Stratejik Hamleler, Kayyum Endişesi ve Sandığa Giden Yol
31 Mart yerel seçimlerinin ardından Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) yaşanan gelişmeler, partinin yalnızca bir zafer kutlaması değil, aynı zamanda ileriye dönük stratejik bir yeniden yapılanma sürecine girdiğini de gösteriyor. Alelacele gerçekleştirilen Parti Meclisi kurultayı bu sürecin ilk somut adımı olarak dikkat çekti. Yeni görev dağılımlarının kısa süre içinde yapılması beklenirken, 12 kişinin liste dışı bırakılması ve yerlerine 12 yeni ismin dahil edilmesi, parti içi denge ve strateji açısından önem taşıyor.
Seçimlerden sonra dillendirilen “kayyum tehdidi”, büyükşehirleri elinde tutan CHP’li belediyeleri de hedef alabilecek bir söylem olarak ortaya çıkmıştı. Bu ihtimal karşısında CHP yönetiminin kurultayı öne çekerek partiyi daha sıkı bir yapıya kavuşturma çabası dikkat çekici. Liste dışı kalan 12 ismin yerine gelen yeni isimlerin çoğunun parti içi dengeleri temsil eden, ancak daha çok Genel Merkez çizgisine yakın figürlerden oluşması, İmamoğlu cephesiyle olan denge arayışının sürdüğünü gösteriyor. Bu hamlenin geri tepebileceği noktalar da yok değil. Parti içi demokratikleşme taleplerinin ötelenmesi, tabanla iletişimin zayıflaması gibi riskler, bu stratejik değişimin uzun vadeli sonuçlarını belirleyecek.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun çağrısıyla şekillenen 2 Nisan boykotu, iktidarın “gündem değiştirme” çabalarına karşı toplumda görünür bir karşılık buldu. Her ne kadar hükümet kanadı “1 Nisan’dan daha fazla alışveriş yapıldı” gibi bir açıklama ile boykotun etkisiz kaldığını savunsa da, kamuoyuna yansıyan bilgiler bu tarihin vergi ödeme günü olduğuna işaret ediyor. Bu da alışveriş artışının protestoyu değil, zorunlu ekonomik işlemleri yansıttığını gösteriyor. Dolayısıyla iktidarın bu alandaki söylemi algı yönetimiyle sınırlı kalıyor.
Boykotun asıl amacı ise, toplumun politik farkındalığını ve tepki gücünü göstermesi açısından anlamlıydı. Bu yönüyle 2 Nisan, sivil itaatsizlik kültürünün güncel bir örneği oldu.
İmamoğlu cephesinden yükselen “Adayım yanımda, sandık önümde” sloganı, bir yandan CHP içinde cumhurbaşkanlığı adaylığına erken bir pozisyon alma çabası olarak, diğer yandan da halk nezdinde güven tazeleme adımı olarak okunabilir. Devam eden imza kampanyası, örgütlenme kapasitesini sınarken aynı zamanda siyasi bir irade beyanı işlevi görüyor.
Kampanyanın hedefi ise sıradan bir destek toplama çalışmasının çok ötesinde: Seçmenin %51 + 1’ine ulaşmak. Bu rakam, doğrudan cumhurbaşkanlığı seçimini hedefleyen ve kazanmayı amaçlayan bir eşik. Yani kampanya sadece bir nabız yoklama değil, adeta fiili bir “ön seçim” – “güven oyu” havasında ilerliyor. Tabanın iradesini erkenden görünür kılmak, hem partide hem kamuoyunda güçlü bir meşruiyet zemini yaratabilir.
Bu strateji, bir tür “sandık simülasyonu” olarak da değerlendirilebilir. Eğer kampanya beklenen ilgiyi görürse… ki; öyle görünüyor, sadece İmamoğlu’nun adaylığını değil, muhalefetin birleşik bir halk desteğiyle yeniden şekillenmesini de tetikleyebilir.
CHP’nin önümüzdeki süreçte karşılaşacağı en büyük sınav, kendi içinde demokratikleşmeyi sağlayarak bir yandan parti içi uyumu, diğer yandan toplumsal muhalefetin enerjisini doğru yönlendirebilmek olacak. Kayyum tartışmaları, boykotlar ve imza kampanyaları üzerinden gelişen bu yeni siyaset dönemi, Türkiye’de iktidar-muhalefet dengesinin yeniden tanımlandığı bir sürecin habercisi.
Sandığın yeniden halkın önüne geleceği günler, artık eskisinden daha örgütlü ve daha bilinçli bir seçmenin varlığıyla şekillenecek gibi görünüyor.
03-05-2025 /Necdet Aytekin