Sabit Sermayenin Boyutları Kapitalist Üretimin Ulaştığı Düzeyi Gösterir:

Sabit Sermayenin Boyutları Kapitalist Üretimin Ulaştığı Düzeyi Gösterir:

 GRUNDRİSSE*1

EMEK SÜRECİ, SABİT SERMAYE, EMEK ARACI, MAKİNE

Emek malzemesi (doğru ve teorik ifade biçimi budur, “hammadde” değil), emek aracı ve canlı emek. Bir yandan, sermaye maddî varlığı bakımından bu üç öğeye bölünüyor, öte yandan emek süreci (ya da bu öğelerin birbirleriyle birleşip kaynaşma süreci) bu öğelerin dinamik birliğini, ürün de statik birliğini oluşturuyordu. Bu biçim çerçevesinde, maddî öğeler (emek malzemesi, emek aracı ve canlı emek) salt emek sürecinin organik öğeleri olup, sermaye tarafından kendine maledilen şeyler olarak görüldüler.

Sermayenin dolaşım sürecinde girdiği sabit biçimlerin her birinin özgül kullanım değeri, yani kullanımından hâsıl olan sonuç, sermayenin bir sonraki evresine dönüşmektir. Sadece bir dizi değer değil, sırayla özgül biçimlere giren ve bunlar sayesinde dolaşan ve artan bir değer söz konusudur. Dolayısıyla, girdiği çeşitli biçimlerin özgül maddi niteliği de, bu dolaşım sürecinin gerekleri tarafından belirlenmiştir. Emek aracı (emek süreci ile makineleşme arasındaki diyalektik ilişki konusunda söylenenler, hemen tümüyle Hegel ’den alınmıştır. Bkz. Mantık, V. 342-365: “Teleoloji" başlığı),   şimdi artık maddî bakımdan da salt emeğin aracı olarak değil, aynı zamanda sermayenin, kendi bütünsel süreci tarafından belirlenen tikel bir varoluş biçimi, yani sabit sermaye olarak belirmektedir. Tarihte, olduğu gibi alınıp sermayenin değerlenme sürecine katıldığı biçimiyle, kelimenin asıl anlamıyla emek aracı olarak kaldığı sürece, bu olay, emek aracı için salt biçimsel bir değişimdir.

Bir kez sermayenin üretim sürecine katıldığında, emek aracı bir dizi dönüşümden geçer. Bu dönüşümlerin son durağı makine ya da daha doğrusu otomatik bir mekanizasyon sistemidir (mekanizasyon sistemi; otomatik sistem bunun sadece en tam, en tutarlı biçimidir ve makineleri bir sistem haline ilk bu çevirir).  Sistem, bir otomat, yani kendi kendini devindiren bir devindirici güç tarafından harekete geçirilir; bu otomat, sayısız mekanik ve zihinsel organdan oluşur ve işçilerin işlevi salt bunun bilinç sahibi eklemleri olmaktır.  

Makine ve ondan da ötede, otomatik mekanizasyon sistemi halini alan emek aracı, kullanım değeri bakımından -yani maddî varlığı bakımından- sabit sermayeye ve genelde sermayeye uygun bir varlığa dönüşmüş; emeğin dolaysız bir aracı olarak alınıp sermayenin üretim sürecine katıldığı biçim aşılarak, yerini bizzat sermaye tarafından vazedilen ve sermayeye tekabül eden bir biçime bırakmıştır. Makine, hiçbir bakımdan, bireysel işçinin emeğinin aracı olarak gözükmez.

İşçinin salt bir soyutlamaya indirgenen etkinliği, her yönüyle makinenin devinimi tarafından belirlenir ve düzenlenir olmuştur (makineninki işçi tarafından değil, yani özne olan işçi değildir bu konumda).

 Mekanizmanın cansız parçalarını birbirine ekleyerek, amaca yönelik bir otomat gibi çalışmasını sağlayan bilim, işçinin bilincinde değildir; makinede işçiye yabancı bir güç, makinenin kendi gücü olarak belirir. Sermaye kavramında yatan, nesnelleşmiş emeğin canlı emeği kendine maletmesi bağımsız değerin, değer üreten gücü ya da faaliyeti kendine maletmesi- olayı, makinelere dayalı üretimde artık maddî yapısı ve maddî işleyişi bakımından da üretim sürecinin gerçekleşme tarzını, karakterini belirlemektedir. Üretim süreci, emeğin egemen birleştirici öge olarak süreci kucaklaması anlamında bir emek süreci olmaktan çıkmıştır.  

Sistemin birliğini oluşturan canlı işçiler değil, onların bireysel, ehemmiyetsiz işleyişlerinin karşısına kudretli bir organizma olarak dikilen, canlı (aktif) makinedir. Makine kılığındaki nesnelleşmiş emek, bizzat emek süreci içeresinde, egemen bir güç olarak canlı emeğin karşısına dikilir - bunun biçimsel plandaki karşılığı, sermayenin canlı emeği kendine mal edişidir.  Emek sürecinin sermayenin değerlenme sürecinin bir öğesi haline gelişi, emek aracının makineye ve canlı emeğin de bu makinenin salt canlı bir eklentisine (eyleminin aracına) dönüşmesiyle, maddî planda da gerçekleşmiş olur. Emeğin üretici gücünün artmasının ve zorunlu emeğin minimuma indirilmesinin, sermayenin zorunlu bir eğilimi olduğunu görmüştük. İş aracının makineye dönüşmesi, bu eğilimin gerçekleşmesidir. Makine kılığındaki nesnelleşmiş emek canlı emeğin karşısına egemen bir güç ve aktif bir kendine tâbi kılış süreci olarak çıkar. Makine biçimini alan nesnelleşmiş emeğin dolaysız olarak kendisi, sırf bir ürün ya da emek aracı olarak kullanılan bir ürün değil, bizzat üretici gücün ta kendisidir. Emek aracının gelişerek makineye dönüşmesi sermaye için bir raslantı değil, devraldığı geleneksel emek araçlarını sermayeye uyarlı biçime sokan tarihî biçimlendirme sürecidir. Toplumun beynindeki bilgi ve yetenek birikimi, genel üretici güçler birikimi, bu süreçte emeğe karşı sermaye tarafından özümsenir ve böylece sermayenin ya da özel olarak üretim sürecine üretim aracı olarak giren sabit sermayenin malı olarak gözükür.

Toplumun üretici gücü sabit sermaye ile ölçülür; sabit sermayenin varlığında nesnel biçime kavuşur. Buna bağlı olarak, sermayenin üretici gücü de, bedavadan kendine malettiği bu genel ilerlemeyle orantılı olarak gelişir. ( Dikkat buyurunuz; Toplumun üretici gücü sabit sermaye ile ölçülür demekte Marx. Üretken sermayenin gelişiminde değil, organik bileşen seviyesinde değil, değişmeyen sermayenin büyüklüğünde değil, sabit sermayede demekte. Zira sabit sermaye dendiğinde sadece makine parkurlarının teknolojik gelişimi değil, barajları, demiryollarını, havaalanlarını, limanları ve yapımı oldukça uzun zaman alan Süveyş Kanalı gibi büyük sermaye yatırımlarını gerektiren bir sermaye birikimini anlamamız gerekmektedir. Hemen aklıma gelen bir sabit sermaye örneğini vereyim; İngiltere, toplumsal sermayesini yoğunluklu dokuma, tekstil üretim alanında oluşturmuştu. 1870 sonrası Demir-çelik sektörü ve kömür madenleri ile Almanya ve ABD atılım yapıp, demiryolları ve Atlantik aşan gemi yapımı ile hızla merkez ülke konumuna geçerken, İngiltere, sabit sermayesini yenilemekte, çağa ayak uydurmakta geri kaldı. Hâlbuki o tarihlere kadar İngiltere merkez ülke konumundaydı!) Bilim, makinede, işçinin dışında ve ona yabancı bir şey olarak belirir; canlı emek, ondan bağımsız olarak işleyen nesnelleşmiş emeğe tâbi kılınır. Eylemi sermayenin ihtiyacına uymadığı takdirde, işçi gereksiz bir fazlalık haline gelir.   Toplumda bilimsel birikimle, genel olarak üretici güç birikimiyle orantılı olarak makineleşme geliştikçe, genel toplumsal emek, emek değil sermaye biçiminde gözükmeye başlar. (Makineleşmenin ve dolayısıyla bilimsel araştırma vb. ‘nın toplam toplumsal üretim içindeki payının artması, kapitalist üretim tarzında bu bütünsel üretim sürecinin ifadesi olan sermaye içindeki payının da artması demektir. Böylece sermaye içinde direkt kol emeğinin (ve dolayısıyla işçi ücretinin) payı küçülürken, kol emeğinden bağımsız olarak sermayenin “kendi yatırımı” olan parçası büyür.)  Öte yandan, bütünsel üretim süreci de artık işçinin dolaysız hünerine tâbi olmaktan çıkmış, bilimin teknolojik uygulaması halini almıştır.

Sermayenin dinamiği üretime bilimsel bir nitelik kazandırmaktadır ve dolaysız emek bu süreçte salt bir öge düzeyine indirilmiştir. Değerin sermayeye dönüşmesinde olduğu gibi, bu daha ileri gelişim aşamasında da sermayenin bir yandan üretici güçlerin belirli bir tarihî gelişim düzeyini ön varsaydığı -bilim de bu üretici güçlere dâhil-, bir yandan da bunları zorlayıp daha ileri götürdüğü görülmektedir. Dolaysız emeğin karşısında, bir yandan genel bilimsel emek, yani doğa bilimlerinin teknolojik uygulaması, bir yandan da üretimin toplumsal bir bütün şeklinde eklemlenişinden ileri gelen genel üretici güç birinci plana geçer (genel üretici güç tarihî sürecin bir ürünü olduğu halde, toplumsal emeğin doğa vergisiymiş gibi görülür). Sermaye, böylelikle, kendi emeğiyle, kendi egemen olduğu üretim sürecinin çözülüşünü hazırlar. İşçinin üretim sırasında gerekli tüketimini, metabolik alışverişini sürdürebilmesi, dolaşan sermayenin işçiye ödenen kısmının ya da genelde dolaşan sermayenin bir işlevi olarak gözükmektedir.

Üretim aracı biçimindeki sabit sermaye -k i bunun en uygun biçimi makinedir- sadece iki anlamda değer üretir, yani ürünün değerini artırır. 1) kendi değeri olduğu, yani bir emek ürünü, nesnelleşmiş halde bir emek niceliği olduğu için;  2) emeğin üretici gücünü artırarak artık-emeğin zorunlu emeğe oranını artırdığı, yani canlı emek kapasitesini geçindirmek için gereken ürünlerin daha kısa bir sürede ve daha büyük miktarda üretilmesini sağladığı için. İşçi ürünü kapitalistle paylaşır, çünkü kapitalist sabit sermayesi sayesinde onun emeğini kolaylaştırır, işini kısaltır şeklindeki akıl yürütmeler, o halde, ileri derecede saçma burjuva lafazanlıklarıdır. Tersine, makineyi devreye sokmakla kapitalist, emeği tüm bağımsızlığından ve çekiciliğinden soyar ve kaldı ki sabit sermaye zaten emeğin bir ürünü, sermayenin sadece kendine malettiği yabancı emektir. Sermaye makineyi ancak ve ancak işçinin zamanının daha büyük bir kısmında sırf sermaye hesabına çalışabilmesini mümkün kıldığı, zamanının daha büyük bir kısmını kendisine ait olmaktan çıkarıp bir başkası uğruna çalışma süresi haline getirdiği için kullanır. Gerçi bu süreçte, belli bir nesneyi üretmek için gereken emek miktarı asgariye indirgenir, fakat sadece azamî miktarda emeği azamî sayıda bunun gibi nesnede değerlendirebilmek için. Birinci husus önemlidir, çünkü burada sermaye -hiç bilmeden- insan emeğini, güç harcama gereğini asgariye indirmektedir. Kurtulmuş emek bundan yararlanacaktır ve kurtuluşunun önkoşulu budur.

Sabit sermaye, ancak kendisi nesnelleşmiş emek süresi olduğu ve ancak artık-emek süresi ürettiği ölçüde bir değer kaynağı olabilir. Makine eksik olan emek-gücünü tamamlamak için değil, yığınsal olarak bulunan emek-gücünü gereken düzeye indirmek için sahneye çıkar. Ancak emek kapasitesi yığın halinde bulunduğu zaman makine işe karışır. Makine -sabit sermaye niteliğiyle- emekçinin bağımsızlığını yok eder, onu bir başkasının malı haline getirir. Fakat makinenin bu işleyişi ancak sabit sermaye işlevinde olduğu sürece geçerlidir ve bu işlevde olması da ancak emekçi onun karşısında bir ücretli işçi konumunda olduğu ve genelde faal birey de çıplak emekçi konumunda bulunduğu içindir.  Sabit sermayenin değeri, ancak üretim sürecinde kullanılıp tüketilmekle yeniden üretilir. Kendisinden yararlanılmadığı takdirde, değeri ürüne aktarılmaksızın kullanım değeri kaybolur. Dolayısıyla sabit sermaye burada incelediğimiz anlamda ne kadar gelişirse, üretim sürecinin sürekliliği ya da yeniden üretimin kesintisiz akışı da, o ölçüde, sermayeye dayalı üretim tarzının dışsal, zorlayıcı bir koşulu haline gelecektir.  

Makine ve Canlı Emek (Bilimsel Araştırma Mesleği)

Sermayenin canlı emeği kendine mal edişi bu yönüyle de makinede elle tutulur bir gerçeklik kazanır: Eskiden işçi tarafından yapılan aynı işi şimdi makinenin yapmasını mümkün kılan, bir yönüyle, mekanik ve kimya yasalarının doğrudan doğruya bilimden kaynaklanan analizi ve uygulamasıdır. Buna karşılık, mekanizasyonun bu yoldan gelişmesi, ancak büyük sanayi bir kez ileri bir düzeye ulaştıktan ve bütün bilimler sermaye tarafından esir alındıktan sonra, var olan makineler öbür tarafta zaten büyük kaynaklar sağlıyorken söz konusu olabilir. Bilimsel araştırma o zaman bir meslek niteliğini kazanır ve bilimin doğrudan doğruya üretime uygulanması, araştırmayı yönlendiren ve teşvik eden belirleyici perspektif haline gelir.  

Canlı emeğin nesnelleşmiş emekle mübadelesi, yani toplumsal emeğin sermaye-ücretli emek antitezi biçiminde vazedilmesi, değer ilişkisinin ve değere dayalı üretimin nihai aşamasıdır.

Emek, üretim sürecinin içsel bir öğesinden çok, üretim sürecinin denetçisi ve düzenleyicisi konumunu almaya başlar. İşçi üretim sürecinin başlıca faktörü olacak yerde, sürecin kenarında duran bir bakıcı haline gelir. Bu dönüştürme sürecinin üretimin ve zenginliğin büyük temel taşı, ne işçinin harcadığı direkt insan emeğidir, ne de emeğin süresi; temel, insanın toplumsal bir varlık olarak kendi genel üretici gücünü, doğa bilgisini ve doğa üzerindeki egemenliğin kendi malı haline getirmesidir - tek kelimeyle, toplumsal bireyin gelişmesi. Günümüzde zenginliğin temelinde yatan yabancı emek süresi hırsızlığı, bizzat büyük sanayi tarafından yaratılan bu yeni temel karşısında pek zavallı bir dayanak görünümündedir. Dolaysız biçimiyle emek, zenginliğin ana kaynağı olmaktan çıkınca, emek süresi zenginliğin ve dolayısıyla mübadele değeri kullanım değerinin ölçüsü olmaktan çıkar ve çıkmak zorundadır. Yığınların artık -emeği genel zenginliğin gelişiminin önkoşulu olmaktan, onunla birlikte azınlığın emeksizliği insan kafasının evrensel güçlerinin gelişmesinin koşulu olmaktan çıkar. Bununla, mübadele değerine dayalı olan üretim çöker ve dolaysız maddî üretim süreci sefalet ve antitez biçimlerinden kendini kurtarır. Bireysellik özgürce gelişir. Zorunlu emek süresinin artık-emek yaratmak için azaltılması yerine, genelde toplumun zorunlu emeğinin minimuma indirgenerek, herkes için serbest bırakılmış olan zamanın ve yaratılmış olan araçların, bireylerin sanatsal, bilimsel vb. eğitim ve gelişimine tekabül etmesi. Bir yandan emek süresinin minimuma indirgenmesi için bastıran, öte yandan emek süresini zenginliğin tek ölçüsü ve kaynağı olarak vazeden sermaye, süregiden çelişkinin ta kendisidir. Sermaye zorunlu emeğe harcanan süreyi azaltır, ama sadece fazlalık emeğe harcanan süreyi artırabilmek üzere azaltır; dolayısıyla fazlalık emeği, giderek artan bir ölçüde, zorunlu emeğin koşulu -ölüm kalım meselesi- haline getirir. Dolayısıyla bir yandan bilimin ve doğanın tüm güçlerini, toplumsal işbirliğinin ve toplumsal bağlantıların tüm olanaklarını, zenginlik üretimini, üretimde harcanan emek süresinden (nispeten) bağımsız hale getirmek için seferber eder. Öte yandan böylece yaratılan bu dev toplumsal güçleri emek süresiyle ölçmeye, onları eskiden üretilmiş değerlerin değerini koruma görevinin koyduğu sınırlar içine hapsetmeye çabalar. Üretici güçler ve toplumsal ilişkiler -toplumsal bireyin gelişiminin bu iki ayrı cephesi- sermayenin gözünde sadece birer araçtır ve sermayenin sınırlı temeli üzerinde yapılan bir üretimde, araçtan başka şey olamazlar. Oysa bunlar, gerçekte bu temeli paramparça edecek olan patlamanın maddî koşullandır.  

“ 12 saat yerine eğer 6 saat çalışılıyorsa, işte o ulusa gerçekten zengin denilebilir.”

Doğa makine yapmaz, lokomotifler, demiryolları, elektrikli telgraflar üretmez. Bunlar insan çabasının, sanayiin ürünleridir; doğal hammaddelerin insanın doğaya hâkim gelen iradesinin ya da insanın doğaüstündeki etkinliğinin organlarına dönüştürülmesidir. İnsan beyninin, insan eliyle yaratılmış organlarıdır; bilimin nesnelleşmiş gücüdür. Sabit sermayenin gelişme düzeyi, genel toplumsal bilginin, ne dereceye kadar dolaysız b ir üretici güç haline geldiğini ve dolayısıyla toplumsal yaşam sürecinin koşullarının ne dereceye kadar general intellect’in (Genel zihin, toplumsal zekâ ki günümüzde toplumsal zekâ yerine yapay zekâ kavramı uydurulmuş! Liberalliğin, bireyselliğin ürünü olarak, bireysel yapay zekâ anlamına gelen) kontrolü altına girmiş olduğunu, ne dereceye kadar dönüştürülüp ona uyarlı biçime sokulmuş olduğunu gösterir. Toplumun üretici güçlerinin, salt bilgi biçiminin ötesinde, ne dereceye kadar toplumsal pratiğin, maddî yaşam sürecinin dolaysız organları halinde üretilmiş olduklarını ortaya koyar.

Sabit Sermayenin Gelişme Düzeyinin Anlamı (Genel Olarak Sermayenin Gelişimi Açısından)     Sabit ve Dolaşan Sermayenin Üretimi Arasındaki İlişki:

Sabit sermayenin gelişme düzeyi bir başka bakımdan daha, genel zenginliğin ya da sermayenin gelişim düzeyini gösterir. ( Marx, ısrarla Sabit sermayenin gelişme düzeyi diyor! Değişmeyen sermaye kavramına henüz ulaşmamış olduğunu söylemek, ne derece doğru olabilir ki? Neticede, Grundrisse Marx’ın Kapital öncesi, 1857-58 yıllarında yazdığı en önemli teorik yazılarını içeren, Kapital’in müsveddesini oluşturan yazılarıdır ve Kapital’de nihayetinde 9-10 yıl sonrasında 1867’de yayımlanmıştır. Marx, değişen/değişmeyen sermaye denklemini kullanmaya bu kısa aralıkta mı ulaştı? Bu düşünce tarzı da hem Grundrisse ’yi hafife almak, hem de Marx’ın Kapital öncesi çabalarına haksızlık olmaz mı?)

Gerek doğrudan doğruya kullanım değerine, gerekse doğrudan doğruya mübadele değerine yönelik üretimin hedefi, sonuçta tüketilmek üzere yaratılan üründür. Sabit sermaye üretimine yönelik üretim ise ne doğrudan doğruya bireysel doyuma yarayan nesneler, ne de doğrudan doğruya mübadele değerleri -en azından, dolaysız olarak realize edilebilecek mübadele değerleri- üretir. Dolayısıyla, üretim süresinin gittikçe artan bir kısmının üretim araçlarının üretimine ayrılması, geri kalan üretim süresinin dolaysız üretime yetmesine imkân verecek belli bir üretkenlik düzeyine ulaşmış olmasına bağlıdır.

Disposable Time ( Serbest zaman, istendiği gibi harcanabilecek süre). Bunu Yaratmak, Sermayenin Temel İşlevi. Bunun Sermayedeki Çelişkili Biçimi:

Sermayenin dinamiği, her zaman için, bir yandan disposable time yaratırken, bir yandan da bunu artık emeğe dönüştürmektir. Eğer birincisinde çok başarılı olursa aşırı üretime katlanmak ve sermayenin artık -emeği değerlendirmekten aciz kalması yüzünden, zorunlu emek kesintiye uğramak zorundadır. Bu çelişki ne kadar gelişirse, üretici güçlerin büyümesini yabancı emeğin temellüküyle kısıtlamanın artık imkânsız olduğu ve işçi kitlesinin kendi artık-emeğini kendine mal etmesi gerektiği de o ölçüde gün ışığına çıkar. Bu bir kez başarılınca -ve disposable time, antitetik biçiminden (antitetik biçim; yaratılan artık-emeğe bağlı olarak, yaratılan serbest zaman) kurtulunca- bir yandan zorunlu emek süresinin tek sınırı toplumsal bireyin ihtiyaçları olacak, bir yandan da toplumsal üretici güçler o derece hızlı gelişecektir ki, üretim artık toplumun tümünün zenginliğine yönelik olarak hesaplansa dahi, herkesin disposable time'ı artacaktır. Çünkü gerçek zenginlik, tüm bireylerin gelişmiş üretici güçleridir. Bu noktada artık zenginliğin ölçüsü emek süresi değil, disposable time ’dır. Emek süresinin zenginlik ölçüsü olarak alınması, zenginliğin yoksulluk üzerine temellendirilmesini ve disposable time’ın artık -emek süresiyle karşıtlık içinde ve bu karşıtlık sayesinde var olmasını -bireyin tüm vaktinin emek süresi olarak tespit edilmesini ve dolayısıyla bireyin çıplak emekçi düzeyine alçaltılmasını, emeğine tâbi kılınmasını- ön varsayar. En gelişmiş makine, o halde, işçiyi bir vahşinin çalıştığından ya da kendisinin en basit, en kaba aletlerle çalışacağından daha fazla çalışmaya zorlar.

Sabit sermayenin üretimine harcanan emek süresinin dolaşan sermayenin üretimine harcanan süreye oranı, sermayenin kendi üretim aracı içinde, artık -emek süresinin zorunlu emek süresine oranına paraleldir. (Kullanım değerine yönelik üretim -doğrudan ihtiyaçların karşılanmasına yönelik emek- ile mübadele değerine yönelik üretim (satışa yönelik emek) arasındaki ilişki ne ise, mübadele değerine yönelik üretimde, tüketim maddesi üretimiyle üretim maddesi üretimi arasındaki ilişki de odur.)

Dolaysız ihtiyaçların giderilmesine yönelik üretimin üretkenliği arttıkça üretimin giderek artan bir kısmı üretimin kendi ihtiyaçlarının karşılanmasına, yani üretim araçları üretimine yöneltilebilir. Sabit sermaye üretimi içeriksel yönüyle dahi, üretimin dolaysız amacı olarak ne dolaysız kullanım değerlerinin, ne de sermayenin dolaysız yeniden üretimine giden değerlerin -yani, değer yaratma sürecinde göreli olarak yine kullanım değerini temsil eden değerlerin- üretimine yönelik değildir. Üretimin dolaysız hedefi olarak değer yaratma araçlarının üretimine, yani dolaysız bir hedef olarak Değer’e değil, değer yaratma fiiline, değer yaratma araçlarının üretimine yöneliktir.

Gerçek Tasarruf (iktisat) = Emek Süresi Tasarrufu = Üretici Gücün Gelişmesi. Serbest Süre ile Emek Süresi Arasındaki Karşıtlığın Aşılması:  Gerçek iktisat (tasarruf; “Ekonomi” sözcüğü aynı zamanda hem iktisat hem tasarruf (kısıntı) anlamına gelmektedir), emek süresi tasarrufundan ibarettir; (üretim maliyetinin asgariye indirilmesi); öte yandan, bu tasarruf üretici gücün gelişmesiyle özdeştir. O halde doyumlardan fedakârlık etmek değil, üretim gücünün, yeteneklerinin ve dolayısıyla doyum yeteneklerinin ve doyum araçlarının geliştirilmesini içermektedir. Doyum yeteneği, doyumun koşulu ve ilk aracı olup, [bu yeteneğin gelişmesi] bir bireysel potansiyelin, bir üretici gücün gelişmesidir. Emek süresinden yapılan tasarruf serbest sürenin, yani bireyin her yönüyle gelişmesine ayrılacak sürenin artması demektir; bu çok yönlü gelişme de, en büyük üretici güç olarak, yine emeğin üretici gücünü etkileyecektir. Dolaysız üretim sürecinin bakış açısından, bu bir sabit sermaye üretimi olarak görülebilir - insan burada bu sabit sermayenin ta kendisidir.

Üretim süreci, oluşum halindeki insan için bir disiplin aracı olduğu kadar, o halde, oluşmuş ve olgunlaşmış, kafasında toplumun birikmiş bilgisini taşıyan insan için, bir alıştırma süreci, deneysel bir bilim, maddî olarak yaratıcı ve nesnelleştirici bir bilimdir.

Sabit Sermayenin Boyutları Kapitalist Üretimin Ulaştığı Düzeyi Gösterir:  Üretilmiş bir üretici güç anlamında sabit sermaye, bir üretim faktörü olarak belli bir zaman dilimi içinde üretilen kullanım değeri hacmini artıracağına göre, sabit sermayenin büyüyebilmesi için işlediği hammaddenin de artması gerekir (bu, imalât sanayiinde, balıkçılık, madencilik gibi çıkarım sanayilerinde emek sadece ham ya da birincil ürünün ele geçirilmesindeki, elde edilmesindeki engellerin üstesinden gelmekten ibarettir. Bir hammaddeyi üretim için işlemek değil, var olan bir ham ürünü mülk edinmek söz konusudur.

Hammadde, Ürün, Üretim Aracı ve Tüketimin Tanımlanması.

Para, Sabit Sermaye midir, Dolaşan Sermaye midir?  

Bireysel Tüketim Açısından Sabit Sermaye ve Dolaşan Sermaye:

“Bir ulusun dolaşan sermayesi şunlardan oluşur: para, ihtiyaç maddeleri, hammaddeler ve bitmiş ürünler” (A. Smith, cilt II, s. 218).

Paraya sabit sermaye mi, dolaşan sermaye mi demesi gerektiği konusunda Smith kararsızdır. Para her zaman için sadece bir dolaşım aracı işlevini görmesi anlamında -dolaşım bütünsel yeniden üretim sürecinin bir öğesi olduğuna göre- sabit sermayedir. Buna karşılık, dolaşım aracı olarak, paranın kullanım değeri sürekli olarak dolaşmak ve de; ne asıl üretim sürecine, ne de bireysel tüketime girmemektir. Para, sermayenin dolaşım evresinde bağlı kalan, sabit sermayenin parçasıdır; dolayısıyla bir yönüyle dolaşan sermayenin en mükemmel biçimiyken, öbür yönüyle de, bir araç olarak sabit kalması bakımından, sabit sermayedir. Bireysel tüketim konusu açısından sabit sermaye-dolaşan sermaye ayrımının ifade ettiği anlama gelince, sabit sermayenin bir kullanım değeri olarak dolaşıma girmeyeceğini söylemekle bunu zaten çözümlemiş bulunuyoruz. (Tarımda ise, tohum çoğaldığından, bir kısım kullanım değeri olarak dolaşıma girer.) Bu kullanım-değeri-olarak-dolaşıma-girmeme özelliği, sabit sermayenin bir bireysel tüketim nesnesi olamayacağını gösterir.

*1- Grundrisse, K.Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisi için Ön Çalışma, Birikim Yay. Çev. Sevan Nişanyan, s.545-571

Sedat PAMUK, 08.10.2024, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, “Sınıf ve Sendika” çalışmasının okuma ve tartışma konusu… 

10-10-2024/SEDAT PAMUK