde, yuvarlak formda ve beyaz. Kaya Dede, 30-40 kilo çeken asmalar olduğundan söz açıyor. Köylüden üzümün kilosunu 20-25 kuruşa aldıklarını, 20 kuruş vergi verdiklerini, 10 kuruş işçilik ödediklerini, 50-60 kuruşa mal ettikleri şarabın litresini 1 liradan sattıklarını anlatıyor. Düğün ve benzer cemiyet için gelenlere 26 kiloluk damacanalarda litresini 80 kuruşa sattıklarını anlatıyor.
Misi ev şarabının yapılıyla ilgili ayrıntılar veren Kaya Dede: “Üzüm 2-2,5 ay meşe fıçılarda kalıyor. Şıranın çamuru dibe oturuyor. Her fıçıda yaklaşık bir karış çamur birikiyor. Fıçılara ucu süzgeçli hortumu bir karış yukarıdan bağlıyoruz. Şıra hortum sayesinde berrak olur. Bu şırayı başka bir fıçıya alıyoruz. Fıçılar 2-2,5 tona kadar, sarnıçlar 10 tona kadar üzüm alır. Fıçının dibinde kalan çamuru soda kostik ile çalkalarız. Bu işlem 2-3 sefer yapılır. Çamurun temizlenip temizlenmediğini anlamak için fıçının içine 5 tane kükürt çubuğu koyarız, kükürtleri yakarız, içine salarız. On dakika bekleriz. Eğer Fıçı temizlendiyse çubukların hepsi yanar. Eğer yanmazsa bir daha temizleriz. Şarabı fıçıya koyduktan sonra ağzına tülbent koyuyoruz. 10-15 gün kaynama payı var. Depoları ekim ayında açarız.”
Misi ev şarabı 17-18 derece alkole sahip, söz konusu fıçılar meşe ve kestane ağacından yapılıyor. Köydeki şarap depolarını, yerel ağızda sarnıçları kuran Ali Usta’ymış.
Üreticinin en büyük korkularından biri şarabın içine ekmek düşmesidir. Çünkü bir çeşit maya olan ekmek şarabın bozulmasına, kötü kokmasına yol açar. Böyle dutumda kaç ton olursa olsun şarabın dökülmesi gerekirmiş.
Şinasi Çelikkol, Kaya Ali Bey için şunları anlattı: “Misi köyünden babasının gönderdiği şaraplık üzümleri Doruk İş Hanı’nın bulunduğu sokağa girdiğinizde soldaki arada bulunan şarap imalathanesine getirirdi. Daha sonra amcasının Kayhan’daki şaraphanesinde (meyhanesinde) çalışmış. Bir sebepten araları açılmış ve köye dönüp, şarap imalatına başlamış.”
Yaklaşık yedi-sekiz yıl önce bazlama pişiren köy kadınlarından birisine, “Niye şarapçılığı bıraktınız” dediğimde, bana; “Erkeklerimiz çok içiyor demişti.
Ömrünün son yıllarında Kaya Ali Bey’e şarap yapar diye üzüm satılmamış.
Bursa’nın başka bir şarap yapılan köyü İnegöl’deki Domaköy (Şehitler köyü)’dür. Bu köyde yapılan şaraplar ticaret için değil, içmek için yapılırdı. Birkaç kere içme fırsatım oldu. Piyasada satılan şaraplara göre epey sertti.
*
16 Ağustos 2004 tarihinde NTV’de yayınlanan bir haberde Misi şarabı kentleşmeye direniyor diye bir haber yapılır. Köyün son şarap üreticisi Ömer Gümüş, “bölgenin her yanı üzüm bağlarıyla doluydu” diye hatırladığı çocukluğunda, köyde her büyük hanenin şarap imalatı yaptığını vurguluyor.
Geçen yıllarda ancak, Misi Köyü çarpık kentleşmeden olumsuz etkilendi. Gümüş “Doğanın zamanla katledilip her yerin betonlaşması, üzüm bağlarını kuruttu, şarapçılarımız büyük darbe yedi, imalathaneler teker teker kapanmak zorunda kaldı” sözleriyle köyün son yıllardaki durumunu özetliyor.
Köyde baba mesleğini sürdüren bir tek kendisinin kaldığını ifade eden Gümüş, “Babamın 1940 yılında kurduğu imalathanede, tahta fıçılarda yıllık 30-40 ton şarap imal ediyorum. Bursa’nın dışında İstanbul, İzmir ve Antalya’da müşterilerim var. Geçmişte şarabıyla ünlü olan ve ününü bugüne kadar sürdürmeyi başaran köyümüzde, şarapçılık mücadelesini artık tek başıma veriyorum” diye konuştu.
Gümüş, köyde üzüm bağlarının bulunmaması nedeniyle, üzümleri İzmir’in Selçuk İlçesi’nden getirtiyor.
Şarap Damacanaları
Misi köyünü geç keşfettim. Ben gittiğimde şaraphaneler kapanmıştı. Şarap içmeyi öğrencilik yıllarımda öğrenmiştim. En ucuz şarap Çubuk şarabıydı. Galon tabir edilen 3 litrelik şarabı alıp, arkadaşlarla içerdim. Sonra rakıcı oldum.
Yıllar sonra içtiğin Doma köyde yapılan ev şarabını epey sert bulmuştum. Tesadüfen tanıştığım vişne şarabı çok beğendim ve Denizli’den getirtmiştim.
Misi köyüne girişteki köprüden gelmeden sağda geniş kapılı bir ev vardı. Evin önünde bulunan devasa bir fıçı vardı. Eski bir şarap fıçısı. Devasa fıçının etrafını otlar sarmıştı.
Fıçının hemen yanında ellili yıllarda filmlerde gördüğümüz eski model bir Amerikan arabası vardı. Uzun burunlu Chevrolet marka araba vardı. Antika sınıfına girecek bir arabaydı Zaman içinde o da enkaza dönüştü.
Köy Girişindeki Şaraphaneden Geride Kalan Fıçı Yıllar İçinde Çürüyüp Gitti.
Burası son şarapçı Ömer Güneş’e aitti. Ömer Gümüş, 1941 yılında doğmuş. Babası Mustafa Gümüş’te şarapçıymış. Kooperatif dağılmış ve ortaklar kendi başına devam etmişler.
Şaraphanenin Önünde Ömer Gümüş’ün Chevrolet Arabası
1988 yılında Olay gazetesinde Aslan Şahin imzalı bir yazı Miside şarapçılıkla ilgili geniş bir yazı çıkar. Köydeki şarapçılık kötü günler geçirmektedir.
Şaraphane sahiplerinden Tevfik Gündoğdu, köydeki şarapçılığın gidişatını iyi görmediğini anlatır. Tevfik Bey, 1965 yılından bu yana şarapçılığı sürdürdüğünü ifade eder. Ancak köydeki üzüm bağları kalan iki şaraphaneyi bile beslememektedir. Tevfik Bey, Ege’den üzüm getirdiğini söyler (son şarapçı Ömer Gümüş şarap yapmak için Ege’den üzüm getirmiştir).
Şaraphane hakkında en son bilgiye yeme içme kültürü hakkında araştırma yapan, Bursalı Hakan Doğu’nun 5 Aralık 2006’da Milliyet blogda yayınlanan yazısında rastladım. Otomotiv sektöründe çalışan Hakan Bey, yeme içme kültürü ve şarapçılık konusunda araştırma yapan bir insan. Bursa’nın iki bin yıllık şarap üreticisi Misi köyüne koşar ama hayal kırıklığı yaşar. Köyde bir şaraphane kalmıştır.
Şaraphane sahibiyle tanışır.
“…Kala kala bir şaraphane kalmış. O da perişan bir yerde bir şeyleri rölantide sürdürüyor. Beraber bir iki kadeh yuvarladık. Bursa yöresinde yetişen kırmızı ve beyazlardan bazı şaraplar yapmış, beyazlar hiç iyi değildi, kırmızılar ise bir nebze daha iyiydi, ama sonuç kötüydü. Benim gibi şarapçılığı İngilizce kitaplardan öğrenen bir mektepli ile kesiklikle alaylı bir üreticinin tartışması pek hoştu. Şarabın ne kadar doğal bir şey olduğunu bana bir kere daha hatırlattı. Ben birtakım manüplasyonlar ile daha iyi şaraplar yapıyorum, ama o insanlık tarihinin en eski içkisini en doğal yöntemlerle yapıyordu.”
Hakan Doğu’nun Milliyet Blogda yayınlanmış yazısına bakalım:
“Tarihe dönüp baktığımızda, üzümün ve şarabın anavatanı Anadolu’da, toprak ve iklim itibarıyla en uygun yörelerin Bursa ve civarı olduğunu, yakın tarihe kadar şarap ve şarapçılıktan önemli nimetler alındığını görmek kolayca mümkün oluyor. Belki de insanoğlunun ilk üretim tecrübesi olabilecek şarap yapımı, Bursa’da daha 40 yıl öncesine kadar önde gelen sanayi dalıydı. Üstelik yüzyıllardır böyle olduğunu belgelerden görmek de mümkün. Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın kurulduğu 1889 tarihindeki ilk önemli karar şarap olmuş… 18 Haziran 1889’da kurulan Ticaret Odası’nın ilk toplantı kararı adresinin tespiti. Sonraki kararı ise tefrişat ve görevlilerle ilgili… 23 Temmuz 1889 tarihli ilk çalışma toplantısında Başkan Osman Fevzi Efendi; 2. Başkan Kâmil Beyefendi, üyeler ise; Serupçan Efendi, Filibeli Kirkor Efendi, Nikolaki Efendi, Bay Kostan Efendi… Toplantının ilk ve tek konusu ise; şarap ihracatının arttırılması amacıyla bağ bozumu zamanlarının tayini! Takip eden pek çok toplantıda konu yine şarap olmuş. Öyle ya Osmanlı yüzyıllarca, topraklarında üretilen yüz milyonlarca litre şarabı Orta Avrupa’ya ihraç etmiş, yüz binlerce altın kazanmıştı… Rakamlar çok çarpıcı. 1904 yılına dek, yılda 300 milyon litre civarında şarap ihraç ediliyormuş. Bugün ülkemizdeki toplam şarap üretimi o tarihte ihraç edilen miktarın beşte biri…
Bursa şarap ihracatında önder bölgelerden birisiymiş. Keşiş Dağı’nın (Uludağ) her yerinde şaraplık üzüm yetiştiriliyormuş.
Mudanya sırtları, Orhaneli, İnegöl, İznik, Gemlik, Orhangazi ve Karacabey de şaraplık üzüm bağlarıyla doluymuş…
Uludağ’ın Kızık köyleri, Misi, Orhaneli ve Geçit almış yürümüş… Her yer üzümlerle doluymuş. Keşiş Dağı’nın üzerinde yüzyıllar öncesinden kalan Bakus mabetleri her yerdeymiş. Bakkhalarla şarap şenlikleri yapılıyormuş.
Her bağ bozumunda. Yöredeki kazılarda bulunan eski Roma, Bizans ve Prusya sikkelerinin üstlerinde Bakus figürleri yer alıyormuş.
Osmanlı’nın şarap ihracatındaki en önemli limanlarından birisi ise Tirilye olmuş. (Zeytinbağı) Bugün Tirilye’ye giderseniz, her evin önünde bir asma dikili olduğunu göreceksiniz.
Gelelim 40 yıl öncesine… 1959–60 yıllarında Bursa’da 19 şarap işletmesi varmış ve milyonlarca litre şarap üretiliyormuş. Örneğin, 1960 yılında 16 000 hektar bağ alanından kayıtlı 1.269.400 litre şarap üretilmiş. Kayıtlı olmayanlarla birlikte bunun 3.000.000 litre civarında olduğu tahmin ediliyor. Misi, Geçit, eski İzmir yolu hatta şimdiki Korupark’ın yanında şaraphaneler varmış ve her yer bağlarla örülüymüş. Büyüklerimizden dinlemişizdir; o tarihlerde Mudanya’ya trenle gidilirken, yolcular Mudanya tepelerinde yavaşlayan trenden inip bağlardan üzüm koparıp yerlermiş. Bursa’nın kendine has üzümleri varmış: Mudanya üzümü, müşkile, çavuş, rezaki, beylerce, irikara, bostancı, beyaz şıralık, pembe şıralık, misket, çağrışan karası gibi… Alkol oranı % 12,2 ile 14,2 arasında değişen şaraplar üretilirmiş. Üzümler toplanır, tahta preslerde sıkılır ve yöredeki meşe ağaçlarından yapılan fıçılara konulur saklanırmış. Yani üzüm, bölgenin yani bizim preslerimizden, bizim fıçılarımızdan, bizim ağaçlarımızdan ve bizim ustalarımız tarafından yapılmış. Üretimde çalışan şarap ustaları da bizim insanımızdanmış. Nasıl üzülmez ki insan… Bu kadar her şeyi bize ait bir değer nasıl “ıskalanır”, kaybolur ve azalır? Sorarım size, ülkemiz bir sanayi ülkesi mi? Şayet cevap evet ise hangisi “bizim” sanayimiz… Yani, teknolojisi ithal, motoru, plastiği, lastiği, çelik sacı ve yönetimleri ithal otomotiv mi bizim sanayimiz ya da dokuma makinaları, baskı makinaları, dikiş makinaları ithal, sentetik ipliğinin hammaddesi, pamuğu, keteni ithal tekstil mi “bizim” sanayimiz? Yoksa, hammaddesi en güzel iklim ve toprak şartlarına sahip Anadolu’da yetişebilecek üzüm olup, yüzyıllarca hatta bin yıllarca tarih ve deneyim sahibi olduğumuz “şarap” mı “bizim” sanayimiz?
Anadolu’nun şarap tarihi 6000 yıllık… Oysa Anadolu’dan 3500 yıl sonra ve yine Anadolu’dan alınıp fideleri götürülerek üzümle tanışan Fransa yılda şaraptan 10 milyar dolar döviz kazanıyor. Daha 150 yıllık şarap tarihine sahip Avustralya ve Güney Afrika yılda 2,5 milyar dolar şarap ihracatı gerçekleştiriyorlar. Bizdeki rakamı bilmek ister misiniz? Toplam şarap üretimimiz şu anda 70 Milyon litre civarında. 100 senede 5–6 misli küçülmüş. Üretici sayısı 70 civarında (40 yıl önce sadece
Bursa’da 19 üretici varken, bugün bir tek faal üretici var), ihracatımıza gelince; yılda 2,5 milyon litre ihracatımız var.
100 yıl öncesine göre 120 kat azalmış ve sadece 9 milyon dolar gelir elde ediliyor. Dünya şarap ihracatı 30 Milyar dolarlar civarında.
Böylelikle neleri “ıskalamış” olduğumuz kolayca görülüyor. Daha dünya nüfusunun yarısının şarap tüketmeye başlamadığı ama 10 yıl içinde başlayacağı düşünüldüğünde kayıp daha belirgin görülüyor.
Kaçıp gidenlerden bahisle kötümser bir tablo ortaya koymuş olabilirim. Hiç mi hoş gelişme yok şarapta diye sorabilirsiniz. Tabi ki var. Şarap tüketimi çok daha bilinçlenmeye başladı. İnsanımız, daha çok dışarıda yemek yemeye, iş toplantılarını, kutlamalarını akşam yemeklerine taşımaya başladı. Yurt dışı gezileri ve ülkemizi ziyaret eden yabancı sayısı arttıkça şarap bilinci de arttı. Buna paralel olarak şarap üreticileri de bağcılıkta ve şarapta kaliteye daha çok önem vermeye başladılar. Denetimler de keyifsiz ve düzensiz şarap üretiminin önüne geçti. Şarabı severek ancak bilerek tüketme ihtiyacı arttı. Şarap kursları, tadımlar her geçen gün çoğalıyor. Üretici sayısı yavaş da olsa artmaya başladı. Bursa’mız da bundan payını aldı. 2000 yılına gelindiğinde Bursa’da tek bir şarap üreticisi kalmamışken, 2003 yılında Tirilye’de butik ve kaliteli şarap üretimiyle bir şaraphane kuruldu. Adını bölgemizde yaşadığına inanılan ve adına tarihte şenlikler, mabetler yapılmış olan şarap tanrısı “Bakus”ten alan bu yeni şarap üreticisi adeta “kaybolan bir değeri geri kazanmak “Adına kaliteli butik şarap üretimi yapıyor. Ben halen Geçit’ten geçerken, sağda Çin Çin Şaraphanesi’nin terk edilmiş binasına ve Bademli yolu girişindeki Nilüfer Şaraphanesi’nin yıkıntılarına bakarken buruk hislerle doluyorum. Eski şarap üstadı Misili Ömer Bey ile sohbetlerimizde hisleniyorum. (16 Ağustos 2004)
Bursa’ya 4 kilometre uzaklıktaki Misi Köyü, 550 yıl önce kuruldu. 250 haneli köy, Osmanlı döneminde Avrupa’ya üzüm ihraç ediyordu. Ömer Gümüş, “bölgenin her yanı üzüm bağlarıyla doluydu” diye hatırladığı çocukluğunda, köyde her büyük hanenin şarap imalatı yaptığını vurguluyor.
Kentleşme Bağları Yok Etti
Geçen yıllarda ancak, Misi Köyü çarpık kentleşmeden olumsuz etkilendi. Gümüş “Doğanın zamanla katledilip her yerin betonlaşması, üzüm bağlarını kuruttu, şarapçılarımız büyük darbe yedi, imalathaneler teker teker kapanmak zorunda kaldı” sözleriyle köyün son yıllardaki durumunu özetliyor.
Şarabı Yaşatmaya Kararlı
Köyde baba mesleğini sürdüren bir tek kendisinin kaldığını ifade eden Gümüş, “Babamın 1940 yılında kurduğu imalathanede, tahta fıçılarda yıllık 30-40 ton şarap imal ediyorum. Bursa’nın dışında İstanbul, İzmir ve Antalya’da müşterilerim var. Geçmişte şarabıyla ünlü olan ve ününü bugüne kadar sürdürmeyi başaran köyümüzde, şarapçılık mücadelesini artık tek başıma veriyorum” diye konuştu.
Gümüş, köyde üzüm bağlarının bulunmaması nedeniyle, üzümleri İzmir’in Selçuk İlçesi’nden getirtiyor.
05-12-2020/kaynak : https://www.belgeseltarih.com/bursada-sarapcilk-misi-koyu-ve-saraplari/
KAYNAKÇA:
ANT
Bursa Hakimiyet
Doğu, Hakan, Milliyet Blog, 5 Eylül 2006
Gastronomi, Mart-2013
Hakimiyet Milletindir
Kaplanoğlu, Raif, Bursa’da Bağ Bozumu ve Şarap Kültürü, www.bursadakultur.org
OLAY
Scheneider, Eliza Cheney Abbott, Bursa Mektupları, İstanbul-Ekim 2009, Dergâh Yayınları
Yeni ANT
Sözlü Kaynaklar
Hüsnü Usta
Ömer Gümüş
Şinasi Çelikkol
Turan Çalay
Yakup Dülger