Ulusculuğun Antitezi Evrenselcilik ve Nasyonalizmin Antitezi Enternasyonalizm


Ulus devlet anlayışı 1789 Fransız İhtilali sonrası kazandığı ivmeyle, kapitalist dünya pazarındaki rekabet gücünü ve işgal ettiği konumunu korumak ve güçlendirmek adına bitmek bilmeyen bir mücadeleyi sürdürme gayreti içindedir. Bu uğurda savaşlar, işgaller, tehcirler, katliamlar, yıkımlar, soykırımlar aralıksız – ağırlıklı olarak Güney yarımkürede ve Asya, Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde- zincirin halkaları şeklinde devam etmektedir.
Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen, Ukrayna- Rusya, Filistin, Lübnan, Gazze, Pakistan- Hindistan ve 1 haftasına giren, nükleer kıyım tehlikesine dönüşebilecek olan İran- İsrail Savaşı. BOP Projesi, Kuzey Afrika ülkesi Tunus’tan, Libya’dan, Mısır’dan, Ortadoğu ülkelerine kadar sınırların yeniden düzenleneceği, uydu devletler oluşturulacağı projesi, Gazze’yi yıkıp yeniden kurma ve tatil beldesi oluşturma projesi, Akdeniz’de ve Kıbrıs’ta doğalgaz kaynaklarına el koyma ve paylaşım projesi, vb. Projeler yüzyılını yaşamaktayız vesselam…
Kapitalizmin periyodik yapısal krizleri, ülke ekonomilerinin “kar oranlarının düşme eğilimine girmesi” sonucu baş gösterdiğini ‘Kapital’ okumalarından öğrenmiş bulunmaktayız.

Sürekli büyümek, sürekli kar elde etmek zorunda olan, aksi takdirde ulusal ve uluslararası rekabet koşullarına dayanamayıp yok olma tehlikesine girecek olan ‘sermaye’, durmaksızın kendi konumunu kollamak zorundadır. En ucuzundan emek-gücü, en kalitelisinden ve maliyeti en düşük olan sanayi hammaddelerini –sermayenin uğraş alanına göre değişmekte olan; uçak, gemi, otomobil, kamyon, tren ve demiryolları, limanlar, havaalanları, silah üretimi için; demir, çelik, kıymetli maden; dokuma alanında ise pamuk, iplik vs. gıda alanında ise çay, fındık, kakao, şeker pancarı, mısır, domates, et ve süt ürünleri vb.- Yine üretimin olmazsa olmazı, yakıt ve enerji üretimi için petrol ürünleri, elektrik gibi harcamaları minimum seviyede tutup, pazarda aranan kalitede metalar üretip, azami karlar elde etmek sermayenin yegâne amacıdır. İşte bunun için uluslar, kendi aralarında Pazar paylaşımı savaşlarına gözlerini kırpmadan girerler.


Ulusalcılık, kapitalist sistemin – sermayenin egemen olduğu sistemin- vazgeçemediği bir ideolojik savunudur. Buna karşılık bir de ‘Evrenselcilik’, ‘Enternasyonalizm’ düşüncesi ve bu düşüncenin savunucuları vardır ki bunlar; bu düşünür ve aydınlar, sanatçılar grubu ‘Hümanist’ düşünce sahipleridir. Erasmus ve Erasmus ’un takipçileridir; Spinoza, Montaigne, Voltaire, Diderot, Lessing, Jean Jack Rousseau, Schiller, Kant, Goethe… Enternasyonalizm konusu ise Bilimsel sosyalizmin yaratıcısı Marx ve Engels ile ‘Sınıf Savaşımının’ vazgeçilmez yolu olarak tarihsel konumuna kavuşmuştur.
Alman Şairlerinin en büyüğü olan Goethe; “ Ulusal edebiyatların zamanları geride kaldı, şimdi dünya edebiyatının zamanıdır” derken, Avrupa’yı ortaçağ boyunca etkisi altında bulunduran ortak dilleri olan Latince ile “ Ubi ars, ibi partria! –Nerede sanat yapılıyorsa orası vatandır!” sözü, ressamlar, heykeltıraşlar, müzisyenler, edebiyatçılar, kısacası güzel sanatlara gönül verenlerce şiar edinilmiştir.
Goethe bugünü tarif edercesine, şöyle devam etmektedir; “ Her yerde yeni vatanların yaratılmaya çalışıldığı bu anda bağımsız düşünebilen için, yaşadığı zamanın üzerine çıkabilen için vatan, hem hiçbir yerdedir, hem de her yerdedir. Kavramlar ve duygular dünyasındaki serbest alışveriş, tıpkı ticari alandaki mal trafiği gibi, insanların zenginliğini ve esenliğini arttırır. Bunun şimdiye kadar gerçekleşmemiş olmasının nedeni, bu alanda kesin yasaların eksikliğidir ve bu eksiklik uluslararası alandan kaynaklanmıştır.


Her devlet yasal düzenlemeler, ekonomik önlemler ve özerklik aracılığıyla kendini ötekiler karşısında zorla izole konumuna getiriyor. Ancak bunu yaparlarken, hepsi de Avrupa ekonomisinin ve Avrupa politikasının ortak bir yazgı olduğunu, ortak bir dünya bunalımı karşısında hiçbir devletin kendini başkalarına kapatarak işin içinden sıyrılamayacağını iyi bilmekteler; çünkü Faust’un tragedyasında dile getirilmiş olduğu üzere, sıkıntı ve kaygılar, kapılar kapatılsa bile bu kez anahtar deliğinden içeri sızar. Ulusçulukla uluslar üstü görüş, artık kıran kırana son güreşlerini yapmaktalar; artık sorundan kaçmak diye bir şey söz konusu değil ve Avrupa devletlerinin bugünkü ekonomik ve politik düşmanlıklarını sürdürmeyi mi, yoksa bu bütün güçleri tüketici çatışmayı devletler üstü bir örgütlenme aracılığıyla kesin bir sonuca ulaştırmayı mı yeğleyecekleri en yakın gelecekte belli olacak.
Yeniçağın düşünürleri arasında ilk olarak Nietzsche, bilinçli ve kararlı bir tutumla, Avrupa’da ‘Anavatancılığa’ son verilmesini, yeni ve Uluslarüstü bir ulusal bilinci, Yeni Avrupa’ya ait bir vatan duygusunun oluşturulmasını savunmuştur. Zamanının düşüncesinin trajik denecek kadar ilerisinde olan Nietzsche, Avrupa’nın, birlik ve bütünlük oluşturmasını tartışma konusu bile yapmamak gerektiğini savunur.” *1


*1- Yarının Tarihi, S. Zweig, Çev. A. Cemal, Can Yay. 2. Basım
18.06.2025, Tatlısu, Sedat PAMUK

181
A+
A-
REKLAM ALANI