Balkan Bozgunu (1912-1913) Murat Akbaş

BALKAN BOZGUNU  (1912 -1913)
20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu durumufırsat olarak gören Bulgaristan öncülüğünde Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ bir arayagelerek Balkan İttifakı’nı kurmuş, Rusya da ittifakın perde arkasındaki destekçisi olmuştur.
İttifakın hayata geçemeyeceğine inanan, bir yandan Trablusgarp Savaşı’nda İtalyanlar ile mücadele ederken, diğer yandan ülke içi siyasi bunalımlarla mücadele edenOsmanlı Devleti , Balkan Savaşı’na hazırlıksız yakalandı. Seferberliğini tamamlayamamış ordusuyla, uzun yıllar Haliç’te kapalı kalmaktan çürümüş, personel kalitesi tükenmişdonanmasıyla imparatorluğun Avrupa’da kalan son toprakları için savaşmak zorundaydı.
 Balkan Savaşı Karadağ’ın 8 Ekim 1912 tarihindeki saldırısıyla başladı.
 
Ardından 18 Ekim’de Bulgaristan, 20 Ekim’de Sırbistan ile Yunanistan savaşa girdiler.
Osmanlı orduları hem Batı,hem de Doğu cephesinde düşmanla ilk temaslarında dağılıp gitti. Yaşanılan bozgun o kadar büyüktü ki Bulgarlar bir ay içinde Çatalca önlerine ulaştılar.
Ancak buranın son nokta olduğu bilinciyle savaşan Osmanlı ordusuna donanma dadenizden destek olunca Bulgaristan’ın hayalleri Çatalca mevzilerinde eridi gitti. Çatalca’da orduyu destekleyen Osmanlı
donanması o güne kadar Karadeniz’de kullanılmış ve eksikliklerinden duyulan çekince nedeniyle asli görevi olan Yunan donanmasıyla muharebeyi ertelemiştir . Düşmanı Çatalca önlerinde durdurduktan sonra kamuoyu baskısına da direnemeyen hükümetin emriyle Osmanlı donanması tüm eksikliklerine rağmen iki defa Ege Denizi’ne çıkmış ve Yunan donanması ile muharebe etmiştir. Ancak İmroz Muharebesi’nde ele geçen fırsatı kullanamamış, Mondros  Muharebesi’nde ise yenilmiştir. Donanma adına olumlu sayılabilecek tek harekât Hamidiye kruvazörü tarafından icra edilen Akın Harekâtı olmuştur. 

***
  Fransız İhtilali ile Avrupa’da yayılmaya başlayan ulusçuluk hareketleri ve sanayi alanında yaşanan hızlı değişimler etnik gruplardan oluşan imparatorluklar için dağılma sürecinin habercisi olmuştu. 18. yüzyılın sonlarına doğru ekonomik ve askeri açı
dan zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu başta Rusya olmak üzere büyük devletlerin kışkırtmasıyla topraklarındaki etnik grupların bağımsızlık talepleriyle karşı karşıya kaldı.
Balkanlarda ilk harekete geçen millet Sırplar oldu. 1804 yılında başlayan isyanda Rusya’dan beklediği desteği alamayan Sırplar ,1816’da
 Sırbistan Prensliği kurulması talepleri Osmanlı İmparatorluğu tarafından kabul edilince kısmen yatıştılar. Mora Yarımadası’nda 1821 yılında başlayan Yunan isyanı ise daha tehlikeliydi ve Rum denizciler sayesinde denizlere ve adalara da taşındı. İsyan Mısır’ın desteği ile 1827 yılında bastırıldığında Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri ve ekonomik olarak iyice zayıfladığı görüldü. İsyana başlangıçta tarafsız kalan İngiltere ve Fransa, Rusya’nın bağımsız Yunanistan fikrini tek başına sahiplenmesini istemeyerek sonradan destek oldu. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Edirne Antlaşması ile bağımsız Yunanistan ve özerk Sırbistan Osmanlı İmparatorluğu’na kabul ettirildi.
 Yunan isyanından yarım asır sonra 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ardından imzalanan Berlin Antlaşması ile bağımsız Sırbistan, Romanya ve Karadağ kuruldu. Bahse konu antlaşma Bulgaristan’ı Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı özerk bir prenslik haline getirdi. Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ bağımsızlıklarını kazanır kazanmaz kendilerine tarihi miras olarak gördükleri Osmanlı İmparatorluğu topraklarında kazanım elde etmek için hazırlanmaya başladılar. II. Meşrutiyetin ilanı ile devlet yapısını yeniden modernize etmeyi hedefleyen İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidarının tam olarak başarılı olamadığının Trablusgarp Savaşı’nda ortaya çıkması üzerine dört Balkan devleti Rusya’nında teşvikiyle birleşerek Balkan Savaşı’nı başlattı.

Osmanlı İmparatorluğu 20. yüzyıla topraklarının dört bir köşesindeki isyan ve şiddet hareketleriyle mücadele ederek girdi. İsyan ve şiddet hareketlerinin meydana geldiği belki de en önemli bölge, uzun yıllar birçok açıdan ülkenin ayakta kalmasını sağlayan Balkan coğrafyasıydı. Balkan Savaşı, ulusal birliklerini tamamlamamış Balkan devletlerinin aralarında ittifak kurarak Osmanlı İmparatorluğu’nun Rumeli’deki topraklarına saldırmasıyla başladı. Gerçekleşmez denilen Balkan İttifakı’nın oluşmasında Rusya’nın başını çektiği ve bloklaşmaların belirgin hale geldiği Avrupa siyaseti kadar Osmanlı Devleti’nin iç dinamikleri de etkili oldu. II. Katerina (1762-1796) devrinden beri Rus dış politikası Boğazlara, Balkanlara ve Kafkasya’ya hâkim olarak buralar üzerinden Ege Denizi, Akdeniz ve Basra Körfezi’ne ulaşmayı hedeflemişti. Bu maksatla Rusya, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşayan Hıristiyanların koruyucusu olmayı hedeflemiş ve bu yolda 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması ile büyük kazanımlar sağlamıştı. 1 Zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu’na dış müdahaleler artık giderek artacaktı. Fransız İhtilali’nin yaydığı ulusçuluk akımı ile artan dış müdahaleler Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki etnik grupların kımıldanmaya başlamasına neden oldu. İlk harekete geçen 15. yüzyıl ortalarında imparatorluğa katılmış topraklarda yaşayan Sırplar oldu. Bölgedeki yeniçerilerin başıbozuk hallerini İstanbul’da sultana şikâyet eden birtakım önde gelen Sırp’ın öldürülmesi neticesinde liderinin Kara Yorgi (Georgo Petroviç) olduğu isyan hareketi başladı. 1816 yılında Sırbistan’ın prenslik olması Osmanlı Devleti tarafından kabul edilince kısmen yatışan Sırp isyan hareketi, Edirne Antlaşması (1829) ile özerkliklerini kazanana kadar devam etti.2 Yunan isyanı ise ilk önce Eflak-Boğdan’da 25 Mart 1821 tarihinde başlamış olmasına rağmen bölgedeki nüfus dağılımı nedeniyle beklediği desteği burada göremedi. 6 Nisan 1821 günü Mora Yarımadası’nda başlayan ikinci isyan ise kısa sürede yayıldı ve Tripolice dışındaki tüm kaleler isyancıların eline geçti. Rum denizciler silahlandırdıkları gemileri vasıtasıyla isyanı adalara yaydı. Sultan II. Mahmut isyana destek verdiği gerekçesiyle İstanbul Patriği V. Gregoryos’u idam ettirdi. 1824 yılına gelindiğinde isyanı bastırmak için Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’dan yardım istemek zorunda kalan Osmanlı

1 Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih 1789-2012, DER Yayınları, İstanbul 2013, ss. 154-155. 2 A.g.e, s. 227. 2

Devleti, karşılığında Mora ve Girit valiliklerini vermeyi kabul edince Mehmet Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa komutasında 60 parça gemi ve 16.000 askerden oluşan kuvveti isyanı bastırmak için gönderdi. Bu kuvvet tarafından en son 1827 yılında Atina teslim alınarak isyan bastırıldı.3 Avrupalı devletler başta tarafsız kaldıkları Yunan isyanında Rus Çarı I. Nikolay’ın bağımsız Yunanistan’a olan desteği nedeniyle bölgenin Rus hâkimiyeti altına girmemesi için karışmak zorunda kaldılar. İngiltere, Rusya ile imzaladığı protokol gereği Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğu’na vergi veren özerk bir devlet olarak kurulmasını desteklerken Fransa da bu iki devlete katıldı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Prusya protokole karşı çıktı. Rusya-İngiltere-Fransa üçlüsünün Yunanistan’ın kurulması ile ilgili verdiği notaya Osmanlı Devleti 1827 yılında içişlerine müdahaleyi kabul etmediğini ve bahse konu devletlerin isyancıları desteklemeyi bırakmasını isteyen cevabını verdi. Üçlü ittifak 16 Ağustos 1827’de bağımsız Yunanistan kurulmasını kabul ettiklerini belirten kararlarını Osmanlı Devleti’ne bildirdiler. Aldıkları ret cevabına istinaden Mora kuşatıldı. 20 Ekim 1827 tarihinde Navarin Baskını4 ile Osmanlı-Mısır donanması imha edildi. İngilizler ile anlaşan Mısır’ın kuvvetlerini çekmesinin ardından Mora, Fransa tarafından geçici olarak işgal edildi. Rusya son darbeyi indirmek için 14 Nisan 1828 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti. Kısa sürede hem Mora Yarımadası’nda hem de diğer sınır boylarında ilerleyen Rusya, büyük devletlerin girişimi ile durmak zorunda kaldı ve savaş 14 Eylül 1829 günü imzalanan Edirne Antlaşması ile sona erdi. 24 Nisan 1830 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu, Yunanistan’ın bağımsızlığını onayladı.5 Böylece Osmanlı İmparatorluğu ulusçuluk hareketine bağlı ilk toprak kaybını tecrübe etmiş oldu. I. Nikolay seleflerinin Boğazlara sahip olma emelini 1853 yılında Petersburg’da tertiplediği bir baloda İngiliz elçisine açmış, o gün için Rus ilerlemesini kendi çıkarlarına tehdit olarak gören İngiltere tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşımı teklifi 3 Rıfat Uçarol, a.g.e., ss. 163-167. 4 Navarin Limanı’nda bulunan Osmanlı-Mısır donanması, İngiliz-Rus ve Fransız donanmaları tarafından imha edildi. Baskında Osmanlı donanması 37, Mısır donanması 15 gemi kaybederken, toplam denizci kaybı 6.000 kadardı. Detaylı bilgi için bakınız Ersan Baş (Haz.), Çeşme, Navarin, Sinop Baskınları ve Sonuçları, Deniz Basımevi Müdürlüğü, İstanbul 2007. 5 Rıfat Uçarol, a.g.e., ss. 168-178. 3 reddedilmişti. Bu görüşmede daha sonra tarihe geçecek ‘‘Hasta Adam’’ tabiri ilk kez Çar I. Nikolay tarafından dile getirilmişti. 6 İngiltere’nin olumsuz yaklaşımına rağmen Çar’ın geri adım atmayarak Eflak ve Boğdan’ı işgaline Osmanlı İmparatorluğu da 4 Ekim 1853’te Rusya’ya savaş ilan ederek karşılık verdi. 30 Kasım 1853’te Rus donanmasının Sinop Baskını7 ile Osmanlı donanmasını imha etmesi üzerine Rusya’nın Karadeniz’de daha fazla güçlenmesini ulusal menfaatlerine uygun bulmayan İngiltere ve Fransa Karadeniz’e donanma göndererek 27 Şubat 1854’te Rusya’dan Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğüne saygı göstermesini istediler. Teklifin reddedilmesi üzerine İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu ile bir ittifak anlaşması yaparak 27 Mart 1854’te Rusya’ya resmen savaş ilan ettiler. Savaşın kilit noktası olarak değerlendirdikleri, boğazları tehdit edecek kara ve deniz kuvvetlerinin ana üssü konumundaki Kırım’ı uzun çabalar sonucunda 9 Eylül 1855’te işgal etmeyi başardılar. Nihayet 30 Mart 1856 tarihinde imzalanan Paris Antlaşması ile savaşa son verildi.8 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da İtalya ve Almanya siyasal birliklerini sağladılar ve büyük devletler arasındaki yarışa katıldılar. Giderek güçlenen bu iki devletin -özelikle de Almanya’nın- bölgedeki varlığı yaşamsal olarak güneye, sıcak denizlere ulaşma hedefi olan Rusya’yı Balkanlarda yaşanan gelişmeleri bahane ederek bir kez daha harekete geçirdi ve 24 Nisan 1877’de başlayan Osmanlı-Rus Savaşı 3 Mart 1878 tarihinde imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile sona erdi. Bu antlaşma ile Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarını kazanmış, Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’na vergi veren özerk bir prenslik olduğu kabul edilmişti. Rusya ise Osmanlı Devleti’nden savaş tazminatı istemiş, alternatif olarak da tazminat yerine Kars, Ardahan, Batum ve Dobruca’nın kendisine terk edilmesini önermişti. 9 Rusya’nın Edirne’yi işgaliyle boğazlar yolunu açması ve büyük kazanımlar elde ederek boğazlar istikametinde Rusya ile bağlarını pekiştirmiş bir Bulgaristan’ın varlığı İngiltere ile Avusturya’yı rahatsız etti. İngiltere, Çanakkale Boğazı önlerine donanmasını göndererek, Avusturya ise seferberlik ilan ederek tepkilerini ortaya koydular. İki büyük

6 Rıfat Uçarol, a.g.e, s. 231. 7 Sinop Limanında bulunan 12 parçadan oluşan Osmanlı Filosu, baskın yapan Rus Filosu tarafından imha edildi. Bu baskında Osmanlı Filosu 2700 şehit, 556 ağır yaralı olmak üzere toplam 3256 kayıp vermiştir. Detaylı bilgi için bakınız Besim Özcan, Sinop Deniz Felaketi, Deniz Basımevi Müdürlüğü, İstanbul 2008. 8 Rıfat Uçarol, a.g.e., ss. 238-245. 9 Mithat Atabay, İmparatorluktan Ulus Devletlere Türkiye ve Balkanlar, Paradigma Akademi, Ankara 2013, s. 10. 4

devlet ile mücadeleyi göze alamayan Rusya, Avusturya üzerinde nüfuzu olan Almanya’dan yardım istedi. Kuzey Denizi ile Akdeniz arasındaki bağlantıyı sağlayan karayolunun Slav unsuru tarafından kapatılmış olmasından rahatsız olan Almanya da Rusya’nın diplomatik yardım talebine yeni bir antlaşma yapılması yönünde tavsiyede bulundu ve böylece Rusya Berlin’de kongre toplanması teklifini kabul etmek zorunda kaldı. 10 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması’yla Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’daki topraklarının bir bölümünü kurtarmış olmasına rağmen gerçekte bu antlaşma Batılı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’na yönelik siyasetlerinde bir dönüm noktası oldu. 11 İngiltere, Avrupa’nın etkin gücü olduğu dönemde Fransa ile birlikte Rusya’ya karşı denge siyaseti uygulamış ve bu siyasetin sonucu olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü savunmuştu. Ancak siyasi birliğini sağladıktan sonra hızla gelişerek Avrupa siyaset sahnesinde İngiltere’ye karşı alternatif güç olarak ortaya çıkan Almanya bloklaşmalar sürecini tetikledi. Bu süreçte İngiltere ile Fransa, Alman genişlemesine karşı Rusya’ya yakınlaşarak Osmanlı İmparatorluğu’nun ulus devletlere bölünmesi siyasetini takip etmeye başladı. 12 İngiltere Başbakanı Lord Salisbury bir konuşmasında dünya devletlerini yaşayan ve ölüler diye tasnif etmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nu da ölüler arasında sayarak yeni İngiliz dış politikasının yönünü deklare etmişti.13 Berlin Antlaşması ile Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlıkları kabul edilmiş; ancak Bulgaristan elde ettiği toprakların büyük bölümünü terk etmek zorunda bırakılmıştı. Ayrıca Ayastefanos Antlaşması’nda yer almamasına rağmen Bosna-Hersek Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna –hukuki olarak Osmanlı toprağı sayılmak kaydıyla- terk edilirken, doğuda Kars, Ardahan, Batum da Rusya’ya bırakılmıştı.

14 Antlaşma sonrası Bulgar siyasetçi -Balkan Savaşı’nda Başbakan- Ivan Evstratiev Geshov; Biz 1878’in Temmuz ayında dar görüşlü bir diplomasinin ülkemizi böldüğü antlaşmanın yayınlanan ilk metnini The Times’ta okuduktan sonra Filibe (Plovdiv)’de yıldırım çarpmışa döndük ve ezildik. Böyle bir adaletsizlik mümkün müydü? Böyle bir adaletsizlik tamir edilebilir miydi?15 10 Aram Andonyan, Balkan Savaşı, Aras Yayınevi, İstanbul 2012, s. 26. 11 Suat Zeyrek, ‘‘Balkan Devletlerinin İttifak Arayışı ve Osmanlı Devleti’’, Tarih Dergisi, Sayı 57, İstanbul 2013, s. 70. 12 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi IX. Cilt, II. Meşrutiyet ve I.Dünya Savaşı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1996, s. 216. 13 Fahri Belen, 20nci Yüzyılda Osmanlı Devleti, Remzi Kitabevi, İstanbul 1973, s. 19. 14 Mithat Atabay, 2013, a.g.e., s. 37. 15 Richard C. Hall, Balkan Savaşları 1912–1913 I.Dünya Savaşının Provası, Homer Kitabevi, İstanbul 2003, s.4. 5 diyerek antlaşmadan Bulgaristan’ın duyduğu memnuniyetsizliği dile getirmişti. Berlin Antlaşması sorunu çözer görünürken gerçekte ortaya daha karmaşık bir problem çıkardı. Bahse konu antlaşma ile Osmanlı Devleti’ne iade edilen Makedonya toprakları üzerinde Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan birbirleri ile mücadeleye başladılar.16 Bu süreç 19. yüzyılın ikinci yarısında genişleme önceliğini doğuya vermek zorunda kalan Rusya’nın 1905 yılında Japonya karşısında denizde ve karada aldığı ağır yenilginin ardından dış politikasını yeniden Avrupa ve Balkanlara yönlendirmesiyle hız kazandı. 17 Antlaşmadan rahatsızlık duyan Balkan Devletleri arasında ilk harekete geçen Bulgaristan oldu ve 1885 yılında Doğu Rumeli ile birleştiğini ilan etti. 18 Doğu Rumeli, Berlin Antlaşması görüşmelerinde büyük Bulgaristan’a karşı olan İngiltere’nin ısrarı sonucu sınırları ve statüsü 228 sayfalık bir nizamname ile belirlenen19 Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı özerk bir vilayet olarak padişahın atayacağı Hıristiyan bir vali tarafından yönetilecekti. Vilayetin kuzeyinde Balkan Dağları, güneyinde Rodop Dağları, doğusunda Karadeniz, batısında ise Despot Dağları bulunurken yaklaşık 35.500 kilometre karelik topraklar üzerinde 1 milyon nüfus yaşamaktaydı.20 Ardından Yunanistan uzun süredir isyana kışkırttığı Rumların sözde çağrısıyla 14 Şubat 1897 tarihinde Girit’i ilhak ettiğini açıkladı. Bulgaristan’ın hareketine sessiz kalan Osmanlı İmparatorluğu Yunanistan’a 18 Nisan 1897 tarihinde savaş ilan etti. Her ne kadar deniz cephesine Yunanistan hâkim olsa da Osmanlı İmparatorluğu kara kuvvetlerinin ezici üstünlüğü ile savaşı otuz gün gibi kısa bir süre zarfında kazandı.

Dömeke Zaferi sonrası Atina üzerine yürüyen Osmanlı orduları Rus Çarı’nın II. Abdülhamit’e yaptığı çağrı sonucu durmak zorunda kaldı. 4 Aralık 1897 günü imzalanan İstanbul Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu savaşarak kazandığı toprakları bir kez daha masa başında kaybetti ve 18 Aralık 1897’de Girit’in özerkliğini kabul etti. 21 Balkan coğrafyasında 1903-1908 arasında özellikle Makedonya’da yaşanan şiddet olayları büyük devletleri rahatsız eder boyuta ulaşmıştı. İngiltere, Osmanlı hükümetine bir nota vererek Berlin Antlaşması’nın 23. maddesinin uygulanmasını istedi. İngiltere’nin tek

16 Hale Şıvgın, ‘‘İttihat ve Terakki Politikalarının Balkan İttifaklarını Hızlandırmadaki Rolü’’, Akademik Bakış, Cilt 6, Sayı 11, 2012, s.2. 17 Edward J. Erickson, Büyük Hezimet, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2013, s.58. 18 Richard C. Hall, a.g.e., s. 4 19 Umran Gökyer, XIX. Yüzyılda Avrupa Devletlerinin Balkan Politikaları, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Elazığ 2011, s. 76. 20 www.dersimiz.com. (Erişim Tarihi: 01.09.2018) 21 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 4-5. 6

taraflı müdahalesinden rahatsızlık duyan Rus Çarı II. Nikolay ve Avusturya İmparatoru Ferdinand, Avusturya’nın Mürzsteg şehrinde bir araya gelerek daha hafif şartlar içeren ve adını imza edilen şehirden alan bir ıslahat programı hazırlayarak Osmanlı İmparatorluğu’na sundular.22 Mürzsteg Programı’na göre; Makedonya’daki düzenlemeleri takip etmek üzere atanan Osmanlı Devleti valisinin yanında Avusturya-Macaristan ve Rusya vatandaşı iki yardımcı komiser bulunacak, Osmanlı hükümeti emrinde görevli bir general ile birlikte yirmi beş Avrupalı subay zabıta teşkilatının reformuyla görevlendirilecekti.23 Bu sayede Avusturya-Macaristan Üsküp’te, İtalya Manastır’da, Rusya Selanik’te, Fransa Serez’de ve İngiltere Drama’da jandarma bulundurma hakkını elde ediyordu.24 Osmanlı devlet adamlarının bu anlaşmaya bakışını Selanik Valisi Hasan Fehmi Paşa’nın ‘‘Biz bu şekilde aşağılayacaklarına doğrudan Makedonya’yı tahliye ettirseler bizi daha az tahrik ederlerdi’’ sözleriyle özetlemek mümkündür.

25 Bir bakıma vatanın koparılmak istenen parçaları ıslahat adı altında yabancılarca kontrol altına alınmaya başlanıyordu. Bu gelişmeler ışığında meşrutiyetin ilanına kadar giden yolda yaşananlar sadece istibdat yönetimine karşı değil ayrıca değişen Avrupa siyaseti neticesinde büyük devletlerin ülke içerisinde yükselerek artan kontrollerine yönelik tepki hareketleriydi ve milliyetçi izler taşıyordu.26 II. Meşrutiyetin ilanından sonra reform hareketleri kapsamında Osmanlı topraklarında görevli bulunan ıslahat heyetleri hükümetleri tarafından geri çağrıldı. Avusturya ve Almanya 20 Ağustos, diğer ülkeler ise 3 Ekim tarihinde görevlilerini geri çekme işlemini tamamladı. 27 Meşrutiyetin ilanıyla birlikte kamuoyunda oluşan beklenti Osmanlı coğrafyasındaki kargaşanın ve toprak kayıplarının son bulması yönündeydi. Henüz bahar havası sürerken 5 Ekim 1908 tarihinde önce Avusturya-Macaristan işgal altında bulundurduğu Bosna-Hersek’i ilhak ettiğini açıkladı. Ardından da Bulgaristan diplomatik kriz çıkararak bağımsızlığını ilan etti. 28 Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya’nın Bosna için 2,5 milyon lira, Bulgaristan’ın da Doğu Rumeli için 5 milyon lira ödemesi karşılığında yaşanan durumu kabullenmek zorunda kaldı. 29 Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhak ettiğini açıklaması Rus kamuoyunda Avrupa siyasetinde bir yenilgi olarak algılanarak geniş halk protestoları ile karşılandı ve Slav milliyetçilik hareketlerini tırmandırdı. 30 19 Nisan 1909 tarihinde İstanbul’da Bulgaristan ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imza edilen protokol ile Osmanlı İmparatorluğu tarafından Bulgaristan’ın bağımsızlığı ve Çarlık rejimi resmen kabul edildi. 31 Yaşanan bu olaylar sonucunda içeride İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne olan inanç sarsıldı bu da muhalif oluşumların ortaya çıkmasına neden oldu. Rusya’nın beklentisi de bu yöndeydi. Pasifik kıyılarından Japonya tarafından ötelenmesini hazmedememişken Avusturya’nın Balkanlarda daha fazla ilerlemesini kabullenemezdi. Bununla birlikte aynı bölgede güçlü bir Osmanlı Devleti de görmek istemiyordu.32 Vardar ve Struma Nehirleri ile sulanan verimli ovalara ve İstanbul’dan sonraki en önemli liman kenti Selanik’e sahip olan Makedonya toprakları iştah kabartıyordu.

Osmanlı idaresi altında bulunan soydaşları ile birleşerek bu bölgenin ekonomik ve kültürel kaynaklarına ulaşmak isteyen Balkan Devletleri 20. yüzyılın başlarından beri gözlerini buraya çevirmişti. Büyük devletler tarafından Makedonya Meselesi olarak anılan bu sorun Balkan milletlerinin Türk idaresinin zayıflaması sonucunda eski sınırlarına ulaşma hayallerinin yeniden canlanmasından başka bir şey değildi. 33 Rumeli’deki yerli halklar arasında devletle en fazla bütünleşmiş millet Arnavutlardı.34 Makedonya’daki reform hareketi Arnavutları rahatsız etmeye başladı. Bu yüzden beklentilerini karşılamayan II. Abdülhamit yönetimine karşı meşrutiyet yanlılarını destekleme yolunu seçtiler. II. Meşrutiyetin ilanı Arnavutlar tarafından coşkuyla karşılandı.35 İttihat ve Terakki Cemiyeti imparatorluğun parçalanmasını önlemek ve meşrutiyetin ilanını takip eden zaman zarfındaki toprak kayıplarının izlerini silebilmek için tüm kimliklerin üzerinde, anayasa karşısında bütün vatandaşların eşit hak ve sorumluluklara sahip olduğu bir Osmanlı kimliği yaratmayı ve merkezi yönetim oluşturmayı hedeflemişti. 36 İttihat ve Terakki Cemiyetinin bu amaç doğrultusunda uyguladığı öncelikli politika ayrımcılığa maruz kaldıklarını sürekli dile getiren azınlıkları devletle barıştırmak için Millet Sistemi’ni kaldırmak ve anayasa karşısında herkesin eşit olduğunu ilan etmek oldu. Uygulama, ilk olumsuz etkilerini meşrutiyetin ilanında beraber hareket ettikleri Arnavutlar üzerinde gösterdi. Osmanlı’nın Rumeli’deki en güvendiği unsur olan Arnavutlar devlet içinde birtakım ayrıcalıklara sahiptiler.38 Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terakki yönetiminin yeni anayasayı eşit şekilde Arnavutlara da uygulamaya kalkması ilişkilerde kırılma noktasını oluşturdu. O tarihe kadar Türk unsuru gibi Bulgar’a, Sırp'a, Karadağlıya ve Rum’a karşı elde silah dövüşen Arnavutlar 1909'da ayaklandı. 39 İsyanı bastırmakla görevlendirilen Cavit Paşa’nın sert tutumu -İpek şehrinde evlere toplarla saldırdığı iddia edilmiştir- isyanı bastırmış olmakla beraber bağımsızlık ateşini söndürmekten uzak kaldı. 18 Mart 1910 tarihinde vergilere itiraz amacıyla yeni bir isyan daha başladı, Osmanlı hükümetinin isyanı bastırmak için ilk düşündüğü isim Cavit Paşa olsa da gelebilecek tepkiler nedeniyle Mahmut Şevket Paşa görevlendirildi ve isyan yine sert tedbirler alınarak bastırıldı. 1911 yılına gelindiğinde bu sefer de Arnavutluk’un kuzey bölgesinde Malisörler isyan etti. İsyanın bastırılmasında Mahmut Şevket Paşa tarafından 82 tabur asker kullanıldı. Osmanlı yönetimi bir yandan ayaklanmayı bastırmak için sert tedbirler alırken diğer yandan Sultan V. Mehmet’in Kosova gezisi ile halkın gözünde Osmanlı İmparatorluğu’nun itibarını yeniden temin etmek istedi. 16 Haziran 1911 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra Arnavutların yoğun olarak yaşadıkları topraklara ilk kez ayak basan Sultan V. Mehmet’in geniş katılımla kıldığı cuma namazının bölge sükûneti üzerinde olumlu etkileri oldu.40 İttihat ve Terakki Cemiyeti Balkanlardaki huzursuzlukların önüne geçebilmek için bir dizi kanun hazırladı. İlk olarak 16 Ağustos 1909 tarihinde Cemiyetler Kanunu’nu çıkardı. Kanun görüşmeleri esnasında mecliste bulunan Gayrı-Müslim vekillerin, kanunun gizli cemiyetleri yasaklamasına rağmen pratikte teşvik edeceğini, sorunun cemiyetlerin isimlerinden çok üyelerinin devlete olan bağlılıklarından kaynaklandığını belirten itirazlarına rağmen kanun kabul edildi. 41 Bu kanunla birlikte meşrutiyetten sonra kurulan kulüpler için açık mücadele imkânsız hale gelmiş bu da çetecilik faaliyetlerini hızlandırmıştı. Bahse konu kanunun dördüncü maddesi ırka ve cinsiyete dayalı cemiyetlerin kurulmasını yasaklarken kanuna karşı Manastır’da yapılan Arnavut, Sırp, Bulgar, Yahudi ve Ulah kulüplerinin ortak protestosuna Rum kulüpleri de katıldı. 42 Cemiyetler Kanunu’nu tamamlaması maksadıyla 26 Haziran 1910 tarihinde Çeteler Kanunu çıkarıldı. Bu kanun ile silah bulundurmak ve taşımak yasaklanmış, çete mensuplarına ağır cezalar öngörülmüştü. Yasada en dikkat çeken nokta, sadece silahlı eyleme katılanların değil, ailelerinin de sorumlu tutulacağının belirtilmiş olmasıydı. Arnavutluk olaylarında Arnavut tebaanın ellerindeki silahlar bu kanuna dayanılarak toplatıldı. Bu kanun maddi olarak hatırı sayılır miktarda silahın toplanması sonucunu doğururken manevi olarak Arnavutların Osmanlıya bağlılığını tamamen yitirmesine neden oldu. 43 Meşrutiyetin ilanından önce Makedonya genelinde faaliyet gösteren 110 Bulgar, 80 Rum, 30 Sırp ve 8 Romen çetesinin varlığı bilinmekteydi.

44 Kanun sonrası Bulgar komiteleri Makedonya’daki Bulgar halkı silahları ile beraber kendilerine katılmaya ya da Bulgaristan’a göçe çağırmışlar, bu çağrıya uymayarak silahlarını teslim edenlerin idam edileceğini her yerde duyurmuşlardı. 45 İttihat ve Terakki Cemiyeti, Balkanlarda halklar arasındaki huzursuzlukların önemli nedenlerinden biri olarak kiliseler meselesini görüyordu. 1870 yılına kadar Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı olan Bulgar toplumuna o tarihte bir fermanla kendi kiliselerini kurma hakkı tanınmıştı. Bulgar Eksarhlığı kurulmasına izin verilen ferman yayınlandığında Rum Patriği mezhep konularında Babıâli’nin yetkili olmadığını belirterek itiraz etti. 46 Bulgar Kilisesi’nin kurulmasını kabul etmeyen Fener Rum Patrikhanesi 1872 yılında Bulgar Eksarhlığı ve bağlılarını şizmatik47 ilan ederek kiliseler mücadelesini başlatmış oldu.

Osmanlı Devleti başlarda bu mücadelede tarafsız kalmaya çalıştı. 1895 yılından itibaren konu yetkililerce dikkate alınmaya başlandı ve 1896 yılında Rumeli Vilayeti Islahat Komisyonu’ndan sorunun sebepleri ve çözüm önerileri hakkında bir rapor istendi. Makedonya topraklarında yaşanan bu çekişme Meşrutiyetin ilanına kadar aralıksız sürdü. Meşrutiyetin ilanıyla kısa bir süre durulmuş görünen şiddet hareketleri Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı ve Girit’in Yunanistan’a katıldığını açıklamasından sonra kaldığı yerden artarak devam etti. 49 Kilise ve Mektepler Kanunu 3 Temmuz 1910 tarihinde Sultan V. Mehmet Reşat, Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa ve Dâhiliye Nazırı Talat Bey’in imzaları ile Takvim-i Vekayi’nin50 575. sayısında yayınlanarak yürürlüğe girdi. 51 İttihat ve Terakki Cemiyeti Kilise ve Mektepler Kanunu’nu çıkararak yaşanan şiddet olaylarını sona erdirmek ve unsurlar arasında barışı sağlayarak Osmanlı Devleti’ne bağlılığı arttırmak istemişti. Birçok kaynakta sorunun II. Abdülhamit tarafından ustaca kullanıldığının belirtilmesine rağmen bu kanun hakkındaki ilk çalışmalar Mart 1907 tarihinde bizzat II. Abdülhamit tarafından başlatılmıştı. 52 Fener Rum Patrikhanesi Kilise ve Mektepler Kanunu’na karşı oluşan muhalefetin odak noktası haline geldi. Ortodoks toplumlar üzerindeki egemenliğini kaybetme sürecinin hızlandığını fark eden patrikhane,53 Patrik başkanlığında bir heyet ile 12 Temmuz 1910 tarihinde padişahı ziyaret ederek kanunun uygulanmasının Türk ve Rum cemaatleri arasında derin yaralar açacağını belirtti. Padişah bu görüşmede kanunun ‘‘şikâyete değil iltifata layık’’ olduğunu söylemiş ve gerekirse istifa edeceğini belirten Patriği bu kararından vazgeçirmişti. 54 Etnos Gazetesi’nin, lehlerine bir gelişme olmaması halinde Avrupa devletlerinden yardım istemeyi teklif eden bir haber yapması üzerine, Şurayı Ümmet55 ‘‘Patriğin imtiyazları geniş olabilir. Ancak bu imtiyazlar vatana ihanet noktasına taşınamaz’’ diyerek sert bir cevap yayınladı. 56 Yine de Rum gazeteleri çıkarılan kanunun Panslavizm ve 

50 Osmanlı İmparatorluğu’nda 1831 yılında yayımlanmaya başlanan ilk Osmanlı Türk resmî gazetesidir. 51 Bülent Atalay, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesinin Siyasi Faaliyetleri, Tarih ve Tabiat Vakfı, İstanbul 2001, s. 54. 52 Salim Aydın, Balkanların Acı Yüzü, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2013, s. 79. 53 Hasan Taner Kerimoğlu, a.g.e., s. 201. 54 Salim Aydın, a.g.e., s. 63. 55 1902-1929 arası 220 sayı çıkan Jön Türk dergisi, İttihat ve Terakki Cemiyeti yayın organıydı. 56 Bülent Atalay, a.g.e., ss. 40-41. 11

çeteciliğe hizmet edeceğini, bunun da Osmanlı Devleti’nin bekası ve patrikhanenin çıkarlarına zarar vereceğini belirten yayınlar yapmaya devam etti. Rumlar tarafından ısrarla protesto edilen kanun Bulgar toplumu tarafından ise memnuniyetle karşılandı. 57 Doğu Rumeli’nin ilhakından sonra Makedonya’ya yönelen Bulgaristan, bölgede kendisine rakip olarak Yunanistan ve Sırbistan’ı bulmuş ve bu yüzden halkı ikna ve baskı yöntemleriyle yanına çekebilmek için komiteler kurmaya başlamıştı. Bu komitelerin amacı Makedonya’da şiddet kaynaklı bir kargaşa ortamı oluşturmak ve Berlin Antlaşması’nda yer alan ıslahat maddesini uygulamak/uygulatmak maksadıyla Batılı devletlerin dikkatini bölgeye çekmekti. Nihai hedefleri ise Makedonya’yı Bulgaristan’a dâhil etmek, patrikhaneye bağlı Ortodoksları Bulgar Eksarhlığına geçirerek bulundukları yerlerdeki kilise ve okulları kontrolleri altına almaktı. Megali İdea düşüncesinden hareketle Yunanca konuşulan yerlerin Yunan toprağı sayıldığı ve anavatana katılması gerektiği ilkesini savunan Yunanistan da bölgede çetecilik faaliyetlerine girişmişti. Yunan çeteleri bölge halkını vergiye bağlama ve var ise kilise değiştirenleri yeniden patrikhane nüfuzuna dâhil etmeye çalışmaktaydı. Büyük Sırbistan hayallerini canlı tutan Sırplar ise kendilerine Makedonya’nın kuzey bölgesini faaliyet alanı olarak belirleyerek nüfuz mücadelesinde yerlerini almışlardı. Bir köyün Patrikhaneye mi yoksa Eksarhlığa mı bağlı olduğu, keza bir kilise veya okulun hangi unsurun elinde olduğu o yerin etnik tescili anlamına geliyordu. Görülüyor ki Kiliseler ve Mektepler sorunu gerçekte dini olmaktan çok milliyet rekabetinin sonucuydu. 58 17 Ocak 1911 tarihinde hazırlanan ve Dâhiliye Nezareti’ne sunulan raporda, kiliseler sorununun çözümü ile iki toplum arasında yakınlaşma ortaya çıktığı, bu yakınlaşmada en büyük rolü Rusya’nın oynadığı belirtildi. Ayrıca Rusya’nın bu sayede Osmanlı İmparatorluğu’nun içişlerine daha fazla karışma imkânı bulacağı ve kurmayı planladığı Balkan Konfederasyonu’na Yunanistan’ı da dâhil ederek Avusturya’nın güneye inmesini engellemeyi planladığı belirtilmekteydi. 59 Bahse konu raporda hedefin Avusturya olduğu belirtilmesine rağmen gerçekte Rusya boğazları diplomasi yoluyla açtıramadığı için Balkan devletlerini Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kışkırtarak Balkan Birliği kurulmasına öncelik vermişti.  Meydana getirilmek istenen birlik Rusya’nın Balkanlarda ve Avrupa’daki konumunu güçlendirmek ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı siyasetine yeni bir yön vermek istemesinin sonucuydu. Rusya 20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu durumu bölgesel politikalarını hayata geçirmek için uygun bulmuş, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin uyguladığı politikaların mevcut durumu değiştirebileceğini öngörerek daha 1908 yılında Yasama Meclisi’nde Balkan Bloğu kurulması fikrini tartışmaya açmıştı. 61 1910 yılında gelişen Arnavutluk isyanı sonucunda Kosova bölgesinde Arnavutluk bilinci artmaya başlamış bu da bölge üzerinde toprak emelleri olan Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan’ı rahatsız etmişti. Bulgar ve Sırp devlet adamları Osmanlı Hükümeti’nin reformları hayata geçirerek Osmanlı topraklarında yaşayan soydaşlarını kendi çekim alanlarından uzaklaştırması korkusu ve ülkelerindeki ulusal örgütlerin milli birlik sağlama yönündeki baskıları neticesinde ittifak arayışlarına hız verdiler.

 Bulgarlarla Sırpların arası 19. yüzyılın sonlarında hak iddia ettikleri topraklar nedeniyle iyi değildi. Ancak, Avusturya-Macaristan’ın ekonomik yaptırımlarından kurtularak kendine yeni pazarlar arayan Sırbistan’ın girişimiyle 1905 yılında aralarında ticaret anlaşması yaptılar. 63 Rusya, Balkanlarda takip ettiği yeni politikası doğrultusunda Belgrat'taki Rus elçisi Nicholas Hartwig ve Sofya'daki Rus elçisi Nekliudof’a talimat vererek 1910 yılı yazında Bulgar ve Sırpları bir ittifak etrafında toplamak için teşebbüse girişti. 64 İki taraf arasındaki ilk görüşme Bulgar Dışişleri Bakanı Geshov ile Sırbistan Dışişleri Bakanı Milanoviç arasında 1911 yılı Eylül ayında yapıldı. Bulgarların özerk bir Makedonya istemesine karşın Sırpların iki ülke arasında paylaşımı talep etmesi görüşmelerin tıkanmasına neden oldu. 65 Trablusgarp Savaşı nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu’nun dikkatinin Kuzey Afrika’daki topraklarına yönelmesi ve sınırlı kaynaklarını hızla tüketmeye başlaması sonucu Bulgaristan tarafından Sırbistan ile görüşmeler yeniden başlatıldı. 66 Trablusgarp Savaşı’nda meşrutiyet ile başlatılan reform hareketlerinin henüz olgunlaşmadığı ve Osmanlı devlet yapısının henüz toparlanamadığını düşünen iki devlet, Makedonya üzerinde paylaşım sorunu yaşamasına rağmen Rusların diplomatik baskıları sonucu

13 61 Georges Castellan, Balkanların Tarihi 14. - 20. Yüzyıl, Milliyet Yayınları, İstanbul 1995, s. 286. 62 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 12-13. 63 Suat Zeyrek, a.g.e., s. 77. 64 Mithat Atabay, 2013, a.g.e., s. 64. 65 Suat Zeyrek, a.g.e., s. 78. 66 Rıfat Uçarol, a.g.e., s. 530.

13 Mart 1912 tarihinde anlaşmaya vardı. Bu anlaşmanın ana hatları Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı askeri işbirliği ile Makedonya’nın paylaşımını içermekteydi.

 Anlaşmanın dördüncü maddesi gereği Osmanlı İmparatorluğu topraklarında karışıklıklar artar ve Balkan statükosunun devamı için askeri harekâta ihtiyaç duyulursa, harekete geçmeye karar veren taraf diğerine bildirecek ve Rusya’nın onayı alındıktan sonra savaşa başlanacaktı. Beşinci madde ise paylaşım ile ilgili anlaşmazlıkların çözümünü Rus Çarı’nın hakemliğine bırakmıştı. 68 Makedonya iki ülke arasında kâğıt üzerinde paylaşılırken Stara Planina hattına kadar Kosova ve Novi Pazar Sırbistan’a bırakılmış, Rodop’un doğusundaki topraklar ve Struma Vadisi ise Bulgaristan’ın payına düşmüştü. Stara Planina hattı ile Ohri Gölü arasındaki bölge ise anlaşmazlık halinde Rus Çarı’nın hakemliğine terk edilen bölge idi.69 Osmanlı Kosova Valisi bu gelişmeler üzerine İstanbul’u bilgilendirmiş ve ‘‘Bulgaristan savaşa hemen girebilecek kadar yakın’’ demişti. Balkan ittifakının çekirdeğini oluşturan Bulgar-Sırp anlaşması, Bulgarların Trakya’daki, Sırpların ise Kosova ve Arnavutluk’taki çıkarlarını tanıyarak Rusya’yı açıkça Balkanlara müdahil hale getirdi. 70 Sırbistan ile anlaşan Bulgaristan 1891 yılında Yunan Başbakanı Kharialos Trikoupis tarafından yapılan ittifak çağrısından cesaret alarak yüzünü Yunanistan’a çevirdi. 71 27 Nisan 1912 tarihinde fiilen başlayan görüşmeler Güney Makedonya’nın paylaşımı üzerinde ortaya çıkan anlaşmazlık nedeniyle uzun sürdü. Sonuçta iki devlet 29 Mayıs 1912 tarihinde Sofya’da anlaşma imzaladı. 72 Fakat bu anlaşma Bulgar-Sırp anlaşmasında olduğu gibi bir toprak paylaşımını içermiyor, Osmanlı Devleti’ne karşı askeri ve politik işbirliğini öngörüyordu. Kara kuvvetlerinin gücüne fazlaca güvenen Bulgaristan’ın Yunanistan’dan temel beklentisi Yunan donanmasının Ege Denizi’nde Osmanlı donanmasına karşı yapacağı harekâtlardı. 73 Osmanlı İmparatorluğu ile sürekli çatışma halinde olan Karadağ da bu oluşumun dışında kalmak istemedi. Karadağ’ı Bulgaristan için müttefik yapan en önemli faktör, Sırbistan’ın aksine Şar Dağı’nın ötesindeki arazi için bir talebinin bulunmaması oldu.

67 Richard C. Hall, a.g.e., s. 15. 68 Rıfat Uçarol, a.g.e., s. 531. 69 Georges Castellan, a.g.e., s. 286. 70 Suat Zeyrek, a.g.e., ss. 79-80. 71 Richard C. Hall, a.g.e., s. 5. 72 Rıfat Uçarol, a.g.e., s.531. 73 Richard C. Hall, a.g.e., s. 16. 14

Karadağ her zaman Bulgaristan’ın Makedonya üzerindeki beklentilerine müspet yaklaştığı için ittifaka dâhil olma isteği olumlu karşılandı. Bulgaristan ile Karadağ arasında varılan mutabakatta Karadağ savaşta kırk bin kişilik bir orduyla yer almayı taahhüt etmiş, buna karşılık Bulgaristan da para yardımında bulunma garantisi vermişti. Karadağ, Bulgaristan ile yaptığı anlaşmanın ardından savaştan kısa bir süre önce Sırbistan ile de İsviçre’de siyasi ve askeri bir anlaşma imzaladı. Karadağ’la yapılan anlaşmalarla birlikte Balkan İttifakı tamamlanmış oluyordu.

74 Sağlam temellere dayanmayan, tarafların anlaşmalarda belirledikleri paylaşımlardan daha fazlasını istedikleri ortamda artık Balkan devletleri ulusal birliklerini tamamlamak için savaşmaya hazırdı.75 Rusya, Paris’teki elçisi İzvolski aracılığıyla 1 Nisan 1912’de Fransa’yı Bulgar-Sırp ittifakından haberdar ederek ülkesinin Balkanlar üzerinde bir emelinin olmadığı ve statükonun devamına taraftar olduğu konusunda teminat verdi. Fransa ise yaşanan bu gelişmeler bir Avrupa savaşına dönüşürse Rusya’nın yanında yer almayacağı uyarısında bulunmakla yetindi. 4 Nisan 1912 tarihinde Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Fransız mevkidaşına gönderdiği telgrafta bahse konu anlaşmayı Avusturya ve Almanya’nın bilmediğini ve bir süre daha gizli tutulması gerektiğini özellikle vurguladı.76 Avrupa gibi Osmanlı İmparatorluğu da hazırlanan ittifakın farkındaydı. Ancak içerideki çalkantılı siyasi durum, devam eden Trablusgarp Savaşı, Arnavutluk ve Yemen isyanları yönetim mekanizmasını işlemez duruma getirmişti. 77 15 Temmuz 1912’de Hariciye Nazırı Asım Bey Mebusan Meclisi’nde yaptığı konuşmada; Devletin geleceğinden imanım kadar eminim. Eğer Osmanlılar birlik ve beraberlik içerisinde olursa, her insan üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirirse, vatanına karşı yükümlülüklerini yerine getirirse hiçbir düşmandan korkmaması gerekir.

Fakat içerideki tefrika karşısında titremelidir. 78 diyerek asıl meselenin iç siyasetteki ayrılık olduğunu belirtmişti. Asım Bey’in de dikkat çektiği gibi asıl sorun içerideydi. Ülke Trablusgarp’ta İtalyanlar ile çarpışırken ve Balkan Savaşı hızla yaklaşırken iktidar mücadelesi şiddetinden hiçbir şey kaybetmeden devam etmekteydi. Bu konuşmayı takip eden günlerde hükümet değişimi yaşanacaktı.

74 Suat Zeyrek, a.g.e., s. 88. 75 Richard C. Hall, a.g.e., s. 17. 76 Raymond Poincare, Paylaşılamayan Osmanlı, (Çev. Mehmet Gayur; Ramazan Balcı), Akademi Titiz Yayınları, İstanbul 2013, ss. 75-77. 77 Georges Castellan, a.g.e., s. 286. 78 Salim Aydın, a.g.e., s. 272. 15

Büyük devletler bir taraftan gelişmeler karşısında tarafsız görünerek statükonun devamı yönünde siyaset takip etmelerine rağmen diğer yandan askeri tedbirler almaya başlamışlardı. Almanya’nın 1912 yılının Şubat ve Mayıs aylarında çıkardığı kara ve deniz kuvvetlerinin sayısını arttırmaya yönelik kanunlar, 8 Temmuz 1912 tarihli Rus-Japon Anlaşması, 16 Temmuz 1912’de yapılan Fransız-Rus Deniz Sözleşmesi, Eylül 1912’de İngiliz-Rus Deniz Sözleşmesi ve Avusturya-İtalya arasında Arnavutluk üzerine yapılan anlaşmalar bunların öne çıkanlarıydı. 79 Rusya, oluşumunda siyasi izleri bulunan Balkan İttifakı tarafından çıkarılacak savaşın sonunda Balkan yarımadası üzerinde hâkimiyet kurmayı hedeflemişti. Bu sayede Germen yayılmacılığının hedefi olan Selanik ve Ege Denizi ile arasına büyük bir Slav kitlesi sokarak boğazlar üzerinde etkin olmalarının önüne geçmeyi planlıyordu. 80 Rusya’nın ektiği ittifak tohumları Bulgaristan’ın çabalarıyla vücut bulmuş ve ittifak devletleri Trablusgarp Savaşı’nı fırsat olarak görmüşlerdi. Balkan devletlerinin bu yöndeki tutumlarını Bulgar Prens Orosof, İtalya’nın Çanakkale ya da Selanik’e müdahale etmesi durumunda bunu statükoya karşı tehdit olarak algılayacaklarını ve Makedonya’ya müdahale edeceklerini söyleyerek açıkça dile getirmişti. 81 1 Ağustos 1912 tarihinde Koçana pazar yerinde IMRO82 elemanları tarafından bombalı eylem gerçekleştirildi, olayda 49 Bulgar, 7 Müslüman ve 2 Musevi öldü. Bulgar milislerin Avrupa’ya Bulgarlara zulüm yapılıyor mesajı vermek istedikleri bu bombalama sonucu kimsesiz kalanlara Osmanlı Hükümeti beş bin kuruş yardımda bulunarak yaralarını sarmayı ihmal etmedi. Hükümetin tüm iyi niyetli girişimlerine rağmen olayı protesto için Sofya’da otuz binden fazla kişinin katıldığı gösterilerde milliyetçi ve savaş yanlısı konuşmalar yapıldı. Bulgar Hükümeti 14 Eylül 1912’de Makedonya’da ıslahat yapılması için Osmanlı Hükümetine başvurdu, aksi halde silah kullanacağını belirtti. 83 Fransa’nın Sırbistan ortaelçisi Vesnitch tarafından 18 Eylül 1912 tarihinde gönderilen telgrafta Bulgaristan’daki gösteri hareketlerinin etkilerinin Sırbistan’da da görülmeye başlandığı, mahsulün toplanmasından sonra Bulgar hükümetinin daha sert politika izleyeceğine dair duyumlar alındığı belirtiliyordu. 84 Osmanlı Hükümeti ise iç

79 Enver Ziya Karal, a.g.e., s. 295.80 Mithat Işın, 1912-1913 Balkan Harbi Deniz Savaşı, Deniz Basımevi, Ankara 1946, s. 13. 81 Raymond Poincare, a.g.e., s. 82. 82 IMRO: Makedonya Dâhili Devrimci Örgütü, 1893 yılında Selanik’te kurulmuştur. 83 Salim Aydın, a.g.e., ss. 149-164. 84 Raymond Poincare, a.g.e., s. 131. 16

sorunlarıyla o kadar meşguldü ki ittifak oluşumuna kayıtsız kalmıştı. Ağustos ortalarında Avusturya Dışişleri Bakanı Comte Berchtold tarafından yapılan Balkanlarda sınırlı bir ademi merkeziyetçilik uygulama teklifini dikkate dahi almadı. 85 Oysa bu yöndeki teklif kabul edilebilir, uygulamaya geçiş aşamasında kazanılan zaman hazırlıklar için kullanılabilirdi. Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ yaşanan gelişmeler doğrultusunda 30 Eylül 1912’de, Yunanistan ise 3 Ekim 1912’de seferberlik ilan etti. Osmanlı İmparatorluğu ise 23 Eylül 1912 tarihinde Rumeli’de bulunan ordularına kısmi seferberlik emri vermiş, Balkan devletlerinin seferberlik kararı karşısında 1 Ekim 1912 tarihinde genel seferberlik ilan etmişti. 86 7 Ekim 1912 tarihinde Karadağ orduları harp ilan etmeden sınır boylarında taciz harekâtlarına başladı. Karadağ Hükümeti ertesi gün İstanbul maslahatgüzarı vasıtasıyla Babıâli’ye savaş ilan eden notayı teslim etti. Aynı saatlerde Karadağ ordusu da Berene ve Maykoviç istikametinden Osmanlı topraklarına girerek savaşı fiilen başlattı. 87 8 Ekim 1912 tarihinde İngiltere Dışişleri Bakanı’nın savaşın kaçınılmaz olduğu ve artık büyük devletlerin savaşın Balkanlar ile sınırlı kalmasına çalışmaları gerektiği yönündeki demeci basına yansıdı. 88 Fransa’nın İstanbul elçisi Bompard gelişmeler hakkında bilgi istediği Karadağ maslahatgüzarından bu teşebbüsün diğer müttefik devletlerle birlikte kararlaştırıldığı cevabını almış ve hükümetine Balkan devletlerinin büyük devletler engel olmadan savaşı başlatmak yolunu seçtiklerini düşündüğünü bildirmişti. Ancak Belgrat Hükümeti, Karadağ’ın savaş kararının müttefiklere danışılmadan alındığını iddia ediyordu. 89 Olayların gelişimi savaşa hazır olmayan Osmanlı İmparatorluğu’nu savaşmak mecburiyetinde bıraktı. Karadağ’ın bu tavrı karşısında Osmanlı Devleti de aşağıda metni verilen padişah iradesiyle karşı savaş ilan etti. Karadağ Hükümeti’nin Devlet-i Osmaniye’ye bugünden itibaren ilan-ı harp ettiği ve Karadağ maslahatgüzarının Der-Saadet’ten (İstanbul’dan) müfarekat edeceği (ayrılacağı) maslahatgüzar-ı mümaileyh (adı geçen) tarafından Hariciye Nezareti’ne (Dışişleri Bakanlığı’na) resmen ve tahriren (yazıyla) bildirilmesine binaen Çetine Sefaret-i Seniyesi maslahatgüzarının hemen Der-Saadet’e avdet etmesi (dönmesi) ve düşmanlarımıza müstainen billah (Allah’ın yardımıyla) kemal-i şiddetle mukabele edilmesi Meclis-i Vükela

85 Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, Nehir Yayınları, İstanbul 1992, s. 118. 86 Edward J. Erickson, a.g.e., s. 105. 87 Mithat Işın, a.g.e., ss. 30-32. 88 Aram Andonyan, a.g.e., s. 210. 89 Raymond Poincare, a.g.e., ss. 161-162. 17

kararıyla tespit olunmuştur. Bu irade-yi seniyemizin icrasına Harbiye ve Hariciye nazırları memurdur. 25 Eylül 1328 (8 Ekim 1912)90 Savaşın başladığı gün İngiltere, Fransa ve Almanya adına Avusturya ile Rusya Balkan devletlerine savaş karşıtı olduklarını, Makedonya’da yapılması istenen reformların kendi garantileri altında bulunduğunu, buna rağmen savaş çıkacak olursa sınırların değişmesine izin vermeyeceklerini bildiren notayı verdiler. 91 10 Ekim 1912 günü ise Osmanlı Hükümeti’ne Berlin Antlaşması’nın 23. maddesi gereği ıslahat yapılmasını ve ancak bu şekilde statükonun devamının sağlanabileceğini bildiren notayı teslim ettiler.92 13 Ekim 1912 tarihinde savaşın sorumluluğunu Osmanlı Hükümeti’ne yıkmak isteyen Balkan devletleri, Sofya’daki Osmanlı maslahatgüzarı Mukbil Bey’e bir nota verdiler. Notada Karadağ’ın savaş ilanından duyulan rahatsızlık vurgulanmakla birlikte Balkanlarda idari otonominin sağlanması, bölgeye Belçikalı ya da İsviçreli vali atanması, yerel parlamentoların oluşturulması, bağımsız jandarma ve milis kuvvetlerinin kurulmasına izin verilmesi ile ıslahatların takibinin büyük devletler ile dört Balkan devletinin denetim ve kontrolüne bırakılması isteniyordu. 93 Osmanlı Hükümeti büyük devletlere ıslahatları gerçekleştireceği garantisini verirken, diplomatik açıdan kabul edilemez bir üslup ile yazılan ve iç işlerine müdahale olarak değerlendirdiği Balkan İttifakı notasına cevap vermeye gerek bile duymadı. Hariciye Nazırı Gabriel Noradunkyan Le Temps gazetesine; Savaşın olmaması için elimizden geleni yaptık, Makedonya Islahatı meselesi samimi değildir. Bu teşebbüs Balkan devletlerinin toprak isteği ve Slavlık hareketinin etkisi altındadır.’’94 Avrupa’da ve dünyada bizden daha sabırlı, daha mütehammil başka devlet yoktur. Savaşı biz istemedik. Ama bilmelisiniz ki istemediğimiz, aramadığımız ve dolayısıyla sorumluluğunu hiçbir zaman yüklenmeyeceğimiz bu savaşı sonuna kadar götüreceğiz. Yenilirsek kabul edeceğiz, düşman topraklarına girersek misafir olarak kalacağız demişti. 95 Savaş kaçınılmaz hale gelince Fransa tarafından da uzun süreden beri İtalya ile barış yapması tavsiye edilen Osmanlı İmparatorluğu 15 Ekim 1912 tarihinde Uşi (Lozan) Antlaşması’nı imzalayarak Trablusgarp Savaşı’na son verdi ve geç kalmış olsa da tüm enerjisini Balkan devletlerine yöneltti.

 Karadağ’ın tek başına böyle bir harekete girişemeyeceğinin farkında olan Osmanlı Hükümeti, Hariciye Nezareti Özel Kalem Müdürü Ethem Bey vasıtasıyla 17 Ekim 1912 tarihinde önce Bulgaristan elçisi Sarafof’a, ardından Sırbistan elçisi Nenadoviç’e savaş ilanını içeren notaları teslim etti. Bulgaristan 18 Ekim 1912, Sırbistan 20 Ekim 1912 tarihinde bu notaya karşılık vererek resmi savaş ilanında bulundular. Osmanlı Hükümeti el konulan bir kısım gemiyi serbest bırakarak, yaşanan taşkınlıklar esnasında Yunan elçiliğine yapılan saldırılardan dolayı özür dileyerek ve Rumlara genel af çıkartarak Yunanistan’ı ittifaktan koparmak istediyse de başarılı olamadı. Yunanistan, Bulgaristan ile aynı gün yani 18 Ekim 1912 tarihinde Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilan etti.97 97 Aram Andonyan, a.g.e., s. 244. BİRİNCİ BÖLÜM KARA CEPHESİ SAVAŞLARI 1.1. Ordu Teşkilat Yapıları Bulgar Kralı Ferdinand, Balkan Savaşı’nı haçlı seferi olarak görüyordu ve bu yüzden savaşı kamuoyuna duyurduğu afişlerde ‘‘haç ile hilalin mücadelesi’’ olarak ilan etmişti. Yunanlılar yaşanan gelişmeleri ‘‘barbarlık ile uygarlığın mücadelesi’’ olarak kamuoyuna yansıtırken, Sırplar ‘‘hakkın güce olan üstünlüğünü temin’’ etmenin peşinde olduklarını dile getirmişti.98 Slav ırkının kahramanlığının öncüsü olduğuna inanan Karadağ’ın başlattığı savaşta Osmanlı İmparatorluğu ise Avrupa’daki topraklarını korumanın derdine düşmüştü.

Savaş öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun 3.027.700 kilometrekarelik topraklarında 23.806.000 kişi yaşarken, 99 bu nüfusun 4.158.250 kişisi imparatorluğun Avrupa topraklarında bulunmaktaydı.100 Buna karşın Balkan ittifakını oluşturan dört Balkan ülkesi 218.305 kilometrekarelik toprak üzerinde 9.839.585 kişi barındırmaktaydı. Osmanlı maliyesi sıkıntılı günler yaşarken, Bulgaristan ordusuna 178.395.443 Frank olan genel bütçesinden 39.642.061 Frank, Sırbistan 120.081.803 Frank olan genel bütçesinden 27.008.992 Frank ayırarak gelirlerinin yaklaşık dörtte birini ordularına tahsis etmişti. Yunanistan 187.972.500 Drahmi olan genel bütçesinden 21.312.518 Drahmi, Karadağ ise 2.888.7000 Kuron olan genel bütçesinden sadece 200.000 Kuron ayırarak savaşa hazırlanmıştı.101 Ezici insan kaynağına rağmen bu savaşta Osmanlı İmparatorluğu’nun bir askerine karşılık Balkan devletleri iki asker çıkarmayı başarmıştı. 1.1.1. Osmanlı İmparatorluğu Balkan Savaşı’nda Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Nazım Paşa orduyu Doğu ve Batı olarak iki kısma ayırdı. Doğu Ordusunun komutasında Abdullah Paşa’yı, Batı

98 Enver Ziya Karal, a.g.e., ss. 350-351. 99 Bayram Kodaman, Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II. Abdülhamit’in Doğu Anadolu Politikası, Orkun Yayınevi, İstanbul, 1983, s. 163. 100 Kemal H. Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914) Demografik ve Sosyal Özellikleri, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul, 2003, ss. 204-205. 101 Seda Tan ve Diren Çakılcı, ‘‘Balkan Savaşları Öncesinde Balkan Devletlerinin Askeri Durumuna İlişkin İki Osmanlıca Kaynak’’, Uluslararası Avrasya Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:5, Cilt:5, Sayı:16, 2014, ss. 357- 364. 20

Ordusunun komutasında Ali Rıza Paşa’yı görevlendirdi.102 Doğu Ordusu; Edirne ve Kırklareli (Kırkkilise) hattında Ömer Yaver Paşa komutasında 1’nci Kolordu, Şevket Turgut Paşa komutasında 2’nci Kolordu, Mahmut Muhtar Paşa komutasında 3’ncü Kolordu, Ahmet Abuk Paşa komutasında 4’ncü Kolordu, Şükrü Paşa komutasında Edirne Kalesi’ndeki garnizon ve Kırcaali-Paşmaklı dolaylarında Ali Yaver Paşa komutasındaki Mürettep Kolordu’dan meydana gelirken,103 Batı Ordusu; Zeki Paşa komutasında İştip ile Üsküp arasına yayılmış olan Vardar Ordusu, Tahsin Paşa komutasında Alasonya Ordusu, Yanya Kalesi’nde Esat Paşa komutasında 23’ncü Tümen, İşkodra Kalesi’nde Hasan Rıza Paşa komutasında 24’ncü Tümen ve bu kuvvetlere ek olarak Manastır’da 13’ncü Tümen ile Üsküp’te 11’nci ve 15’nci Redif tümenlerinden meydana gelmişti.104 Osmanlı ordusunda askerlik hizmeti üç sene nizamiye, üç sene ihtiyat, sekiz sene redif ve altı sene müstahfız olmak üzere toplam yirmi seneydi.105 21 Ekim 1912 tarihi itibariyle Osmanlı ordusunda Trakya’da 115 bin, Makedonya’da 175 bin kişilik insan gücü mevcuttu. Aynı tarihte Balkan İttifakı ordularının toplamı 482 bin kişiye ulaşmıştı. Seferberlik hizmetlerinde yaşanan başarısızlıktan dolayı düşmana karşı gözle görülür bir sayısal eksiklik yaşayan Osmanlı ordusunda asıl sorun subay kadrolarındaydı. 1911 sonunda 30.653 subay kadrosunda 16.121 muvazzaf subay bulunmaktaydı. Noksan olan %47’lik mevcut savaşın sevk ve idaresinde etkili olacaktı.

106 Kadrolardaki bu eksikliğin düşmanla girişilen muharebelerde komuta kademesinde oluşturduğu boşluk nedeniyle savaşçı niteliği yüksek olan Türk ordusunun zayıf direnç göstermesinde ve sonrası yaşanan çekilmelerin bozguna dönüşmesinde ana sebep olduğu değerlendirilmektedir. Osmanlı ordusunda dört takım bölüğü, dört bölük taburu, üç tabur alayı ve üç alay tümeni oluşturmasına rağmen tümenlerin hepsi tam mevcutlu değildi.107 Savaş öncesinde Osmanlı Erkân-ı Harbiye Reisi Ahmet İzzet Paşa komutasında 35 tabur asker Yemen isyanını bastırmak için bölgeye sevk edilmişken diğer yanda da Trablusgarp Savaşı devam etmekteydi.

108 102 Afif Büyüktuğrul, Osmanlı Deniz Harp Tarihi ve Cumhuriyet Donanması, Cilt 4, Deniz Basımevi, İstanbul 1984, s. 170. 103 Enver Ziya Karal, a.g.e., s. 19. 104 Afif Büyüktuğrul, a.g.e., s. 170. 105 Edward J. Erickson, a.g.e., s. 26. 106 Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Balkan Savaşları (1912-1913), Cilt-I, Genelkurmay Başkanlığı Basımevi, Ankara 1993, ss. 133-135. 107 Philip S. Jowett, a.g.e., s. 16. 108 Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, a.g.e., s. 53. 21

Meclis-i Vükela 22 Eylül 1912 tarihindeki toplantısında aynı gün Sofya elçisinden aldığı raporu görüştü.109 Raporda elçi Bulgarların savaşa çok yakın olduğunu belirtiyor ve genel seferberliğin ilan edilmesini tavsiye ediyordu. Meclis-i Vükelâ genel seferberliğe gerek görmeyerek Rumeli’deki birlikler için seferberlik ilanı kararı aldı ve 24 Eylül 1912 tarihinden itibaren Osmanlı ordusunun Rumeli kuvvetleri için kısmî seferberlik ilan etti.110 29 Eylül 1912 tarihinde Erkân-ı Harbiye Reisi Vekili Hadi Paşa ordu hakkında hükümete bir rapor sundu. Raporda Osmanlı ordusunun dört Balkan ülkesi ile aynı anda savaşa girmesinin kuvvetli ihtimal olduğunu belirtiyor; Osmanlı ordusundaki askerlerin uzun süredir silahaltında olmalarından dolayı yorgun olduklarından ve daha önemlisi ordunun silah, teçhizat, malzeme eksiklerini tamamlamak için en az beş seneye ihtiyaç olduğundan bahsediyordu. Hal böyle iken 30 Eylül 1912 tarihinde Balkan devletleri seferberlik ilân etti. Buna karşılık olarak Osmanlı hükümeti de 1 Ekim 1912 tarihinde genel seferberlik emrini verdi. Seferberlik emrinde donanma hakkında bir bilgi bulunmaması üzerine yapılan talebe karşılık 3 Ekim 1912’de donanmada da seferberlik ilan edildi.111 Seferberlik emrinde seferberliğin birinci gününün hangi gün olduğu bildirilmediği gibi, hangi yıl doğumlu erlerin celp edileceği de kesin olarak belirtilmemişti. Umumi seferberliğin ne demek olduğu da tam olarak anlaşılamadığından seferberlik ilânından dört gün geçinceye kadar yazışmalar devam edip durdu. Nihayet 6 Ekim 1912 tarihinde Osmanlı Ordusu Başkumandanlık Vekâletinden 2’nci Ordu Komutanlığına gönderilen yazıda seferberliğin birinci gününün 1 Ekim 1912 olarak alınması gerektiği belirtildi.112 Bu yazışmalardan Osmanlı ordusunun düşmanla savaşmayı bırakın seferberlik ilânına bile hazır olmadığı açıkça görülmektedir.

Osmanlı Genelkurmayı 1912 senesi itibari ile on iki seferberlik planı hazırlamıştı. Genel seferberlik ilan edildiği 1 Ekim 1912 tarihinde bu planlardan olası düşman olarak dört Balkan devletini (Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ) öngören 5 numaralı plan uygulamaya konuldu. Bu plan bahse konu devletlerin toprak kazanmak amacıyla Osmanlı İmparatorluğu’na saldıracağını varsayıyordu.113 Planın uygulamaya konulacağı emri çeşitli kademelerden geçtikten sonra ilgili makamlara 2-3 Ekimde hatta bazı yerlere (Taşlıca) 4 Ekimde ulaşmıştı. Bu yüzden Batı Ordusu’nun genel seferberlik başlangıcı 3 Ekim olarak kabul edilebilir.114 Bu plan doğrultusunda yürütülecek seferberlik çalışmaları neticesinde Doğu Ordusu’nun 479 bin, Batı Ordusu’nun 334 bin olmak üzere toplamda 813 bin kişiden oluşması hedeflendi.115 Oysa savaş başında orduların cephede savaşacak gücünün toplamda 290 bin kişide kalması yapılan plan ve hazırlıkların ne denli yetersiz olduğunu gözler önüne sermişti. Tablo 1.1. Osmanlı Erkan-ı Harbiye 1912-1913 Seferberlik Planları116 Sefer Plan Numarası Hangi Devlet ya da Devletlere Karşı Düzenlendiği 1 Bulgaristan 2 Bulgaristan ve Yunanistan 3 Yunanistan 4 Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ 5 Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ 6 Sırbistan ve Karadağ 7 Karadağ 8 İtalya 9 Avusturya 10 Rusya 11 Rusya ve Bulgaristan 12 Rusya ve Balkan Devletlerinden bir veya birkaçı Sayıca yetersizliğin nedenlerinden biri olarak yapılan terhisler gösterilmiştir. İlk olarak 1912 Ocak ayında hükümet tarafından Rumeli’de bulunan bazı redif fırkaları terhis edilmişti. İtalya’nın Selanik ve Çanakkale sahillerine saldırma riskinin kalmaması üzerine Temmuz ayı içerisinde terhislere devam edildi. Bu terhislerin büyük devletlerin savaş çıkmayacağı yönünde verdikleri beyanatlara duyulan güvenden kaynaklandığı belirtilmiş ve farklı rakamlar verilmiştir. Ancak tek neden olarak bu kabul edilememelidir. Uzun süreden beri silâhaltında bulunan askerlerin olumsuz şartlarda askerlik hizmetine devama zorlanmaları neticesinde isyan belirtileri göstermeleri, iaşelerinin hazineye getirdiği yük ve yaklaşan hasat mevsiminde insan gücüne ihtiyaç duyulması gibi askeri ve ekonomik nedenler de dikkate alınmalıdır.1

17 114 Fevzi Çakmak, Batı Rumeli’yi Nasıl Kaybettik?, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2011, s.85. 115 Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, a.g.e., s. 132. 116 Serkan Er, Osmanlı Ordusu’nda Seferberlik Planı: Balkan Harbi Örneği, Genelkurmay Başkanlığı Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürlüğü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2012, s. 4-64. 117 Salim Aydın, a.g.e., s. 88. 23

Sayıca istenilen düzeye ulaşamayan ordunun eğitim düzeyinin de yeterli olduğunu söylemek mümkün değildi. II. Abdülhamit devrinde ordunun harbe hazırlık seviyesini yüksek tutabilmek için ihtiyaç duyulan atış, manevra ve tatbikatlar neredeyse hiç yapılmamıştı. Meşrutiyetin ilanından sonra yeni iktidar ordunun modernizasyonuna ve eğitimine önem ve öncelik vermişti. Ancak kısa zamanda istenilen reformu gerçekleştirmek kolay değildi.118 Reformlar kapsamında 26 Haziran 1909 tarihinde yaş haddi kanunu çıkarılarak yaşından dolayı birçok alaylı subay emekli edildi. Ardından 7 Ağustos 1912’de askeri rütbelerin kazanım şartlarını düzenleyen kanun çıkarılarak ordu içerisinde rütbeler ve hizmet süreleri yeniden düzenlendi.119 Reform amacı güden bu iki kanun nedeniyle boşalan kadroların yerlerine kısa süre içinde yenileri konulamamış, orduda sevk ve idare sıkıntısı ortaya çıkmıştı. Meşrutiyetin ilanı sonrası ordunun komuta kademesinden en basit erine kadar siyasete bulaşmış olduğu açıkça ortaya çıkmaya başladı. İttihatçı ve İtilafçı diye ayrılan gruplar zaman zaman diğerinin verdiği emirlerin gereğini aksatarak emir-komuta zincirinin zedelenmesine neden oluyordu. Bu yüzden savaş öncesi Harbiye Nezareti hükümete başta yüksek rütbeli subaylar olmak üzere tüm askerlerden siyasete karışmayacaklarına dair yazılı yemin belgelerinin alındığını bildirmişti.120 Sayısı ve eğitimi yetersiz olan Osmanlı ordusunda 1908 senesinde ikinci kez görev alan Alman General Colmar Von der Goltz’a göre ordu, Balkan Savaşı’nda başlangıçta savunmada kalmalı ve savaşı Ergene hattında (Çorlu-Çerkezköy) kabul etmeliydi. Burası sırtını dayadığı demiryolu nedeniyle müstahkem mevki olarak kullanılabilirdi.121 Savaş planlarının ilk beş tanesinin bizzat hazırlayıcısı olan Erkan-ı Harbiye Reisi Ahmet İzzet Paşa’ya göre de Osmanlı ordusu savunma odaklı harekât icra etmeliydi. Bu tarz harekât ilk başta büyük toprak parçalarının terkini gerektirse de geniş topraklarımızdaki nüfus yoğunluğunun azlığına (Osmanlı İmparatorluğu’nda kilometre kareye düşen kişi sayısı 8 iken, Balkan ülkelerinde bu sayı 45 idi) bir de ulaşım yollarının yetersizliği eklenince savunma harekâtı kaçınılmaz gerçek olarak ortaya çıkıyordu. Buna rağmen taarruz fikri

118 Fahri Belen, a.g.e., s. 138. 119 Edward J. Erickson, a.g.e., s. 35. 120 Salim Aydın, a.g.e., s. 279. 121 Teoman Alpaslan, Balkan Bozgunu, Kapitülasyonların Sebep Olduğu Balkan Bozgunu, Kamer Yayınları, İstanbul 2014, s. 188. 24

seçilirse birçok eksiği bulunan ordu düşman tarafından imha edilebilir bu da vatan topraklarının toptan kaybına neden olabilirdi.Başkomutan Vekili Nazım Paşa’ya göre ise Osmanlı ordusu bir haftaya kalmayacak Filibe ve Sofya’ya ulaşacaktı. Fakat Doğu ordusunun komutasını emanet ettiği Abdullah Paşa onun gibi düşünmüyordu. Abdullah Paşa’ya göre düşmanı Çatalca hattında durdurabilmek bile başlı başına başarı sayılmalıydı.123 Zafere olan kesin inancı nedeniyle Nazım Paşa savaş planlarında geri çekilmeyi hiç düşünmemiş ve bu yönde de herhangi bir hazırlık emri yayınlamamıştı. 124 Şükrü Paşa’ya verdiği Edirne’yi elli gün savunma emri de savaşı kısa sürede kazanacağı yönündeki kanaatini göstermesi açısından önemlidir.125 Nazım Paşa’nın taarruz odaklı tavrını 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında göçmenlerin çektikleri çileleri bilmesine ve benzeri olayların önüne geçmek istemesine yorumlamak mümkündür, ancak hareket tarzı ve aldığı kararlar aksi neticeler vermiştir.126 Oysa girişilen savaşta düşmandan bir şey elde için taarruz odaklı, düşmanın bir şeyler elde etmesini engellemek içinse savunma odaklı hareket edilmelidir. Balkan Savaşı Osmanlı İmparatorluğu topraklarına karşı girişilen bir savaş olduğuna göre ordusunun da savunma odaklı hareket etmesi daha yerinde olabilirdi. İttifakın hayata geçmesine kayıtsız kalan Osmanlı hükümeti seferberlik ilanında da geç kaldı. Seferberlikte hedeflediği sayının çok uzağında kalan ordularda subay kadrolarının yarıya yakını da boştu. Çoğu eğitimsiz asker kitlesinden oluşan Doğu ve Batı orduları ile karargâhlarına, askeri uzmanların savunma savaşı tavsiyelerine rağmen 16 Ekim 1912 saat 19.30’da Başkomutanlık Vekâleti tarafından gönderilen telgrafla 15 Ekim itibari ile Bulgaristan ve Sırbistan ile resmi ilişkilerin kesilmiş olduğu ve tüm cephelerde süratle taarruza geçilmesi tavsiye edildi.

127 1.1.2. Bulgaristan Bulgar Ordusunun Başkomutanı Çar Ferdinand, Yardımcısı General Savof, Genelkurmay Başkanı General Fitchev’di. General Kutinçef komutasında Kızılağaç’ta toplanan 1’nci Ordu; 1’nci, 3’ncü ve 10’ncu Tümenlerden kurulmuş, General İvanof 122 Ahmet İzzet Paşa, a.g.e., s.126. 123 Taha Akyol, Rumeli’ye Elveda, Doğan Kitap, İstanbul 2014., ss. 113-115. 124 Afif Büyüktuğrul, a.g.e., s. 195. 125 Taha Akyol, a.g.e., s. 145. 126 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi Cilt II Kısım II, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991, s. 13. 127 Richard C. Hall, a.g.e., s. 282. 25

komutasında Tırnova’da toplanan 2’nci Ordu; 8’nci ve 9’ncu Tümenlerden kurulmuş olup Hasköy’deki (Haskova) 2’nci Tümen tarafından da destekleniyordu. General Radko Dimitriyef komutasında Yanbolu’da toplanan 3’ncü Ordu: 4’ncü, 5’nci ve 6’ncı Tümenlerden kurulmuş ve ayrıca General Nazlimof komutasındaki Süvari Tümenini de bünyesinde bulunduruyordu. Makedonya’da harekât icra edecek 4’ncü Ordu Köstendil’de toplanmış ve 7’nci Tümenden oluşmuştu. General Valçef komutasındaki 11’nci Tümen ise Filibe’de yedek kuvvet olarak bırakılmıştı. Ayrıca ordu teşkilatında yer alan on tümenden yedisinde 72 toptan oluşan Topçu Tugayları bulunmaktaydı.128 Bulgar ordusunda askerlik hizmeti dört kademeli olup, birinci sınıf muvazzaf ordu 21-23 yaş arası, ikinci sınıf ihtiyat ordusu 24-40 yaş arası, üçüncü sınıf milli muhafızlar 41-44 yaş arası ve dördüncü sınıf milli muhafızlar ise 45-46 yaş arası askerlerden oluşmaktaydı. Bulgar ordusu yakın zamanda harp tecrübe etmemiş olmasına rağmen maneviyatı yüksek ve Osmanlı Devleti ile savaşa oldukça istekliydi. Gözlemcilere göre modern bir Genelkurmaya ve yetenekli komuta kademesine sahipti.129 Bulgar Genelkurmay Başkanı Fitchev’e göre ordularının savaşta ağırlık merkezi Trakya harekât sahası olmalıydı.130 İtalyan eğitimi almış olan general savaşın uzaması durumunda Osmanlı Devleti’nin Asya’dan yedek kuvvet getirebileceğini hesap ederek sonuç almaya yönelik hücum stratejisi benimsemişti.

 Bulgar ana planına göre 1’nci ve 3’ncü Ordular Edirne-Kırkkilise hattına cepheden yüklenirken, 2’nci Ordu Edirne’nin güneyinden geçerek Osmanlı ordusunun sol kanadına saldıracaktı. Oysa Osmanlı kurmayları 1877-78 Osmanlı-Rus harbinde Rusların yaptığı gibi ilk hedefin Edirne garnizonu olacağını düşünmüşlerdi.132 20. yüzyılın başlarından itibaren hızla ordunun silah ve teçhizat yönünden gelişimini önemseyen Bulgarlar piyadelerinin süngü hücumuna ve gece harekâtlarındaki cesaretlerine çok güveniyorlardı.133 Bulgar Kralı 16 Ekim saat 06.00 itibari ile hücum emri vermiş, ancak ordu komutanı ordularının iki gün sonra tam hazır duruma geleceğini belirterek hücumu erteletmiştir. Benzer durumda Osmanlı hükümeti ise Doğu Ordusu komutanının sayısal hesaba dayanan çekincelerini dikkate dahi almamıştı.

134 128 Aram Andonyan, a.g.e., s. 441. 129 Philip S. Jowett, a.g.e., ss. 16-17. 130 Richard C. Hall, a.g.e., s. 19. 131 Taha Akyol, a.g.e., s. 116. 132 Aram Andonyan, a.g.e., ss. 345-346. 133 Richard C. Hall, a.g.e., s. 22. 134Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, a.g.e., ss. 6-7. 26 1.1.3.

Sırbistan Kral Petar’ın Başkomutan, General Radomir Putnik’in Genelkurmay Başkanı olduğu Sırbistan Ordusunda; 1’nci Ordu Veliaht Prens Alexander komutasında, 2’ci Ordu General Stepa Stephanoviç komutasında, 3’ncü Ordu General Bozhidar Yankoviç komutası altında bulunmaktaydı.135 Ayrıca General Mihail Zirkoviç komutası altında İbar Ordusu ve Yarbay Milovoje Andjelkavite komutasında Javor Tugayı mevcuttu.136 Sırp askerlik hizmeti üçüne ‘’Ban’’ adı verilen dört gruptan oluşuyordu. Birinci ban 21-31 yaş, ikinci ban 32-38 yaş, üçüncü ban 39-45 yaş arasındaki erkek nüfusu kapsarken, bu üç ban için çok genç ya da çok yaşlı sayılan (17-20 ve 45-50) erkeklerden kurulan milis kuvveti son grubu oluşturmaktaydı. İlk üç ban esas alındığında askerlik hizmeti yirmi beş sene sürmekteydi.137 Morova Vadisi’nden Vardar Ovası’na ilerlemek ve bu hattan başlayarak Orta Makedonya’yı işgal etmek görevi en güçlü ordu olan Veliaht Prens Alexander komutasındaki 1’ci Orduya verilmişti. Geri çekilmesi olası Osmanlı birliklerinin önünü kesmek ve gelebilecek takviyeleri önlemekle 2’nci Ordu görevlendirilmiş ve Doğu Makedonya’ya sevk edilmişti. 3’ncü Ordu Kosova üzerine yürüyecek olup üç ordunun Üsküp’ün doğusunda birleşmesi öngörülmüştü. İbar Ordusu ile Javor Tugayı ise Yeni Pazar sancağını işgal edecekti.138 Bulgaristan ile birlikte 20. yüzyılın başlarında hızla silahlanmaya başlayan Sırbistan’ın ihtiyaç duyduğu ve Fransa’dan satın aldığı silah ve mühimmat meşrutiyetin ilanından sonra Osmanlı Devleti’nin izniyle Selanik limanı üzerinden temin edilmişti. Eylül 1912 ayı içerisinde savaş olasılığının artması üzerine Sırbistan’a ait 60 vagon cephaneye Osmanlı makamları tarafından Üsküp ve Selanik’te el konuldu. Toplam değerinin yarım milyonu bulduğu belirtilen bu malzemenin Belgrat’a geçişine izin verilmesi ya da Fransa’ya iade edilmesi talebi Osmanlı Devleti tarafından reddedilmiş ve bu cephaneden Çatalca savunması esnasında yararlanılmıştır.139 Sırp Ordusu kurmay heyeti Bulgar mevkidaşları ile yaptıkları anlaşmaya sadık kalarak ana kuvvetlerini Makedonya’da kullanacak, bir tümenle de Bulgarların Edirne

135 Aram Andonyan, a.g.e., s. 320. 136 Richard C. Hall, a.g.e., s. 60. 137 Philip S. Jowett, a.g.e., s. 21. 138 Richard C. Hall, a.g.e., s. 61. 139 Salim Aydın, a.g.e., ss. 114-115. 27

Kalesi kuşatmasını destekleyecek şekilde harekâtlarını planlamışlardı. Bu maksatla 1’nci Sırp ordusu Morova üzerinden, 2’nci Sırp ordusu Kriva Vadisinden, 3’ncü Sırp ordusu ise Vardar Ovası istikametinden ilk hedef olarak Üsküp’e yürüyecekti.141 1.1.4. Yunanistan Veliaht Prens Konstantin komutasındaki Teselya Ordusu 100 bin mevcutlu yedi tümen ve dört efzun142 taburundan oluşmakta olup, 70 makineli tüfeğe ve 120 topa sahipti. General Sabuncakis komutasındaki Epir Ordusu 10 bin mevcutlu nispeten küçük bir orduydu ve sekiz piyade taburu, bir efzun taburu, bir süvari bölüğünden oluşmakta ve 24 topa sahip bulunmaktaydı.143 Yunanistan kanunlarına göre askerlik 19-54 yaşları arasında toplamda otuz beş sene süreliydi. Sırasıyla iki yıl muvazzaf, on iki sene birinci rediflik, dokuz sene ikinci rediflik, yedi sene müstahfızlık ve yedi sene de müstahfız ihtiyatlığı yapılarak hizmet tamamlanırdı.144 Prens Konstantin komutasındaki Teselya Ordusunun Kurmay Başkanlığını General Danglis üstlenmiş ve ordu Larissa’da toplanmıştı. Teselya Ordusunun ana hedefi Osmanlı Batı Ordusuna taarruz etmekti. Giritli gönüllüler tarafından da desteklenen General Sabuncakis komutasındaki Epir Ordusu ise Yanya istihkâmlarına taarruz edecekti. Teselya Ordusu öncelikle Tahsin Paşa komutasındaki Alasonya Ordusu üzerine saldıracak, Osmanlı ordusunu geri püskürttükten sonra önlerinde açılan yoldan Selanik üzerine yürüyeceklerdi. Oysa kuzeye Manastır ya da Pirlepe üzerine yürüseler Osmanlı Batı Ordusunun ana kuvvetini iki ateş arasına alarak kesin imhasını sağlayabilirlerdi. Ancak Yunan stratejistleri önemli bir liman şehri ve Ortodoks kilisesinin eski merkezi olması nedeniyle Selanik’e öncelik vermişlerdi.145 1.1.5. Karadağ Karadağ ordusu General Mitar Martinoviç komutasında 8 bin kişilik Kıyı Tümeni, Prens Danilo komutasında 15 bin kişilik Zeta Tümeni ve General Janko Vukaviç komutasında 12 bin kişilik Doğu Tümeninden oluşmaktaydı. Çağdaş harp sanatından

140 Richard C. Hall, a.g.e., s. 19. 141 Aram Andonyan, a.g.e., s. 323. 142 Dağlık bölgelerden toplanan, çete savaşlarında tecrübeli seçkin piyade birliğine verilen addır. 143 Philip S. Jowett, a.g.e., s. 18. 144 Seda Tan ve Diren Çakılcı, a.g.e., s. 360. 145 Aram Andonyan, a.g.e., ss. 365-366. 28

ziyade gayri nizami savaş konusunda tecrübeli olan Karadağ Ordusunun iki ana hedefi vardı. İlki Yeni Pazar sancağı ve Prizren idi. Özellikle bu hedeflerinde Sırplar ile tarihi miras bakımından rekabet içerisindeydiler. İkinci hedefleri ise ülkeye sürdürülebilir bir ekonomi kurma fırsatı vereceğini düşündükleri İşkodra şehriydi. Bu yüzden Doğu Tümeni Yeni Pazar sancağı ve ardından Prizren’e hücum ederken ordunun geri kalanı iki kol halinde İşkodra’ya yürüyecekti.146 Karadağ’da 18-65 yaş arası erkek nüfus askerlikle mükellefti. 20-40 yaş arası asıl gücü oluşturan birinci sınıf, 18-20 yaş arası ikinci sınıf ve 40-65 yaş arası üçüncü sınıf olarak ayrılırdı.147 Karadağ, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında yaklaşık 26 bin asker ile 117 bin Osmanlı askerini cephesinde tutmuş ve 5 bin kişilik zayiatına karşılık 65 bin Osmanlı askerinin kaybını sağlayarak savaşta etkili olmuştu.Karadağ, Osmanlı İmparatorluğu ile arasında asırlardan beri devam eden çatışmalarda boyun eğdirilememiş olmanın verdiği gururla ve Bulgaristan’dan aldığı destek sözü ile Osmanlı İmparatorluğu’na en uzak sınır noktasından saldırıya geçerek Balkan Savaşı’nın bayraktarlığını üstlenmişti. 1.2. Batı Cephesi Harekâtı Batı cephesinde savaşın başlangıcı 8 Ekim 1912 olmasına rağmen gerçekte Karadağlı milislerin Osmanlı İmparatorluğu sınır köylerine tecavüzleri 10 Ağustos 1912 tarihinden itibaren başlamıştı.149 Diğer ittifak devletleri de aynı yolu tutmuş ve savaş ilan etmeden Osmanlı sınır karakollarına saldırmıştı.150 Karadağ’ın savaş ilanı ertesi gün gazetelerde ‘’Yaşasın Harp Başladı’’ manşetleri ile duyuruldu. Karadağ’ın savaş ilan etmesinin başlıca nedenleri bu bölgeye henüz asker sevki yapılamamış ve kısa sürede yapılamayacak olması ile bu küçük Balkan ülkesine karşı silaha sarılacak Osmanlı İmparatorluğu’nu Avrupa kamuoyu önünde zor durumda bırakmaktı.151 Osmanlı İmparatorluğu batı cephesinde üç devlet ile savaşacak, Makedonya ve Arnavutluk’tan oluşan geniş bir sahayı savunmak zorunda kalacaktı. Asya topraklarındaki askerlerini bölgeye sevk etmesi gereken Osmanlı İmparatorluğu deniz ulaşımından faydalanamamış, savaştan önce İtalyan donanması hâkimiyetinde olan Ege Denizi, savaşın ilanı ile birlikte süratle hareket eden Yunanistan donanmasının kontrolüne girmişti. Savaş

146 Richard C. Hall, a.g.e., s. 73. 147 Salim Aydın, a.g.e., s. 190. 148 Aram Andonyan, a.g.e., s. 260. 149 Salim Aydın, a.g.e., s. 185. 150 Fevzi Çakmak, a.g.e, ss. 141-143. 151 Enver Ziya Karal, a.g.e., s. 301. 29

boyunca iki defa Yunan donanmasının karşısına çıkan Osmanlı donanması bu denizi hiçbir zaman kontrol edemedi. Kroki 1.1. Balkan Savaşı’nda Orduların Harekat İstikametleri152 1.2.1. Karadağ İle Muharebe Karadağ Ordusu Veliaht Prensin ilk topu ateşlemesiyle 8 Ekim 1912 tarihinde Osmanlı sınır hattını geçerek iki kol halinde ilerlemeye başladı. Zeta Tümeni İşkodra Gölü’nün doğu kıyısını takip ederek İşkodra’ya yürüyecekti. İşkodra batıda Taraboş (Tarabosh), güneyde Brdiça (Brditsa) ve doğuda Bardanjolt istihkâmlarının bulunduğu tepelerle çevrili doğal bir kale görünümündeydi. Sadece kuzey istikametindeki Stoj (Stoy) denilen kısmi düzlük arazide savunması zayıftı. Şehre yaklaşma noktaları dikenli teller ile 152 http://www.ttk.gov.tr/tarihveegitim/balkan-harbi/ (Erişim Tarihi: 05.10.2017) 30 iyice istihkâm edilmişti.153 İşkodra Hasan Rıza Paşa komutasındaki 24’ncü Nizamiye tümeni ve Elbasan Redif Tümeninden oluşan birliklerce savunulmaktaydı.

 Podgoriçe (Podgoritsa/Podgorica) yakınlarındaki mevzilerinden 8 Ekim’de harekete geçen Zeta Tümeni düşük yoğunluklu çarpışmalar ile beş gün boyunca İşkodra Gölü’nün doğu kıyılarını takiben güneye ilerledi. Dinlenmek için durması savunma için Osmanlılara ekstra hazırlık imkânı tanıdı. 18 Ekim’de gölün batı kıyısını takiple Taraboş mevzii önüne ulaşan Kıyı Tümeni ile birleşerek kuşatmayı tesis ettiler. Zeta Tümeni tarafından 24 Ekim’de Stoj, 28 Ekim’de Bardanjolt istihkâmlarına yapılan taarruzlar önceleri başarı ihtimali verse de sonrasında geri püskürtüldü.155 Kuşatma altına alınan İşkodra’dan bir grup ahali 30 Ekim 1912’de Prens Danilo ile teslim şartlarını konuşmak için şehirden çıktıklarında geride kalan destekçileri de şehrin yüksek kesimlerinden birinde kırktan fazla beyaz bayrak dalgalandırarak temsilcilerini desteklediklerini gösterdi. Savunmasına güvenen ve şehri teslim etmeyi aklından bile geçirmeyen Hasan Rıza Paşa bu hareketi ihanet olarak gördü ve beyaz bayrak sallanan tepeyi toplarla ateş altına alarak erken bir çözülmenin önüne geçti.156 Kuşatma devam ettikçe Karadağ ordusunun zayıf yönleri ortaya çıkmaya başladı. Koordineli hücum yapamayan ordunun piyadesi düşüncesizce açıktan hücum ediyordu. Şehri bombardıman edecek yeterli topçu birliğinin olmaması kuşatmayı savunanlar için dayanılabilir hale getiriyordu. Kale içindeki Osmanlı birlikleri bunu fırsat bilerek zaman zaman karşı taarruzlar yaparak düşmanı rahatsız ediyordu.157 Gönüllüler ile birlikte sayıları yaklaşık otuz bini bulan İşkodra garnizonu karşısında siperlere saplanıp kalan Karadağ ordusunun yardımına Manastır Muharebesi sonrası boşa çıkmış olan bir kısım Sırp birliği yetişti.158 Bu kuvvet gelene kadar 25 kilometreyi bulan istihkâmların kuşatması tamamen yapılamamış ve bu nedenle İşkodra garnizonu nefes almaya devam etmişti. 18 Kasım 1912’de kuşatma çepeçevre tamamlandı. Karadağlılar şehri alacak, Osmanlılar da kuşatmayı kaldıracak güce sahip olmadıklarından durumu olduğu gibi kabullendiler.

159 153 Richard C. Hall, a.g.e., s. 74. 154 Edward J. Erickson, a.g.e., s.300. 155 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 74-75. 156 Aram Andonyan, a.g.e., s. 282. 157 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 75-76. 158 Philip S. Jowett, a.g.e., s. 11. 159 Richard C. Hall, a.g.e., s. 77. 31

Doğu Tümeni ise Yeni Pazar sancağına girdikten sonra üç kola ayrılarak ilerledi. 11 Ekim’de Akova’yı (Bjelo Polje) aldıktan sonra kısa bir tereddüt yaşayarak 16 Ekim’e kadar bekledi.Bu tarihte Berane’yi almak için güneye yöneldi. 23 Ekimde Cavit Paşa komutasındaki Osmanlıların karşı hücumunu püskürterek yollarına devam ettikten sonra 28 Ekimde Sırp Yavor (Javor) Tugayı ile birleşerek Taşlıca’yı (Pljevlja) aldı. Tereddütlü hareketleri nedeniyle kendilerine tarihi miras olarak gördükleri Yeni Pazar’ı Sırplar ile paylaşmak zorunda kaldılar ve 3 Aralık 1912 tarihinde ateşkes anlaşması imzalandığında savaşın ilk safhasının en az kazanım elde edeni olarak büyük hayal kırıklığı yaşadılar.160 Ateşkes sonrası taraflar 16 Aralık 1912 tarihinde Londra’da St. James Sarayı’nda barış görüşmeleri için bir araya geldiler. Londra Barış Konferansı adı verilen görüşmelerde Karadağlıları eski Başbakanları Lazar Mijuskiviç temsil etti. Ateşkesi imza etmedikleri için Yunanlıların konferansta olmasına Osmanlı temsilcilerinin yaptığı itiraz görüşmeleri 24 Aralık 1912 tarihine kadar kilitledi. 1 Ocak 1913 günü Osmanlı delegeleri barış için Edirne’nin batısında kalan toprakları feda eden bir teklif getirdiler. Bu Karadağ için İşkodra’nın teslimi anlamına geldiği için iyi bir teklifti. Ancak Edirne’den vazgeçmeyen Bulgaristan tarafından teklif reddedildi. Bu savaşın İşkodra’da dört ay daha devamı anlamına geliyordu.161 Şubat 1913’de savaşın ikinci evresi başlarken Osmanlı İmparatorluğu için İşkodra garnizonunda kritik bir durum söz konusu oldu. 30 Ocak 1913 gecesi şehrin kahraman komutanı Hasan Rıza Paşa kimliği belirsiz kişilerce vuruldu. Komutayı eski komutan yardımcısı ve kurulmakta olan Arnavutluk liderliğine heveslenen Esat Paşa Toptani aldı. Savaş yeniden başlayınca Karadağlılar 6 Şubat’taki bombardımanın ertesi günü taarruza geçtiler. Bu şimdiye kadar ki en büyük saldırıydı. Kumanova Muharebesi’nden daha fazla zayiat verilmesi nedeniyle Kral Nikola 12 Şubat 1913’te Sırplardan bir kez daha yardım talebinde bulundu. Sırplar General Peter Boyoviç komutasında 30 bin asker ile cepheyi takviye etti. Takviye kuvvet bölgeye Yunanlılar tarafından deniz yoluyla ulaştırılmıştı. Nakliyat esnasında Osmanlı zırhlısı Hamidiye indirme limanına baskın düzenledi. Ancak yaptığı atışlarla Sırp birliklerine zayiat verdirse de indirme büyük oranda tamamlanmış olduğu için etkili olamadı. Karadağlılar yardım taleplerinin karşılığı olarak iki ay boyunca cephenin komutasını Sırp generale bırakmak zorunda kaldı. İşkodra’yı kurulacak olan Arnavutluk için uygun bulan büyük güçler 28 Mart 1913 günü Çetine ve Belgrat’a kuşatmanın sona erdirilmesini istediklerini bildirdiler. Karadağlılar 30 Mart’ta talebe değer vermediklerini gösterircesine bir kez daha taarruz etti. Güç kullanmaya karar veren büyük devletlerin 2 Nisan 1913 tarihinde Karadağ kıyılarını ablukaya almaları sonucunda Sırplar askerlerini çekmeye karar verdi ve 10 Nisan’da çekilme başladı. Büyük devletlerin baskılarına rağmen Karadağlılar tek başlarına kuşatmaya devam etti. Yiyecek ve cephanesi tükenen İşkodra garnizonu 22 Nisan 1913 tarihinde teslim oldu. Ancak Karadağlılar için sonuç istedikleri gibi olmadı, uğruna altı aydan fazla savaştıkları şehre giren Karadağ ordusu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun başını çektiği büyük devletlerin diplomatik baskılarına direnemeyerek 5 Mayıs 1913 günü şehri teslim etti.

 Sırbistan İle Muharebe Sırp 1’nci Ordusu 19 Ekim 1912 tarihinde güney istikametinden Osmanlı topraklarına girdi. Sırasıyla 20 Ekim’de Poduyevo’yu (Podujevo) ve 21 Ekim’de Priştine’yi aldıktan sonra Kumanova’da Osmanlı Batı ordusunun ana gücü olan Vardar Ordusu ile karşılaştı.163 Muharebede Osmanlı Vardar Ordusu kurmayları düşmanı çembere alarak imha etmeyi ve böylece kesin zaferi hedefleyen ya hep ya hiç stratejisini uyguladılar. Bu Osmanlı ordu kurmayları üzerindeki Alman etkisine işaretti. Ancak düşman hakkındaki istihbaratın zayıflığı ile bu tarz harekât için ihtiyaç duyulan asker sayısının yetersizliği sonucun bekledikleri gibi gerçekleşmesine mani oldu.164 Nazım Paşa’nın taarruz odaklı emirleri gereği 23 Ekim 1912’de Zeki Paşa savaşı başlatan taraf oldu. İlk gün Sırpların muharebe alanına yeteri kadar topçu birliği getirememesi nedeniyle çarpışmalar Osmanlı ordusunun lehine gelişme gösterdi. Başkomutan Vekili Nazım Paşa cepheden gelen ilk raporları kesin zafere yorarak gelişmeleri dış basına bu yönde duyurduğu saatlerde Sırp 1’nci Ordusu cepheye yeni topçu birlikleri sürerek muharebenin seyrini değiştirmişti.165 23 Ekim’i 24 Ekim’e bağlayan gece şiddetli yağmur yağmış ve cephedeki bazı Osmanlı birlikleri mevzilerini terk ederek köylere sığınmıştı. Sabah olduğunda cephedeki boşluk fark edildi. Ancak savaş tertiplenmesi gereği destek birliklerinin çok gerilerde olması cephede oluşan bu boşluğun zamanında kapatılamamasına neden oldu. Taze topçu desteği alan Sırp birlikleri öğleye doğru Osmanlı hatlarına girmeye başladı. 24 Ekim  öğleden sonra Osmanlı birlikleri bütün hat boyunca geri çekilmeye başladı. 166 Muharebenin kaybına neden olan mevziiyi terk etme hadisesinde yağan şiddetli yağmurdan ziyade geceyi kıtalarının başında aynı şartları paylaşmak yerine daha korunaklı yerlerde geçirerek görevlerine karşı kayıtsız kalan komutanların etkisi daha çok olmuştu.167 Bu muharebede Sırp ordusu ölü, yaralı ve kayıp olarak 4.492 kişi kaybederken, Osmanlı ordusunda bu rakam 12.300 kişi olarak gerçekleşti.

Daha ilk muharebe sonucu Vardar Ordusuna anlamsız bir korku ve telaş hâkim oldu. Askeri disiplinin tamamen kaybedildiği ordu düzensiz olarak Manastır istikametine çekilmeye başladı. Geri çekilme dağılma boyutlarına ulaştığında subaylar tarafından silah ve kılıç zoru ile kontrol altına alınmak istendi; fakat erlerden aynı karşılığı görmeleri nedeniyle kesin düzen sağlamak mümkün olamadı. Yaşanan bu manevi çöküntüye şahit olan Ordu Komutanı Zeki Paşa, Batı Ordusu Komutanı Ali Rıza Paşa’ya telgraf ile başvurarak görevden affını istedi ancak kabul edilmedi. 169 Çekilme o derece hesapsızdı ki Kumanova’nın güneybatısında bulunan Üsküp’ü savunmayı kimse akıl edemedi. Oysa burada ciddi miktarda askeri malzeme mevcuttu. Sırplar bu çekilme esnasında Osmanlı ordusunun tahrip etmediği demiryolundan yararlanarak Ortaçağdaki başkentleri Üsküp’e 26 Ekim 1912 öğleden sonra girdiler. Üsküp’ün direnmeden teslim edilmesi etkisini hemen gösterdi. İştip ve Kalkandelen de kurşun atmadan düşmana teslim oldu.170 Bulgarlar Güney Makedonya’nın Yunanlılar tarafından işgalinden çekiniyordu. Toprak paylaşım anlaşması yapmadıkları müttefiklerinin buraya ulaşması fikri onları fazlasıyla rahatsız etti. Bu yüzden Mart 1912 anlaşmasına sadık kalacaklarına inandıkları Sırpları Manastır’a ilerlemeye teşvik ettiler. Oysa askeri strateji gereği olması beklenen olmamış ve Yunanlılar asıl birliklerini Selanik yönünde kullanmışlardı.171 Yine de Sırp ordusu çekilen Vardar Ordusunun peşine hemen düşmedi. Bu sayede Vardar Ordusu düzensiz de olsa Manastır’a çekilerek yeni bir muharebeye hazırlanma şansını buldu. Sırplar ancak 8 Kasım 1912’de Manastır’a hareket etti. Manastır Muharebesi olarak bilinen bu çarpışmayı Sırp 1’nci Ordusu 16 Kasım’da başlattı. Kentin kuzeybatı tarafındaki Oblakov Tepesi’nde sağlam bir savunma hattı kuran Vardar Ordusu birlikleri ilk gün burada kahramanca direndiler. Fakat 17 Kasım’da topçu desteğini arttıran ve bire üç oranında sayısal üstünlüğe sahip Sırp 1’nci Ordusu Oblakov Tepesini ele geçirmeyi başardı. Üç gün süren muharebe sonucu zafer elde eden Sırplar 2.989 kayıp verirken Osmanlı ordusunun kaybı 5.600 esir olmak üzere toplamda 8.600 kişi idi.172 Manastır’da mevzilenen ama takviye alamadığı için sayısı 38-39.000 arasında kalan Vardar Ordusunun karşısındaki 109.000 kişilik Sırp 1’nci Ordusuna bir kez daha çembere alma hücumu yapması aynı hatanın ikinci defa tekrarı olmuştu.173 18 Kasım’da Manastır’a giren Sırp 1’nci Ordusu 19 Kasım’da Resne’yi, 23 Kasım’da Ohri’yi ele geçirdi. 28 Kasım’da Debre’nin de Sırplar tarafından işgali sonrası yaklaşık beş yüz yıl süren Osmanlı hâkimiyeti Makedonya’da sona erdi.174 Gelinen bu noktada Batı Ordusunun artık ülkenin diğer yarısı ile irtibatı tamamen kesilmişti. Manastır Muharebesi sonrası Vardar Ordusu kalıntıları Güney Arnavutluk’a çekildi. Burada parça parça da olsa ilkbahara kadar direnmeyi sürdürdü. Arnavutluk’ta bekledikleri desteği göremeseler de üç ağır yenilginin ardından tamamen dağılmamaları etkileyiciydi. General Stepa Stefanoviç komutasındaki Sırp 2’nci Ordusu savaş planları gereği Vardar Ordusunun kanatlarına taarruz edip çekilme yolunu kesmekle görevliydi. Osmanlı birliklerinin beklenenden daha çabuk çözülmeleri sonucu planlanan kanat hücumuna gerek kalmayınca General Stefanoviç’e emrindeki birliklerle Edirne Kalesi kuşatmasında Bulgar birliklerini destekleme emri verildi. 2’nci Ordu teşkilat yapısı içinde yer alan Bulgar 7’nci Rila Tümeni ise daha önceden Bulgar Yüksek Karargâhının emriyle ayrılarak Selanik üzerine yönelmişti.

175 Sırp 3’ncü Ordusu 20 Ekim 1912 günü sınırı geçti. 22 Ekim’de hayallerini süsleyen Priştine Sırpların eline geçti. 23 Ekim’de Priştine’de bir garnizon bırakarak güneye Üsküp’e doğru ilerledi. 9 Kasım’da yaklaşık 16.000 kişilik mevcudu ile Orta ve Kuzey Arnavutluk’ta ilerlemeye başladı. Karşılaştığı yerel Arnavut direnişine karşı sert tedbirler uyguladı. Sırp 3’ncü Ordusunun bir kısım birlikleri İşkodra kuşatmasına katılırken diğerleri Adriyatik Denizi istikametinde ilerledi. İbar Ordusu ise 19 Ekim’de sınırı geçti. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bölgedeki harekâta bir tepkisi olmayacağı değerlendirildikten sonra Yavor Tugayı da 20 Ekim tarihinde Kuzey Sancak’a girdi. İki ordu 28 Ekim 1912 tarihinde Karadağ Doğu Tümeni ile temas sağlayarak Yeni Pazar’ın işgalini tamamladılar.176 Bu temas ile iki devlet tek millet Ayastefanos’tan sonra bir kez daha buluşmuş oldu. 3 Aralık 1912 ateşkesi imzalandığında Sırplar savaş öncesi hedeflerine ulaştıkları gibi Bulgarların Selanik’e yönelmesi nedeniyle daha fazlasını da elde etmişti. Bu şartlar altında geldikleri Londra Barış Konferansı’nda eski Başbakanları Stojan Novakoviç tarafından temsil edildiler. Osmanlı İmparatorluğu ile anlaşmalarına bir engel görmüyorlardı. Sırpları rahatsız eden husus aynı dönemde toplanan Elçiler Konferansı’nda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bağımsız bir Arnavutluk yaratmak istemesini açıkça dile getirmesi ve Adriyatik’te elde ettikleri yerler de dâhil bir kısım kazanımlarını terk etmeleri gerektiğini Sırplara dayatmasıydı.177 Sırbistan’ın Adriyatik’e inmesini kabul etmeyen Avusturya, Sırbistan ile Adriyatik Denizi arasına Arnavutluk devletinden bir duvar inşa etmek istiyordu. Rusya ve Fransa Sırpları desteklerken, Almanya ise Avusturya’nın yanında olduğunu belirtmişti. İngiltere ise Balkanlarda Avrupa savaşına dönüşebilecek yeni bir krizden kaçınma taraftarıydı. Balkan İttifakı savaş öncesinde Arnavutluk topraklarını paylaşacaklarını planlamışlardı. Sırplar bu savaşta mutlaka Adriyatik Denizi’ne bir çıkış noktası olarak Draç şehrini ele geçirmek istiyordu. Büyükelçiler Konferansı’nda çıkan sonuç onları hayal kırıklığına uğrattı. Büyük devletler Arnavutluk Şingin limanını bir serbest ticaret bölgesine haline getirerek Sırbistan’a sadece ticaret yapabilme hakkı verdiler.178 Şubat 1912’de savaşın ikinci evresinde Sırplar Güney Arnavutluk’ta Vardar Ordusunun kalıntıları ile küçük çaplı temaslara devam etti. Cavit Paşa komutasındaki Osmanlı 6’ncı Kolordusuna karşı 26 Mart 1913 tarihinde girdikleri muharebe Sırpların Osmanlı ordusu ile son muharebesi oldu. Osmanlı ordusu bu muharebede de kesin bir yenilgi aldı. İşkodra kuşatması nedeniyle büyük devletlerin uyguladıkları baskılar sonucu Sırbistan önce kuşatmadaki sonra Kuzey ve Orta Arnavutluk’taki birliklerini geri çekti.

Arnavutlar ve Arnavutluk Sorunu

1908-1914, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2010, ss. 364-365. 179 Richard C. Hall, a.g.e, s.113. 36 1.2.3.

Yunanistan ile Muharebe Yunanlılar savaşa ordularını iki kısım halinde teşkilatlandırarak girdi. Veliaht Prens Konstantin komutasındaki Teselya ordusunun ilk hedefi yapılan savaş planlarının aksine Selanik şehriydi. Bu kararı Güney Makedonya’nın işgalini öneren Genelkurmay hedefini veto eden Başbakan Venizelos vermişti. General Sabuncakis komutasındaki Epir ordusu ise Yanya kentini hedeflemişti. Teselya’da Yunanlıların karşısında hatırı sayılır bir kuvvet vardı. Tahsin Paşa komutasındaki 8’nci Kolordu yaklaşık 40.000 kişiden oluşuyordu. Son ana kadar ittifaktan koparılabileceğine inanılan Yunanistan ordusu 18 Ekim 1912 günü sınırı geçti. İlk büyük çatışma 22 Ekim’de Makedonya yolunu kontrol eden ve Osmanlı birliklerinin savunma merkezi olarak kullandıkları Sarantoporos geçidinde oldu. Her iki tarafın kayıpları denk olsa da mevzi Yunanlılarda kaldı.180 Askeri strateji gereği bu noktadan sonra Manastır üzerine yürüyerek Osmanlı Batı Ordusunu, Sırp ordusu ile birlikte kıskaca alarak imha etme fırsatı yakalayacak olmasına rağmen Yunan orduları Selanik istikametine yöneldi. Yunan ordularının Selanik’i tehdit etmesi üzerine Osmanlı hükümeti bu şehirde sürgünde bulunan sabık sultan II. Abdülhamit’i İstanbul’a getirmeye karar verdi. Ancak Selanik-İstanbul demiryolunun düşman tarafından baskı altına alınması nedeniyle tek çare olarak deniz yolu kalmıştı. Şimdi ortada bir başka problem vardı, Yunan donanması Ege Denizi’ne hâkim olması nedeniyle bunu Osmanlı bayrağı taşıyan herhangi bir gemi ile yapabilme imkânı yoktu. İmdada Almanya yetişti. Almanya’nın İstanbul büyükelçiliğinden aldığı emirle Alman istihbarat gemisi SMS Loreley Selanik’e hareket etti. 29 Ekim 1912 günü limana giren Loreley II. Abdülhamit, eşi, oğlu ve beraberindekilerle birlikte toplam 25 kişiden oluşan kafileyi alarak 30 Ekim saat 15.00’da İstanbul’a doğru yola çıktı ve 2 Kasım 1912 tarihinde Çırağan Sarayı önlerine demirledi.181 1 Kasım 1912 günü elde ettikleri Yenice Vardar zaferi ile Selanik yolu Yunan ordularının önünde açıldı. Osmanlı ordularının tüm cephelerde hızla dağılması ve limanda bulunan Feth-i Bülent korvetinin küçük bir Yunan torpidobotu tarafından kolayca batırılması nedeniyle zafere dair umutları kırılan Selanik eşrafının baskıları sonucu 5 Kasım 1912 tarihinde Selanik Valisi Mehmet Nazım ve on yedi meclis üyesinin imzasını taşıyan tutanak Tahsin Paşa’ya sunuldu. Bu tutanak paşaya şehri teslim etmesi için baskı

180 Richard C. Hall, a.g.e, s.79. 181 Yavuz, Celalettin. Osmanlı Bahriyesinde Yabancı Misyonlar, İstanbul Deniz İkmal Merkezi Komutanlığı Basımevi Müdürlüğü Basımevi, İstanbul 2004, ss. 385-386. 37

demekti.182 Yine de Tahsin Paşa karargâhında bir toplantı yaparak emrindeki komutanların fikrini sordu. 14’nci Tümen Komutanı Galip Paşa haricindeki bütün komutanlar emirleri altında bulunan askerlere güvenmediklerini belirtti. Tahsin Paşa teslim kararından anılarında ‘‘Selanik kaybedildi ama Selanik kurtuldu’’ diye bahsedecekti.183 8 Kasım 1912 günü Tahsin Paşa 26.000 Osmanlı askeri ile şehri tek kurşun atmadan Yunanlılara teslim etti. Sırp 2’nci Ordu teşkilatından ayrılarak 9 Kasım’da Selanik’e ulaşan Bulgar 7’nci Rila Tümeni Komutanı General Petır Todorov’un Çara çektiği ve Selanik’i işgal ettiğini bildiren telgrafı gerçekte bir şey ifade etmiyordu.184 Veliaht Prens Konstantin 8 Kasım 1912 günü Selanik’e girdiğinde sayısız tebrik telgrafı aldı. Telgraf çekenlerin arasında Alman İmparatoru Wilhelm de vardı.185 Selanik’i kurşun atmadan teslim eden Tahsin Paşa on beş yıl önceki 1897 Osmanlı-Yunan savaşında kahramanlığı ile nam salmıştı.186 Mezarı Selanik’te bulunan Balkan Harbi Müzesi içinde olan Tahsin Paşa’nın Yunan vatandaşı olan oğlu Kenan Mesare de aynı yerde gömülüdür.

87 Yunan ordusu 2 Kasım 1912 günü kuşattığı Preveze’yi bombardımana başladı. Aynı anda donanma unsurları ile limana giren Yunanlılar burada bulunan Tokat ve Antalya torpidobotlarına hücum etti. Torpidobotlar düşmanın eline geçmemesi için Garnizon Komutanının emriyle personeli tarafından oldukları yerde batırıldı.188 Preveze düşman eline geçmez ya da geçtiği takdirde geri alınabilirse batırılan iki torpidobotun yeniden yüzdürülmesi düşünüldüğünden tam olarak imhası yapılmamıştı. İşte bu gemiler Preveze limanının ele geçirilmesi sonrası Yunanlılar tarafından batırıldıkları sığ sudan çıkarıldı. Nikopolis ve Patros isimleri verilen torpidobotlar Yunan donanmasına bir süre hizmet etti. 189 Preveze 4 Kasım 1912 tarihinde teslim oldu. Böylece Yunanlılar Epir ordusunu denizden destekleyebilecek bir köprübaşı elde etti. Preveze’nin işgali sonrası Yunan Epir ordusu Yanya üzerine yöneldi. Yanya, Güney Arnavutluk’un ekonomik hayatının can damarıydı. Şehir Bezane ve Kastirsa Kalelerinin de aralarında olduğu dokuz kale ile adeta

182 Fevzi Çakmak, a.g.e., s. XV. 183 Taha Akyol, a.g.e., ss. 71-72. 184 Richard C. Hall, a.g.e., s. 82. 185 Aram Andonyan, a.g.e., s. 400. 186 Hafız Hakkı, Bozgun, Kervan Kitapçılık, s. 121. 187 Taha Akyol, a.g.e., s.74. 188 Bernd Langensiepen ve Ahmet Güleryüz, Osmanlı Donanması, Denizler Kitabevi, İstanbul 2007, s. 59. 189 Mithat Işın, a.g.e., s. 160. 38

çember içine alınmıştı. Epir ordusu 25 Kasım 1912’de Yanya’yı batı, güney ve doğudan kuşattı. Kuşatma tam anlamıyla etkisini göstermeden Osmanlı İmparatorluğu ile ittifak devletleri arasında 3 Aralık 1912 tarihli ateşkes anlaşması imzalandı. Yunanistan görüşmeler esnasında Yanya Kalesinin kendisine teslimini istedi, teklifi kabul edilmeyince anlaşmayı imza etmeyerek savaşa devam etti.190 Ateşkese imza atmadıkları için dinlenme zamanı hiç bulamayan Yunanlılar düşük yoğunluklu da olsa Yanya istihkâmlarına taarruza devam etti. 4 Mart 1913 günü kesin sonuç almak için gayretlerini yoğunlaştırdı ve o gün on bin, ertesi gün ise on sekiz bin top mermisi attı. Uzun süredir ikmal alamayan aç ve bitap düşen Osmanlı birlikleri bu saldırılar karşısında panikleyerek savunma mevzilerini terk etmeye başladı. Esat Paşa asker sayısı bakımından üç, silah bakımından beş kat daha güçlü düşmana karşı şehri inatla savunmuştu.191 İyi istihkâm edilmiş Yanya garnizonu bu kuşatmaya 6 Mart 1913 tarihine kadar dayanabildi. Yanya kalesinde 433 subay ve 9.185 er esir düştü.192 Osmanlı askerleri nihai barış imzalandıktan sonra 17 Haziran 1913 tarihinde Saman iskelesinden Güzel Girit vapuruna bindirilerek İstanbul’a getirildi.

193 1.3. Doğu Cephesi Harekâtı Ülkenin kalbine giden yolu savunan Doğu Ordusunda asker sayısı Batı Ordusuna oranla daha azdı. Ancak Doğu Cephesi birlikleri ülkenin Asya’daki topraklarından getirilecek taze güçlerle desteklenebilir olması nedeniyle Batı Cephesine kıyasla daha güçlü kabul edilebilirdi. Doğu Ordusu; Edirne ve Kırklareli hattında Ömer Yaver Paşa komutasında 1’nci Kolordu, Şevket Turgut Paşa komutasında 2’nci Kolordu, Mahmut Muhtar Paşa komutasında 3’ncü Kolordu, Ahmet Abuk Paşa komutasında 4’ncü Kolordu, Edirne Kalesi’nde Şükrü Paşa ve Kırcaali-Paşmaklı dolaylarında Ali Yaver Paşa komutasında Mürettep Kolordu’dan meydana gelmişti.194 Osmanlı kuvvetleri Kırklareli’nde bulunan 3’ncü Kolordu ile düşmanı sol kanadından çevirme harekâtına alırken diğer kolorduları ile merkezden hücum etmeyi planlamıştı. Şükrü Paşa ve Ali Yaver Paşalar savunmada kalacak, zaman zaman düşmanın sağ kanadını ve geri hatlarını taciz edecekti. Bulgar ordusu ise General Kutinçef

190 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 84-85. 191 Taha Akyol, a.g.e., s. 90-91. 192 Mithat Işın, a.g.e., s. 322. 193 Edward J. Erickson, a.g.e., s .403. 194 Enver Ziya Karal, a.g.e., s. 19. 39

komutasındaki 1’nci Ordu, General Ivanof komutasındaki 2’nci Ordu, General Dimitriyef komutasındaki 3’ncü Ordu ile savaş düzeni almıştı. Bulgarlar 1’nci Ordusu ile Osmanlı Doğu Ordusuna Edirne-Kırklareli hattında merkezden saldırmayı planlarken asıl sürprizi Istıranca Dağları’ndan sevk ettikleri ve düşmanı sağ kanattan çevirme harekâtıyla görevlendirilen 3’ncü Ordudan bekliyorlardı. 2’nci Ordu ise Edirne Kalesi’ni kuşatmakla görevlendirilmişti.195 Savaş arifesinde İstanbul’da bir Alman subayı Bulgar ordusunun birçok açıdan Prusya ordusu kadar güçlü olduğunu, bu yüzden cepheye Prusya ordusuyla dövüşmeye gider gibi gitmek gerektiğini söylemiş fakat etrafındakiler tarafından hafife alınmıştı.196 Osmanlı İmparatorluğu savaşın ne derece yakın olduğunu sağlıklı bir şekilde değerlendiremeyerek büyük devletlerin ve Rusya’nın Balkan devletlerine dur diyeceğini düşünmüştü. Bu yüzden 24 Eylül 1912 tarihinde sadece Rumeli’de olmak üzere kısmi seferberlik başlattı. Buna karşılık Bulgaristan da 30 Eylül 1912 tarihinde genel seferberlik ilan etti. Bulgaristan orduları savaş ilanı ile birlikte 18 Ekim’de sınırı geçmeye başladı. Osmanlı ordusuna danışmanlık yapan Alman General Colmar Von der Goltz, Ergene Nehri boyunca savunmaya dayalı bir strateji önermişti. Ancak İstanbul’da birliklerine gitmek üzere toplanan subaylara yaptığı konuşmada ‘‘Merasim elbiselerinizi yanınıza almayı unutmayın, çünkü iki ay sonra Sofya’ya girerken bunlara ihtiyacınız olacak’’ diyecek kadar ordusunun gerçek durumundan habersiz Başkomutan Vekili Nazım Paşa’nın emri ile Abdullah Paşa komutasındaki Doğu Ordusu 21 Ekim 1912 günü düşmana karşı taarruza geçti.

197 1.3.1. Kırklareli (Kırkkilise) Muharebesi Kırklareli Muharebesi, Edirne ile Kırklareli arasında doğu yönünde uzanan 65 km uzunluğundaki cephe üzerinde yapıldı. Ordular arası temas 22 Ekim 1912 günü öğleden sonra sağlandı. Osmanlı hattına merkezden ilerleyen Bulgar 1’nci Ordusu savaşın ana yükünü çekecekti. 1’nci Ordu merkezden Osmanlı hatlarına saldırırken aynı anda Edirne Kalesi’nden çıkarak sağ kanadını taciz eden zayıf kuvvetleri de püskürttü.198 Osmanlı istihbarat raporları Bulgar 1’nci Ordusu hakkında yeterli bilgi içeriyordu. 2’nci Ordunun Edirne üzerine yürüyeceğini düşünen Osmanlı komuta kademesi ortalarda

195 Aram Andonyan, a.g.e., ss. 441-446. 196 A.g.e. s. 213. 197 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 30-.34. 198 A.g.e., s. 35. 40

görünmeyen 3’ncü Bulgar Ordusu hakkında fikir sahibi değildi. Bu nedenle karşısında sadece Bulgar 1’nci Ordusunun olduğunu değerlendiren Abdullah Paşa, 3’ncü Kolorduya düşmanı sol kanadından çevirme emri verdi. Oysa asıl sürpriz burada yaşanacaktı. Zorlu Istıranca dağları Bulgar 3’ncü Ordusu tarafından aşılmış ve çevirme harekâtındaki 3’ncü Kolordu kendinden kat ve kat güçlü düşman kuvvetine çarpmıştı.199 22 Ekim 1912 günü ileri hareket emrini alan 3’ncü Kolordunun emrindeki Afyonkarahisar Tümeni diğer birliklerden önce hareket etmesi ve kat edeceği mesafenin kısa olması nedeniyle düşman ile ilk temasa giren birlik oldu. Sabah saatlerinde Kolordu Komutanı Mahmut Muhtar Paşa bölgeye gelerek birliklerin düzenlenmesinde bizzat bulundu. Muharebe 23 Ekim sabahı saat 05.30’da başladı, hava sisliydi. 07.30’da sis kalktığında Osmanlı siperlerine 200 m kadar yaklaşan Bulgar piyadesinin sert hücumu cephenin dağılmasına neden oldu. Kolordu komutanı bir kez daha cephe hattına gelerek dağılan birlikleri toplamaya ve yeni bir savunma hattı kurmaya çalıştı. Burada da başarısız olununca çaresiz çekilme emrini verdi.200 23 Ekim’de 3’ncü Kolordu bünyesinde Afyonkarahisar Redif Tümeni ile başlayan çözülme neticesinde ordu sağ kanadından çevirme harekâtıyla çembere alınarak imha edilme tehlikesi ile yüz yüze kaldı. Bu tehlikeyi önlemek için Doğu Ordusu Komutanı Abdullah Paşa öğleden sonra genel çekilme emrini verdi.201 Akşam Bulgar ordusu geceyi eli tetikte geçirirken Osmanlı birlikleri karanlıktan istifade ile Kırklareli’ni terk etti. Sabah olduğunda yeni bir taarruz hazırlığında olan Bulgar 1’nci Ordusu, topçu atışına cevap alamayınca gönderdiği keşif kolları tarafından şehrin terk edildiğini şaşkınlık içinde tespit etti. Bu ilk muharebede Bulgar kayıpları 5.745 kişi iken Osmanlı birlikleri 1.500 şehit ile birlikte 2-3.000 esir vermişti.202 Osmanlı ordusunun Kırklareli Muharebesi sonrası çekilişi hakkında General Colmar Von der Goltz ‘‘Büyük olaylar karşısında metanetlerini koruyan Türkler nasıl olup da hiçbir sebep yokken, hatta düşman bile kendilerini takip etmediği halde eşya ve silahlarını bırakarak kaçarlar’’ demişti. 203 Tarih boyunca birçok kez karşı karşıya geldikleri Türklerin nasıl savaşçı bir millet olduklarını bildiklerinden onları alt edebilmek için zorlu Istıranca dağlarını aşarak, iyi tahkim edildiğini düşündükleri Kırklareli’ne gelen Bulgarlar...

199 Aram Andonyan, a.g.e., s. 446. 200 Şenol Alpaslan, Balkan Savaşı’nda Trakya Muharebeleri, İlgi Kültür Sanat, İstanbul 2017, ss. 110-113. 201 İbrahim Artuç, Balkan Savaşı, Kastaş Yayınları, İstanbul 1988, s. 129. 202 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 36-37. 203 Alpaslan, Teoman, a.g.e., s.191. 41

böylesi bir geri çekilişi asla düşünemezlerdi. Osmanlı piyadesi çekilirken Bulgar süvarisinden hızlı hareket etmişti. 204 Abdullah Paşa, ordusunun bu kadar kolay çözülmesinden dolayı inancını kaybetmiş olarak astı konumunda olan ancak aynı zamanda mevcut hükümette nazırlık görevi de bulunan Mahmut Muhtar Paşa’ya ordunun aciz durumunu hükümete bildirerek işi diplomasi yoluyla çözmeyi talep etmesi için telgraf göndermişti.205 Başkomutanlık Vekâleti geri çekilmeyi stratejik ricat olarak açıklamaya kalksa da haberi aldığında Sadrazam Ahmet Muhtar Paşa istifa etti. Yerine Kamil Paşa sadrazamlığa geçti. Harbiye ve Hariciye Nazırları koltuklarını korumayı başardı.206 1.3.2. Lüleburgaz-Pınarhisar Muharebesi Lüleburgaz’a ulaşıldığında Doğu Ordusu Komutanı Abdullah Paşa ordunun Ergene Nehri hattına çekilmesini, buranın savunma açısından daha elverişli olduğunu belirtmesine rağmen emrindeki bazı kolordu komutanları doğrudan Başkomutanlık Vekâleti ile yazışarak ordunun Lüleburgaz-Pınarhisar hattında durmasında etkili oldu.207 Geri çekilme esnasında Bulgar ordusu tarafından takip edilmeyen Osmanlı ordusu cepheye gönderilen bir miktar taze kuvvet ile birleşerek Lüleburgaz-Pınarhisar hattında yeni bir savunma mevzii oluşturdu. Bu cephede Doğu Ordusu iki kısma ayrıldı. Abdullah Paşa komutasındaki 1’nci ve 4’ncü Kolordulardan oluşturulan 1’nci Ordu Lüleburgaz, Hadi Paşa komutasındaki 2’nci ve 3’ncü Kolordulardan oluşturulan 2’nci Ordu Pınarhisar civarında toplandı.208 Osmanlı Başkomutanlık Vekâleti 1’nci Ordu ile LüleburgazKaraağaç Deresi hattında savunmada kalırken 2’nci Ordu ile Pınarhisar istikametinden düşmana taarruz ederek çevirme harekâtı uygulamayı planlamıştı.209 Doğu Ordusu komutanlığından umutsuz haberlerin geldiği 26 Ekim 1912 tarihinde sarayda Meşveret Meclisi210 toplanmıştı. Tüm cephelerde savaş başlayalı daha on gün bile olmamışken Osmanlı ordularının yaşadıkları bozgun sonucu sarayda savaşa devam edilip edilmeyeceği tartışıldı. Toplantıda ordunun son durumunu öğrenip Meşveret Meclisi’ne arz etmekle görevlendirilen Salih Paşa’nın ordunun genel durumu hakkında söylediği ‘‘Şu

204 İbrahim Artuç, a.g.e., s. 133. 205 Richard C. Hall, a.g.e., s. 38. 206 Aram Andonyan, a.g.e., s. 466. 207 Ali İhsan Sabis, Balkan Savaşında Neden Bozguna Uğradık, (Haz.: Hasip Saygılı), Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 2012, s. 151. 208 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 38-39. 209 Şenol Alpaslan, a.g.e., s. 142. 210

Osmanlı Devleti'nde önemli ve olağanüstü konuların istişare edildiği danışma meclisi. 42 asker elbisesini giymeye utanıyorum’’ sözü her şeyi anlatmaya yeter de artardı. Ancak toplantıda elverişli barış şartları yaratabilmek için savaşa devam kararı alındı.211 29 Ekim 1912 günü Bulgar 3’ncü Ordusu tüm cephe hattına karşı hücuma geçti. Bulgar 1’nci Ordusu muharebe alanına ancak ertesi gün ulaşabildi. Dört gün süren muharebelerin başında Osmanlı birlikleri iyi direndi. Yer yer Bulgar birliklerini geri bile püskürttüler. Ancak Osmanlı ordusu burada ikmal teşkilatının zayıflığına yenik düştü. Azalan topçu cephanesi yapılan atışların yoğunluğunu azalttı ve bu durum düşman piyadesini daha cesur hücumlara teşvik etti. Sonuç olarak Osmanlı ordusu 2 Kasım 1912 günü muharebe alanını terk ederek düzensizce geri çekilmeye başladı.212 Muharebe boyunca Abdullah Paşa sadece ikmal teşkilatından değil haberleşme yetersizliğinden de çok çekti. Muharebeler hakkında bilgi edinemediği için çoğu zaman atına atlayarak emrindeki birkaç subayla bizzat keşfe çıktı. Sağlıklı bilgi alamadığı için birbiri ile çelişen emirler verdiği de oldu.213 Muharebede Bulgar kaybı 2.534’ü ölü 20.162 kişi iken Osmanlı ordusunun kaybı 24.000 kadardı. Görüldüğü üzere her iki muharebede de kayıplar aşağı yukarı denk olmasına rağmen çeşitli nedenlerle Osmanlı ordusu savaş alanını ilk terk eden oluyordu. Lüleburgaz-Pınarhisar Muharebesi ile sadece Trakya’nın hâkimiyeti kaybedilmemiş Bulgar orduları önünde İstanbul yolu açılmıştı.214 3 Kasım’da Çorlu, 6 Kasım’da da Tekirdağ Bulgarların eline geçti.215 Bulgar Genel Menzil Müfettişi beklenenden çok daha hızlı gerçekleşen ilerleme sonucu ikmal merkezlerinden uzaklaşıldığını, orduların ihtiyaçlarını karşılamak için yapılacak lojistik seferlerin gidiş dönüş yirmi gün süreceğini bildiren raporunu Bulgar genelkurmayına sundu. Zafer sarhoşu Bulgar komutanları durup yeni bir ikmal merkezi oluşturmak yerine İstanbul üzerine yürümenin büyüsüne kapıldılar.216 Rusya, Bulgaristan’ın beklenenden hızlı bir şekilde Trakya’yı geçerek İstanbul üzerine yürümesinden ve oluşumunda etkili olduğu Balkan ittifakının kontrolünden çıkma ihtimalinden rahatsızlık duyuyordu. Bu yüzden 1 Kasım 1912 tarihinde İngiltere ve Fransa’dan Bulgaristan’a daha fazla ilerlememesi yönünde uyarıda bulunmalarını istedi. Rusya’nın talebine cevaben 5 Kasım’da Edward Grey Avam Kamarası’ndaki

211 Enver Ziya Karal, a.g.e., s. 185. 212 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 39-40. 213 Aram Andonyan, a.g.e., s. 477. 214 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 41-43. 215 Aram Andonyan, a.g.e., s. 479. 216 Alpaslan, Şenol. a.g.e., s. 68. 43

konuşmasında savaş öncesi statükonun devamı yönünde tavırlarını bir kenara bırakarak barış şartlarını belirleme hakkının muzaffer Balkan devletlerine ait olduğunu belirtti.217 Trablusgarp Savaşı sonunda gizli bir deklarasyon ile İtalya, Akdeniz ve Balkanlarda statükonun korunması hususunda Osmanlı İmparatorluğu’na destek sözü vermişti.218 Ordusu Çatalca istihkâmlarına doğru çekilirken Osmanlı hükümeti 3 Kasım 1912’de Avrupa’daki elçilerine ‘’toprak bütünlüğümüzü korumak şartıyla barış yapmak istiyoruz’’ diye telgraf çekmiş ve bulundukları devletler nezdinde girişimde bulunmalarını istemişti.219 1.3.3. Çatalca Muharebesi Kırklareli Muharebesinde olduğu gibi Lüleburgaz-Pınarhisar Muharebesi’nden sonra da Bulgarlar çekilen Osmanlı birliklerini takip etmek yerine dinlenmeyi seçti. Beş gün boyunca dinlenmeleri Osmanlı birliklerine İstanbul’un 35 km batısında Çatalca istihkâmlarında ölüm kalım savaşı verecekleri son savunma hatlarını oluşturma imkânı sağladı. Hattın kuzeyindeki Terkos ve güneyindeki Büyük Çekmece gölleri doğal bir engel olarak savunmaya destek verirken istihkâmlar batı yönünde Hadımköy tepesi ile savunuluyordu. Büyük Çekmece Gölü kıyıları doğal liman özellikleri sayesinde donanmanın kullanımına açık iken, kuzeydeki Terkos Gölü hattındaki arazinin engebeli ve ormanlık olması Bulgar ordusu için engel yaratıyordu.220 Artık geri çekilebileceği son noktaya gelen Osmanlı ordusu, kuzeyde sağ kanadını Karadeniz’e yaslayan 3’ncü Kolordu, merkezde 2’nci Kolordu ve güneyde sol kanadını Marmara Denizi’ne veren 1’nci Kolordudan oluşmaktaydı. Başkomutan Vekili Nazım Paşa cepheye gelerek komutayı bizzat aldı. 221 Çatalca hattında 1912 Eylül ayı içerisinde Selanik’te el konan Sırplara ait silah ve cephaneden de faydalanılacaktı.222 Çatalca hattına gelerek ordunun durumunu yerinde inceleyen Nazım Paşa burada birkaç günden fazla dayanılamayacağını ve sorunun diplomatik yollarla çözülmesini hükümete tavsiye etti. Bunu da İstanbul’a gönderdiği ve cephede emrinde bulunan komutanlara imzalattığı rapor ile belgeledi. Oysa iktidardaki Kamil Paşa barış

217 Raymond Poincare, a.g.e., ss. 189-199. 218 Çağla D. Tağmat, ‘‘Trablusgarp Savaşı’ndan Lozan Antlaşması’na On İki Ada Konusunda (Gizli) Görüşmeler’’, Türkiye Mecmuası, C: 28/1, 2018, s. 144. 219 Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e., ss. 60-63. 220 Ozan Tuna, a.g.e., s. 32. 221 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 44-45. 222 Aram Andonyan, a.g.e., s. 486. 44

görüşmelerinde masada söz sahibi olabilmek için Çatalca mevkiinin kesinlikle savunulması gerektiğinde ısrar ediyordu.223 2 Kasım 1912 tarihinde Alman Dışişleri Bakanlığı’nda Alman Bakan Kinderlen Vahter, Genelkurmay Başkanı, İngiliz ve Fransız elçileri arasında Osmanlı karasularına gönderilmesi düşünülen gemiler üzerine toplantı yapıldı. Gemiler Beşige Koyu’nda bekleyecek gerek duyulduğunda İstanbul’daki büyük devletlerin elçileri talebiyle İstanbul önlerine geleceklerdi.224 Osmanlı ordularının on gün içinde iki muharebe kaybederek hızla geri çekilmesi üzerine Avusturya-Macaristan Elçisi Marki Pallavicini aracılığıyla büyük devletler, birer savaş gemilerinin İstanbul’a gelerek vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamalarına izin verilmesini istediler. 225 Bu teklif Osmanlı hükümeti tarafından 4 Kasım 1912 tarihinde barış imzaları atıldığı gün sularımızı terk etme koşuluyla kabul edildi.226 İstanbul’daki Fransız Büyükelçi Bompard 7 Kasım 1912 tarihinde Poincare’e gönderdiği telgrafta Osmanlı hükümetinin Hıristiyan halkın hayatları konusunda garanti veremediğinden büyük devletlerin filolarını olası bir Bulgar işgalinin önüne geçmek için acele İstanbul’a göndermelerini istediğini bildirmişti.227 Bahse konu filo Fransız Amiral Dartige du Fournet komutasında Fransız, Alman, İngiliz, Rus, Avusturya-Macaristan, İtalyan, İspanyol, Hollanda ve Romanya donanmalarından birer gemiden oluşuyordu.228 Bu tedbir Bulgaristan’ın Çatalca hattına saldırması üzerine İstanbul’da istenmeyen olayların olabileceğini öngören Rusya’yı memnun edecekti. 229 Bu girişime paralel olarak Osmanlı hükümeti, Yanbolu’da karargâh kurmuş olan Çar Ferdinand’a 12 Kasım 1912 günü Sofya’daki Rus temsilcisi aracılığıyla ateşkes teklifi iletti. Ancak Çar Ferdinand hayallerini süsleyen İstanbul’a bu kadar yaklaşmışken ateşkes yerine silahlarını bir kez daha kullanmaya karar verdiğinden bu teklife cevap vermedi. Ancak beklenenden hızlı ilerleyen Bulgar ordusunun ikmal hatları da zayıflamıştı. Bundan daha önemlisi orduda kolera salgını başlamış ve 17 Kasım’a kadar 29.719 asker hastalığa yakalanırken 4.165’i ölmüştü.

230 223 Fahri Belen, a.g.e., s. 177. 224 Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e., s. 107. 225 Teoman Alpaslan, a.g.e., s. 248. 226 Mithat Işın, a.g.e., s. 178. 227 Raymond Poincare, a.g.e., s. 40. 228 Richard C. Hall, a.g.e., s. 44. 229 Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e., s. 47. 230 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 46-47. 45

Bulgar Genelkurmayı 1’nci Ordu ile güneyden, 3’ncü Ordu ile kuzeyden genel taarruz planı yapmıştı. Bulgar ordusu son molasını İstanbul’da vereceği inancıyla 17 Kasım 1912 sabahı saat 05.00’de tüm cephe boyunca hücuma geçti. Birkaç yüz metre ilerlemişlerdi ki Osmanlı topçusunun sert cevabı ile karşılaştı. Çatalca hattında Osmanlı kara birliklerini Karadeniz ve Marmara Denizi’nden donanma gemileri de toplarıyla destekledi. 18 Kasım öğle saatlerinde Bulgar genelkurmayı sert direnişle karşılaşan ordusunun hücumlarını durdurmasını emretti. Bulgar birlikleri 12.000, Osmanlı birlikleri ise 10.000 civarında kayıp vermişti. Çatalca hattında 85.597 Bulgar askeri siperlere saplanıp kalmıştı.231 Bulgar Bakan Geshov ‘‘Biz Bakanlar İstanbul’a girmeye karşı idik, ancak askerler bizden düşüncemizi sormadılar’’ diyerek Çatalca taarruzunun sorumluluğunu askerler üzerine yıkacaktı.232 Çatalca cephesinde savaş başladığında diğer muharebelerde olduğu gibi Osmanlı ordusunun düşman önünde kolayca çözüleceği değerlendirilerek İstanbul Boğazı’nda demirli gemilerden Osmanlı hükümetinden izin alınmadan karaya asker çıkarıldı. Toplam sayıları yaklaşık 2.250 kişi olan bu birliklerin gemilerine dönmesi için Osmanlı hükümeti tarafından ilgili devletlere nota verildi. Geri alma işlemi uzun sürecek, karaya vatandaşlarını korumak ve düzeni sağlamak adına çıkarılan bu askerler kaldıkları süre boyunca gittikleri her yerde çıkardıkları kargaşa ile hatırlanacaklardı.233 1.3.4. Edirne Muharebesi Meriç, Arda ve Tunca nehirlerinin birleştiği bölgede kurulmuş olan Edirne şehri etrafındaki 50 kilometre uzunluğundaki istihkâmları ile korunaklı bir mevzii oluşturuyordu. 200 istihkâm ve 300 sahra topu şehri ele geçirmek isteyecek güçler için büyük sorundu.234 10 Ekim 1912 tarihinde Edirne Müstahkem Mevki Komutanlığına Erzurumlu Mehmet Şükrü Paşa getirildi. Paşa 12 Ekim günü göreve başladı.235 Bulgarlar Edirne kuşatmasında General Ivanof komutasındaki 2’nci Orduyu görevlendirdiler. 2’nci Ordu Türk sınır birliklerini zorlanmadan geçerek daha ikinci gün Edirne önlerine ulaştı ve süratle şehri kuzeyden ve batıdan kuşatmaya başladı. Ancak bu

231 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 49-51. 232 Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e., s. 116. 233 Mithat Işın, a.g.e., s. 179. 234 Aram Andonyan, a.g.e., s. 443. 235 Necdet Hayta, a.g.e., s. 30. 46

kuvvet kuşatma için tam olarak yeterli değildi.236 Bulgar 2’nci Ordusunun mevcudu 122.000 kişi iken savunmada kalacak Osmanlı birlikleri 60.000 mevcutlu idi. İki katı askere sahip olmasına rağmen cephenin genişliği kuşatmayı zor hale getiriyordu. Bulgarların buradaki planı kaleyi kuşatmak, Trakya’da ilerleyen ana birliklerin geri ve sağ yanlarını korumaktı.237 Kale birlikleri ilk muharebeyi 22 Ekim 1912 günü saat 13.10’da Ayvazbaba mevkiinden çıkış harekâtı ile başlattı ve üç gün boyunca kaleden çıkarak düşmanı püskürtmeyi denedi ancak başarılı olamadı.238 Lüleburgaz-Pınarhisar Muharebesi’nin başladığı 28 Ekim 1912 tarihinde Bulgar 2’nci Ordusu Edirne’yi güney ve doğu yönünde bir kısım boşluklar dışında kuşattı. Kuşatmanın yerleşmesini istemeyen kale kuvvetleri tarafından 29 Ekim’de taarruz harekâtı icra edildi. Her iki taraftan toplam bin kişinin kaybına neden olan bu harekât sonuçsuz kaldı. 30 Ekim’de artık İstanbul-Edirne arasındaki telgraf irtibatı da kesilmişti. Bu tarihte Bulgar ordusunun talebine olumlu yanıt veren Sırp genelkurmayı Sırp 2’nci Ordusunu bölgeye sevk etti. 12 Kasım’da sevkiyatın tamamlanması ile kuşatma ağırlaştı. 14 Kasım’da Bulgar 2’nci Ordusu müstahkem mevkiin doğu tarafına yüklenmeye başladı ve topçusu için daha elverişli mevzilere ulaştı. Topçu desteği ile başlattıkları 16 Kasım taarruzu sonucu yaklaşık 750 kayıp verdikten sonra iki gün önceki çıkış mevzilerine geri döndü. 239 24 Kasım gecesi artan topçu isabetinden korunmak için kale içinde karargâh yer değiştirerek Kaleiçi denen ve daha çok yabancıların ikamet ettiği mahalleye taşındı. Ama 25 Kasım gecesi yapılan düşman topçu atışlarının bu binaları bulması da gösteriyordu ki içeriden dışarıya bilgi sızıyordu.240 Balkan devletleri ile yapılan ateşkes bilgisi kaleye 4 Aralık 1912 gecesi saat 02.30’da ulaştı. Edirne’de şehri savunan birlikler ateşkes anlaşması ile birlikte nefes alacaklarını düşünmüşlerdi. Kısa süre içerisinde yanıldıklarını anladılar. Bulgaristan’dan gelen trenler anlaşma gereği müstahkem mevkiden geçerek Çatalca önlerindeki Bulgar cephesini beslerken İstanbul’dan beklenen trenler bir türlü gelmiyordu. Edirne garnizonu tarafından trenlerin neden gelmediği sorulduğunda tren yolundaki sıkıntılardan kaynaklı

236 İbrahim Artuç, a.g.e., s. 122. 237 Alpaslan Şenol. a.g.e., ss. 51-53. 238 Hülya Toker ve Nurcan Fidan, Balkan Harbi Kronolojisi, Genkur ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara 1999, s. 9. 239 Necdet Hayta, a.g.e., ss. 43-52. 240 Alpaslan Şenol. a.g.e., s. 72. 47

gecikme yaşandığı cevabı verilmişti.241 Ateşkes süresi boyunca Bulgarlar İstanbul önündeki birliklerine kaledeki askerlerimizin gözleri önünde 3.600 vagonluk 120 tren ikmal malzemesi göndermişti.242 1.3.5. Ateşkes ve Barış Konferansı Görüşmeleri Kasım ayı sonu geldiğinde Osmanlı İmparatorluğu için Balkan Savaşı tüm cephelerde büyük bir bozguna dönmüştü. Çatalca önlerinde saplanıp kalan Bulgar ordusu daha önce kabul etmedikleri Osmanlı teklifini değerlendirerek 25 Kasım 1912’de ateşkes görüşmelerini başlattı.243 Görüşmelerde Bulgaristan’ı -aynı zamanda Sırbistan ve Karadağ’ı da- Parlamento Başkanı Stoyan Danev, General Savov ve General Fitchev, Yunanistan’ı Demetur Panas temsil ederken Osmanlı baş delegesi Başkomutan Vekili Nazım Paşa idi. 3 Aralık 1912 tarihinde taraflar arasında ateşkes anlaşması imzalandı. Buna göre ordular yerlerinde kalacak, kuşatılan kaleler ikmal desteği alamayacak, Karadeniz’deki Bulgar limanları önündeki abluka kaldırılacaktı. Tamamen Osmanlı aleyhine olmasına rağmen bu anlaşma Yanya ve Ege Adaları’ndan ödün vermeyen Yunanistan tarafından imzalanmadı.244 16 Aralık 1912 tarihinde Londra’daki St. James Sarayı’nda barış konferansı toplandı. Konferansta Bulgaristan’ı Danev, Yunanistan’ı Başbakanı Eleftherios Venizelos, Karadağ’ı eski başbakanlarından Mijuskiviç, Sırbistan’ı yine eski bir başbakan olan Novakoviç temsil ediyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun baş delegesi Paris elçisi Mustafa Raşit Paşa’ydı. Ateşkesi imzalamayan Yunanistan’ın konferansta bulunmasına yapılan Osmanlı itirazı nedeniyle görüşmeler 24 Aralık 1912 günü başlayabildi. Kriz aşılıp görüşmelere geçildiğinde Yunanistan boğaz önü adalarının, Bulgaristan ise Edirne’nin teslimini istedi. Osmanlı İmparatorluğu 1 Ocak 1913 tarihinde Edirne’nin batısındaki tüm toprakların terkini teklif ettiyse de bu teklifi kabul görmedi.245 Kamil Paşa hükümeti bir yandan savaşın kayıplarını hafifletmek için çabalarken aynı zamanda iç siyasette ittihatçılara karşı da sert politikasına devam ediyordu.246 Hükümetin Edirne’yi düşmana terk edeceği söylentilerinin ayyuka çıktığı 23 Ocak 1913 günü ateşli bir ittihatçı olan Ömer Naci’nin etkili söyleviyle coşan kalabalıkların toplandığı Babıali’ye giren Enver Bey, Talat

241 Salim Aydın, a.g.e., s .401. 242 Alpaslan Şenol. a.g.e., s. 73. 243 Richard C. Hall, a.g.e., s. 44 244 Ziya Enver Karal, a.g.e., s.326. 245 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 92-94. 246 Mustafa Emil Elöve, ‘‘İkinci Meşrutiyet Devrinin Siyasi Hayatına Bir Bakış’’, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 9, Sayı:1, Yıl:1952, s. 224. 48

Bey, İzmirli Muhtar, Sapancalı Hakkı, Mustafa Necip ve Yakup Cemil tarihe ‘‘Babıali Baskını’’ diye geçen kanlı hükümet darbesini gerçekleştirdi.247 Yeni iktidar sergilediği tavizsiz tutum ile görüşmelerin kesilmesine neden oldu.248 1.3.6. Muharebelerin İkinci Safhası İttihat ve Terakki Cemiyeti Edirne’nin teslimine karşı çıkan söylemleriyle iktidara gelmişti. Kabine değişikliğine rağmen yerini korumuş olan Hariciye Nazırı Noradunkyan Efendi ‘‘Eğer Edirne direnmeye devam ederse kurtarmak için savaşırız, eğer Edirne düşerse tekrar almak için savaşırız’’ diyecek kadar orduya güveniyordu.249 31 Ocak 1913 tarihinde boş olan Başkomutanlık Vekâletine Ahmet İzzet Paşa atandı.250 15 Ocak 1913 günü Bulgar karargâhında olası savaşın ikinci evresindeki planların görüşülmesi esnasında 2’nci Ordu Komutanı General İvanof, muharebelerde Edirne’nin ağırlık merkezi olmasını tavsiye etmişti. Kabul gören bu plan gereği Bulgar harekâtı 3 Şubat akşamı saat 19.45’te şiddetli topçu ateşiyle başladı. O gece şehrin merkezine elli üç evin harap olmasına neden olan 150’den fazla mermi düştü.251 Edirne üzerindeki baskıyı hafifletmek, mümkün olursa da kuşatmayı yararak şehre yardım ulaştırabilmek için barış görüşmeleri devam ederken Başkomutanlık Vekâleti bir çıkarma harekâtı planlamıştı. Çıkarma harekâtı Şarköy’e yapılacak, aynı anda Gelibolu’da bulunan Mürettep Kuvvetler tarafından da Bolayır’a taarruz edilecekti. Çıkarma için Şarköy’ün seçilmesinin nedeni Edirne ile bağlantı sağlanabilecek iki noktadan biri olmasıydı. Diğer çıkış noktası Çatalca hattıydı ki düşman bu hatta çıkarma bölgesine nazaran daha güçlü duruyordu. Buradan yapılacak bir taarruzda amaca ulaşılamaması halinde başkent düşman orduları önünde savunmasız kalabilirdi.252 Başkomutan Vekili Ahmet İzzet Paşa ordunun hazırlıklarının eksik olması ve olumsuz mevsim şartlarından dolayı bu harekâta sıcak bakmıyordu. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti mensupları tarafından yapılan baskı neticesinde kabul etmek zorunda kalmıştı.

Osmanlı Başkomutanlık Vekâleti 1 Ocak 1913 günü Çatalca hattı için yedek kuvvet olması maksadıyla 10’ncu Kolorduyu kurdu. Kolordu 22 Kasım 1912 tarihinde seferber edilmiş olan Erzincan’da konuşlu 31’nci Tümen, Erzurum’da konuşlu 32’nci Tümen ve Elazığ Redif Tümeninden oluşturulmuştu. Başkomutanlık Vekâleti 10’ncu Kolordu Kurmay Başkanlığına çıkarma fikrinden ilk defa 4 Ocak’ta bahsetti. Ancak indirme ve bindirme tatbikatı için deniz aracı talep eden kolordu kurmay heyetine araçların harekâtın kesinleşmesiyle birlikte gönderilebileceği cevabı verildi. 1 Şubat 1913 günü 10’ncu Kolordu komutanlığına Hurşit Paşa atandı. İlk tatbikat da 31’nci Tümenin ısrarlı teklifi üzerine aynı gün saat 17.00’de başladı, 3 Şubat günü saat 11.30’da bitti. Bindirme tatbikatı Derince ve İzmit iskelelerinden yapıldı. Bindirmeye müsait olan Derince iskelesine iki gemi aborda254 olabiliyor ve askerler direk gemiye biniyordu. İzmit’te durum farklıydı, gemiler alargada255 bekliyor ve asker küçük vasıtalar ile gemilere taşınıyordu. Bu işlem yaklaşık 42 saat sürdü. Yüklenen birlikler 4 Şubat günü gece yarısı Karamürsel’e çıkarılmaya başlandı. Saat 10.30’da çıkarma tatbikatı sona erdirildi. Gemiler indirme için uygun iskeleye yanaşabilirse bir tabur piyade 45 dakikada karaya ayak basabiliyordu. Çıkarma birliklerine tahsisli gemiler 4 Şubat 1913 akşamı 10’ncu Kolorduya bildirildi. Kolordu kurmay heyeti 5 Şubat günü 31’nci ve 32’nci Tümenlere kendilerine tahsisli gemilere bindirme işlemine başlayarak en geç 7 Şubat saat 18.00’de bitirilmesini emretti.256 Tablo 1.2. Şarköy Çıkarmasında Görevli Birlikler ve Tahsisli Gemiler257 Görevli Birlik Tahsisli Gemi 31. Tümen Karadeniz, Akdeniz, Mithat Paşa, Marmara 30. Topçu Alayı Bahr-i Cedid, Millet 32. Tümen Gülcemal, Mahmut Şevket Paşa, Seyyar, Despina 14. Alay 2. Tabur Kembriç 1. Şinayder Vapuru Necat 2. Şinayder Vapuru 10 Temmuz Mürettep Dağ Taburu Güzel Girit Elazığ Tümeni Tahir, Iskalamaga, Trikopis, İzmir, Dafni, Heybeli İstihkam Bölüğü Başlangıç 5. Süvari Alayı Hilal Yenihan Taburu Necat Bolayır’da bulunan Mürettep Kolordu sorumluluk sahasında sık sık gözlem görevi icra ediyordu. Kurmay Başkanı Binbaşı Ali Fethi Bey 5 Şubat’ta bizzat yaptığı keşifte 254 Bir teknenin diğer bir tekne üzerine, rıhtıma veya iskeleye yan tarafını vererek tamamen yanaşmasıdır. 255 Geminin denizde, kara ile bağlantısı olmadan açıkta beklemesi. Kavak deresinin güneyine geçen Bulgar güçlerinin zayıf olması nedeniyle taarruz fırsatını Mürettep Kolordu Komutanı Fahri Paşa’ya rapor ederken emrindeki 27’nci Tümene de harekete hazır olması emrini verdi.258 Mürettep Kolordu Komutanı taarruz fikrini Başkomutanlık Vekâletine arz ettiğinde taarruzun Şarköy-İnceburun arasına yapılacak çıkarma ile eş zamanlı yapılacağı cevabını 6 Şubat 1913 tarihinde aldı. Yapılacak çıkarma harekâtının başarısı için etkinliği çok önemli olan donanmanın durumu pek içi açıcı değildi. Hamidiye kruvazörü Ege Denizi’ne çıkarak Akın Harekâtına başlamıştı. Üç zırhlımız Barbaros, Turgutreis ve Mesudiye ise gerek vuruş, gerekse duruş donanımlarında büyük sorunlarla mücadele ediyordu. Eldeki sekiz muhripten sadece üçü faal, bir tanesi de düşük hızına rağmen faal sayılıyordu. Bunlara dört torpidobot eklenince çıkarma harekâtının yükü eldeki on bir parçalık bu donanmaya kalmıştı.259 Son harekât planına göre Komutanı Fahri Paşa, Kurmay Başkanı Ali Fethi Bey, Harekât Şube Müdürü Mustafa Kemal Bey olan Mürettep Kolordu 8 Şubat sabahı Bolayır istikametinden taarruza geçerek bölgedeki Bulgar birliklerini üzerine çekecekti. Aynı anda Hurşit Paşa ve Kurmay Başkanı Enver Bey emrindeki 10. Kolordu Şarköy’de karaya çıkarak düşman iki ateş arasına alınarak imha edilecekti.260 7 Şubat gecesi 10’ncu Kolordudan gönderilen irtibat subayı Binbaşı Tevfik Mürettep Kolordu karargâhına ulaştı ve çıkarma harekâtının 8 Şubat sabahı yapılacağını, her şeyin planlandığı gibi sürdüğünü, herhangi bir gecikmenin yaşanmayacağını rapor etti. Saat 23.15’de anılan subayı onaylayan bilgi Başkomutanlık Vekâletinden geldi. Mürettep Kolordu karargâhı tümenlerine 8 Şubat sabahı düşman cephe hattına iki kilometre kadar yaklaşmasını ve topçu birlikleri ile birlikte koordineli hareket etmelerini emretti. Donanmaya harekâtın denizden desteklenmesi talebini bildiren kolordu karargâhı Başkomutanlık Vekâletine de 8 Şubat sabahı Eksamil sırtlarındaki düşmana taarruz edileceği bilgisini verdi.261 7 Şubat gecesi 10’ncu Kolordu karargâhı Nilüfer Vapuru ile hareket ettiğinde 31’nci Tümenden kendi emrine tahsis edilen 61’nci ve 62’nci şirket vapurlarının Şarköy’e gitmeyi reddettiğini bildiren telgrafı aldı. Kolordu Kurmay Başkanı Yarbay Enver Bey Tümen komutanına vapurları hareket ettirebilmek için her şeyi

258 İhsan Sabri Balkaya, ‘‘Bolayır Muharebesi ve Şarköy Çıkarması Yenilgisi ve Yapılan Tartışmalar’’, Turkish Studies International Periodical For The Language, Volume 8/5, Spring 2013, s. 94. 259 Hüsnü Ersü, a.g.e., ss. VI-VII. 260 Mithat Atabay, Balkan Savaşları’nda Bolayır Muharebesi ve Şarköy Çıkarmasının Askeri Boyuttan Siyasi Boyuta Taşınması, (Ed. Aşkın Koyuncu), Uluslararası Balkan Tarihi ve Kültürü Sempozyumu, Cilt II, Çanakkale-Türkiye, 6-8 Ekim 2016, s.176. 261 Hüsnü Ersü, a.g.e., ss. 63-79. 51

yapmakta serbest olduğu cevabını verdi.262 Bu olay çıkarma birliklerinin zamanında bölgelerinde olamayacağına ilk işaretti. Harekâta destek verecek donanma unsurları 8 Şubat sabah saat 05.10’da Şarköy önlerine ulaştı. Ancak çıkarma mevkiinde 10’ncu Kolordu karargâhını taşıyan Nilüfer vapurundan başka gemi yoktu. Saat 10.00’da çıkarma birliklerini taşıyan gemiler göründüğünde Barbaros, Turgutreis ve Mecidiye karaya torpidobotların koruması altında kıyı başı tutmakla görevli 200 er çıkarmıştı. Böylece başlayan çıkarma elverişsiz şartlarda devam etti. Çıkarma birliklerinin geç kalması nedeniyle Mürettep Kolordunun planlı saatte başlattığı taarruz üstün düşman kuvvetleri karşısında süratle eridi. 263 Karaya ilk önce 32’nci Tümen 95’ci Alay 3’ncü Tabur 10’ncu Bölük askerleri çıktı. Vasıtalar sahile 3-4 m kadar yaklaşabiliyor, piyadeler kıyıya deniz erlerinin sırtında ulaştırılıyordu. 10’ncu Kolordu, istihkâm bölüğüne en azından vasıtaların yanaşabileceği kadar bir iskele yapılması emrini verdi.264 Çıkarmadan yaklaşık üç saat önce taarruza başlamış olan Mürettep Kolordu ilk hücumlarında kanatlardan ilerlemesine rağmen öğleden sonra geri püskürtüldü. Kayıplar dehşet vericiydi. 6.000 ölü, 18.000 yaralı.265 Mürettep Kolordu 8 Şubat akşam saatlerinde geri çekilmeye başladı. Başlangıç mevzilerinin eldeki kuvvetlerle savunulamayacağını değerlendirerek çıkarma birliklerinden destek talep etti. Bunun üzerine altı tabur Gelibolu’ya sevk edildi. 10’ncu Kolordu çıkarmaya devam etti. 9 Şubat’ta 36 saat boyunca verilen uğraştan sonra karaya ancak dokuz tabur piyade, iki makineli tüfek bölüğü, kolordu karargâhı ve 200 hayvan çıkarılmıştı. Aynı gün 10’ncu Kolordu Kurmay Başkanı Enver Bey Kütahya torpidobotu ile Mürettep Kolordu karargâhına giderek ertesi gün taarruzun yenilenmesinde ısrar etti. Başkomutanlık Vekâleti her iki kolordusundan aldığı raporları değerlendirerek 10’ncu Kolorduya geri çekilme emrini saat 23.00’da verdi. 10 Şubat sabahı donanma gemileri çekilme harekâtını desteklemek için saat 07.00’de ateşe başladı. Üstün düşmana karşı duran artçılar ve donanmanın ateş desteği sayesinde birlikler 11 Şubat saat 04.00’da tamamen geri alındı.266 Böylece Osmanlı ordusunun son cüretkâr taarruzu başarısızlıkla sonuçlanmış oldu.

Savaşın ikinci evresi ile Bulgar genelkurmayının ana hedefi haline gelmiş olan Edirne Kalesi muharebelerinde 21 Şubat-11 Mart tarihleri arasında soğuk ve yağışlı havanın olumsuz etkisi nedeniyle önemli bir muharebe olmadı.267 Başkomutanlık Vekâleti 14 Mart 1913’te Şükrü Paşa’ya gönderdiği gizli yazıda olası Bulgar taarruzuna karşı düşman eline geçememesi gereken teçhizat ve evrakın imhası için tertibat alınmasını emrediyordu.268 26 Mart sabahı her şey Ayvazbaba tabyasının düşmesiyle başladı ve birbirini takip eden tabya düştü haberleri karargâha ulaşmaya başladı. Artık savunmada son noktaya gelindiğini bilen Şükrü Paşa teslim şartlarını görüşmek üzere Yzb. Eyüb (Durukan) Bey’i Doğu Cephesi’ndeki Bulgar karargâhına gönderdi. Heyet 23’ncü Şıpka Bulgar Alayı Komutanı Alb. Paşinof’a götürüldü. Yapılan görüşmeler neticesinde iki taraf arasındaki ateşkes saat 09.45’de başladı. Bulgar Süvari Albayı Marholef ve müfrezesi Şükrü Paşa’yı teslim almakla görevlendirilmişti. Alb. Marholef Hıdırlık Tabyasında bulunan Şükrü Paşa’yı alması için emrindeki müfrezeyi görevlendirdi. Müfreze ile komutanlık makamına gelen Şükrü Paşa burada General Vazof’a teslim oldu. Ardından götürüldüğü EdirneKarayusuf yolu başlangıç mevkiinde kuşatmadan sorumlu Bulgar komutan General Ivanof ile görüştü.269 Edirne’de teslim olan birliklerimiz otuz saattir aç ve susuzdu.270 Çatalca hattında ise artık iki ordu için de yapabilecek çok fazla bir şey kalmamıştı. Zaman zaman kısa çarpışmaların yaşandığı cephede Harbiye Nezareti’nden alınan aşağıdaki emir ile savaş tamamen durdu.271 Bugün 1 Nisan 1329 (14 Nisan 1913) öğleyin saat 12’den itibaren Bulgarlarla 10 gün müddetle kat-ı muhasamat edilmiştir (savaş durdurulmuştur). Tarafeynden (iki taraftan) ateş edilmeyecek ve her iki tarafın ileri kıtaatı el yevm (birlikleri bugün) bulundukları mahallerde kalacaklardır. İleriye keşif kolu sevk olunmayacaktır. İki taraf arasında yapılan görüşmeler hitamında 18 Nisan 1913 günü iki ordu arasındaki tarafsız bölgenin sınırları belirlenmiştir.

272 267 Şenol Alpaslan, a.g.e., ss. 75-83. 268 Veysi Akın, Balkan Harbinde Edirne’nin Sükûtu ve Şükrü Paşa’nın Esareti, Uluslararası Balkan Tarihi ve Kültürü Sempozyumu, Cilt II, Çanakkale-Türkiye, 6-8 Ekim 2016, s.161. 269 A.g.e., ss. 162-164. 270 Salim Aydın, a.g.e., s. 404. 271 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Yayınları, ‘‘Balkan Harbi İkinci Çatalca Muharebesi’’, Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Yıl 45, Sayı 101, Ankara 1996, s. 92. 272 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Yayınları, a.g.e., s.99. 53 Tablo 1.3.

Birinci Balkan Savaşı’nda Devletlerin Kayıpları

ÜLKE ASKER KAYBI TOPRAK KAYBI/KAZANCI273 MALİYET274 Osmanlı İmparatorluğu 225.000 167.312 km² (Kayıp) Tam olarak bilinmemektedir. Bulgaristan 83.000 25.257 km² (Kazanç) 1.300.000 Frank Sırbistan 23.000 41.873 km² (Kazanç) 590.000 Frank Yunanistan 27.412 55.919 km² (Kazanç) 467.000 Frank Karadağ 9.438 5.590 km² (Kazanç) 100.000 Frank

1.3.7. Balkan Savaşı’na Son Veren Antlaşmalar Bulgarlar savaşı kazanmıştı ancak özellikle Makedonya topraklarının paylaşımı konusunda ilkbaharın başından beri anlaşmazlıklar yaşıyor ve yer yer birlikler arası küçük çaplı da olsa çatışmalar yaşanıyordu. Tüm enerjilerini Makedonya’ya çevirmek isteyen Bulgaristan’ın gayretiyle 30 Mayıs 1913 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu ile Balkan İttifakı arasındaki savaşa son veren Londra Antlaşması imzalandı.275 Antlaşma gereği Osmanlı Devleti Enez-Midye hattının batısında kalan tüm toprakların kaybını (Md.2) kabul etti.276 Anlaşmanın üçüncü maddesi Arnavutluk sınırlarının belirlenmesini, beşinci maddesi Ege Adaları sorununun çözümünü büyük devletlere bırakırken, dördüncü maddeyle de Osmanlı Devleti Girit üzerindeki tüm haklarından kesin olarak vazgeçti.277 Makedonya’daki toprak paylaşımı konusu Sırplar ve Yunanlıları birbirine yaklaştırmıştı. Bunun farkında olan ve Rusya’dan beklediği hakemlik desteğini alamayan Bulgaristan sorunu güç ile çözmeye karar verdi ve 30 Haziran 1913 gecesi General Savov komutasındaki 4’ncü Bulgar Ordusu ile Sırplara hücum ederek fiilen İkinci Balkan Savaşı’nı başlattı.

278 Yunanistan Selanik dâhil Güney Makedonya, Sırbistan Üsküp dâhil Kuzey Makedonya üzerindeki birbirlerinin kazanımlarını kabul ederken Bulgaristan’ın gözü tüm Makedonya üzerindeydi. İkinci Balkan Savaşı’ndan Romanya Dobruca’yı, Osmanlı İmparatorluğu da Edirne’yi alma konusunda faydalandı.

279 Romanya 10 Temmuz 273 www.turkcewiki.org/wiki/Birinci_Balkan_Savası (Erişim Tarihi: 08.09.2018) 274 Richard C. Hall, a.g.e., s. 184. 275 A.g.e., s. 134. 276 Rıfat Uçarol, a.g.e., s. 550. 277 Salim Aydın, a.g.e., s. 472-473. 278 Richard C. Hall, a.g.e., s. 138. 279 A.g.e., s. 142. 54 1913,

Osmanlı İmparatorluğu ise 13 Temmuz 1913 tarihinde savaşa taraf oldu.280 Otuz üç gün süren İkinci Balkan Savaşı Bulgar ordularının kesin yenilgisiyle son buldu. Bulgaristan 20 Temmuz tarihinde ateşkes istedi. 31 Temmuz günü başlayan görüşmelerde Bulgaristan Osmanlı İmparatorluğu dışındaki devletler ile 10 Ağustos 1913 tarihinde Bükreş Antlaşması’nı imza etti. Antlaşma ile dar bir koridorla da olsa Ege Denizi ile bağlantısını sürdüren Bulgaristan ciddi toprak kaybı yaşamış oldu.281 Bulgaristan ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki barış görüşmelerinde Bulgar heyeti General Savov, Andrei Toshev ve Grigor Nachoviç’ten, Osmanlı heyeti ise Hariciye Nazırı Mehmet Talat Bey, Mahmut Paşa ve Halil Bey’den oluşuyordu.282 İki taraf arasında resmi görüşmelere 8 Eylül 1913 tarihinde başlandı.283 Başlangıçta ilk savaşta Doğu Trakya’daki asker kayıplarını ileri sürerek en azından Kırklareli’ne sahip olmak isteyen Bulgarlar, Osmanlı delegasyonunun kararlı tutumu karşısında çaresizce 29 Eylül 1913 tarihinde İstanbul Antlaşması’nı imzaladılar. Böylece Bulgarların Doğu Trakya üzerindeki kısa süreli hâkimiyeti son bulmuş oldu.284 Osmanlı Devleti ise bu antlaşma ile Edirne ve Kırklareli’ni kurtarmanın yanında İstanbul’un da uzaktan savunmasını temin etmiş oldu. Bükreş ve İstanbul Antlaşmaları neticesinde artık aralarında sınır ilişkisi kalmayan Yunanistan ile temaslara başlayan Osmanlı İmparatorluğu 14 Kasım 1913 tarihinde Atina Antlaşması imzalandı.285 Antlaşmaya Osmanlı Devleti adına Büyükelçi Galip Kemali Bey, Yunanistan adına Panas imza attı. Böylece Osmanlı Devleti Balkan Savaşları’nda Yunanistan’ın toprak kazançlarını kabul ederken bu topraklarda yaşayacak Türk ve Müslüman halkın haklarını onaylatmış oldu.286 Bu anlaşma ile ilişkiler yeniden başladı gibi gözükse de çözümsüz kalan adalar sorunu ileride yeni problemlerin habercisiydi. Osmanlı İmparatorluğu ile Sırplar 14 Mart 1914 tarihinde Londra Antlaşması (30 Mayıs 1913) esaslarına dayanan İstanbul Antlaşması ile aralarında yeniden diplomatik ilişki kurdular. Karadağ ile ise hiçbir zaman nihai bir barış antlaşması imza edilmedi.

287 280 Rıfat Uçarol, a.g.e., s. 553. 281 A.g.e., ss. 557-558. 282 Richard C. Hall, a.g.e., ss. 166-167. 283 Rıfat Uçarol, a.g.e., s. 559. 284 Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e., s. 482. 285 Richard C. Hall, a.g.e., s. 168. 286 Rıfat Uçarol, a.g.e., ss. 562-563. 287 Richard C. Hall, a.g.e., s. 168.

10-10-2023/ / ESER: MURAT AKBAŞ. 

Kültür hizmetidir bilgi edinilebir çoğaltılamaz.

 

**