Erasmus Anlayışı

ERASMUS ANLAYIŞI; HÜMANİZM VE AVRUPA BİRLİĞİ

Avrupa Birliği Fonlarından sağlanan kredilerle öğrencilerin yurtdışında gördükleri eğitimlerinin kendi ülkelerinde tanınması için geliştirilmiş bir akreditasyon sisteminin adıdır Erasmus. Diğer adıyla; Öğrenci Değişim Programı ve Projesidir.

Erasmus, Ortaçağ dünyasında yaşamış, Uluslarüstü bir düşünür ve Hümanizmin ilk temsilcisidir. “Deliliğe Övgü” kitabının yazarıdır. En önemlisi de, günümüzden 600 yıl öncesinden “Birleşik Avrupa” fikrini benimseyip, savunmasıyla bilinmektedir.

Stefan Zweig ’in, “Yarının Tarihi ve Rotterdamlı Erasmus” kitabından alıntıladığım Erasmus ve Hümanizm yazısı aşağıda, herhangi bir ekleme yapılmaksızın sunulmaktadır;

Ortaçağın dünyası, düşünür için özgürlük ve bağımsızlığı henüz öngörmemişti. Bütün sınıflar kesin çizgilerle birbirinden ayrılmış, siyasa ve din alanı önderlerinin, din adamlarının, meslek kuruluşlarının, askerlerin, memurların, küçük esnafın ve köylülerin yerleri kesinlikle saptanmış, sınıfların her biri donmuş bir toplum biçiminde düzenlenmiş, birinden ötekine sızmaları önlemek için de gerekli tüm önlemler alınmıştı. Düşünür ve yaratıcı için, başka deyişle bilim adamı, özgür sanatçı için bu dünyanın düzeni içerisinde henüz bağımsız bir yer yoktu; çünkü onlara bağımsızlıklarını sağlayabilecek ücret kurumu henüz yerleşmiş değildi.Bu durumda düşünür için, egemen sınıflardan birinin hizmetine girmekten başka çıkar yol yoktu; o, ya hükümdar ve prenslerin, ya da Tanrı’nın hizmetinde çalışmak zorundaydı. Sanat, kendini henüz bağımsız bir güç niteliğiyle kabul ettirmiş olmadığından, sanatçı da güçlülerin kanadı altına sığınmak, eli açık bir efendinin gözdesi olmak, kiminden iş, kiminden aylık bağlanmasını istemek ve – Haydn ve Mozart’ın çağlarına değin- konaklarda uşakların arasında kalmak zorundaydı.

Walther von der Vogelweide’den ( 1170- 1230: Alman şiirinin ilk dönemlerinin en büyük ozanıdır. Saraydan saraya, şatodan şatoya gezginci yaşamı sürdürmüştür.) başlayarak on ya da yirmi sanatçı kuşağı bu yaşamı paylaştı; ilk kez Ludwig van Beethoven ( 1770- 1827 ), döneminin güçlülerinden sanatının hakkını istedi ve bu hakkı kimsenin gözünün yaşına bakmaksızın almasını bildi.Desiderius Erasmus ( 1466 Rotterdam, Hollanda doğumlu, 1536 Basel, İsviçre ölüm yılı), 1487 yılında Augustin Manastırı’na girdi. Ancak buraya girişinin nedeni, dine olan eğilimi değil, ülkenin en iyi klasik yapıtlar kitaplığının bu manastırda bulunmasıydı. Erasmus, rahiplik yeminini 1488 yılında burada etti. Manastırda geçirdiği yıllar boyunca kendini tümüyle dine adamış olduğunu gösterir hiçbir belirti yoktur. Mektuplardan anlaşıldığı kadarıyla, daha çok güzel sanatlar, Latin edebiyatı ve resimle uğraşmıştır. Bu meraklarına karşın, 1492 yılında Utrecht piskoposunca rahip olarak kutsanmıştır.Erasmus, iç dünyasında hiçbir zaman hiç kimseyi üst olarak tanımamış, bir saraya, bir üniversiteye, bir uğraşa, bir kiliseye, ya da bir kente karşı kendini yükümlü saymamış, yaşamı boyunca gerek düşünce, gerekse ahlak özgürlüğünü sessiz, ama sert bir direnişle savunmuştur. Her zaman bağnazlığın karşısında yer almıştır. Erasmus ve onun gibi düşünenler, aydınlanma yoluyla insanlığın ilerlemesini olanaklı görüyorlar, bireyin ve toplumun yazılar, araştırmalar ve kitapların yaygınlaştırılmasıyla eğitilebileceğine inanıyorlardı. Hümanizm akımının ilk dönemlerinde yaşayan bu idealistler, okuma ve öğrenme geleneğinin sürekli geliştirilmesi sonucu insanoğlunun soylulaşacağına, insanı duygulandıran ve neredeyse dinsel inançlar kadar güçlü bir güven beslemekteydiler.

Kişisel varlığımız, yalnızca daha ileri ölçüde bir yetkinliğin basamağı, yaşamın çok daha ileri bir aşamasının hazırlayıcısıdır. Erasmus açısından da durum böyle gelişti. Zaman, onun Hümanizm anlamında bir Avrupa birliği düşüncesinin filizlenebilmesi için alabildiğine elverişliydi. Yeni bir yüzyılın ilk dönemlerinde yer alan keşifler ve buluşlar, Rönesans’ın bilim ve sanat alanına getirdiği yenilikler, uzun bir zamandan bu yana ilk kez Avrupa’da yine uluslarüstü nitelikte ve mutluluk kaynağı olan ortak yaşantıların paylaşılması sonucunu doğurmuştu. Uzun, sıkıntılı yıllardan sonra Avrupa, ilk kez misyonundan yine emindi ve bütün ülkelerin en seçme idealist güçleri, Hümanizmin kucağına koşuyorlardı. Herkes, bu kültür imparatorluğuna alınmak, dünya vatandaşı olabilmek isteğiyle yanıp tutuşuyordu. İmparatorlar ve papalar, prensler, rahipler, sanatçılar, devlet adamları, kızlı erkekli gençler, sanat ve bilim alanında öğrenim yapmak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Latince, hepsinin ortak bir kardeşlik dili, düşünce dünyasının ilk Esperanto’su olmuştu. Roma uygarlığının çöküşünden bu yana ilk kez –böyle bir başarı ne dense övülse azdır!-, Erasmus ’un belgeler imparatorluğu sayesinde yine ortak bir Avrupa kültürü oluşuyor, birbirlerine kardeşlik duygularıyla bağlı küçük, ama idealist bir grup, şu ya da bu ülkenin üstünlüğünü değil, fakat bütün insanlığın esenliğini amaç ediniyordu.

Ve düşüncelerin ortak bir düşüncede birleşmesi, dillerin bütün dillerin üstünde ortak bir dille kaynaşması, ulusların Uluslarüstü düzeyde sürekli barış ve esenliğe kavuşması yolundaki bu tutku, usun bu galebe çalışı, Erasmus ‘un da zaferini ve temelini attığı imparatorluğunun kutsal- ama ne yazık ki kısa ömürlü- dönemini oluşturdu. ‘Erasmus Anlayışı ’nın böyle güçsüz kalmasının sebebi nedir?Bütün çıplaklığı ile görmek ve açıklamak zorunda olduğumuz bir nokta var ne yazık ki: Yalnız ve yalnız toplumun esenliğini amaç edinen bir ideal, geniş halk kitleleri için hiçbir zaman tümüyle yeterli olamaz; ucuz kafaların varolduğu yerde, salt sevginin yanı sıra nefret de o karanlık hakkını ileri sürer ve bireyin, ortaya atılan her düşünceden en kısa sürede kendi kişisel çıkarını sağlama eğilimini belirginleştirir.Somut olan, elle tutulup gözle görülebilen, her zaman kitleye soyuttan daha kolaylıkla girer; onun içindir ki siyasa pazarında bir ideal yerine somut nitelik taşıyan, yöneltilebilen, başka bir sınıfa, ırka ya da dine dönük düşmanlığı dile getiren sloganlar daha çabuk benimsenir. Çünkü bağnazlığın öldürücü ateşini körükleyebilecek en büyük güç, nefrettir. Buna karşılık Erasmus Anlayışı gibi, yalnızca insanların birbirine yakınlaşmasına hizmet eden, ulus ayrımı tanımayan insancıl bir ideal, doğal olarak her an karşısında çarpışacak düşman arayan bir gençlik üzerinde görsel etki yaratabilme gücünden yoksundur; kendi ülkesinin sınırları dışında ve kendisininkinden başka bir dine inanan düşmanları gösteren o ayırıcı gücün çekiciliğine hiçbir zaman sahip değildir.Bağrında nefrete yer vermeyen Hümanizm ya da Erasmus Anlayışı ise, sabırlı çabaların kahramanca bir tutum içinde uzak, neredeyse göze görünmez ereklere yönelmiştir. Bu anlayışı paylaşanların düşlerinde canlandırdıkları halklar, başka bir deyişle ‘Avrupa ulusu’ gerçekleşmediği sürece sözü geçen anlayış, düşünce aristokrasisinin çevresi dışına çıkamayan bir ideal olarak kalmak zorundadır.”x*x*- Yarının Tarihi ve Rotterdamlı Erasmus, Stefan Zweig, Çev. Ahmet Cemal, Can Yay. 2. Basım.

12. 06. 2025, Tatlısu, Sedat PAMUK

98
A+
A-
REKLAM ALANI