Savaş Muhabiri Georg Bittner'in Çanakkale Cephesi İzlenimleri

Avusturya-Macaristan Birliklerinin Çanakkale Cephesi’ndeki muharebelere katıldıkları dünya kamuoyunda pek bilinmez.

"Avusturyalı Savaş Muhabiri Georg Bittner'in Çanakkale Cephesi İzlenimleri", Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Y.15, S.23 (Güz 2017), s.133-163

MAKALE :  EMRE SARAL - HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin müttefiklerinden Avusturya-Macaristan ordusu birliklerinden özellikle topçu bataryaları Çanakkale ve Filistin Cephelerinde savaşın akıbetini etkilemiştir. 1915 senesi Kasım ayından itibaren Türkiye’ye gelmeye başlayan topçubataryalarının katılımıyla gücü artan Osmanlı ordusu, etkili top atışlarıyla İngiliz ve Anzak (Anzac) kuvvetlerini püskürtmüştür. Avusturyalı savaşmuhabiri Georg Bittner, bu topçuların faaliyetlerini izlemiş ve İngilizlerinbölgeden çekilişi başta olmak üzere siperlere dair gözlemleriyle kimi Türk subay ve erlere dair kişisel hikâyeleri 31 Aralık 1915 – 28 Ocak 1916tarihleri arasında Neues Wiener Journal isimli gazetede neşretmiştir. Buçalışma, Bittner’in haberlerini takdim ve tahlil etmeyi amaçlamaktadır. Metin içerisinde Bittner’in ilgili yazılarının Almanca’dan tam tercümeleribulunmaktadır
AVUSTURYALI SAVAŞ MUHABİRİ GEORG BITTNER’İNÇANAKKALE CEPHESİ İZLENİMLERİ 
 Birinci Dünya Savaşı tarihini konu alan Türkçe literatürdeki tetkikler incelendiğinde araştırmacıların dikkatlerini uzun süredir müttefik Alman askerî misyonunun faaliyetlerine verdikleri;buna mukabil, Osmanlı Devleti ile diğer bir müttefiki Avusturya-Macaristan’ın ilişkileri üzerine yapılan tetkiklerin sayısının ise yakın dönemde arttığı görülür.
Hâlbuki Birinci Dünya Savaşı’nda çeşitli sınıfara mensup beş bine yakın Avusturya-Macaristan askeri Osmanlı safarında mücadele etmiştir 
durum konunun farklı yönleriyle daha derinlemesine araştırılması lüzumunu göster mektedir.Balkan Savaşları’nın bitiminden Birinci Dünya Savaşı’na kadar geçen sürede Avusturya-Macaristan, iktisadî, ticarî ve stratejik kaygılardan ötürü Osmanlı Devleti ile bağını koparmak istememiş; bu devlete Birinci Dünya Savaşı sırasında yardımda bulunmuştur.

 Savaş sırasında Avusturya-Macaristan ordusundan iki yüz yüksek rütbeli subay ile memur, yedi topçu bataryası, çok sayıda askerî uzman, tekniker, pilot,şoför, doktor, amme idaresi organı ve dış ilişkilere yönelik kurumlar Osmanlı devleti için çalışmıştır.

 Savaş başladığında İstanbul’da bulunan sefaret heyetlerinin en kıdemlisi konumundaki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sefiri Markiz Johannvon Pallavicini
ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı Devleti’ndeki askerî yetkilisi General Joseph Pomiankowski iki devlet arasındaki müttefik ilişkisinin sağlıklı biçimde yürümesi için çaba göstermişlerdir. Osmanlı Devleti, müttefikleri ile karadan ve denizden irtibatı olmadığından ötürü Çanakkale muharebelerinin bütün evrelerinde cephane ithalinden ve ikmalinden yoksun kalmıştır. Ordu, elindeki mevcut stokları idareli kullanmak durumunda kalmış; bu da cephede topçu atışlarının kısıtlanmasını gerektirmiştir. Askere moral ver mek, topçunun onları desteklediğini göstermek için sadece gürültülü manevra mermileri atılmıştır.
Cephanenin tükenme riskinin yanı sıra, hava koşullarının giderek kötüleşmesi de başka bir zorluk olmuştur.
Bu olumsuz koşullar altında, siperlerde ise ve bu kulaktan kulağa Avusturya –Macaristan devletinin Gelibolu cephesine askerî yardım yapacağı söylentisi yayılmıştır. Örneğin, Anafartalar Grubu Kurmay Başkanı Binbaşıİzzettin Bey (Orgeneral Çalışlar) hatıratında bu müşkül durumu
“Ah! Bir serbest yolbulunur da mühimmat gelirse inşallah bu karşımızdaki İngilizleri başımızdan tam olarak def edeceğiz.”
sözleriyle ifade etmiştir.

****

4 Karbi, “Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun…”, s.23.5 Karojlovič, “Magyarok a világháború…”, s. 80.6 Johann Markgraf von Pallavicini (Padova, İtalya, 18 Mart 1848 – Pusztaradvány, Macaristan, 4 Mayıs1941). Büyükelçi olarak görev süresi 5 Ekim 1906 - 11 Kasım 1918 tarihleri arasındadır.7 Pomiankowski, 28 Kasım 1866’da bugünkü Polonya’nın Jarosław şehrinde dünyaya gelmiştir. 17 Aralık 1909’dan itibaren Avusturya-Macaristan’ın İstanbul Sefaretinde Askeri Ateşelik görevini üstlenenPomiankowski, 20 Nisan 1914’ten itibaren “Militärbevolmächtigter” rütbesine getirilmiş, 1 Ağustos1914’te ise Tümgeneralliğe yükselmiştir. 1 Ağustos 1917’de Korgeneral olan Pomiankowski, savaş sonuna kadar Türkiye’de kalmış, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dağılınca Polonya vatandaşlığınageçmiş, 23 Ocak 1929’da bugün Ukrayna’daki Ľvov (Lviv) şehrinde vefat etmiştir.8 Walter Adam, “Die österreichisch-ungarische Artillerie in der Türkei”,Der Weltkampf um Ehre und Recht,Band 5, Kapital 23, Verlag von Johann Ambrosius Barth in Leipzig, 1919 und Walter de Gruyter& Co., Berlin, 1933, s.507-508. Bu eserin yazarı, savaş sırasında Avusturya-Macaristan Ordusu’nunİstanbul’da bulunan temsilciliğinde Kurmay Yarbay olarak görev yapmıştır.9 Kötü hava koşulları sadece Osmanlıları değil, düşman kuvvetlerini de etkilemekteydi. Bir Avusturyagazetesinde İngiliz Morning Post Gazetesi’nde yayınlanan soğuk ve dondurucu havaya ilişkin haber,“Dardanel’de Kar Fırtınası. İklim İngilizlerin Düşmanı Oldu. Yıkılmış Dalgakıranlar, Su Dolu Siperler,Yağmur, Don, Kar Fırtınası, Donmuş Nöbetçiler” başlığı altında özet olarak okuyuculara sunulmuştur:
“Kötü havalar Türklerin ilk müttefiki oldu. Büyük Britanya Seferi Kuvvetleri Çanakkale’de havalardançektiği kadar Türklerden çekmedi. Hafif esen rüzgâr birden bire korkunç bir tufana dönüştü. İçinekum doldurularak batırdığımız eski gemiler sayesinde Gökçeada’da, Suvla’da (Anafartalar), Seddül-bahir’de (Helles) inşa ettiğimiz dalgakıranlar zarar gördü. Onları yeniden daha sağlam olarak inşa etmek zaman alacak. Hiddetli kasırga sadece denizden esmiyordu. Kasırga ayrıca yarımada da ye

*****

şarılı görevin bir anısı olarak, Seddülbahir karşısında mevzilendikleri yere günümüze ulaşmayan bir anıt dikilmiştir.
16
 
Çanakkale cephesinde cereyan eden çarpışmalar esnasında ve sonrasındafarklı milletlere mensup gazeteciler cepheye giderek kendi kamuoylarını bilgilendir mişler ve izlenimlerini paylaşmışlardır.
17
 Bu gazeteciler arasında müttefik Avustur ya’dan gelenler de bulunmaktaydı. Hamiyet Sezer Feyzioğlu ve Selda Kaya Kılıç,Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgelerine dayanarak hazırladıkları çalışmada, resmî prosedür uyarınca Osmanlı hükümetinden yazılı izin alarak cepheye giden Avusturyalı muhabirlerin sayısını üç olarak tespit etmiştir: Dr. Blakon Landaur 
18
, Victor Sper noga ve Siegfried Geyer.
19
 Bu çalışmada, adı geçen muhabirlerin haricinde, cepheye giden başka bir Avusturyalı savaş muhabiri olan Georg Bittner’in haberlerine yerverilerek izlenimleri aktarılmaya çalışılacaktır. Bittner’in Çanakkale Cephesi’ndeki izlenimlerinden oluşan altı haberden oluşan yazı dizisi, 31 Aralık 1915 ile 28 Ocak1916 tarihleri arasında
 Neues Wiener Journal  gazetesinde neşredilmiştir.
20
 Bittner’inyazı dizisi, Çanakkale cephesine ulaşan Avusturya-Macaristan topçu bataryalarınınsavaşta oynadıkları role ilişkin Avusturya-Macaristan kamuoyunu ilk defa haberdar etmesinden ötürü önem arz etmektedir.
21
 Bu Avusturyalı muhabir, haberlerinde sadecetopçuların faaliyetlerinden ve kahramanlığından bahsetmemiştir. Bittner, Türkiye’de bulunduğu süre içerisinde, Harbiye Nazırı Enver Paşa’dan, üst rütbeli subaylara, hattarütbesiz erlere kadar farklı kimselerle buluşarak onlara ilişkin gözlemlerini paylaş
mıştır. Ayrıca, İngilizlerin bölgeden çekilişlerinin ardından olduğu gibi bıraktıklarısiperlerinin konumunu detaylıca tasvir etmiştir. Anlatım bütünlüğünü bozmamak ve okuyucuya daha sağlıklı bilgi vermek amacıyla, metin içerisinde yayınlanan bu ha
-berlerin tam tercümesine yer verilmiş; çalışmanın başlıklandırılması, haberlerin yayıntarihlerinden ziyade içerdiği konular esas alınarak yapılmıştır
Georg Bittner Hakkında
 
Doğum ve ölüm tarihlerine ilişkin olarak elimizde veri bulunmayan gazeteci, yayıncı ve savaş muhabiri Georg Bittner, 1909-1914 yılları arasında AvusturyaAlp-Kayakcıları Birliği Yayınevi’nin (Verlag des Alpen-Skivereines) çıkardığıDerSchnee mecmuasının mesul müdürlüğü ve yönetim kurulu üyeliği görevlerini yürütmüş; savaşın patlak vermesinin ardından on beş ay süre ile çeşitli cephelerde savaşmuhabirliği yapmıştır: Ocak 1915’te Der Schnee dergisini temsilen Galiçya cephesine gitmiş; Karpatlar’a dair izlenimlerini Nisan 1915’ten itibaren Neue Welt Journal ve Neues Wiener Journal gazetelerinde; İtalya cephesinden haberlerini ise Neues 8Uhr Blatt  gazetesinde yayımlamıştır. Kasım 1915’te Sırbistan cephesine giden bu muhabir, 1915 yılı sonunda Türkiye’ye gelerek Çanakkale cephesini gezmiş ve burada1916 yılının başına kadar kalmıştır. Savaşta gösterdiği cesaretten ötürü Fransuva Jozef Şövalye Haçı (
 Ritterkreuz des Franz Joseph-Ordens) ile taltif edilmiştir.
22
 Savaş tan sonra Aralık 1919-Şubat 1921 yılları arasında ikinci defa
 Der Schne dergisininmesul müdürlüğünü yürütmüş; yine aynı dönemde Neues 8 Uhr Blatt ’ın editörlüğünüyapmıştır. Bittner hakkında erişebildiğimiz son bilgi ise Aralık 1922’de Wiener Mitta- gszeitung  ve Wiener Allgemeine Zeitung isimli gazeteleri satın almış olduğudur.7 Kasım 1915 tarihinde Viyana Müzik Birliği’nin küçük konser salonundasoyluların huzurunda savaşın seyrine ilişkin gerçekleştirilen bir sunumda, İmparatorluk Savaş Basın Odası (Kriegspressequartier) Direktörü General v. Hoen
23
, Bittner’den ve faaliyetlerinden sitayişle bahsetmiştir. Avusturyalı General, Bittner’in“modern savaş haberleri hususuna yeni bir tarz getirdiği”ni ifade ederek sözlerinişöyle sürdürmüştür:
 “Savaş muhabirleri hep vardı ve [var] olmuştur. Esasen Almanozanlar, geçmiş kahramanlarının unutulmaz olaylarını şarkılaştırmışlardı.Geçmiş savaşlarda bulunmuş muhabirler olayları şiirsel bir şekilde anlatıyor-lardı. İçinde bulunduğumuz dünya savaşı çok daha değişik tarzda savaş ha-berleri [yazılmasını] gerektiriyor. Eski savaşlarda muhabirin şöhreti ve hırsı yeterli idi, olayları olabildiğince hızlı bir şekilde gazetesine iletebilmesi önemliidi. Bu görevi artık Genel Karargâh yapıyor.Şimdi ise savaş muhabirinin önünde elde ettiği intibaları yazıyadökebileceği geniş bir ebedî faaliyet sahası açılmıştır. Savaş muhabiri cephe-de ve menzillerde büyük olayları gözleyebilen kişidir. Cephe ile cephe gerisiarasında bir nev’î aracıdır. Cephedeki muharipler bile birçok olayı onların sanatsal anlatımları sayesinde öğrenirler. Savaş muhabirliğinin önemi dahahazar zamanı bizler ve Alman silah arkadaşlarımız tarafından anlaşılmıştır. Bunedenle -barış zamanı içinde – Savaş Basın Odası kurulmuştur. Düşmanlarımız  ise gerçek ve doğru haberlerin manasını kavrayamayarak kendi aleyhlerineolsa da savaş muhabirliği sistemini kaldırmışlardır.”
24
 Bittner’in Türkiye’ye Gelişi: İstanbul İzlenimleri ve Enver Paşa’nınHuzurunda Bittner, Türkiye’ye gelişini ve ilk izlenimlerini yazı dizisinin sonuna bırak mayı tercih etmiştir. Cepheye nasıl ulaştığını anlattığı bu yazıda, Enver Paşa ile kar şılaşmasına da yer vermiştir. Bittner, gazete haberinde de yer verdiği üzere, EnverPaşa’nın kendisinin gelişinden ve Çanakkale cephesine gideceğinden zaten haberdarolduğu Avusturyalı muhabirin bu konuda nezaketen istediği izni tereddüt etmeksizin başıyla onayladığını yazmıştır. Buradan Bittner’in Türkiye’ye sevk edilen topçu birlikleriyle beraber Avusturya ordusunun yetkilendirmesiyle geldiği varsayımı ilerisürülebilir. Bu noktadan hareketle, neden bu muhabirin Osmanlı kayıtlarında diğersavaş muhabirlerinin aksine akreditasyon künyesinin bulunmadığı üzerine de fikiryürütülebilir. Bittner, oldukça olumlu sözlerle anlattığı ve kudretli bir devlet adamı olarak tasvir ettiği Enver Paşa üzerinden Türk milletinin lider odaklı yönetim anlayışınavurgu yapmıştır. Adı geçen dönemde halkını motive eden bir lider ve ona bir kurtarıcıgözüyle bakan ve kendisine hayranlık besleyen bir kitlenin varlığını göstermiştir. Sadece ordunun içinde ve subayların nezdinde yüksek otoriteye sahip olmadığını, aynızamanda Harbiye Nezareti’ndeki müttefik subayların da kendisine ne denli saygı duyduğunu gözlemlemiştir. Enver Paşa’nın çekirdekten yetiştiği için orduyu tanıdığınıve sorunlarını bildiğini ifade eden Bittner, yazısına
“Türkiye demek, Enver Paşa de-mektir”
 sözüyle başlamıştır. Bu yazısında İstanbul’un farklı yüzlerini de okuyucu ile buluşturmuştur:
 “…Enver Paşa Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili’dir. Ancak,başkomutan Sultan’dır. İki farklı Türkiye vardır. Eski ve huzurlu Türkiye’nin sembolü gün batımında parlayan bircaminin kubbesi olabilir. Bu eski Türkiye, başıboş sokak köpeklerinin, eğri büğ-rü yolların, hamalların, sakat dilencilerin, sabahtan akşama kadar dairelerin-de kahve içen, sigara tüttüren memurların Türkiyesi’dir. Bütün bunları Prusya-lılar “Bommelet” olarak adlandırıyorlar ve Türklerin günde onlarca defa söy-lediği gibi ağır davranışlarını ‘langsam, langsam’ 
26 
 olarak nitelendiriyorlar. Almanlardan zafer kazanmayı öğrenen Enver’in Türkiye’si kısacaböyledir. Bu farklılığı hemen Sirkeci Tren İstasyonunda hissedersiniz. Oradahiç de Türk’e benzemeyen mavi gözlü, sarışın bir asker gördüm. Bu gibi tiplerle İstanbul’da her yerde karşılaşabilirsiniz. İstasyonda asılı bir levha gözümeçarptı:‘Alman Askerî Komutanlığı İrtibat Subayı. Yeni gelen subaylar veerler buraya kayıt yaptırmak zorundadırlar.’ Balkan Ekspresi’nin sefere konulduğu günden beri Gümrük Memu-ru olan ve her sabah ayak yoluna kısa bir gezinti yapmayı itiyat edinen görevlikendisini bir saate yakın bekletti. Bu karşı koyamadığı alışkanlığı o kadar güç-lüydü ki Batı’dan bir trenin geleceğini bile unutuyordu.
27 
 Biz yolcular -üçteikimiz Alman subayı idi- bu bekleyişten sıkılarak söylenmeye, küfür etmeye baş-lamıştık ki Prusya aksanı ile konuşan Türk subay üniformalı bir asker göründü.Onun gelmesiyle birlikte Gümrük memuru ve bavullarımız da geldi. Enver’e giden yol sanki eski Türkiye’den yeni Türkiye’ye giden bir yol gibiydi. Bu yol üzerinde sabahtan akşama kadar oturup dilenen korkunç görünüşlü sakat bir dilenci çocuk ve İstanbul’un dünyaca ünlü en güzel gö-rüntüsüne sahip büyük Galata Köprüsü vardı. Her akşamüstü Alman subaylarıGalata Köprüsü’ne giderek minarelerin ardından batan güneşi seyrediyorlardı.(Bu subayların hiç biri hayatları boyunca Melk Manastırı’nın penceresindenTuna tepelerini ve Klosterneuburg kubbelerini akşam kızıllığında seyretmemişolmalılar!)
28
 Sonra askerî-sivil terzilerin, semercilerin, yorgancıların bulun-duğu bir sokağa, sonra kemerli bir kapıya, Harbiye Nezareti önündeki genişmeydana (Beyazıt) geldik. Üç yıl önce Enver tarafından davet edilen Liman von Sanders baş-kanlığındaki Alman Askeri Heyeti İstanbul Harbiye Nezareti’ne yerleşti. O gün-den beri eski ve çok büyük Harbiye Nezareti binasının birçok oda kapılarındaasılı olan tabelalarda Alman subaylarının adları Türk hareriyle yazılmayabaşlandı. Bazı odalarda yüksek rütbeli bir Türk subayının yanında muhakkakbir Alman subayı da oturuyordu. Bu durum birliklerde de aynı idi. Fakat or-dunun beyni ve kalbi 35 yaşındaki Enver Paşa’ydı. Büyük Savaş’ta büyük per- sonel sürprizleri olmadı. Hiçbir orduda her hangi bir akıllı genç kıta subayıbirden bire bütün genelkurmayı alt üst etmedi. Bütün orduların başında tec-rübeli komutanlar bulunur. Bunlar barış zamanında ilerde yüksek mevkilerde görev verilmek için yetiştirilirler. Bu alışılmamış dünya savaşı içinde Enver biristisnadır. Sadece 30 yaşında olan bu adam; Edirne’yi Bulgarlardan kurtar-mak için büyük bir hızla ilerledi, Bulgar’a attığı tokat ile bütün Osmanlılaratartışmasız kendini kabul ettirdi, yarı tanrı oldu. Sonra da ordusunu Almanaskerî sistemine göre yeniden teşkilatlandırmaya başladı. Dâhiliye Nazırı olanTalat Bey ile birlikte Türk İmparatorluğu’nun bütün tutucu zümrelerinin karşıkoymalarının üstesinden geldi. Bütün dünyaya korku salan meşhur keskin Türk palasını müttefikleri için kınından çıkardı. O dönemde Türkiye’de bu adımın gerekliliğini kimse anlamadı. Onun sayesinde Sultan İngilizlerin veya Ruslarınkuklası, vassalı olmaktan çıktı; eski günlerde olduğu gibi dünyanın muzafferhükümdarlarından biri oldu. Bütün bunları bugün 35 yaşında olan biri başardı. Bugün Türkiye’nin başında bulunan veya yönetime getirilen bütün gençler En-ver’e saygı duyuyorlar ve onu Doğu ve Batı’yı kişiliğinde toplamış biri olarak görüyorlardı.Onun odası önündeki bekleme salonunu sabahın erken saatlerin-den itibaren Harbiye Nezareti’nin yüksek rütbeli subayları toplantı için doldu-ruyorlardı. Bunların arasında başlarında kahverengi kuzu postundan yapılmış kalpakları ile Türk subay üniformalı ince, uzun, sert bakışlı Alman Subayları da göze çarpıyordu. Koltuk altlarında birer evrak çantası ile dikilen ve Enver’le görüşebilmek için uzun saatler bekleyen bütün bu subayların hepsinin suratla-rından bir kişiyi kayıtsız şartsız başkomutan olarak kabul ettikleri anlaşılıyor-du. Hiçbir Alman subayının yüksek rütbeli Türk subayına saygısızlık ettiğini görmedim. Dünyanın bütün huzura kabul odalarında gelenek olduğu gibi bu teşrifat odasında da yüksek sesle konuşulmuyor, kimse oturmuyor, herkes ayak-ta duruyordu. Bekleme odası üç Türk tarihi dönemini birleştirerek döşenmişti.Oda tabanını, oda için özel dokunmuş, tahminen 140 metrekare büyüklüğünde koyu, parlak gök mavisi renkte, özenilerek dokunmuş ve görülmemiş parlaklıktakırmızı süslerle bezenmiş bir halı kaplıyordu. Bu halı, kimsenin ayakkabı veçizme ile basmaya cesaret edemediği bir zamandan kalma idi. Duvarlar, duvarkâğıdı ve zevksiz sıva süsleri ile kaplanmıştı. Duvar kâğıtları, hatta mobilya-lar, koltuklar, divanlar şarka yapılan acımasız ilk ihracat furyasının ürünleriidi. Pencerelerin karşısında boylu boyunca uzanan duvar eski Türk ihtişamı-nı yansıtıyordu. Büyük camlı dolaplar içinde çakmaklı tüfeklerden ilk şarj örlütüfeklere, inci ile süslenmiş küçük ve yuvarlak kalkanlara, mızraklara, balta-lı kargılara, mücevher kabzalı tabancalara kadar Enver’in silah koleksiyonuvardı. Paşaların mürekkep hokkaları, zincirli zırhlar ve göğüs döşleri gibi bir zamanlar Viyana önlerinde elde edilen ganimetler yer alıyordu. Duvarda altınharerle yazılmış bir levha vardı. Üzerinde ‘Kim vatanı için ölürse doğrudan cennete gider’ ayeti yazılıydı. İnce ve zarif bir subay oradan buraya gidip geliyor, koşuşturuyor-du. Bu subay yaver Kâzım Bey’di.
29
 Su gibi aksansız Almanca konuşuyordu; kusursuz sevimliliği ve güler yüzü ile alışılmış bakanlık bürosu memurları dı- şında bir tipti. Herkesi dinliyor, her türlü huzursuzluğu nezaketle göğüslüyor, işinin yoğun olmasına rağmen herkesin işini çabuk bitirmeye bakıyordu. Kazım herhangi bir Viyana bakanlığında rahatlıkla görev alabilecek, uyum sağlayabi-lecek ayarda idi Enver Paşa çalışırken bile daima kılıcını takardı. Birçok ressamın ve son olarak da tanınmış bir Viyanalı ressamın çizdiği portresinde görüldüğü gibi o aslında öyle savaşçı ve yakıcı değildi. Belki de Alman Kayzerini andıran bıyıklarını kısa kestiği için öyle görünüyordu. Kendisinden Gelibolu cephesinde savaşan birlikleri ziyaret edebil-memi müsaade etmesi için ufak bir istirhamda bulundum. Niçin, neden gibi sorular sormadı; fazla düşünmedi, güldü ve ‘evet’ anlamında başını salladı. Aslında onu yakından tanıyanlar bana izin vereceğini söylemişlerdi. O büyükişlerle olduğu gibi küçük işlerle de ilgilidir. Kendisine bir şey izah edilirken ile-ri doğru bakar, dinler, dikkat kesilir. Aslında izahata da gerek yoktur. Çünkü oordusunda ne olup bittiğini, ne olacağını bilir. Birkaç yıl önce küçük rütbeli birkıta subayıydı. Saarında hizmet ettiği için orduyu iyi tanıyordu. Bugün [ise] İstanbul’da en yüksek mevkide oturuyor ve askerlerinin her birinin nabız atı- şını her an hissediyor. Çünkü o askerler onunla Edirne’yi geri alan askerlerdi.Subaylar ise hep onun emrinde çalışmış veya onun göreve tayin ettiği komu-tanlardı. Bittiği zannedilen bu imparatorluk, daha delikanlılık yıllarında olan Enver sayesinde yeniden yaratılmış gibi oldu. Bir dünya devletinin hareketlerihızlı, aceleci ve uyanık bu en güçlü adamın karşısında oturmak alışılmış bir şeydeğil. Onda kendini yetiştirmiş ciddiyet hâkim. Enver hayat dolu bir insan gibi görünüyor. Bu hayat harika olmalı. 35 yaşında ve iki kıtada milyonlarca insantarafından vatanın kurtarıcısı görülüyor ve yarı tanrı olarak kutsallaştırılıyor.”
30
 Bittner Cephede: İngilizlerin Firarı ve Topçu Bataryalarına Övgü
 Bittner, Gelibolu cephesinden ilk haberini telgraf yoluyla 30 Aralık 1915tarihinde göndermiş; haber
 Neues Wiener Journal
gazetesinin ertesi günkü sayısında yayınlanmıştır. Bu haberde İngiliz birliklerinin yoğun Türk topçu ateşine dayanama
-
yarak geri çekilmelerini utanç verici ve rezil bir hadise olarak yorumlayan Bittner,İngilizlerin aceleyle kaçarken arkalarında değerli bir takım malzemeyi bıraktıklarınıve emrindeki askerlere ırkçı ayrım yaptıklarını özellikle vurgulamıştır:
“Neues Wiener Journal gazetesinin savaş muhabiri Georg Bittner Muharebeyi gözleri ile gördü. Neues Wiener Journal’in özel telgrafı. Pera, 29 Aralık 1915, saat 2.50, Telgrafın Viyana’ya ulaşım tarih ve saati: 30 Aralık1915, 4.05. Enver Paşa ve Liman Paşa’nın izni ile Arı Burnu ve Anafartalar Cephelerindeki son muharebeleri yaşadım. Gelibolu’da İngilizlerin utanç ve-rici yenilgilerinin ve firarlarının şahidi oldum. Firarlarından bir iki gün önceçok sayıda İngiliz savaş uçağı sık sık Türk mevzilerine saldırdılar. Kara batar- yaları ve birçok büyük savaş gemisinin ve torpidobotların topları yarım adayatrampet atışı açtılar. Türk cephesi gerisindeki tüm sahayı bile dövdüler. Buna rağmen, Türk piyadesi ve topçusu İngilizleri o kadar sıkıştırdı ki 19 Aralık’ı20 Aralık’a bağlayan puslu gecede yaklaşık 40 kilometre karelik bir kıyı alanını boşalttılar. Tepelerdeki avcı siperleri arasında dört ila on metre mesafe vardı. İngilizler Türk siperlerine giremeyeceklerini anlayınca kaçtılar. Aceleyle silahlar, cephane, gıda maddeleri gibi milyonlar değerinde askerî malzemeyi geride bıraktılar. Sabah saat üç sularında Türk gözcüler İngiliz nakliye gemile-rinin göründüğünü bildirdiler. Türkler derhal hücuma geçtiler. Her yer mayınlı olmasına rağmen İngilizler zayıf bir dirençle karşılık verdiler. İngiliz nakliye gemileri taarruz eden Türklerin menzili içine girmediler. İngilizlerin firarı şüphesiz dünya er meydanında zuhur etmiş en büyük rezalettir. Çünkü düşman kampında gezip gördüğüm kadarıyla İngilizler sanki burada uzun yıllar kalacakmış gibi tesisler ve müstahkem siperler inşa etmişler. İngilizler kıyıda ve özellikle yamaçlarda Türklere karşı büyük bir askerî şehir kurmuşlar. Kilometrelerce uzanan subay mezarları ne kadar büyük zayiat verdiklerini gösteriyor. İyi inşa edilmiş üç metre derinliği olan avcı siperlerin-de daha çok renkli askerleri, Avustralyalıları, Yeni Zelandalıları, Kanadalıları  kullandılar. Beyazları hep onlardan ayrı tuttular. Subay barınakları en kulla-nışlı şekilde döşenmişti. Kaçarken imha ettikleri güç kaynağından elektrik ay-dınlatması sağlanıyordu. Oraya buraya iskambil kâğıtları, yarı dolu şampanya ve viski şişeleri atılmıştı. Kaçarken kampın bir bölümünü ateşe verdiler. Fakat yangın kendi kendine söndü. Birçok sahra topu kısmen hasarlı olarak bırakılmıştı. Karaya çı-karılmış olan ağır gemi topları ise imha edilmişti. Bunlardan başka Türkler ganimet olarak sayılamayacak kadar çok et konservesi, yüz binlerce şişelenmişmaden suyu ve limon suyu elde ettiler. Ayrıca İngilizlerin yenilgisinin en büyük yararı Türk birliklerinin serbest kalması oldu. Böylece hemen Güney Kana-dı’na sevk edilerek yakın çarpışmalara katıldılar. Güney Kanadı’nda da birçok İngiliz savaş gemisi yanında nakliye gemileri de görüldüler. Enver Paşa büyük zaferden sonra birlikleri ziyaret etti.”
31
 Giriş kısmında belirtildiği üzere, Çanakkale kara muharebelerinin neticelenmesinde etkili rol oynayan topçu bataryalarının arasında birkaç gün geçiren Bittner’in“Gelibolu Muharebelerinde Avusturya-Macaristan Topçuları. İngilizlerin Kaçmalarının Nedeni” başlığıyla kaleme aldığı 6 Ocak 1916 tarihli yazısında bu telgrafta temasettiği konuların ayrıntılarına ulaşılabilir. Muhabirin bu yazısında bilhassa topçu batar yalarının faaliyetlerini övdüğü görülür.
“Son günlerde Türk tarafından açılan topçu ateşi ile İngiliz savaş gemilerinin iki defa vurulduğu Güney Grubu’ndan bildirildi. Bu mükemmel atışları yapan toplar Avusturya-Macaristan toplarıydı. Topların mürettebatı da,atışları düzenleyen subayları da Avusturya-Macaristanlıydı. Avusturya-Maca-ristan Birliklerinin Çanakkale Cephesi’ndeki muharebelere katıldıkları dünya kamuoyunda pek bilinmez. Liman von Sanders komutasındaki Türk Kuvvetler ile İngilizler arasında yaklaşık dokuz aydan beri devam eden bu kara muharebelerin karakteristik özelliği garip topçu farklılığıdır. İngilizler devamlı olarak donanma toplarıyla ateş açıyorlar, önem-li tepeleri tutmuş olan Türklere kısmen zararlı olabiliyorlardı. Türk topçusu isebüyük ölçüde eski model toplara sahipti. Ellerindeki toplar, İngilizlerin Anafar-talar ve Arıburnu sahillerine yaptıkları çıkarmayı önleyecek kadar modern vebüyük çapta değildi. Taraar arasındaki bu büyük fark, Avusturya-Macaristantopçusu tarafından, sınırlı ölçüde olsa bile, çok etkili [biçimde] giderildi. Yarımadanın Batı cephesinde cereyan eden muharebelerin son haftalarında bi- zim büyük çaptaki havanlarımız etkili oldular. Müşir Liman von Sanders Paşa Avusturya Macaristan toplarının atışlarını görünce ‘Bataryanın atışları beniçocuk gibi sevindirdi.’ dedi. Cepheye yeni gelen bazı Avusturya Macaristan subayları ile birlikte Mareşale tekmile gittiğimizde düşüncesini şu cümle ileözetledi: ‘Bataryanın bana çok faydası oldu. Benim emrimde olmalarındanmutluyum.’Ünlü Alman Ordu Komutanı’nın gurur verici sözleri kadar düşma-nın Avusturya topçuları konusundaki düşüncesi de bir o kadar gurur vericidir. Batarya Komutanı Yüzbaşı Kamillo Barber’in emri ile havan bataryası İngiliz siperlerine ilk ateşini açtıktan birkaç gün sonra, bir İngiliz siperinden hemen yakınındaki Türk siperine bir kâğıt atıldı. Bu kâğıtta ‘Avusturya Bataryası bilebizi buradan geri çekemez’ yazıyordu. Bilindiği gibi, İngilizler birkaç gün sonraellerinde tuttukları Gelibolu’nun batı sahilini stratejik ve başarılı bir şekildetahliye ettiler. Çünkü İngilizler orta çapta modern motorlu obüslerin de cep-heye gelmekte olduğunu öğrenmişlerdi. Bu gelen obüslerin öncü olduklarını,az süre sonra başka etkili topçuların da geleceğini düşünüyorlardı. Mevzilerini savunamayacaklarını anladılar ve karanlığın örtüsü altında bir gece Batı kıyı- sındaki mevzilerinden sıvıştılar. Ancak, Güney Grubu Cephesi’nde muharebe devam ediyordu. Derhal o bölgeye K.u.K.
32
 Topçu Yüzbaşısı Manuschek emrinde birkaç obüs gönderildi. Noel’in ilk günü İngiliz gemilerine etkili ateş açıldı. Noel’in ilk günü Yüzbaşı Barber’in havanları da boşaltılmış olan Batı Grubu cephesinden alınarak Güney Grubu cephesine yollandılar ve orada mevzilendiler. Yeni birGrup kuruldu. Bu Mürettep Grup Komutanlığına K.u.K. Topçu Yüzbaşı Marti-nek atandı.”
33
 Bittner’in bu haberi başka Avusturya gazetelerinde de kendisine daha azdetayla yer bulmuştur. Bu haberlerde son günlerde düşman savaş gemilerinin Türk tarafında mücadele eden topçular tarafından vurulduklarına atıf yapılmıştır “Bu mükemmel başarıyı elde eden silahlar Avusturya Macaristan toplarıdır. Mürettebat subaylarımız emrinde görev yapan bizim askerlerimizdir. Avusturya Macaristan birliğinin Gelibolu’da muharebelere katıldığı hususu-nu dünyada kimse bilmiyordu. İngilizlere karşı dövüşlerde belirleyici müda-halelerde bulunan Bataryalarımızla bir süre beraber oldum. Son haftalarda yarımadanın batı cephesinde cereyan eden muharebelerde bizim büyük çaplı havanlarımız etkili oldular. İngilizler orta çaplı, son modern ve uzun menzilli Avusturya Maca-ristan obüslerinin de yolda olduğunu öğrenmişler, bu bataryaların bir fırtına habercisi olduğunu ve çok yakında bunları daha güçlü topçu bataryalarının takip edeceğini zannetmişler. İngilizler mevzilerini tutamayacaklarını anla- yınca gece karanlığında sisten de faydalanarak batı kıyısını boşalttılar. Güney kanadında çatışmalar bugün de devam ediyor. Güney kanadına hemen Avustur- ya Macaristan Obüsleri yollandı. Noel’in ilk günü İngilizlere etkili salvolarını açtılar. Noel’in ilk günü ayrıca İngilizlerin boşalttığı Batı kanadından Güneykanadına kayırıldılar. Halen orada görev yapıyorlar. Havan ve Obüs batarya-larının teşkil ettiği Mürettep Grup komutanlığına k.u.k. Yüzbaşı Martinek atan-dı.”
34
 Bittner, 12 Ocak tarihli haberinde yaşanan çarpışmaları anlatmayı sürdür müştür. “İngilizlerin Gelibolu’dan Firarı, İptidaî bir savaş, Gemiler ve kara topçusu,Batı’dan ve Güney’den Firar, İngilizler Denize Döküldüler, Kumsalda bir İngiliz Bataryası” alt başlıklarını içeren yazısı havan bataryasının Anafartalar Cephesi’ndekihücumunu, İngilizlerin buna verdiği tepkiyi ve buradaki son çarpışmaları anlatmaktadır. İngilizlerin sahip olduğu silahlar ve olanaklardan bahseden Bittner, bu kapasiteyeve hedeerinin büyüklüğüne rağmen başarısızlığa uğrayan düşman kuvvetlerinin savaşta da kesin yenilgiye uğratıldığından emindir. Topçu saldırısı öncesinde subaylarla beraber keşfe çıkmasına müsaade edilen muhabir, İngilizlerin çekilişine ilişkin buhaberde daha fazla detaya yer vermiştir. Bittner’in bu haberinde dikkati çeken başka bir özellik de keşfe çıktığı karmaşık coğrafyayı profesyonel biçimde tasvir etmiş olmasıdır:
“Tahmin edildiği üzere, İngilizler şimdi de yarımadanın güney uçu-nu boşalttılar. İngilizler bu dünya harbinde esaslı ve kesin bir yenilgiye uğradılar. Şimdiye kadar hep övünen ve Batı Cephesi’nde Fransa’nın desteği ile Batı Cephesi’nde savaşa giren İngiltere savaştan pek etkilenmemişti. İngiltere tek başına sürdürmek zorunda kaldığı bu ilk stratejik muharebede acınacak bir yenilgi aldı. Gelibolu Yarımadasında muharebe on aydan fazla sürdü. İngilizlerin hedefi İstanbul’a yürümek ve Türk payitahtını ele geçirmekti. 80 bin askerle korkunç masraar ve çok yüksek kanlı kayıplar pahasına kazanılan ise Batsahilinde 40 kilometrekare toprak, yarımadanın güney uçunda 40 bin askerle20 kilometrekare toprak oldu. Bu yüksek zafer (!) için İngilizler taktik bakımın-dan sevinebilirler. Ancak modern savaş yönetiminde başarılı olduklarını des-tekleyecek bir ortak bulamazlar. Müşir Liman von Sanders Paşa’nın birlikleri çoğunlukla Anadolulu yaşlı askerler idi. En tehlikeli ve kritik anda, İngilizlerkaraya çıktığı zaman, nispeten bir avuç kötü donanımlı bu yaşlı askerler ve jandarmalar karşı koydular. Her iki taraf da modern anlamda kabul edilebilecek tarzda topçuyu sınırlı bir şekilde muharebeye sokabildi. İngilizlerin dik açılıtopları haricinde, Arıburnu ve Anafartalar önünde devriye gezen iki obüs toplu monitörü ve torpidobotu da vardı. Her bir Imblessible ve Prince George sınıfı savaş gemisinde dört 30,5 cm’lik ve on iki 15 cm’lik, on sekiz 7,6 ve bir adet 9,7inç’lik toplar vardı. Birkaç gemi topu ve bir adet 10,10 cm’lik hafif sahra topukaraya çıkarılmıştı. Bu toplarla İngilizler gece ve gündüz trampet atışı yaptılar. Fakat dik açılı toplardan yoksun olduklarından hem Batı hem de Güney cephe-lerinde başarılı olamadılar. İngiliz donanmasının uzaktan atışlarıyla yetindiler.Türkler’de de durum aynıydı. Avusturya Macaristan havanları ve obüsleri gelinceye kadar onlar[ın elinde] de büyük çaplı toplar yoktu. İngilizler topçu ye-tersizliklerini gerçek bir sportmen gibi aralıksız sürdürdükleri hava akınlarıyla giderdiler. Fakat bu akınlarda isabet yüzdesi düşüktü [ki] bugün her ordu hava saldırılarındaki isabet oranının fazla yüksek olmadığını zaten biliyor. Eğer saldırgan bu durumda olduğu gibi yetersiz topçu koşulları nedeniyle muharebeyi esasen piyade ile sürdürürse, yarımada arazisi onlariçin öldürücü olabilir. Dar ve kumlu bir kıyı şeridinin ardında hemen kireçtaşı tepesinin yaklaşık 200 metre yükseklikteki yamaçları bulunur. Bu kireçtaşı tepe-leri, bitki örtüsü ile kaplı sayısız çapraz kesişen vadiler, derinlemesine kesişen çıplak arazi şeklinde bütün yarımada boyunca uzanır. Kıyı şeridinin ve hemen yakınındaki sırtların işgalinden başka –ancak o kadar ilerleyebildiler- İngi-lizler bir şey başaramadılar. İngilizler, diğer sırt çizgisini tutan savunmadaki Türklerin piyade ateşi altında hemen sonraki vadiye inen dik yamaca tırma-nacaklar, sonra bir de dik sırta saldıracaklar ve böylece ilerlemeleri sonsuzadek sürüp gidecekti. İngilizler belki de Kasım ayının son haftalarında bu muharebenin kazanılamayacağını anlamışlardı ki Aralık ayının ortasında firar içintoplanmaya başladılar. Gemiye yükleme şiddetli artçı ateşi altında ifa edildi vebu da normaldir; çünkü, 20 Aralık sabahından beri her an İngilizlerin buradançekilişi beklenmekteydi ve dolayısıyla teyakkuzdaydılar.”
35
 
Bittner, bu haberinin ikinci kısmında, İngilizlerin batı sahilinden çekilişinidramatik bir biçimde yaşadığını ifade ederek gözlemlerini aktarmaya devam etmiştir:
“Avusturya Macaristan havan bataryası komutanı Kamillo Barber,5. Osmanlı Ordusu Komutanı Müşir Liman von Sanders Paşa’ya bir mesaj ya- zarak bir öneride bulundu. Bu mesajda İngilizlerin kumsaldaki bir batarya- sının çok rahatsızlık veriyor olmasından dolayı derhal yok edilmesi gerektiği bildiriliyordu. Ateşin 20 Aralık 1915 günü saat 7’de açılmasına dair emri aldı. Emirde İngiliz bataryasının mümkünse tek atışla vurulması istendi. Yapılması gereken en doğru iş mümkünse nokta atışı ile ilk atışta bataryayı vurmaktı. Böy-lelikle bataryanın kaçması veya geri çekilmesi önlenecekti. Bu atış için bir ha-van topumuzu kullanmak yeterli oldu. Ancak bu iş için uygun bir topçu tarassutnoktası bulmak önemliydi. Bu keşif için Yüzbaşı Barber yanına bataryasının di- ğer en kıdemli subayı Üsteğmen Josef Höpinger’i alarak 19 Aralık günü saat13’te yola çıktı. Onlarla beraber gitmek için bana da müsaade edildi. Bir Türkbataryasının mevzilendiği küçük bir dere yatağına kadar bir süre otomobille gittik. Sonra uzun, derin ve mükemmel kazılmış bir Türk irtibat siperi boyuncailerledik, bir tepenin üstüne ulaştık. Hemen tepenin altında olan irtibat siperiilerideki Türk piyade siperlerine kadar uzanıyordu. O kadar güzel kazılmıştıki bir otel terasını andırıyordu. Boy siperleri tabanı çakıl kaplı ve üstü çalılarbodur ağaçlarla gizlenmişti. Bu boy siperleri üstünde yatarak rahatsız ve farkedilmeden İngilizler ve deniz seyredilebilirdi.On sekiz aylık cephe hayatımda beni en derin etkileyen an, oradandenizi seyretmek oldu.Güneş ışıklarının yansımasıyla parlayan deniz üzerinde sanki hiç savaş yokmuş gibi İngiliz savaş gemileri, torpidobotları, vapurları rahatça verahatsız edilmeden duruyorlardı. Nakliye gemiler ta İngiltere’den buraya gel-mişlerdi. Gemileri hiçbir şey rahatsız etmiyordu. İleride İngilizlerin üs olarakkullandığı İmroz Adası’nın ışıkları parlıyordu. O zamanlar Türklerin bu kor-kunç güç ve büyüklük karşısında nasıl durduklarını anlamamıştım. On sekiz saat sonra gördüklerimin bir serap olduğunu anladım. Savaş gemileri denizinçırpıntısıyla yavaş yavaş ve ağır ağır kendi etraarında dönüyorlardı. Ateş,duman ve ses! Bütün toplar karaya doğru dönüktü. Arada sırada bir torpidobotu ateş ediyordu. Bizimle deniz arasında iki düşük tepe uzanıyordu. Tepelerin üstüne İngilizler ve Türkler yerleşmişti. Birbirlerine o kadar yakındılar ki sanki elle-rini uzatsalar el sıkışabileceklerdi. Bulunduğumuz yerde uzun süre kalmıştık.Sadece Ege Denizi’ni değil Çanakkale Boğazı’nı da görebilmiştik. Bütün bukötülükler arasında bile, Hero ve Leander ile ilgili birçok söylentilerden vemucizelerden, Lord Byron’un fantastik seyahatlerine kadar, antik Yunanlıların Avrupa’dan Anadolu ve sonra da Asya içlerine akınları gibi birçok efsane vemasalın akla gelmesi makuldür. Anakaranın içine kadar girmiş olan Suvla Koyu’nun
36 
 ardında veondan ince bir burunla ayrılmış olan Tuz Gölü vardı. Orada İngiliz kampı ku-rulmuştu. Veya önceleri o kampın tamamının İngiliz karargâhı olduğu zannedi-liyordu. Yirmi dört saat sonra [öyle] olmadığı anlaşıldı. Orada düzgün sıralarhalinde gruplara ayrılmış beyaz çadırlar etrafında yarım ay şeklinde inşa edil-miş topçu ve piyade mevzilerinin olduğu görüldü.
Bu tepelerden birinin ardından, hemen sahilde bir top ateşi parla-dı. Tepenin üstünde iki saatten beri yerde hareketsiz uzanmıştık. Bununla be-raber altı göz ve üç dürbünle heyecanla kıyıyı seyrediyorduk. O anda aşağıdakıyıdan top ateşi çaktı. Öyle bir çakıştı ki anında yanan ve sönen bir kibritateşine benziyordu. Kıyıdaki batarya kendisini ele vermişti. Yüzbaşı Barber,derhal durumu ayrıntılı gösteren bir kroki çizdi. Krokiyi irtibat siperi duvarınaastı. Böylelikle telefon başındaki görevli koordinatları akşam K.u.K. Batarya- sı ile temas kurarak bildirecek, onlar da İngiliz topçusunun yerini kolaylıklabulabileceklerdi. Geri döndük. Tam dere yatağı ağzına gelmiştik ki ardımızdabıraktığımız tepe titredi. İngilizler belki de bizi görmüşlerdi. Her neyse onlartepeye 30,5’luk bir topun çok saygı duyduğum güllesini atmışlar ve yanımızakadar düşmüştü. Çocuklar gibi sevinerek ertesi sabahki ateşimizi bekledik. Er-ken sevinmişiz!Gece dolunay vardı. Batarya gözcülerimizin devamlı ‘Dikkat! Düş-man uçakları’ diyen ikazları kampımızda yankılanıyor. Gece huzursuz geçti. Topçu ateşi o kadar yoğundu ki böylesiniancak Isonzo Cephesi’nde yaşamıştım. İngilizlerin bir hücuma kalkacağından şüphelendik.Sabah etrafı beyaz ve kalın bir sis kapladı. Sabah saat 7’de sığı-nağımızdan dışarı çıktık. Atla gözetleme yerine doğru gittik. Yüzbaşı Barber, yoğun sis nedeniyle atışı erteledi. Gözcülerimiz tekrar ‘Dikkat! Düşman Uçak-ları!’ diye bağırdılar. Kampımızın yakınına bir kaç bomba düştü. Her hangi bir zarara neden olmadı.Sonraki iki saat boyunca ata binip kampa dönmek istedik. Ne varki, yerimizden kıpırdayamadık. Çünkü yoğun sis bir türlü çözülmüyordu.Saat 9’da Yüzbaşı Barber atış idare subayı Üsteğmen Engelbert Karl Filipp’i telefonla aradı. Genel Karargâh’tan toplarıyla ilgili bir mesajalmıştı, bildirecekti. İçeride telefon başındaki Yüzbaşı’nın ‘– Ne? - Nasıl? – Kim?’ diye bağırdığını duyuyordum.Sonra dudaklarında bir gülümseme ile dışarı çıktı “İngilizler Geli-bolu’yu bu akşam boşaltmışlar” dedi. Beş dakika sonra otomobile bindik ve Türk Genel karargâhına git-tik. Türk kurmay subayları, Yüzbaşı Barber’i görünce eline sarılarak ‘Siz bize şans getirdiniz’ dediler.Genel Karargâh’tan verilen emre göre, Avusturya- Macaristan Havan Bataryası’nın hemen harekete hazır duruma geçmesi ve en kısa zamaniçinde Güney Grubu’na katılması istendi.”
37 
Gazetenin 11 Ocak 1916 tarihli sayısında Reuters Haber Ajansı’na dayanılarak Londra’dan bildirilen bir haber yer almış; habere göre İngiliz General Monroe, İngilizlerin bölgeyi tahliye ederlerken toplamda sadece bir askerlerinin öldüğünü, Fransızların ise zayiatsız Gelibolu’dan çekildikleri bilgisini vermiştir.
38
 Aynı gazetenin 15Ocak 1916 tarihli sayısında Bittner, İngilizlerin tahliyede bu denli başarılı olmalarınınsırrının ancak savaştan sonra anlaşılabileceğini yazmıştır:
“Eldeki bilgilere göre, İngilizlerin Seddülbahir’den çekilmesi şid-detli artçı muharebesi ve ağır kayıplar altında olmuştur. Batı bölgesinden çe-kilmeleri ise çatışmasız on dört gün önce oldu. Yoğun sis sayesinde İngilizler sadece muhariplerini değil, bütün hasta ve yaralılarını dâhi salimen gemileretaşıyabildiler. Geride, belki de bir aptal olduğundan, tek bir Hintli kaldı. İngilizlerin bir kısmı sadece Türkler’e bir kaç adım mesafede mev- zilenmiş olan yaklaşık 80 000 kişiyi, bir kaç gece içinde, nasıl oldu da sessizcetahliye ettikleri, gemilere bindirdikleri hususu maalesef savaştan sonra öğreni-lebilecektir. Aslında, bir iki gün önce İmroz Adası ve Gelibolu Yarımadası ara- sında canlı bir İngiliz deniz trafiği fark edilmişti. Bu canlılık ne var ki Liman Paşa’nın karargâhı ve Türk birlikleri tarafından İngilizlerin cepheye takviye gönderdikleri şeklinde değerlendirildi. Gerçekten İngilizler bütün birliklerinitahliye etmişlerdi ama arkalarında marmelat konserveleri, gemi topları gibibirçok işe yaramaz malzemeler bırakmışlardı.
39
 20 Aralık 1915 günü saat 3’te 9. ve 12. Türk Tümenleri’nden kı- yıya doğru dört büyük nakliye vapurunun yanaşmakta olduğu bildirildi. Kısa süre sonra Türk avcı siperlerinin hemen önünde bir İngiliz kara mayını patladı.Türkler patlamanın açtığı çukura girdiler ve etrafta ne sağda ne de solda hiçbir İngiliz olmadığını hayretle gördüler. Ancak, o zaman, Türkler ileriye devriyelerçıkardılar, sonra da birlikler yolladılar. Yarımada’yı tahliye eden İngilizler buTürkler üzerine bir iki el ateş açtılar. Buna rağmen Türkler aldırmayarak denizkıyısına kadar indiler. Deniz suyu ile dinlerinin gereği abdest aldılar. İngiliz-lerin çekilmesinden sonra Türklerin neşe içinde şarkı söylediklerini ilk defaorada işittim. Türk Topçusunun büyük bir kısmı güney cephesinden çekildi. Aylardan beri aynı yerden ateş açan topçular şimdi gülüyorlar; karamsar ve yeknesak türküler söylüyorlardı. Bu garip ritim Avrupalıların sinirlerini bozu- yordu. Mehtaplı bir gecede kampımız yakınından marş söyleyerek giden tek tükatlılar geçtiler. İngilizler Seddülbahir’den de çekildiklerine göre Türkler şimdi muhtemelen yeniden türkü söyleyecekler…”
40
 
Siperde Yaşam ve Cepheden Hikâyeler
Bittner’in 21 Ocak 1916 tarihinde yayınlanan haberi, yine topçu bataryalarının cepheye yerleştirilmesine ilişkin olmakla birlikte ve siperlerdeki koşullar ve insanî ilişkilere ilişkin de örnekler sunmaktadır:
“Avusturya Macaristan Ağır Havanları Arıburnu ve Anafartalarönlerinde mevzilenmiş olan İngilizlere beş ile yedi kilometre uzaklıkta bulunanbir tepe silsilesi ardına yerleştiler. O kadar güzel gizlenmişlerdi ki havadan bile görülmeleri mümkün değildi. Bu nedenle hiçbir uçak onların yerini saptaya-madı. Topçumuzun yerleşim yeri beş yüz metre geride iki tepe üstünde idi. Hertürlü inşaat malzemesinin bulunmadığı bir ülkede, her şeye rağmen iyi dona-tılmış olmaları düşündürücüdür. Subay barınakları yan yana tepenin yamacıiçine kazılmış ve girişi ahşap bir kapı ile kapatılmıştı. Barınakların duvarlarıve tabanları topraktı. Elde fazla kalas yoktu; mevcut kalasları en doğru yerdekullanmak gerektiğinden, az sayıda barınak inşa edildi. Aynı zamanda muhabe-re merkezi ve komutan Yüzbaşı Kamillo Barber ile Levazım Subayı Üsteğmen Josef Klob’un yatak odası olan karargâh barınağı yaklaşık altı metrekare civa-rında idi. Hemen yanında üç defa daha büyük, ocaklı bir yemekhane barınağıvardı. Ne var ki bu ocağı yakmak mümkün değildi. Kuru odun yoktu. Ocak yakmak için kullanılan yaş dallar odayı rahatsız edici dumana boğuyordu. İda-re merkezi aynı zamanda misafir yatak odası idi. Gelen misafir için her gecebazen sahra karyolası, bazen masa veya kuru saman döşek konurdu. Münfe-rit Topçu Grup Komutanı Yüzbaşı Martinek’in barınağında bendeniz ve ObüsTeğmeni Stritzki, Subay Namzedi Baron Grödel,
41
 Viyanalı Başhekim Dr. Romi-ch, Üsteğmen Graf Alexander Kolowrat
42
 kalıyorduk. Viyana Tophanesi’nden Yüzbaşı Bartuska da gelince yerimiz hayli darlaştı. Barınağın sakinleri bir-birlerine sokularak yatmak zorunda kalıyorlardı. Bu da onları soğuk geceler-de donmaktan koruyordu. Barınağını Türk Üsteğmen Ekrem Bey ve bir başkakişi ile paylaşan Üsteğmen Filipp hepimizin durumunu özetleyen bir örtmece(edeb-i kelam)
43
 yaptı ve barınağına ‘Villa Puppchen’ adını koydu. Yukarıdaadını saydığım kişilerden başka Havancılardan Üsteğmen Josef Höpinger,Teğmenler Silta, Jeschek ve Lindner’de vardı. Mürettebat ise iki tepe arasın-da bir yar’da kısmen yere kazılmış barınaklarda veya çoğunlukla çadırlardakalıyordu. Astsubay ve erlerin büyük çoğunluğu Viyanalı idi. Türkiye’nin buköşesinde onların temiz Lerchenfelder aksanlarını duymak beni çok mutlu etti. Havan Bataryamızın yerleşim yeri içinde bir başka letafet olmasının tek nede-ni bu değildi. Bende, Avusturya Macaristan’ın burada sadece toplarının ateş gücü ile temsil edilmedikleri duygusu uyandı. Bu yerleşim yerinden sevecenlik,askerce gayret ve rahatlık havası vardı. Gördüm ki gelip geçen Alman ve Türk subayları burada severek yarım saat kadar istirahat ediyorlar, subaylarımızlaahbaplık yapıyorlardı. Bütün subaylar ister büyük rütbeli olsun, ister küçükrütbeli olsun komutanlarına benzerler. Ve Yüzbaşı Barber, düşman ateşi altın-da umursamaz tutumu, anında yıldırım gibi gören dikkati, enerjisi ve tertemizkalbi ile en iyi Avusturya subay özelliklerinin bir örneği olarak gösterilebilir.Günlük atışlar sona erince, mürettebat tepemiz üzerinde bir araya gelerek isti-rahat etti. Karavanamız tabii ki o kadar çeşitli değildi. Ama yemekler her öğüniyi idi. Çünkü Leh olan Üsteğmen Klob sevecen kalbi ile bütün mürettebatı biranne gibi besliyordu. Uzaklardan beygirlerle taşınan su idareli kullanılıyor, bunedenle çay sadece akşamları veriliyordu. Tatlı bir kırmızı şarap içiliyor, özel-liği gereği susuzluğu önemli şekilde arttırıyordu.”
44
 Bittner cepheden sadece çatışma haberleri değil, aynı zamanda hayata dairhikâyeler de geçmiştir. Örneğin, tanıştığı yetenekli bir Türk zabitten övgü dolu söz
-
lerle bahsetmiştir. Asker ve spor adamı Ekrem Rüştü Akömer (1892-1984) AlmanHarp Okulu’nda okumuştur. Gelibolu Kara Savaşları sırasında 5’nci Ordu KomutanıMüşir Liman von Sanders’in emir subayı olarak görev yapmıştır. Sanders Paşa 1 Mart1918 tarihinde Yıldırım Orduları komutanı olduğunda yine kendisinin emir subayıidi. Milli Mücadele’ye katılmış; savaştan sonra Halife Abdülmecid Efendi’nin emirsubayı olmuştur. İstanbul’da 1931 yılında ilk yüzme havuzunu açmış ve yüzme kulü
-
 bünü kurmuştur. 1930-1936 yılları arasında Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi GenelSekreterliği görevini üstlenmiştir.
45
 Bittner’in bu faal subay hakkında kaleme aldıklarışöyledir:“Tanıdığım ilginç kişilerden birisi de Üsteğmen Ekrem Bey’dir. Havan Bataryası emrine verilen Türk subaylarından birisi idi. Türk Yunan Sa-vaşında Başkomutan ve daha sonra Harbiye Nazırı olan Müşir Ethem Paşa’nınoğludur. Tanıdığım zaman 25-26 yaşlarında vardı. Bu genç yaşına rağmen ikiçok önemli olay yaşadı. Daha çok küçük bir çocuk iken Sultan Hamid’in sara- yına verildi. İyi Türk ailelerinden toplanan bu çocuklar bu sayede son reform-lardan önce kariyerlerinde büyük bir sıçrama yapma olasılığına kavuştular. Ekrem onbeş yaşında albay oldu ve üç önemli Türk nişanı ile ödüllendirildi. Ama Jön Türkler iktidara gelince ona iyi bir askeri eğitim vermeyi kararlaş-tırdılar. Nişanlarını muhafaza edebildi ama albay rütbesi elinden alındı ve Potsdam’daki Alman Mızraklı Süvari Kışlası’na
46 
 eğitime yollandı. Bu değişik yaşantı sonunda tahmini olanaksız sevimli ve sıkı bir asker ortaya çıktı. Ekrem Bey bu gün Üsteğmen rütbesinde, Türk subay esvabı giyiyor ve en temiz Berlinaksanı ile Almanca konuşuyor. Sadece Prusya Hassa ordusuna mahsus bir şe-kilde vücuduna iyi bakıyor. Dans da ediyor. Belirtmeden edemeyeceğim bütünekzotik dansları ancak, Berlin’in Admiral Palast salonlarında görülebilen bir zarafetle yapıyor. Savaş sırasında bir asker olarak da kendini ispatladı. Onutanıdığımda iki Türk bir Alman nişanı taşıyordu. Bu arada bir nişan daha ka- zandı. Alman Türk ve Avusturya-Macaristan ordusu subayları onu candan se-viyorlardı. Zira bu genç Türk subayı mükemmel kendini geliştirme fırsatlarınınen güzel örneği idi.”
47 
 
Türk Başhekim Dr. Ragıp Bey
48
 ile Avusturyalı eşi hemşire Anna Schwarz’ınhazin hikâyesi de Bittner’in satırları arasında kendisine yer bulmuştur. Avusturyalıhemşire Schwarz’ın hikâyesi Türk kamuoyunda “Alman Hemşire Erika” olarak bilinmiş ve günümüze değin ulaşmıştır.
49
 Yetkin İşcen, bu konuda yaptığı araştırmada ATASE arşivi kataloglamasının transkripsiyonu esnasında “refika” kelimesinin “Erika” olarak okunduğunu ve buna dayanarak mezar taşının da bu şekilde hazırlandığınıve merhum hemşirenin bu isimle anıldığını iddia etmektedir.
50
 Bittner’in haberi hikâyenin aslına ışık tutmaktadır: “Havanlarımız İngilizlerin yarımadadan kaçmalarından birkaç gün önce onların siperlerine müthiş bir ateş açmışlardı. Bu ateşe misilleme ola-rak İngilizler Graf Friedrich von Hochberg Sağlık Hizmetleri Misyonu Sahra Hastanesine ateş açtılar. Bu ateş esnasında Türk Başhekimi Ragıp Bey’in Viya-na yakınlarında bir köy olan Liesing doğumlu eşi ordu hemşiresi  Anna Schwarzda şehit düştü.‘Bir sabah K.u.K. havanları İngiliz piyadelerine ateş açtılar. Topçu tarassut (gözetleme) mevziimiz mükemmel bir şekilde toprağa kazılmıştı. Sade-ce dürbünlerin objektifleri toprak üzerine görülebiliyordu. Tarassut mevziimiz İngilizlerden sadece 1300 m uzaklıktaydı. Havan Bataryası komutanı Yüzbaşı Barber ile birlikte mevzii üzerinde yatıyor, ateşimizin etkili olup olmadığını seyrediyorduk. Arazi küçük, bodur fundalıktı. Bu çalılıklar bizi örüyordu. Bunarağmen şiddetli piyade ateşine tutulduk. Çünkü İngilizler her türlü kımıldayanharekete ateş ediyorlardı. Bu arada atışları seyretmek için bazı Türk kurmay subayları da geldiler.’  Topçumuzun ateş açmasının özel bir nedeni vardı. Liman von San-ders İngilizlerin birkaç gün önce, insan haklarına aykırı olarak ağır toplarlavurduğu bir hastanenin intikamını almak istiyordu. Bu İngiliz bombardımanı sonucunda Türk Başhekimi Ragıp Bey’in Avusturyalı eşi de şehit olmuştu. OViyana yakınlarında bulunan Liesing köyündendi. Adı Anna Schwarz’dı. Türkdoktor bana hayatının romanını bütün acı-tatlı iniş çıkışlarıyla bir doğuluyahas bir şekilde, içten olarak anlattı. Bu acı-tatlı anılar bir Avrupalının anıların-dan daha hisli idi. Eşini savaştan dokuz yıl önce İstanbul’da tanımıştı. ‘Evliliği-mizin ilk üç yılında’ dedi ve devam etti: ‘Eşimle aramızda devamlı bir sürtüşmevardı. Ancak, her defasında o kazanırdı. Evliliğimizin bu ilk yıllarında bütünTürk örf ve adet alışkanlıklarımı bırakabilmek hususunda oldukça anlayışlıdavrandı. Şimdi onun ölümünden sonra bir Türk kadını ile evlilik yapabilmemçok zor görünüyor. Çünkü Avrupalı yaşama alıştım ve kendi vatanımın yaşamtarzından uzaklaştım.’ Bu cesur kadın Balkan savaşında Bulgar cephesinde Kı- zılay Hemşiresi olarak görev yapmış, birçok Türk kadın ve çocukla birlikte Bul- garlara esir düşmüştü. Bu esarette yüzlerce muhtaç kişiye bir yardım meleğiolmuştu. Ayrıca Bulgarlar bir Avusturya vatandaşı olması nedeniyle kendisine saygı duymuşlardı. Gelibolu Kara Muharebeleri başlayınca derhal gönüllüolarak başvurdu. Önce Tekirdağ’da bir hastanede görev yaptı. Kocası, Müşirvon Sanders’in karargâhına atanınca da kocasına yakın olmak için Yalova’dabulunan hastaneye nakloldu. Başhekim Ragıp Bey devam etti: ‘Hemşireler önceleri rüzgâra açıkbir alanda çadırlarda kaldılar. Bu nedenle daha sonra da bir tepenin ardına yerleştirildiler. Ancak, bu yeni yerin de düşman ateşine doğrudan açık oldu- ğunu gördüm. Ekselans von Sanders’den eşim ve diğer hemşireler için dahakorunaklı bir mekân yapılması hususunu istirham ettim. Ne var ki, Ekselansvon Sanders bu isteğimi uygun görmedi. Kendi ellerim ve imkânlarımla hemşi-relerin kaldığı mekân üzerine kocaman bir Kızılhaç işareti yaptım. İngilizlerinbu Kızılhaç işaretine saygı duyacaklarını düşünmüştüm. Çünkü Kızılay işaretionlara bir mana ifade etmiyordu. İngilizlerin top ateşi başlamadan önce karım

 
155
 Avusturyalı Savaş Muhabiri Georg Bittner’in Çanakkale Cephesi İzlenimleri
çadırından dışarı bir şey almak için çıkmış olmalı ki bir top mermisi onu buldu.Sağ bacağını kalçasından kopardı, anında öldü. Vücudunda başka yara bere görülmedi.’ Doktor bir an için gözyaşlarını sildi. ‘Karım zengin değildi. Hiç de güzel değildi. Fakat benim için bir melekti.’ Vatanından uzakta ölen bu Avustur- yalı hakkında başka hiç kimseden hiçbir şey duymadım. Avusturya-Macaristanaskerlerinin onun mezarına çiçek bırakmış olmaları, subayların ise son duala-rını yapmış olmaları muhtemeldir.”
51
 
Bİttner İngİlİz Sİperlerİnde
 İngilizlerin firarını haberlerinde detaylı bir biçimde okuyucuyla buluşturan Bittner, aktardığı üzere, nihayet von Sanders’in özel izniyle düşman hatlarını geze
-
 bilme olanağı bulmuş ve bunu da yazmıştır. Cephe izlenimlerini edebî bir üsluplaaktaran muhabirin gezdiği cepheyi, tecrübeleri ve savaşın cereyan ettiği diğer cep
-
helerle kıyasladığı görülmektedir. Haberinde o ana dek pek fazla dikkate almadığıve küçümseyici ifadelerle tasvir ettiği İngilizler’den, bu sefer siper istihkâmlarındanötürü hayranlık ve saygıyla bahsetmiştir. Muhabir, bu haberinde İngiliz siperleriyleTürk siperlerini de karşılaştırmıştır. İngilizleri esasen pasaklı bir millet olarak göste
-
ren Bittner, onların okuma meraklarına atıf yaparak samimi ifadeler kullanmaktan daçekinmemiştir. Yine görmüş olduğu çürümüş ve mumyalaşmış cesetlerle dolu dehşetverici manzaraları da olabildiğince canlı biçimde tasvir etmiştir:
“…Terk edilmiş İngiliz siperlerine gerilmesi pek tavsiye edilmiyor-du. Bütün alan mayınlanmıştı ve bazı Türk askerleri mayın nedeniyle parçalanarak öldüler. İki gün sonra İngiliz yerleşkesine geldiğimde uzaktan birTürk askerinin zararsız görülen bir çitin üzerine oturmaya kalkıştığını gördüm. Birden havaya uçtu, acı ile bağırarak yere cansız düştü. Müşir von Sanders Paşa İngilizlerin çekilmelerinden kısa bir süre sonra benim hâlâ Avusturya Macaristan topçularıyla beraber olduğumu tesa-düfen öğrenmiş ve benim terk edilen İngiliz mevzilerine gitmeme -büyük birnezaketle- derhal müsaade etmiştir. Aynı zamanda Arıburnu Grubu Kurmay Başkanı olan bir Alman Binbaşısını da bana refakat etmesi için görevlendirmiş-tir. Dokuz aydan beri İngilizlerin yaşadıkları siperler, hayret verici bir şekildeçoraktı. Ben Polonya’daki Tunajec nehri boyunca çok pratik ve güzel siperlerde Alman ve Avusturyalıların Ruslara karşı aylarca mevzilendiklerini görmüştüm. Bu siperler, eğer İngiliz siperleri bir köy ise, modern bir şehir gibiydiler. Siperleri iyi anlamak için İngilizlerin bu bölgede kıyıyı yaklaşık yirmi kilometre boyunca işgal ettiklerini söylemek gerekir. Kumsal orada beş yüz altı yüz metreden fazla değildir. Sadece Anafarta Koyu’ndan Anafarta Köyü harabelerine kadar kumsal biraz genişler. Kumsalın hemen ötesinde dikey ola-rak iki yüz metre yüksekliğinde bir Kireç Tepesi yükselir. Bu sanki eski dünyaevrelerinde tepeciklerin denizden karaya doğru yükselmiş olduğu görüntüsünüverir. Ve sanki dalgalar geçen yüz yıllar içinde tepelerden büyük parçalar ko- parmışlardır. Böylelikle denize karşı çorak, dik, amfi tiyatro şeklinde çıkıntılar, yarlar ortaya çıktı. Daha gerilerde sırtlar düzensiz olarak araziye yayılmışlar-dır. İngiliz siper yerleşkelerinin taksimatı şu şekilde idi: Yaz aylarındakıyısında askerlerin yüzdüğü Kumsallardan denize doğru inen ahşap keçiyolla-rı vardı ve her yol numara veya adla belirlenmişti. Bunlardan biri Alman Kay- serine ithaf edilmiş ve “William’s Peer” diye adlandırılmıştı. Kumlukta büyüklevazım depoları ve makineler yerleştirilmişti. Birkaç kilometre ötede İngiliz subay mezarlığı vardı. Düşmanın yerleştiği dik yamaçlar, uzaktan bakıldığında sanki karıncalar tarafından oyulmuş gibi veya bal peteği gibi görünüyordu. Bu yerler cephe gerisinde bulunan bazı subaylar ve askerler için dinlenme yerikonumundaydı. Yamaçlarda kilometrelerce uzanan bu yerleşkeler coğrafi du-ruma o kadar çok uymuşlardı ki hiçbir Türk bataryası- Avusturya Macaristan Havanları gelinceye kadar- bu küçük siper şehrinin mevcudiyetinden haberdarbile olmamıştı. Türkler, Tuz Gölü’nün kuzey kıyılarında kurulu bir çadırgâhıanlaşılan bir sahra hastanesi zannetmişler. Aslında bu çadırgâh İngiliz siperle-ri imiş. Ne kadar büyük ağır bir hata doğrusu! Tepelerin sırtlarında da avcı siperleri ve savunma mevzileri vardı. Bu siper ve mevziler tam manası ile bizim, Almanların, Rusların ve İtalyanlarınve Sırplarınkinden çok farklı idiler. Açıkçası yapılan bütün çabalar ve alınanteknik önlemler savaşan askerlerin moralini yüksek tutmak için yapılmıştı. Türk avcı siperleri de diğer orduların siperlerinden çok farklı de- ğildi. Türk mevzilerinden kimsesiz bölge olan arazi dehşet verici görülüyordu. Düşmanın siperleri onlara beş on metre yakındı. İngiliz siperleri bir istilacı ta-rafın siperleri gibi değil de sanki kendilerini Türklerin hücumlarından korumaküzere her türlü çaba sarf edilerek inşa edilmiş görünümü veriyorlardı.Türk siperleri önündeki basit ve zayıf tel örgü engellerinde bazıhaki üniformaların, çamaşırların asılı oldukları görülüyordu. Bu üniformalarhayret verici bir şekilde sanki başlarında tropik başlık olan canlı askerler gi-biymiş izlenimi veriyorlardı. Tarifi imkânsız bir görünüştü. Biraz dikkatli ba-kınca insan bunların boş üniformalar olmadıklarını, bilakis Türk dikenli telleriüstünde ölüp kalmış İngilizlere ait cesetler olduğunu, aylardan beri oldukları yerde yakıcı güneş altında kaldıklarından mumyalaştıklarını dehşet içinde gö-rüyordu. Bu nedenle sadece kumaş ve bazı et parçaları, çizmeler, kollar kal-mıştı. Oraya buraya pantolon parçaları dağılmıştı. Dikkatli bakınca onlarınkopmuş bacaklar olduğu fark ediliyordu. Bu alanda aylarca el bombalarıyla,mayınlarla savaşılmıştı.
52 İngilizler mevzileri önüne küçük fakat derin çukurlar açmışlar, buçukurların dibine dikenli teller yerleştirmişlerdi. Ne var ki bu savunma yöntemiTürklerden ziyade kendilerine zararlı oldu. İngiltere’den Gelibolu’ya sevk edilen İngiliz askeri kendi yuvasına pisleyen kuş gibiydi. Avcı siperleri iğrenç pisti. Karınlarını istisnasız konser-ve ile doyuruyorlardı. Boş konserve kutuları öteye beriye atılmıştı. Onları bir yerde toplamak akıl edilememişti. Büyük bir yığın halindeki kullanılmış sargıbezleri ve pis giysiler aslında İngiliz ordusu için büyük bir tehlike olabilirdi. Buna karşılık bütün İngiliz askerleri gazete ve resimli dergi oku-maya hayli meraklı idiler. Cephede Afrikalı askerler de var mıydı bilmiyorumamma Dünyanın dört belki de beş köşesindeki Memleketlerinden devamlı ga- zete ve dergi geliyordu. Bu gazete ve dergilerde Gelibolu’daki muharebelerleilgili birçok güzel fotoğraf vardı. Gazete ve dergilerde ölen subayların resimleride yer alıyordu. Çoğunun mezarı birkaç adım ötedeydi. Bu resimler arasındabirçok güleç ve sempatik yüzler göze çarpıyordu. Bir Kanada gazetesinde antik bir Hazreti İsa resminin reproduksi- yonunu gördüm. Resmin yanında Hindenburg’un fotoğrafı vardı. Yaşlı General feldmareşal bir Hıristiyan düşmanı olarak resmedilmişti. İngiliz avcı siperlerinde yaklaşık üç metre gibi olağandışı bir de-rinlik vardı. Siperler boyunca uzanan bir sehpa sayesinde uzun boylu asker-ler siperin dışını rahatlıkla gözetleye biliyorlardı. Fakat bu büyük derinlik veaşağıdan askerin görünmeden ateş etmesini sağlayan gözetleme aynalarınındevamlı kullanılması birçok atışın ya yukarıya ya da uzağa gitmesine nedenolmuştu. Aynı değerli tecrübeyi biz harbin başında Rus cephesinde yaşadık. Askerleri topçu ateşinden mümkün olduğu kadar korumak için si- perler yukarı doğru daralan bir şekilde inşa edilmişti. Ön mevzilerin hemenarkasında, İngilizler, bütün mevzi boyunca, birbirleriyle bağlantı ikinci bir po- zisyon alma siperi ve dolambaçlı birçok yan intikal siperi inşa etmişlerdi. On-ların mevzileri şüphesiz birer istihkâm harikasıydı. Tabii ki bu durum Türkleriçin çok tehlikeli, savunmada olan İngilizler için büyük bir avantajdı. İngilizaskerlerinin moral gücünü yükseltirken büyük bir Türk taarruzunda onları ko-ruyordu. Bu siperler savaşın kazanılmasını amaç edinmekten ziyade as-kerlerin moral gücünü yükseltmek ve can kaybını önlemek için inşa edilmişler izlenimi veriyorlardı. Ancak, savaş büyük ideal için insanın kendisini feda et-mesidir.”
53
Sonuç Avusturya-Macaristan, iktisadî, ticarî ve stratejik kaygılardan ötürü Osmanlı Devleti’ne Birinci Dünya Savaşı’nda yardım etmiştir. 1915 yılının Eylül ayında Sırbistan’ın düşmesinin ardından aynı senenin Kasım ayı içerisinde gönderilen ikiadet Avusturya-Macaristan topçu bataryası ittifak güçlerinin Çanakkale cephesine fiilî yardımını teşkil eden ilk birlikler olmuşlardır. Bu bataryaların etkili top ateşleri düşmanın çekilişine sebep olmuştur. Topçu birlikleriyle eş zamanlı olarak Türkiye’ye gelen Avusturyalı muhabir Georg Bittner, başta bu topçuların faaliyeti olmak üzere İngilizlerin bölgeden çekilişi ve siperlerin durumuna ilişkin gözlemlerini Avusturya gazetelerine yazmıştır. Avusturya kamuoyu bu topçu birliklerinin faaliyetlerinin ayrıntılarını ilk defa 1916 senesinin başında Bittner’in yazı dizisinden öğrenmiştir. 31Aralık 1915 ile 28 Ocak 1916 tarihleri arasında
 Neues Wiener Journal 
 Gazetesi’nde cepheden son gelişmeleri aktardığı toplam sekiz haber-makalesi yayınlanmıştır. Herhangi bir fotoğraf içermeyen bu haberlerde siperlerin durumuna ilişkin detaylıtasvirler bulunabilir. Bunun haricinde düşmanın kapasitesi, Avusturya-Macaristan askerlerinin cesareti, Türk askerlerin samimiyeti gibi hususlara vurgu yapılmıştır. Enver Paşa kudretli bir lider olarak tanıtılmıştır. Çanakkale cephesi öncesi ve sonrasında Avusturya-Macaristan ordusunun savaştığı başka cephelerden de haberler gönderen Bittner, ülkesinde kamuya açık etkinliklerde savaşa ilişkin izlenimlerini aktarmaya devam etmiştir. Bittner’in Çanakkale’ye topçu birlikleriyle beraber gelmiş olması; Osmanlı arşiv kayıtlarında müstakil bir kaydı olmamasına rağmen Çanakkale cephesinden orijinal haberler geçebilecek kadar serbestliğe sahip olması; Enver Paşa tarafından kabul edilmesi; savaşın kızıştığı bir anda subaylarla beraber düşman hatlarını keşfe çıkması; askerî terminoloji ve savaşılan bölgenin coğrafî özelliklerine ilişkin profesyonelce tanımlarda bulunması; von Sanders’in bilgisi dâhilinde halen tehlike arz eden düşman siperlerini gezmesi, Çanakkale cephesi haricinde farklı cephelerde de görev yapması; savaşın sonlarına doğru Askerî Basın Dairesi Direktörü tarafından kamu huzurunda onurlandırılması gibi veriler Bittner’in Avusturya-Macaristan ordusunun resmî muhabiri olduğu izlenimi uyandırmakta; kendisinin bizzat Avusturya-Macaristan ordusu tarafından propaganda yapmakla görevlendirildiği zannını yaratmaktadır. Bittner’in çalışmamıza konu olan yazı dizisi, Avusturya-Macaristan’ın müttefiki konumundaki Osmanlı Devleti’nin Çanakkale Cephesi’nde İngiliz ve Anzak ordusuna karşı kazandığı zaferler hakkındadır. Bittner, Türklerin zaferini Avusturya-Macaristan topçu bataryalarının desteğiyle kazandığını ileri sürmüştür. Son söz olarak, Bittner’in işini layıkıyla yerine getirdiği söylenebilir. Kendi imzasıyla yayınlanan haberlerde İngilizlerin kamuoyu nezdinde kötülendiği; düşman  kuvvetlerin “korkaklığı” ön plana çıkarılarak olumsuz özelliklerine atıf yapıldığı; Avusturya-Macaristan ordusunun göklere çıkarıldığı; müttefik Türklerin övüldüğü; Enver Paşa’nın kudretinin abartılı ifadelerle nakledildiği görülmektedir. Bu noktadan hareketle yazıların Türk yanlısı ve İngiliz karşıtı propaganda amacı taşıdığı ileri sürülebilir.

Kaynaklar ve dipnotlar : 

10
 Nihayet beklentiler boşa çıkmamış; 1915 senesi Eylül ayında Bulgaristan’ın Üçlü İttifak safında savaşa girmesi ve aynı senenin Ekim ayında Sırbistan’ın düşmesiyle beraber, müttefiklerin Osmanlı güçlerine yardım gönderebilme imkânı doğmuştur.
11
 İki adet bataryadan oluşan Avusturya-Macaristan’ın gönderdiği ilk birlik ler, Kasım ayının ortası ile Aralık ayının başı itibarıyla Gelibolu’ya ulaşmıştır:
12
 9 Numaralı 24 cm’lik Motorlu Havan Bataryası (k.u.k. 24 zm. Motormörser-Batterie Nr. 9) Anafartalar Grubu’na; 36 Numaralı 15 cm’lik Obüs Bataryası (k.u.k. 15 zm. Howitzer Batterie Nr. 36)
 ise Seddülbahir’in karşısındaki Soğanlıdere’ye 13yerleştirilmiştir.
14
 Topların gelişi, Türk askerinin Boğaz’ın ve Gelibolu Yarımadası’nı savunmadirencini arttırmıştır. Bu toplar sahile yanaşık düşman gemilerine etkili ateş açarakonların sahilden uzaklaşmalarını sağlamışlar; böylelikle bu gemilerin toplarının Türksiperlerini devamlı surette dövmelerine engel olmuşlardır.
15
 İngilizlerin çekildiği günekadar, Gelibolu’ya bu iki bataryadan başka yabancı kuvvet gönderilmemiştir. Batar yaların Çanakkale Kara Muharebeleri’nde Güney Grubu’nun emrinde yaptıkları baleşmiş askerlerimizi insanüstü çabalara zorluyordu. Yerleştirdiğimiz dört noktada görev yapan asker-lerimizden birçoğu el ayak donmaları nedeniyle tahliye edildiler. Anadolu’nun sert kışına alışık olanTürkler de, bizim kadar olmasa bile, bu alışılmamış hava durumundan acı çektiler. Çünkü GeliboluYarımadası üstünde esen fırtına şimdiye kadar görülmemiş şiddetteydi. Kötü hava on iki saat süren şiddetli yağmurla başladı. Siperlere dolan su askerlerin kalçasına kadar yükseldi. Isınmak için ateş yakmak veya ateşi canlı tutmak imkânsızdı. Tabii ki askerler iliklerine kadar ıslanmıştı. Sonra birdenbire rüzgâr kuzeyden esmeğe başladı. Rüzgârla birlikte don da geldi. Askerin kaputları hep dondu. Hepsi buz kesti. Sonra soğuktan birçoğu derin bir uykuya daldı. Birçok asker iradelerinin son gücünükullanarak uykuya direndiler, bütün gece boyunca elde kürek, kazma ile çalışarak kendilerini sıcaktuttular, canlarını kurtarabildiler. Bir General, fırtınaya Anafartalar’daki Tuz Gölüne giderken yaka-landığını, normal olarak rahatlıkla yarım saatte gittiği yere kar fırtınası altında bata çıka iki saatte zor gittiğini anlattı.” “Im Schneesturm an den Dardanellen”, Neues Wiener Journal,
7 Ocak 1916, s.6.10
 Orgeneral İzzettin Çalışlar’ın Not Defterinden On Yıllık Savaş haz. İzzettin Çalışlar ve İsmet Görgülü,Güncel Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.154.
11
 Karojlovič, “Magyarok a világháború…”, s.82.
12
 Batarya: Topçu birlikleri için bölük seviyesi. Türk Dışişleri Bakanlığı Askerî Terminoloji Sözlüğühttp://www.mfa.gov.tr/data/Terminoloji/askeri-terminoloji-032015.pdf (Erişim Tarihi: 20 Ağustos2017)
13
 Peter Jung ve Darko Pavlovic,
 Austro-Hungarian Forces in World War I (1914-1916)
, Osprey Publishing Ltd., UK, 2003, s. 42.
14
 Bu bataryaların bölgeye gelişi ve cephedeki faaliyetleri için bkz. Mario Christian Ortner, “Involvementof Austro-Hungarian Troops in the Defense of the Gallipoli/Çanakkale Peninsula”,
On Beşinci As-kerî Tarih Sempozyumu Bildirileri
, 21-27 Mart 2015, İstanbul, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2017,s.137-138. Bataryaların yerleştirildiği noktaların kroki üzerindeki gösterimi için bkz. EK-1.
15
 “Unsere 30,5 Mörser auf Gallipoli”, Neues Wiener Journal,7 Aralık 1915, s.1
16
 Österreichische Illustrierte Zeitung,
 7 Mayıs 1916, Heft 32, s.749. Anıtın fotoğrafı için Bkz. EK-2.17 Hamiyet Sezer Feyzioğlu ve Selda Kaya Kılıç, “Çanakkale Savaşlarına Şahit Olan Yabancı ve TürkGazeteciler”,
On Beşinci Askerî Tarih Sempozyumu Bildirileri, 21-27 Mart 2015,
 İstanbul, Genelkur may Basımevi, Ankara, 2017, s.225.18 Béla Landauer, aslen Macar’dır. Çanakkale’deki gözlemlerine dair bir tetkik için bkz. Lajos Négyesi,“A Hungarian War Correspondent at the Dardanelles”, On Beşinci Askerî Tarih Sempozyumu Bildirileri, 21-27 Mart 2015, İstanbul, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2017, s.239-244.19 Feyzioğlu ve Kılıç, “Çanakkale Savaşlarına…”, s. 225.20 Tam adı
 Neues Wiener Journal: unparteiisches Tagblatt 
 olan bu günlük gazete 1893-1939 yılları arasında yayınlanmıştır. Belirgin bir siyasî duruşu olmayan bu gazetede siyaset, iktisat, ticaret, sanat,spor, sosyal hayat gibi farklı konularda haberler ve makaleler yer almıştır. Çalışmamızda
 Neues Wiener Journal gazetesi başta olmak üzere kullanılan gazetelere ait tüm nüshalar http://anno.onb.ac.at/ elektronik arşivinden alınmıştır.
21
 “Die letzten Tage der Entente auf Gallipoli”,Neues Wiener Journal  11 Mart 1916, s.6.
22 “Mitteilungen”, Der Schnee Jahrgang XIII, Nr. 1, 8 Aralık 1917, s.4.
23
 Maximilian von Hoen (17 Şubat 1867 Fulda, Hessen – 2 Eylül 1940 Viyana): Avusturya-Macaristanordusu general, askerî tarihçi, Viyana’daki Savaş Arşivi’nin direktörü
24
 “General v. Hoen über die Kriegsberichterstattung”,Neue Freie Presse 8 Kasım 1915, s.8.
25Bittner yazılarında Osmanlılar / Osmanlı Devleti yerine Türkiye (Die Türkei)’yi kullanmıştır.26 yavaş, yavaş27 Yazarın bu tasvirine egemen olan bu oryantalist üslubun o tarihte gümrük memurlarının gayrimüslimler olduklarını bilmediğinden ileri geldiği kanaatindeyiz.28 Melk ve Klosterneuburg Viyana’nın hemen kuzeyinde Tuna kıyısında yer alan ve güzel bir günbatımımanzarasına sahip olan iki Avusturya şehridir.
29 Kâzım İnanç (Diyarbakır, 1881 – Ankara, 21 Eylül 1938): Türk asker ve siyasetçi0 Georg Bittner, “Im Audienzsaal Enver Paschas”, Neues Wiener Journal 28 Ocak 1916, s. 
32
 K.u.K.:Kaiserlich und königlich
, resmen Avusturya İmparatorluğu ve Macaristan Krallığından oluşandevlet birliğini ve bu devletin ordusunu ifade eden kısaltma.
33
 “Oesterreichisch-ungarische Artillerie bei den Kämpfen auf Gallipoli. Der Grund der englischen Flucht.”, Neues Wiener Journal,6 Ocak 1916
38 “Der englische Bericht über die Räumung Gallipolis. Die angeblichen Gesamtverluste: 1 Soldat.”,
 Neues Wiener Journal  11 Ocak 1916, s.4.39 Bu konuda yine Viyana’da çıkan 17 Ocak 1916 tarihli Arbeiter Zeitung 
, İstanbul’daki Türk GenelKarargahı’nın 15 Ocak 1916 günkü tebliğine dayanarak şu bilgiyi vermektedir: “
Seddülbahir bölge- sinde elde edilen harp ganimetleri arasında değişik çapta 15 top, önemli miktarda cephane, birkaç yüz cephane arabası, 200 araba, çok sayıda otomobil, bisiklet ve motosiklet, büyük miktarda dekovilmalzemesi, değişik malzeme ve hayvanlar, 200 asker ve sıhhıye çadırı, tam takım tıbbı malzeme, ilaçdolu sandıklar, 50 bin battaniye, çok miktarda konserve, tonlarca arpa ve yulaf ganimet olarak ele geçirilmiştir. Bütün bu ganimetlerin toplam değeri yaklaşık 2 milyon pound [sterlin] tutarındadır. Devamlı olarak gömülü veya denize atılmış malzemeleri buluyoruz.”
 “Der türkische Krieg. Bericht desHauptquartiers.”,Arbeiter Zeitung  17 Ocak 1916, s.2.0 Georg Bittner, “Im englischen Lager auf Gallipoli”, Neues Wiener Journal 15 Ocak 1916, s.7-8.
41
 Artúr Freiherr Groedel von Gyulafalva und Bogdán (Maramaros, Macaristan 19 Kasım 1887- Çanak kale, 5 Haziran 1917) Kanada’nın British Columbia bölgesinin Vancouver şehrinde Avusturya-Macaristan fahri Konsolosu iken görevini 4 Temmuz 1914’te kuzeni Egon Ulrich’e devrederek Avustur ya-Macaristan ordusuna katıldı. 1 Aralık 1915 – 25 Mart 1916 tarihleri arasında Gelibolu cephesindeTopçu Grup Komutanı Martinek’in yaverliğini yaptı. Daha sonra birliği Anadolu yakasında bulunanTruva dolaylarına nakledildi. Orada kanlı ishal nedeniyle kaldırıldığı Çanakkale Asker Hastanesi’ndevefat etti. Genç Baron’un mezarı daha sonra 10 Temmuz 1916 tarihinde İstanbul Feriköy’deki Katolikmezarlığına nakledildi. Arthur Groda olarak da bilinmektedir. “Osztrák–magyar tüzéregységek tevékenysége a Gallipoli-félszigeten: 1915. november – 1916. január”,
 Nagyháború Blog İnternet Sitesihttp://nagyhaboru.blog.hu/2015/11/28/osztrak_magyar_tuzeregysegek_teveke... felzigeten (Erişim Tarihi: 1 Ağustos 2017)
42
 Alexander Joseph Graf Kolowrat-Krakowsky (ABD, 29 Ocak 1886 - Viyana, 4 Aralık 1927) Dünyacaünlü Avusturyalı filim yapımcısı, ünlü Sascha film’in kurucusu. Daha ziyade Sascha Kolowrat-Krakowsky olarak tanınır. Gelibolu Kara Muharebeleri’ne teğmen olarak katılmıştır ve “Die letzten Tagder Entente truppen auf Gallipoli (Gelibolu’da İtilaf Devletleri Birliklerinin Son Günleri)” adlı meşhurfilmi çekmiştir.
43
 Euphemismus: örtmece, edebi-i kelam:
 Bir şey hakkında güzel, iyi, uğurlu söz söyleme.
44
 Georg Bittner, “Oesterreichisch-ungarische Artillerie auf Gallipoli”, Neues Wiener Journal  21 Ocak1916, s.5.
45
 Ekrem Rüştü Akömer’in detaylı biyografisine ilişkin bkz. Alexandra Schäfer-Bormann, Vom “Waf fenbruder” zum “Türkisch-Deutschen faktotum”: Ekrem Rüştü Akömer (1892-1984), eine bemer 
kenswerte Randfigur der Geschichte, Würzburg, Ergon Verlag, 1998.46 Garde-Ulanen-Kaserne47 Georg Bittner, “Zwischen Europa und Asien”,
 Neues Wiener Journal,
 25 Ocak 1916, s.7.48 Dr. Hasan Ragıp Erensel (ö. 6 Ocak 1953): Hayatı dönemin şartları gereği savaş meydanlarında yaralı tedavi etmekle geçti. Trablusgarp, Balkan Harbi, Birinci Dünya Harbi ve İstiklâl Harbi’ne katılanErensel’in İstiklâl Madalyası, 2. rütbeden Alman Demir Salip Nişanı, Avusturya Fransuva Jozef Nişanıile onurlandırılmıştır. Emekliliğinin ardından 1927-1937 yılları arasında Devlet Demiryolları UmumMüdürlüğü’nde Sıhhiye Müfettişi olarak görev yapmıştır. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın özel doktorluğunu yaptığı sırada kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yummuştur. Yetkin İşcen, “Alman HemşireErika’nın kimliğini belirledik...Güzel değildi ama, melek gibiydi”,
Çanakkale 1915,S.27 (Mart 2016),s.27.49 Yılmaz Özdil, “Çanakkale”,
Sözcü,18 Mart 2017, http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/canakkale-1741486/ (Erişim Tarihi: 21 Ağustos 2017)50 İşcen, “Alman Hemşire Erika’nın…”, s. 24-31
bı: Yaklaşık 145 000 asker ölü, yaralı veya hasta.” başlığı altında Rotterdam’da çıkan
Total Anzeiger
Gazetesi’nin yazdığı haberi okurlarına duyurmuştur. Bu habere göre:
“İngiliz Savaş Bakanı 16 Aralık1915 itibariyle toplam kayıp adedini açıkladı.1609 subay, 23670 er ölü, 2969 subay, 72222 er yaralı,337 subay, 12114 er kayıp. Bakan ayrıca 25 Nisan 1915-11 Aralık 1915 günleri arasında 96682 aske-rin hastalanarak tedavi edildiklerini de ekledi.”
 Bkz. “Die englischen Gesamtverlusste im Dardanellenkampf”,Neues Wiener Journal,
 25 Aralık 1915, s.1

 

2 – Kitap ve Makaleler 
Orgeneral İzzettin Çalışlar’ın Not Defterinden On Yıllık Savaş,
 haz. İzzettin Çalışlar ve İsmet Görgülü,Güncel Yayıncılık, İstanbul, 2007.Adam, Walter, “Die österreichisch-ungarische Artillerie in der Türkei”,
 Der Weltkampf um Ehre und Recht, Band 5, Kapital 23,
 Verlag von Johann Ambrosius Barth in Leipzig, 1919 und Walter de Gruyter &Co., Berlin, 1933, s.507-512.İşcen, Yetkin, “Alman Hemşire Erika’nın kimliğini belirledik...Güzel değildi ama, melek gibiydi”,
Çanakkale 1915,
 S.27 (Mart 2016), s.24-31.Jung, Peter ve Pavlovic, Darko,
 Austro-Hungarian Forces in World War I (1914-1916),
 Osprey PublishingLtd., UK, 2003.Karbi, Bilge, “Avusturya - Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı İmparatorluğu’na İktisadî-Askerî Nüfuzu (1914-1918)”,
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi (CTAD),
 C.13, S.25 (Bahar 2017),s. 117-154.Karojlovič, Oszkár, “Magyarok a világháború Török Harcterein”,
 Hadtörténelmi Közlemények,
 1926.évfolyam, 27. kötet. Budapest, 1926, s.68-84, 179-215. Négyesi, Lajos, “A Hungarian War Correspondent at the Dardanelles”,
On Beşinci Askerî Tarih Sempozyumu Bildirileri,
 21-27 Mart 2015, İstanbul, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2017, s.239-244.Saral, İsmail Tosun, Saral Emre,
Çanakkale ve Sina-Filistin Cepheleri’nde Avusturya-Macaristan OrdusuTopçu Bataryaları,
 Türk-Macar Dostluk Derneği Yayınları: 9, Ankara 2012

 

18-02-2024 . EMRE SARAL : HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ

NOT. Makale öğrenci ve  araştırmacılar için bilgi amaçlı kültürel  kaynaktır, eser sahibinden izin alınmadan ticari olarak kopyalanıp çoğaltılamaz