Kasaba yeni bir güne uyandı.
Kuruluşundan epey bir zaman sonra gelen mübadillerin yerleşmesiyle miskin bir varlık gibi yerinde sayan,denizin karşısında yükselen tepeler üzerine kurulmuş dar yılankavi sokaklarda sıralanmış taş evleriyle tipik bir Ege kasabası.
Herşey, rengarenk iplerle örülmüş sepetiyle uzaklardan gelen kadının kasaba çarşısına yaptığı alışveriş ziyaretleriyle başladı.
Çarşının kuzey-doğusunda uzun zamandır kullanılmayan altında mağaza denilen büyükçe bir mekanın,üstünde de dört oda ve banyo- mutfaktan oluşan yaşam alanının bulunduğu iki katlı yapının bir süre önce birilerine satıldığı duyulmuştu.
Rivayetlere göre binanın altındaki mağaza, mübadeleden önce Rumlar zamanında şaraphaneydi,en son hali ise marangozhane.Son zamanlarda üst kattaki odalarda ise zeytin ve zeytinyağı depolanıyordu.Üst kattaki zeytin ve zeytinyağı kokusu,alt kattaki reçineli ahşap malzemeden yükselen kokuyla harmanlanıp çarşıya günün farklı zamanlarında farklı yoğunluklarda sızardı.
Binanın satışınına kasabadan bir emlakçı aracılık etmişti.Bir gözü camdan dev cüsseli bu adam, bir hafta boyunca heyecanlı gür sesiyle her zaman gittiği kahvede bu şatışı tüm ayrıntılarıyla ballandıra ballandıra anlatmıştı.
Söylediğine göre binayı alan Almanya’dan gelen bir kadındı.Tuhaf bir kadın demişti.Evin görülmesinden satışına kadar tüm süreçte hiçbir duraksama yaşamadan,yüksek bir irade gösterip,iyi de bir pazarlık yapıp,sanki evvelden beri kendisinin olan bir şeyi emanetçiden geri alıyormuş gibi evin yeni sahibi olmuştu.
Buralardaki kadınlarda görülmeyen bir özgüveni ve keskin bir netliği vardı.Kararlı duruşu,insanın içine işleyen derin koyu gözleri,ağzından düşürmediği sigarası,başındaki geniş siperli şapkasının altından dökülen bal rengi saçları,dökümlü rengarenk uzun elbisesiyle içinde durduğu uzamı tam manasıyla dolduruyordu.
Doldurmakla kalmıyor,hareket ettikçe komşu boşluklara Emlakçının tanımadığı ezgileri,renkleri,anlamları bulaştırıyordu tılsımlı varoluşuyla.Emlakçı, o zamana kadar kasaba meydanının bu kadar boş olduğunu düşünmemişti.
Evde ilk günden itibaren dışarıdan bakan dikkatli bir gözün görebileceği değişimler olmaya başlamıştı.Küçük fakat tutkulu dokunuşlarla ev yeni kimliğini buluyordu.Çarşıda akşam saatlerinde müzik sesleri ve kahkahalar duyulmaya başlamıştı.
Kadın,haftada iki kez kurulan kasaba pazarına kolunda sepetiyle mutlaka geliyordu.Tezgahlar arasında dans edercesine dolaşırken dikkatle seçtiği taze sebze ve meyveleri sepetine yumuşacık koyuyor,tüm bunları yaparken pazarcılarla,alışverişe gelenlerle gülümseyerek içtenlikle sohbet ediyordu.Sonra sıra sepette yerini alacak yöresel peynirlere geliyordu.Her pazar alışverişi mutlaka şarapevinde son buluyordu.Dikkatle seçtiği bir şişe şarapla ritüel tamamlanmış oluyordu.
Kadına göre şarap hayatın özüydü.Kişi yaptığı şarap seçimine göre kendini ele verirdi.İyi şarabı seçen insan kendini,ne istediğini bilendi ona göre.O asla kötü şarap içmezdi,içenlerden de uzak dururdu.
Kasaba, sepetli kadının gelişiyle yüzyıl önceki parlak günlerine göz kırpmaya başlamıştı.Birşeyler değişmiş,taşlar yerinden oynamış kasaba yeniden derin,taze nefesler almaya başlamıştı.
Evle beraber evin bahçesinde de hummalı bir faaliyet vardı.Sepetli kadının yanında daha önce buralarda görülmeyen bir adam çalışıyordu. Birlikte bahçeyi kazıyor, çiçeklerle çeşit çeşit bitkilerle,sebzelerle donattıkları bahçeyi nakış nakış işliyorlardı.Anlaşılan o ki,ev ve bahçenin bütün işlerini sepetli kadın ve adam yapıyordu.
Adam dingin,sessiz duruşuyla görenlerde önceleri belirgin bir duygu uyandırmıyordu.Dikkatli bakıldığında ise kararlı,merhametli,çalışkan biri olduğu anlaşılıyordu.
Adamla kadın bir şekilde yollarını birleştirmiş,kararlı bir yönelişle yeni bir hayatın temellerini birlikte atıyorlardı. Önceleri olan biteni kayıtsızlıkla izleyen kasabalı,sepetli kadının ve adamın güven veren kapsayan yaklaşımıyla kabuklarından sıyrılmaya başladı.Günler geçtikçe,kayıtsızlık yerini merak ve şefkat duygularına bırakmaya başlamıştı.Eve yaptıkları ziyaretlerde kadın ve adama bir yardıma ihtiyaçları olup olmadığını soruyor,onlara hediyeler getiriyorlardı.
Sepetli kadın ve adam,bu ziyaretleri güleryüzle karşılıyor,gelenleri yeniden doğan evle görünür olan farklı bir dünyanın aydınlık yüzüyle tanıştırıyorlardı.
Kasabada geriye döndürülmeyecek bir dönüşüm başlamıştı. Evden ve bahçesinden yükselen güçlü ışık,hiçbir karanlık bırakmamacasıına sokakları ve tüm mekanları temizliyor,aydınlatıyordu.
Sepetli kadın kasabaya karışmış,kasaba sepetli kadına akmıştı.
Kasabadaki boşluklar ve sınırlar yeniden çiziliyordu.
Kasaba sezgiyle biliyordu.Herşey mükemmel olmak zorunda değildi.Ama kesin olan bir şey varsa o da tüm olan biten zamanın ruhuna uygun ve olduğu gibiydi.
Ne bir fazla, ne de bir eksik.
Aygün Özer – Bandırma – 23-04-2019