Öz Vatanında Garip ,Öz Vatanında Parya!

ÖZ VATANINDA GARİP, ÖZ VATANINDA PARYA !

SAKARYA Şiirini ( N.Fazıl KISAKÜREK) okumada, lise yıllarımda, Bölge BİRİNCİLİĞİM var.

Yıllarca, biz ülkücüler olarak bu şiir ile, bu şiiri bütün gecelerimizde seslendirerek, hem çoşuyor hem de garibanlığımızı haykırıyorduk aslında... MHP’nin, savunduğu ve öldüğü yüce Türk Milletinin o yıllardaki halkından, (1) Millet vekili, (3) Milletvekili, (17) Milletvekilini ancak alabildiğimiz günlerdi. Ama, o yıllarda (70’li yıllar), bizim küçümsediğimiz badem bıyıklılar da, başladılar bu şiire sarılmaya... İslamcı kesim de kendini öz yurtlarında garip-guraba görmeye veya kendilerini parya olarak görüp, toplumu ajite etmeye başladılar. O kesimin, bu Necip Fazıl’a ve bu şiire sahip çıkmalarından sonra, ülkücüler... bu şiiri unuttular !

……………. Sakarya, kandillere katran doktu geceler.
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya.
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek ? Şiir uzun da, ilgili dizeleri koydum sadece.

Bu şiir var ya, bu şiir...İSLAMCILIK İDEOLOJİSİNİ ayağa diken ve onyıllardır iktidar yapan bir şiirdir. Türk Milletinin, damarıdır bu şiir...Damarından girip, benliğini...….alandır !

Aradan 30-40 sene geçmiş, ezberimden çıkmayan bu şiirin “ Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya.” Dizesini, bugünlerde sıkça olarak, ben de seslendirmeye başladım.

ÖZ YURDUMUN garipleri, garip gurabaları, güce ram olmuş paryaları size gösterebilmek adına, artık bir süre... her yazımın üst başlığı Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya olacak ! Çünkü yine kendimi artık öyle hissediyorum ! Haa, kimseden milletvekilliği veya iktidar veya güç falan da istemiyorum. Sadece bu şiiri okuyarak, damarımıza girenlerin yarattığı, ülkemin DRAMINI size göstermeye çalışacam, o kadar ! Şehitlerimiz geldiğinde gülenler de... belki paylaşacağım gerçekler karşısında, ister timsah gözyaşları, insansalar İNSAN gözyaşı falan dökebilirler ! Fakirin, garibin, gurabanın, dulun, yetimin, öksüzün hakkını yiyerek, hatta çalarak yaşayanlar, okuyabilir misiniz bu yazıyı ?

Veya, çaresizliği...garibanlığı, fakir ve fukaralığı resmedebilecek bir ressam, acaba var mı ?

2 alıntı paylaşacam şimdi sizlerle, ülkemin bugünkü resmi !...Mendilleriniz hazır olsun.

ÖZ VATANINDA GARİP, ÖZ VATANINDA PARYA ! (1)

Taşlaşmış yüreklere gelsin... (Ölüm bazen kader değil, çaresizliktir ve garibanlıktır...)

“ Yolcu karşılamak üzere gittiğim Ankara Otogarı AŞTİ’de yaşadığım bir olaydan o kadar çok etkilendim ki, bunu sizlerle paylaşmam gerektiğini düşündüm.

Terörle mücadelede, asker, polis, korucu hemen her gün şehit veriyoruz.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin her rütbeden şehitleri var, ama dikkat ederseniz en çok uzman çavuşlar yani profesyonel askerler şehit düşüyor.

Bu acı gerçeğin arkasındaki temel nedenlerden biri de, Anadolu insanının kaderi haline gelmiş yoksulluktur.

Dikkat edin, uzman çavuşların büyük bir çoğunluğu yirmili yaşlardadır.

Yani ömürlerinin baharındayken, ülkenin birliği, bütünlüğü, toplumun rahatı ve ailelerinin geçimini sağlamak için şehit düşerek, hayata veda ederler.

Dönelim Ankara Otogarı’nda yaşadığım olaya.

AŞTİ’nin önünden geçen yolun karşı tarafındaki metro çıkışının bulunduğu sokakta, bir lokantanın önünde yolcularımı bekliyordum.

Park yeri bulamadığımdan, binanın otoparkına giriş çıkış olabilir düşüncesiyle, dörtlülerini yaktığım otomobilimin başında duruyordum.

Boş gözlerle kalabalığı izlerken, “bir şey sorabilir miyim” sorusu ile kendime geldim.

Karşımda duran genç ile aramızda şu konuşma geçti:

--Sor kardeşim.
--Abi burada Eskişehir yolu varmış.
--Karşıdaki büyük binaları görüyor musun? İşte onların önünden geçen yol Eskişehir Yolu’dur. Sen neresine gideceksin?
--Hava Hastanesi’ne.
--İyi de, Hastane Eskişehir Yolu’nda değil ki…
--Nerede?
--Etimesgut tarafında. Eskişehir Yolu’nda bir süre gidip, Etimesgut istikametine devam ediliyor.
--Abi oraya yürüyerek gidilir mi?
--Gidersin, ama yaklaşık 15 kilometre yürümen lazım. Ama en iyisi, yolun karşından geçen Etimesgut, Sincan dolmuşlarına binmek.
--Abi ben yürüyerek gitmek istiyorum. Saat kaçta çıksam sabah 8’de orada olurum?
--Kaldığın yere göre değişir. Nerede kalacaksın?
--AŞTİ’de kalırım. Sabah 5’te çıksam, oraya 8’de ulaşır mıyım?
--Kardeşim, ulaşırsın ulaşmasına da, dolmuşa sabah 7.30’da binersen, Hava Hastanesi’nin önünde 8’de inersin. Senin ne işin var orada?
--Profesyonel askerlik için müracaat ettim. Rapor alacağım.
--Uzman çavuş mu olacaksın?
--Evet abi.
--Nerelisin sen?
--Yozgat Çekerek’in bir köyündenim. Biraz önce otobüsle memleketten geldim.
--Niye uzman çavuş olmak istiyorsun?
--Mecburum abi.
--Neden mecbursun ki?

Genç bu soru üzerine başını önüne eğip, kısa bir süre sustu.

Sormamam gereken bir soru mu yönelttim diye düşünürken, genç çok mahcup bir şekilde konuşmaya devam etti.

--Fakirlik işte abi. Köyde doğru dürüst bir geçimimiz yok. Babam hastalıktan öldü. Üç küçük kardeşim var. Annem de hasta. Onlara bakmak için sağlam bir işe girmem lazım.

--Sağlam iş diyorsun da, terörü görmüyor musun? Her gün ölüm var, birçok şehit veriyoruz. Bu işin neresi sağlam?

--Doğru söylüyorsun abi. Bizim komşu köyden bir akrabamız 2 yıllık uzman çavuştu, Şırnak’ta şehit düştü. Merkezde de 2-3 uzman çavuş var şehit olan.

--Bak gördün mü? İşin ucunda şehitlik olduğunu sen de biliyorsun. İyi düşündün mü?

--Abi başka çarem kalmadı. İki-üç bin lira, komando olursam da daha fazla maaş alacağım. Şehit düşmek alın yazımızda varsa, memlekete canımız feda olsun. Hem şehit olursam, annemi ve 3 kardeşimi de kurtarırım.

--Şehit olunca onları nasıl kurtaracaksın ki?

--Anneme şehit maaşı bağlarlar. Şehitlerin kardeşlerine de devlette iş veriyorlar.

--Anladım kardeşim, Allah hakkında hayırlısını versin. Madem Hava Hastanesi’ne gideceksin. O kadar yol yürünmez. Dolmuşa bin. Tamam mı?

Teşekkür eden genç, geceyi geçireceğini söylediği AŞTİ’ye doğru yürümeye başladı.

Bilirsiniz tren istasyonu, otogar gibi yerlerde, “Bir şey sorabilir miyim” diyerek yanınıza gelip, yol ya da yemek parası isteyenler vardır.

Bu saygılı, mahcup, mahzun genç, kesinlikle onlardan değildi ve tertemiz bir Anadolu çocuğuydu.

Neden dolmuşa binmeyip, ısrarla yürümek istediğini düşünürken, birden aklıma, cebinde yol parası olmayacağı geldi.

İsmini bile sormadığım gencin arkasından birkaç kez seslendim.

Dönüp geldi.

--Buyur abi.
--Kardeşim neden dolmuşa binmiyorsun? Paran mı yok?

Utandı. Yüzü kızardı. Yanıt veremedi.

Hemen arabama girdim, sigara içmediğim için bozuk paraları koyduğum küllüğü aldım. Avucuma boşalttığım bozuklukları gence uzattım.

--Abi gerek yok. Ben yürürüm.
--Allah aşkına al şu parayı.

Sanki çok şeymiş gibi parayı vermeye kararlıydım, ama o da almamaya.

Hani hesap ödemek için neredeyse güreşecek duruma gelenler var ya, “alırsın, almam çekişmesi” içinde biz de o görüntüdeydik.

Benden kısa ve çelimsiz olduğu için fazla direnemeyince, bozuklukları zorla cebine doldurdum.
O an nefesinin koktuğunu da hissettim. Belli ki uzun süredir açtı.

Gözleri hafiften yaşarmıştı. “Peki, abi dolmuşa binerim” diyerek, AŞTİ’ye gitmek üzere metronun bulunduğu alt geçide doğru yürüyüp gözden kayboldu.
Yozgat Çekerekli gencin, “Şehit olursam, annemi ve 3 kardeşimi de kurtarmış olurum” sözleri kulaklarımda çınlıyordu.

Ama hayatını, ailesine maddi gelir sağlamak için vermeye hazır bu genç, cebinde, otel ve dolmuş parası olmadığından, otogarda gecelemeyi, 15 kilometrelik yolu yürümeyi düşünüyordu.

Ben ise bu gence bir avuç bozuk para vererek, sanki vicdanımı rahatlatıyordum.

Bu düşünce beni boğar gibi oldu.

Cüzdanıma baktım, 220 TL vardı.

O an aklımda, ne park yeri sorunu ne arabam ne de karşılayacağım yolcular kalmıştı.

Aracımı orada bırakıp, AŞTİ binasına doğru koşmaya başladım.

Koskoca terminalin insan kaynayan kalabalığında, bir o yana bir bu yana kaç kez gittim bilmiyorum.

Kan ter içinde kalmış bir halde yolcuların oturduğu bölümlere bakmaya devam ederken, aradığım genci, alt katta, gelen yolcu bölümündeki sıraların birinin, duvara dayanmış köşesine iki büklüm uzanmış halde gördüm.

Bir süre onu yattığı yerde izledikten sonra yanına gittim.

--Çekerekli kardeşim, sana para lazım olur diye düşündüm. Cüzdanımdaki tüm para bu. Alırsan çok sevinirim.

Uykulu gözlerle bana baktı. Belli ki, duyduklarından pek hoşlanmamıştı.

--Abi ben dilenci değilim. Kesinlikle almam. Hem bana niye para vermek istiyorsun ki?

Bu sırada gözlerinden damlalar düşmeye başlamıştı. Başını öne eğip, gözyaşlarını gizlemeye çalıştı.
Duygusal biri olduğum için benim de gözlerim yaşarmıştı.

Yanına oturdum ve katlayıp avucumun içine sakladığım parayı uzattım.

--Dilenci olmadığını bildiğim için geldim. Sen onurlu bir gençsin. Bu para az da olsa işini görür.
--Abi kendimi kötü hissettim. Alamam.
--Bu parayı borç say kardeşim. Telefon numaramı vereyim, sen de uzman çavuş olduğunda, alacağın ilk maaşla borcunu ödersin.
--Ya uzman çavuşluğa almazlarsa?
--Numaram sende kalacak. Durumun müsait olduğunda ödersin.

Önerim aklına yatmıştı, ama parayı almayı kabul etmesi yine de 5-10 dakika sürdü.

Çantasından çıkardığı zarfın arkasına da, telefon numaramı yazdım.

Adının Mustafa olduğunu öğrendiğim genci orada bıraktım.

Son kez dönüp baktığımda, çantasını yastık yapmış, sıranın üstüne kıvrılıp uykuya dalmıştı.

Arabama döndüğümde, trafik polisi ceza yazıyordu.
Hiç itiraz etmeden makbuzu alıp aracıma bindim ve radyoyu açtım.

Gece haberlerinde, terör örgütü PKK ile çatışmalarda şehit olan 5 uzman çavuşun isimleri okunuyordu.

Bu yazıyı kaleme aldığım birkaç gün boyunca yine şehit uzman çavuşların adları, daha öncekiler gibi haberlerde verilirken hep Mustafa’yı düşündüm.

Biliyorum ki, uzman çavuşların adları bundan sonra da şehit haberlerinde sürekli okunacak ve Mustafa’nın sözleri hiç aklımdan çıkmayacak.

Terörle mücadeledeki önde gelen gücün, yoksul Anadolu insanındaki vatan sevgisi olduğu bilinmelidir.

Ama bununla birlikte, ailesine maaş, kardeşlerine iş sağlamak için yirmili yaşlarda şehit düşmeyi göze alan daha çok Mustafa’nın da olduğu unutulmamalıdır. ‘Gürbüz Evren.’

Ağlayabiliyorsanız, yüreğiniz taşlaşmamışsa... lütfen ağlayınız !

ÖZ VATANINDA GARİP, ÖZ VATANINDA PARYA ! (2)

Gece saat 02.00, taksi durağına bir abla geldi.

‘’Abi ne olur çocuğum çok ateşli, bizi hastaneye götürsen ateşi düşer belki. Ama cebimde sadece 7 TL var, söz çalışır öderim iki güne kadar’’.

Zaten iş de yok, siftah etmedim. Var bundan da bir hayır diye düşünüp, hemen atla abla, yetişelim hastaneye dedim. Çocuğun sesi beni bitirdi. İnliyor garibim, o inledikçe bende gaza daha da yüklendim. Acile yanaştık. Ben kimliğini aldım, kayıt yaptırdım. Anne odaya geçti. Doktor çok acil müdahale etti. Serumlar, iğneler derken meğer çocuğun nefesi kesilmek üzereymiş, biraz daha geç gelsek ölebilirmiş. Doktor hanım öyle dedi.

Tam 4 saat annesi ayakta bekledi. Bir defa olsun ne bir yudum su içti, ne de nefes aldı sanki. Aslında benim işim bitmişti. Ama nedense çekip gitmek içimden gelmemişti. Baktım yüzüne annenin bir ara, ne kadar da benziyordu benim vefat eden Nuray ablama.

Neyse çıktık tekrar yola ,çocuk iyi olunca sabaha. Önce ilaçlarını aldım eczaneden, sonra evlerine geldik. Yorgun olduğu için annesi ben aldım çocuğu kucağıma içeri kadar taşıdım. Şöyle bir etrafa baktım.

Nasıl yani, şimdi bu ev mi? Tek bir oda var, ikincisi yok. Bir yatak var, çocuğun ki yok. Küçük tüp var, 4’ lü ocak yok. Çeşme var, su yok. Tencere var, ama buzdolabı yok. Ekmek var, ama bir litre sıvı yağ yok.

Abla dedim, sen nasıl bu hale geldin?

Eşinden kaçmış, bu eve sığınmış, cebindeki para ile ilk kirayı yatırmış. Ev sahibi de yaşlı teyzeymiş acımış, kendinden bir yatak, bir halı ve küçük tüp vermiş. Çalıştıkça eksiklerini alırsın demiş. Abla anlattı her şeyi: ‘’Abi 7. günüm bu evde. 45 TL param vardı o da bitti istemesem de. Evlere temizliğe giderim, gerekirse 100 değil 50 TL isterim. Allah’ın izni ile geçinir giderim. Mesela ilk sizin evi temizlerim. Sen sabaha kadar işinden oldun, bende böylece sana olan borcumu öderim. Yeter ki iş verin bana, vallahi dilenci değilim ben asla. Sadece tutunmaya çalışıyorum bu hayata’’.

O arada ev sahibi yaşlı teyze geldi. Elinde bir tabak yemek ve iki ekmek var idi. Yazık, o da yardım etmeye çalışıyor, yaşı belki 80 elinden bu kadar geliyor. Abla da çok kültürlü, ayrıca konuşurken yüzüme bakmıyor, iffet sahibi.

Ben aslında taksici değilim. Geçen ay işten çıkarılmış idim. Çalıştığım firma kapandı. Benim gibi 11 kişi işsiz kaldı. Cebimde de 2.900 TL para var. Kızımın biriktirdiği de içinde, ona bilgisayar alacağım. Bugün doğum günü de. Akşama almam da lazım. Ama nasıl bırakayım şimdi bu abla ve çocuğunu da? Ellerim titrese de, kulak verdim içimden gelen sese. Zar zor ikna edip ablaya verdim ikibin TL. Gitti bizim bilgisayar parası. Hanımda anlamayacak kızacak, çocuğunda ağlaması cabası.

Ne yalan söyleyeyim. Evden çıktım ama içimde pişmanlık tavan yaptı. Koltuğa oturup, kontağı çevirmeden önce ‘’Allah’ım dedim. Sen gördün her şeyi, sana teslim ettim emaneti. Sen her şeyi bilensin, bana bir çıkış yolu gösterirsin’’. Bütün duam bu kadardı.

Moralim sıfır arabayı teslim etmeye dönerken telefonum çaldı. Bizim işten çıkarılan ağabeylerden olan Mustafa abi aradı. ‘’Müjdemi isterim,1.5 iskenderi de yerim. Vedat kardeşim. Müjde tazminatlar hesaba yatmış. Ben çektim, sende git çek dedi.’’ Benim tazminatım tam 27.000 TL idi. Çektim, bilgisayarı da hediye paketi yaptırdım. Elime sığacak kadar her şeyi de aldım. Yarın ablaya ilk işim buzdolabı almak olacak. Biliyorum Allah bana da yeni bir iş kapısı açacak…

NOGAYTÜRK 06/03/2020/BANDIRMA