Davul Zurnayla Gelen Kriz

Tarımda kriz gerçeği ortalığı iyice sarmaya başladı.

Gün geçmiyor ki yeni bir ürün için ithalat kotaları arttırılıp gümrük vergileri sıfırlanmasın.

Yabancı tohum ve kimya şirketlerinin tarım yasasını kendilerine uydurma çalışmaları ve baskıları sonuç verdi. İtirazı olan STK lar, üniversiteler susturuldu. Kooperatifler darmadağın edildi. Tariş, Fiskobirlik, Çukobirlik, Çaykur gibi birlikler ya işlevsiz hale getirildi ya da kapatıldı. Sonunda geldik bu hale.

•Vatandaşın vergilerini yılda 45-50 gün çalışan buğday üreticisine destek vermek günahtır. Tarımsal KİT ler bu milletin kamburudur. Bölgenin son sosyalist devletini de yıkacağız. Biz tarım değil sanayi ülkesi olacağız. 5 ton buğday satıp 1 tane cep telefonu alacağımıza, 1 telefon satıp buğday alacağız. Devlet et süt üreten bir organ değildir. Ve can alıcı final “paramız var ithal ediyoruz”.

•Bu sözler 1980 ‘lerden bu yana ülkede yönetimde bulunmuş veya bir şekilde söz sahibi olmuş Turgut Özal’dan tutun, Tansu Çiller’ine neo liberal Asaf Savaş Akat, Ahmet Altan gibi her dönemin yazarları ile günümüz yöneticilerine ait sözler ve uygulamalar.

Tarımda kriz davul zurnayla geldi. Öyle ansızın milli piyangodan çıkmadı. Hoş milli piyangoda da dalavere döndüğünü öğrendik ama tarımdaki krizin dalaveresini öğrenemedik. Çünkü krize doğru atılan her adım üreticinin ve tüketicinin “yüksek menfaatleri” adına yapıldı.

Nasıl mı? Hepsini tek tek anlatmaya gerek yok. Sadece bir örnekle açıklamaya çalışayım.

İlk olarak hibrit mısır tohumuyla işe başladık. Yıl 1986. Tohum ithalatına ve yabancı şirketlerin ülkemizde tohum üretmelerine izin verdik. İlk gelenler Cargıll ve Piooner tohumculuk oldu. Gerekçe çok masumdu. Yüksek verim potansiyeline sahip tek melez tohumlarla mısır üretimi katlanacak, ihtiyaç fazlasını satacak döviz girişi sağlayacaktık. Buraya kadar güzeldi. Sonra Cargıll, uluslararası dev Monsanto, Piooner de Limagrin oldu. Ürettikleri mısır ve ayçiçeklerinde bu devlerin ilacına mecbur kaldık. Oysa Türkiye’de üretilen yemlik mısır ülke ihtiyacına karşılamazken Nişasta Bazlı Şeker başımıza musallat oldu. Amaç çok uluslu şirketlerin genetiği değiştirilmiş mısırlarına pazar bulmaktı. Bunu için önce Nişasta Bazlı Şekerin (NBŞ) masum olduğu yazıldı çizildi. Zaten sadece çikolata ve bisküvi gibi ürünlerde tatlandırıcı olarak kullanılacaktı. Hatta mısır ekim alanı artacak çiftçi para kazanacaktı. Ama öyle olmadı. NBŞ kotası arttırılarak önce şeker pancarı üreticisine darbe vuruldu. Cumhuriyetin ilk fabrikaları olan şeker fabrikaları birer birer kapatılmaya başlandı. Şeker pancarı üretimine kota kondu. Bu kota sonucu direk ve dolaylı olarak binlerce aile şehrin varoşlarına itildi.

Derken Cargıll Bursa’nın en verimli ovalarından Orhangazi’de bir tesis kurmak istedi. Bakanlık ve bürokratlardan gerekli izinler jet hızıyla çıktı. Ancak ÇED raporu denen bir bela çıktı. Bağımsız olan mahkemeler bu tesisin ruhsatsız ve kaçak olduğunu hükmettiler. Konu hükümet gündemine, meclis gündemine hatta ülke gündeminde aylarca tartışıldı. Alt tarafı bir Amerikan şirketinin yatırımı. Ama kazın ayağı hiç de öyle değildi. Bu gelecek günlerin habercisi olan ilk mevzi savaşıydı. Bu savaşı Türk tarımı kaybetti. Hatırlayın. Barack Obama başkan seçildikten sonra Türkiye’ ye yaptığı ilk ziyarette Orhangazi de kurulu Cargıll dosyasını dönemin başbakanına elden teslim etti ve çözüm bulunmasını istedi.

İstedikleri oldu. Bandırma’dan Karacabey’e giderken Karadere’yi geçince sol tarafta güzelim tarım arazilerinin göğsüne bir hançer gibi saplanmış Limagrin’in ve Agromar’ın tesislerini göreceksiniz.

Yabancı sermayenin istediği oldu.

Önce mısır. Şimdi samana kadar ithalat.

Cezayir kendine yetecek kadar buğday üreten bir ülkeydi. Tarım tekniği ve ekolojik koşulları gereği verim düşüktü. “Siz bu kadar düşük verimle buğday üretmeyin biz size ucuza verelim” dediler. Cezayir’de buğday üretimi bitti. Şuan Cezayir dünyanın en pahalı ekmeğini yiyor.

Bütün bunlar kim adına ne için yapılıyor?

Savaşlar toprak kazanmak için yapılmıyor. Savaşlar baskı altında yönetilen ülkelere demokrasi getirmek adına yapılmıyor. Senin insan hakların, demokrasin, özgürlüğün emperyalist şirketlerin umurunda değil. Onlar için önemli olan karlarını her gün biraz daha arttırmak. Onlar için önemli olan her alanda dünyayı dilediklerimi gibi yönetebilmek.

İşte kendi üreticisinden esirgenen desteği Avrupalı, Amerikalı üreticilere veren bir tarım politikası. Devlet hazinesinden avuç avuç milyon dolarların yabancı şirketlere transfer edildiği bir tarım politikası.

Türkiye Tarımında Krize yönelik sizlere bir sonraki yazımda net rakamlarla tohumculuğun, hayvancılığın tarımsal finansmanın durumunu gözler önüne sermeye çalışacağım.

Saygılarımla.

CEVDET AYAN -BANDIRMA-22-01-2019