SUÇ VE CEZA (II.)
Dostoyevski’nin yarattığı kurgusal karakter Raskolnikov ’un işlediği, cinayet gibi en ağırından toplumsal “suç” ile başlayan “Suç ve Ceza” romanı, okuru, çeşitli ruhsal analizler girdabında ve de çeşitli toplumsal yaşam ilişkilerinde gezindirdikten sonra, başkarakter Raskolnikov ‘u, bu ağır toplumsal ve vicdansal suçun ağırlığına karşılık, almış olduğu, topu topu 8 senelik kürek cezasını çekmesi için Sibirya’ya sürülmesiyle sonlanmaktadır.
Olay, Petersburg’da geçmektedir; karanlık bir pansiyon odasında, tabut misali daracık bir odada, alçak tavanlı, bir yatak, bir komodinden ibaret, mum ışığı ile aydınlatılan odasında yaşayan Raskolnikov, 23 yaşında, zeki, birikimli ve kendisine olduğundan fazla güvenli bir hukuk öğrencisidir. Öğrencilerine ders vererek ve arada sırada annesinden gelen küçük miktardaki harçlıklarla geçimini sağlamaktadır. Annesi ve kız kardeşi, küçük bir kasabada, oldukça yoksulluk içinde, ev hizmetlerinde çalışarak yaşamaktadır. Annesi birikimlerinden ne kadar elde edebilirse, o kadarını oğul Raskolnikov’a gönderme gayreti içindedir. Güzelliğiyle dikkat çeken kız kardeşi Dunya ise, zengin bir ailenin yanında hizmetçilik yaparken, evin çapkın erkeği, Svidrigaylov tarafından rahatsız edilir ve oradan ayrılmak zorunda kalır. Kasabada çıkan çirkef dedikoduları önlemek adına, hiç istemediği bir gençle- Lujin ile- nişanlanır.
Raskolnikov, kız kardeşinin başına gelenleri ve bu zoraki nişanı, annesinin mektubundan öğrenir ve çok üzülür. Kardeşinin bu nişanı kabul etmesindeki düşüncesinin, annesi ve kendisinin ekonomik yaşantısının biraz olsun düzelmesi, çok sevdiği ve hayran olduğu abisi Raskolnikov ‘un rahat bir öğrenim görmesi amaçlı olduğunu ve kardeşinin bu uğurda kendisini feda ettiğini düşünür. Çünkü kardeşinin nişanlısı Lujin, zenginliğe özenen, bulunduğu duruma erişebildiği için öğünen, fakirliği nedeniyle nişanlısı Dunya’nın kendisine köle olacağını düşünen, oldukça düşük karakter yapısına sahip birisidir. Bir süre sonra Petersburg’da iş bağlantısı yapan nişanlı Lujin, Raskolnikov’u odasına gelerek ziyaret eder. Ve ona hiç yüz vermeyen Raskolnikov Lujin’i odasından kovalar.
Raskolnikov, işlediği cinayetin ortaya çıkmasından, hapse girip ceza görmesinden ve geleceğinin kararmasından endişe içindedir o esnada ( sadece o esnada da değil, romanın sayfaları devam ettiği sürece bu endişe adeta Raskolnikov ‘un üzerine yapışmış gibidir). Çaldığı paraları, ziynet eşyalarını bir çukura gizlemiş, korkudan onları orada unutmuş gibidir. Paralara hiç dokunamadan, yarı aç yarı tok, kuşku içinde, hastalıklı bir ruh gibi, izbe odasındaki yatağında uyur uyanık, karanlık düşünceler içinde bir yaşam sürmektedir.
Samimi ilişkide bulunduğu bir tek okul arkadaşı vardır: Razumihin. O da kendisi gibi ders vermekle ve dergilere çevirmenlik yapıp, yazı yayınlamakla geçimini sağlamaktadır. Arkadaşı Razumihin, Raskolnikov ‘un hastalandığını düşünerek onu yalnız bırakmamaya gayret eder. Ona, elindeki işleri devretmek ister, bu şekilde geçimine katkı sağlayarak hayattan kopmamasını arzu eder. İçten, samimi, namuslu, çalışkan ve dürüst yegâne arkadaşıdır.
Petersburg’a gelip de Raskolnikov tarafından odasından kovalanan nişanlı Lujin, bir iki gün sonra Raskolnikov ‘un annesi ve kız kardeşini de Petersburg’a getirtir. Orada ev tutup, kardeşiyle bir an önce evlenmeyi hesap etmektedir. Sonradan görme zenginliğine güvenen nişanlı, Raskolnikov ‘un aşağılamasına gücenmiş olarak, nişanlısı Dunya’ya ; “Ya o, ya ben! İkimizden birisini seçmelisin!” diye rest çeker. Tahmin edebileceğiniz gibi, kardeşinin tercihi Raskolnikov’dan yana olur. Ve terk edilmişliğin acısıyla nişanlı, romanın ilerleyen sayfalarında, kendisinden beklenebilecek bir üçkâğıt olayı daha tertipler. O da açığa çıkartılır bir şekilde. Detaylarına girmiyorum ki, romanı okumayanların, okumaya olan ilgisi sıcaklığını yitirmesin.
Petersburg’a karakteri bozuk Lujin ’den sonra, karısını öldürmüş olan bir “nihilist” karakter daha taşınır; o da Svidrigaylov ’dur. Hani, evlerinde çalışırken kız kardeş Dunya’ya aşırı derecede hayranlık duyan, onunla evlenmek uğruna zenginliğin esas kaynağı olan karısını bile gözünü kırpmadan öldüren, kendini beğenmiş, hiçbir şeyi umursamayan karakter Svidrigaylov.
Nişanın bozulması üzerine, Dunya’ya zorla sahip olmak isteyen Svidrigaylov, öldürdüğü karısından kalan miras paralarını savururcasına, hesapsızca harcamaktadır. İhtiyaç sahiplerine bol bol bağışlarda bulunur ki; bunlardan birisi de Raskolnikov ‘un ilk olarak cinayeti itiraf ettiği, sonradan sevgilisi olacak olan Matuşka Sonya Semyonava’dır. Ve de Sonya ’nın öksüz kalan üç küçük kardeşidir. Onlara geleceklerini kurtaracak miktarda bir bağış yapar ve üç küçük kardeşi, parasını peşin ödediği bir sıcak yuvaya yerleştirir. Dunya’yı birlikte olmaya ikna edemeyen ve zorla sahip olmaya çalışan Svidrigaylov, Dunya’nın direnmesi ve ateş etmesiyle yaralanır. Kurşun, kafa derisini sıyırıp kanatmış olmakla beraber hafif bir yaralanma vakasıdır. Yüreğindeki, Dunya’ya duyduğu aşk yarası daha ağır basmaktadır ve bir süre sonra, yenilmişliği hazmedemeyen, nihilist yapıdaki Svidrigaylov intihar ederek yaşamını sonlandırır.
Dostoyevski bu sahne ile: kötülerin, ilelebet kötülükler içinde kalmadıklarını, onların da iyilik dolu bir yaralı kalp taşıdıklarını ima etmektedir; iyiler, kötülüğe bulaşmış olabilecekleri gibi, kötüler de fırsat buldukları oranda iyiliklerini sergileyebilmektedirler, yani “iyilik” ve “kötülük” mutlak kavramlar değildir, her ikisi de bir insanda değişken olarak mevcuttur, demeye getirmektedir. Benim bu sahneden, hatta romanın bütününden çıkarsadığım ana fikir, özcümle buydu diyebilirim.
Raskolnikov ‘un bir tesadüf sonucu tanıştığı Sonya, küçük yaşta bedenini satmak zorunda kalmış, yaşadığı çevresi tarafından horlanan bir sokak kadınıdır. Alkolik babası, üvey annesi Katerina İvanovna ve üç tane küçük üvey kardeşi günlerce aç kalınca, kendisini feda etmek zorunda kalan Sonya’dan, bu sayfada bahsetmiş ve bir önceki yazımızda paylaşmıştık. Meraklısı için: https://gercekbandirma.com/
Bir önceki yazımızda “Suç ve Ceza” da, suç ve cezanın organik bileşkesini incelemek gerektiğini, suçun büyüklüğü karşılığında, toplumun, suça keseceği cezanın orantısının nasıl belirlendiğini içeren, “adalet” eksenli bir yorumda bulunmak gerektiğini belirtmiştik. Bu yazımızı da, suç ve ceza hakkında düşüncelerimize dair birkaç kelam ederek sonlandırmış olalım.
Adalet kavramsal olarak; kimsenin malına ve ırzına zorla el koyulmasına ve canına kastedilmesine yol açmayan ve “suç” işlenmesine imkân tanımayan, toplumsal sözleşmenin sonucu oluşturulan bir kuramsal yapısının adıdır. Adaletin bu kuramsal yapısına uymayan kişi ve kişiler suç işlemiş olurlar. Ve karşılığında, toplum adına hazırlanmış yasalarca cezai işlem görürler. Toplum adına adaletin sağlanması ve işlenen suçların cezasız kalmaması, bir adalet heyeti tarafından yerine getirilir. Hâkimler, savcılar kurulu ne kadar bağımsız ve özerk bir yapıda kurulmuş iseler, ne kadar siyasetin etkisinden arındırılmış iseler, ne kadar “özgün bir iradeyle karar verme” yetkisine sahip iseler, ve de ait oldukları toplumun özgün iradesi ile seçilmiş iseler, adalet de o kadar sağlam olarak ve vicdanları yaralamaksızın yerine getirilmiş olur.
24.12.2024, Sedat PAMUK, İzmir